21 Eylül 2009 Pazartesi

YAYINLANMIŞ BİLGİ VE BELGELERE GÖRE ERMENİ OLAYLARI KRONOLOJİSİ / 2005 / 7

Çember Daralıyor


04 OCAK 2005 - Hazır olun, Ermeni Tsunami'si geliyor.
Bu yazımı, bu yıl süresince başımıza geleceklerden tam anlamıyla haberi olmayanlar veya yeterince bilgilenmemiş olanlar için yazıyorum. Bir uyarıda bulunmak, şimdiden hazırlıkların başlayabilmesi için kaleme alıyorum.
Büyük bir Tsunami dalgası geliyor.
Şimdiden, derinden derine, denizin uzaklarından gelen gürültüyü duyar gibiyim. Hava kararıyor ve kıyılardaki sular çekiliyor.
Sözünü ettiğim Tsunami, Ermeni diasporasındaki (kopuntu) depremden kaynaklanıyor ve kısa bir süre sonra Türkiye kıyılarına varacak. Eğer önlem alınmazsa, Uzak Doğu'daki gibi bir felaketle (insan kaybından söz etmiyorum) karşılaşılabilir. Altından kalkamayacağımız bir duruma düşebileceğiz.
Bunun nedeni de, 24 Nisan 2005 günü, Ermeni soykırım iddialarının simgesel tarihi olan 24 Nisan 1915'in 90 ıncı yıldönümü olması.
Ermeniler bu fırsatı kaçırmak istemiyorlar.
Yıllardan beri, Türkiye'nin seyirci kalması sayesinde dünyaya SOYKIRIM iddialarını kabul ettirdiler. Biz istediğimiz kadar aksini iddia edelim, Ermeniler bıkmadan usanmadan, yetersiz dahi olsa, Uluslararası kamuoyunu ikna ettiler. Bugün, özellikle batı dünyasında kısa bir tur yapın ve önünüze çıkana sorun. Yüzde 90'ı, Ermenilerin Türkler tarafından soykırıma uğratıldıklarını söyleyecektir.
Ermeniler işte bu yılı kaçırmak istememelerinin nedeni de bu. Helvanın altı tutmuş durumdayken, hemen harekete geçmek ve son darbeyi vurmak istiyorlar.
"Son darbe" nedir?
Soykırım iddialarının daha da geniş bir kesim tarafından benimsenmesi ve halen Meclislerinden karar alamadıkları ülkeleri de ikna edip, Soykırım'ı perçinletmek.
10 yıl sonraki 100 üncü yıldönümün temelini şimdiden atmak. 10 yıl sonra, AB ile müzakerelerinin sonuna gelmiş ve tam üyelik aşamasına geçmiş Türkiye'ye "soykırımı zorla kabul ettirme" kampanyasının en önemli adımını attırmak.
Bu büyük olayın ayrıntılarını resmi yetkililerin ne kadarı biliyor, belli değil.
Belli olan, yıllardır sadece boşa konuşmuş ve hiçbir şey yapmamış olan Türkiye'nin yakında acı gerçeklerle karşı karşıya kalacağıdır.
NASIL BİR DALGA GELİYOR?
BM VE MECLİSLERDE SOYKIRIM KARARI ZORLANACAK
Ermeni diasporası, 1915 olaylarının 90 ıncı yıldönümü çerçevesinde büyük bir kampanya hazırlıyor. Konferanslar, kolloklar, basın toplantıları, gösteriler arka arkaya gelecek. Bunlardan daha da önemlisi, şu ana kadar Soykırımı resmen Meclislerinde karara bağlamamış olan ülkelerde harekete geçilecek ve 90 ıncı yıldönüm için bu kararın çıkması istenecek.
Tabii en önemlisi Amerikan Kongresinde yıllardır süren mücadele tekrar açılacak. Amerikan kongresinden Soykırım kararı çıkarılabildiği takdirde, Türkiye'nin elinin kolunun bağlanacağı hesap ediliyor. Yine aynı şekilde AB ülkelerinin üzerine gidilecek ve Millî Meclislerin AB Konseyine Soykırım konusunu bir koşula dönüştürmesi istenecek.
Gizliden gizliye çalıştıkları bir diğer gelişme de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulundan bir Soykırım kararının çıkarılması için girişimde bulunulmasıyla ilgili.
NE YAPMALI?
BUGÜNKÜ POLİTİKA TÜMÜYLE DEĞİŞMELİ
Ermeni Tsunamisi'ne, bunca yıl seyirci kaldıktan sonra, şimdi uyanıp son dakikada yiyebileceğimiz bir golü kale çizgisinden kurtarabilmenin tek koşulu, Türkiye'nin şu ana kadar yürüttüğü resmi politikaları yeniden gözden geçirmesi ve ileri adımlar atmasıdır.
Artık "Biz, Vallahide Billahi de Soykırım yapmadık" demek, yeterli değil. Geç kalmanın faturası ödemek zorunda kalacağız, ancak mutlaka bir şeyler yapmak gerekiyor.
Bunlardan biri, Yalım Eralp dâhil birçok düşünürün ileri sürdüğü gibi, BM çatısı altında bir Uluslararası Soykırım İddialarını İnceleme Komisyonu kurulmasının sağlanmasıdır. Zira Türkiye haklıdır. Soykırımdan söz edilemez. Ancak bunu anlatamamıştır. Tren kaçırılmıştır. Yumurta kapıya dayanmıştır. Tek çıkış yolu, konuyu Uluslararası bilim adamlarının, araştırmacıların önüne koymaktır. Bu şekilde gerçeklerin anlaşılma olanağı doğar.
Göreceksiniz, Ermeniler bundan kaçacaklardır. Uluslararası hiçbir çalışmaya yanaşmayacaklar veya sadece kendi yandaşlarıyla yapılacak bir çalışmayı isteyeceklerdir. Marifet, masadan kaçamayacakları bir ortam yaratmaktır.
Bu çalışmalar gerçekleştirilebildiği takdirde, bir zaman kazanılacaktır. Bu zaman dilimi içinde de, Türkiye Ermenistan ile ilişkilerini ticari alanda genişletir, kara kapısını açabilir. Uluslararası tribünlere hitap edecek jestler yapabilir.
Tek hata, hiçbir şey yapmadan seyretmek ve kendi kendimize propagandaya devam etmek olur.

ERMENİLER BİZE VURDU

06 OCAK 2005 - “Ermeniler de bize vurdu”
“Ermeni meselesinde maç henüz başlamış değil, bilimsel anlamda refleksimiz çok sert olacak” diyen Özdemir, soykırımın yaşanmadığını tüm platformlarda anlatacaklarını belirtti.
Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanı Hikmet Özdemir, yaptıkları çalışmalarda, Ermeni soykırımı olarak nitelendirilebilecek bir hükümet faaliyetinin söz konusu olmadığını saptadıklarını belirterek, “Çok net konuşuyorum. Ziya Gökalp yargılanırken, mukatele tabirini kullanmış, yani diyor ki, onlar bize vurdu, biz de onlara vurduk. Biz bu ifadenin doğru olduğunu düşünüyoruz" dedi. CNNTürk'te yayımlanan Manşet programında dün Mehmet Ali Birand'ın sorularını yanıtlayan Özdemir, "Ermeni meselesinde maç henüz başlamadı. Bilimsel anlamda refleksimiz çok sert olacak” dedi.
'Didik didik inceledik'
Türk Tarih Kurumu'nda Haziran 2001'den beri öğretim üyelerinden oluşan bir grupla çalıştıklarını söyleyen Özdemir, ABD, İngiltere, Rusya ve Fransa arşivlerinin didik didik incelendiğini vurgulayarak, "Osmanlı coğrafyasında tehcir olayının, Türk-Ermeni anlaşmazlığının, çatışmaların cereyan ettiği yerleri saptadık. Ermeni meslektaşlarımızın görüşleri nelerdir? Hepsini yan yana koyduk. Somut delil niteliğindeki ifade ve belgeleri saptadık... Bir de Genelkurmay Başkanlığı'ndan izin alarak askeri arşivimizde hiç kullanılmamış 35 belgeyi koyduk. Vardığımız sonuç şu; ulusumuzun yüzünü yere getirecek soykırım diye nitelenebilecek bir hükûmet faaliyeti söz konusu değil."

13 OCAK 2005 - Rusya ile ortaklaşa...
Rus liderin Ermenistan'la ilgili söyledikleri de, Ankara ile Moskova arasında bölgesel sorunlar üzerinde stratejik bir işbirliğine doğru gidilebileceğinin sinyalini veriyor.
Putin, Karabağ anlaşmazlığında, Rusya'nın araya girebileceğini ve hatta garantörlük misyonunu da üstlenebileceğini açıkladı. Aynı zamanda Türkiye'nin Ermenistan'la iyi komşuluk ilişkileri kurmasına da yardımcı olabileceğini belirtti.
Başbakan Erdoğan'ın ortaya koyduğu görüş ise şöyle: Türkiye, hiçbir komşusuyla dargın kalmak istemiyor. Türkiye'nin bölgedeki politikası, çözümsüzlüğe değil, çözüm konseptine dayalı. Tabii Erivan'ın da bu yönde olumlu bir işaret vermesi gerek. Türkiye o zaman bu komşusuyla da ilişkilerini normalleştirecektir...
Bölgenin ivedi sorunlarının ele alındığı Moskova'daki görüşmeler sırasında, Ermenistan konusunun da gündeme gelmiş olması anlamlı. Bu, Türkiye'ye böyle bir meseleye ciddi olarak eğilmek zamanının geldiğini hatırlatmış oluyor.
Ankara şimdiye kadar Ermenistan'la ilişkilerin normalleşmesi için, önce Erivan'ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesi ve Bakü'yle uyuşmazlığını halletmesini şart koşmuştur. Türkiye açısından bu tavrın nedenleri kolayca anlaşılabilir. Ancak şu da bir gerçek ki, bu politika yüzünden Türkiye, üstlenebileceği arabuluculuk rolünü oynayamamıştır. Şimdi Rusya buna sahiplenmeye hazır görünüyor.
Oysa Türkiye Erivan'la iyi bir diyalog kurabilse, hem tarafları uzlaştırmada etkin bir katkıda bulunabilir, hem de "Ermeni soykırımı" konusundaki iddiaların her fırsatta gündeme getirilmesini önleyebilir.
Ermeni diasporasının eline, şimdi "jenosidin 90. yılı" münasebetiyle yeni bir fırsat geçmek üzere. Ankara'nın yaratıcı, cesur bir yaklaşımla inisiyatifi ele almasının şimdi tam zamanıdır. Putin'in söylediklerinin ışığında bu, Rusya'yla "ortaklaşa" da yapılabilir...

İSVİÇRE DIŞİŞLERİ BAKANI

23 OCAK 2005 - 24 Nisan tarihinde Türkiye’ye geliyor.
Türkiye’ye resmi ziyareti sözde Ermeni soykırımı tartışmaları yüzünden ertelenen İsviçre Dışişleri Bakanı Calmy Rey’e Türkiye yolu gözüktü. Rey’in ziyaretinin sözde Ermeni soykırımının 90. yıldönümü olarak görülen 24 Nisan’a denk geleceği bildirildi.

24 OCAK 2005 - Türk-Ermeni toplantısı yine iptal!
Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu'nun, daha önceden "büyük ihtimalle iptal olacağını" söylediği Viyana'daki Türk-Ermeni toplantısı iptal edilmiş.
Yusuf Halaçoğlu, "bizim her türlü kolaylığı göstermemize, arşivlerimizi açmamıza ve belgeleri istenen her dilde sunmamıza rağmen Ermenilerin hiçbir belge sunmadığını" söylemişti. Şimdi ise Ermeni soykırımı iddiasının AB sürecinde önümüze çıkarılmasının bizim aleyhimizde bir sonuç doğurmayacağını, son yıllarda yaptıkları çalışma ve araştırmaların "kesinlikle soykırım olmadığını" ortaya çıkardığını söylüyor.
Sağladığımız bütün bu kolaylıklara rağmen "soykırım iddiasında bulunan" (ve hatta yüzde 100 eminmiş gibi bunu yasalarına, Hitler'in Yahudi soykırımı ile aynı maddeye koyan, sınırları içinde soykırımı kabul etmeyen konuşmaları bile suç sayan) Fransa'nın ve diğer ülkelerin neden Ermenileri soykırım iddiasını açıkça tartışmaya ve belgelerini çıkarmaya zorlamadıkları çok ilginçtir değil mi? Türkiye'ye her türlü baskıyı uygulayanlar, sıra karşı tarafa gelince pek sessizleşiveriyorlar nedense...
Ama bence daha da ilginç olanı, Türkiye'ye baskı uygulayanların yan tarafında yer alarak "Ermeni soykırımını kabul edelim gitsin. Her iddianın başına 'sözde' kelimesi ekleyerek sorunları çözemeyiz" diye bastıran ve bu süper aydın (!) konuşmalarını Türkiye'de yapmaları yetmiyormuş gibi Amerika'lara koşarak bir de oranın üniversitelerinde konferanslar verip tekrarlayan Türk entelejansiyası...
"Biz tarih uzmanı değiliz ama" diye başladıkları konuşmalarını akıl almaz bir cahil cüretiyle, küstahlık ve sorumsuzlukla sürdürdüler son yıllarda. Kimse de çıkıp onlara "Kardeşim mademki tarih uzmanı değilsin, hiç değilse konuşmadan önce otur da memleketinin tarihini, arşivlerini ve dönemin yabancı diplomatlarının ağzından olayları oku" demedi.
Utanırlar mı dersiniz?
Acaba şimdi, masadan kaçanları görünce birazcık olsun utanıyorlar mı, merak ediyor insan...
Haydi, kendi devletlerine çağrıda bulundukları gibi karşı tarafa da bulunsunlar. Ama bence biraz sıkar onları, Türkiye'den giden dostluk grubuna Ermenistan'da yapılan muameleyi duydular. Grubun Ermeni tercümanı bile davranışlara isyan etti sonunda...
İsviçre Dışişleri Bakanı Calmy Rey Hanım, soykırım konusunda öyle hassasmış ki Türkiye'ye yapacağı resmi ziyareti bile özellikle "Ermeni Soykırım Günü" ilan edilen 24 Nisan'a almış. Alsın ve 'hay hay, buyursun gelsin' ama ağzının payını da alsın lütfen...
Hamfendiyi önce TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu ile görüştürelim, 'sevgili soykırım (!) mağdurlarının karşılıklı toplantıdan neden kaçtığını ve belgelerimizi ondan dinlesin.
Türk'ün Türk'e yaptığını cümle âlem yapamıyor gerçekten. Ne bitmez tükenmez bir aşağılık kompleksiymiş bu.
Bir PKK'lıyı seçimlerde Türklere öneren Türkiye'nin Danimarka Büyükelçisi Fügen Ok'a nasıl bir yaptırım uygulanacak, o da ayrı bir merak konusu. Bu sorumsuzluk ve düşmanlıkların sonu gelmeli artık!

ERMENİ PATRİĞİNDEN DAVA

27 OCAK 2005 - Ermeni Patriği'nden ABD'li Ermenilere dava.
İstanbul’daki Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan, Kıbrıs Rum kesimindeki Melkonian Eğitim Enstitüsü (MEI) adlı Ermeni okulunun ABD’deki Ermeni kuruluşu AGBU tarafından kapatılmasını önlemek için Los Angeles’te dava açtı.
Rum basınına göre, dünya çapında 22 Ermeni okulunun idaresini yürüten AGBU, zararda olduğu gerekçesiyle Lefkoşa’nın Rum kesimindeki MEI okulunu kapatma kararını verdi.
Bunun üzerine MEI mezunları ve okulu sevenler harekete geçerken Mutafyan, Los Angeles’deki Kaliforniya Eyaleti Yüksek Mahkemesi’nde dava açtı.
MEI okulunun, Ermeni Garabed Melkonian’ın yaptığı bağış ile 1923 yılında dönemin İstanbul’daki Ermeni Patriği tarafından kurulduğu belirtilirken gerçekte, 40 milyon sterlin değeri biçilen arsası nedeniyle okulun satılmak istendiği öne sürülüyor.

29 OCAK 2005 - Vur Türkiye'ye!
Son zamanlarda ABD TV'lerinde Türkiye ve Türkleri kötü gösteren dizilerdeki artışın nedeni anlaşıldı.
Son zamanlarda Amerikan dizileri sürekli Türkleri kötülüyor. Dünyanın en çok izlenen aksiyon dizilerinden 24'te bir Türk ailesinin terörist olarak gösterilmesinin ardından Beyaz Saray'ın çalışma kanadından adını alan "West Wing" (Batı Kanadı) dizisinde de Türkiye, zina yapan kadınları kafasını keserek cezalandıran bir ülke olarak tanıtıldı. NBC'de yayınlanan ve Beyaz Saray'da yaşananları konu edinen dizide Türkiye'de şeriat yasaları uygulanıyor, zina yapan bir kadına kafa kesme cezası veriliyor! Kadını bu "çağ dışı" durumdan kurtaran ise tabii ki ABD Başkanı.
Diziler takibe alındı
Dizinin yayınlanmasıyla ABD'de yaşayan Türk kamuoyu ayağa kalktı. Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu NBC televizyonuna bir mektup yazarak "Gerçekleri çarpıtan bu bölümden hayal kırıklığı duyduğunu" ifade etti. Benzer bir mektup da daha önce 24'ün yayınlandığı Fox kanalına gönderilmişti. Bir yandan da Türk yetkililer hukuki olarak ne tür bir yaptırıma başvurabileceklerini araştırmaya başladı. Büyükelçilik avukatları, danışmanlar ve Amerikalı hukukçulardan oluşan özel bir komite Türkleri yanlış tanıtan dizileri dakika dakika izliyor. Yetkililer, "Eğer bu diziler yüzünden ABD'de Türklere yönelik saldırı olursa hemen devreye gireceğiz. Televizyon kanallarını dava yağmuruna tutacağız" diyor.
İşte nefret dolu diyaloglar.
ABD Başkanı devreye girip infazı önlemeden önce Beyaz Saray çalışanları ve Başkan'ın yardımcıları arasında geçen diyaloglar şöyle:
Will: Başkan Yardımcısı Türklerin kararını kınayacağını söyleyecek.
Christine: Kınamak sözcüğü hafif kalmıyor mu? Bir iş arkadaşıyla yattığı için bir kadının kafasını kesecekler!
Roger: Oh, eğer bizim eyaletlerimiz Şeriat'ı kabul ederse ofiste çalışanların yarısını kaybederiz. Arkadan bağıran bir çocuk: Bence üçte ikisini kaybederiz! (Herkes gülüyor)
Türkiye, 20 Eylül 2003'te yayınlanan bir bölümde de West Wing dizisine konu olmuştu. Bu bölümde teröristler Türkiye'de bir tiyatroyu bombalıyordu. Dizinin ilk bölümünde geçen bir diyalog ise şöyle:
Larry: Her gün 17 bin Amerikalı kendini silahla savunuyor.
Sam: Bu doğru mu?
Ed: Evet, Chicago'da yaşayan 76 yaşında bir büyükanne de dâhil.
Sam: 76 yaşında bir büyükanne kendini AK-47 tüfekleriyle savunmaz Larry. Tabii Türk teröristlere karşı olmadığı müddetçe!
Beyaz Saray'ın açıklamasını 1, West Wing'i 14 milyon kişi izliyor.
West Wing dizisini ABD'de ortalama 14 milyon kişi izliyor. Araştırmalara göre dizinin izleyici kitlesi Amerika'nın en iyi eğitimli ve en zengin ailelerinden oluşuyor. Bir Beyaz Saray yetkilisi diziyle ilgili "Beyaz Saray açıklama yaptığında l milyon kişi izlerse şanslı oluyoruz. Ancak West Wing'i 13-14 milyon izliyor" diyor. Beyaz Saray'daki günlük işleri konu alan dizide Başkan Josiah Bartlet'i deneyimli aktör Martin Sheen canlandırıyor. Dizi 2000 yılında ilk sezonu için 9 Emmy ödülü alarak rekor kırdı.
Arap lobisi çok güçlü onlara dokunamıyorlar.
Hollywood fümelerinde daima bir kötü adam vardır. Soğuk Savaş yılları boyunca bu kötü adamlar Rus kökenliydi. "The Hunt for Red October" (Kırmızı Ekim Avı) gibi filmler tarihe geçti. Ancak Soğuk Savaş'ın ardından, yani 1990'lı yıllardan itibaren kötü adamlar İslam dünyasından seçilmeye başladı. Özellikle 11 Eylül sonrasında ABD halkının gözünde "İslam eşittir terör" oldu. Böyle filmlerin sayısı artmaya başlayınca Arap dünyası Hollywood'un kendilerini hedef seçtiğini anladı. Bunun üzerine Amerikan İslam İlişkileri Konseyi ve Amerikan-Arap Anti-Ayrımcılık Komitesi gibi kuruluşlar hemen devreye girdi. Önce Arapları kötü gösteren tüm filmleri kınadılar. Aynı anda Hollywood'daki yatırımlarını artırdılar. Bir yandan da gazetelere on milyonlarca dolarlık ilanlar vererek Arapların aslında düşman olmadığını anlatıyorlardı. Çoğu Araplardan oluşan Amerikan İslam İlişkileri Konseyi, kendisine bağlı 100 bin seçmen olduğunu ve ABD'deki Arap yatırımlarının Amerikan ekonomisinin yüzde 6-7sini temsil ettiğini de her fırsatta Hollywood'a ve Beyaz Saray'a hatırlattı. Sonuçta Hollywood, Araplara saldıramaz hale geldi. Öyle ki Arap lobisi "The Sum of Ali Fears" (En Büyük Korku) filminin çekimleri başladıktan sonra senaryoya müdahale ederek Arap teröristlerin filmden çıkarılmasını sağladı. İşte Türlerin son dönemde terörist ya da şeriatla yönetilen bir halk olarak gösterilmesi Arap lobisinin ABD'de bu denli güçlü olmasına bağlanıyor. Washington'daki Amerikalı bir gözlemci'nin yorumu ise şöyle: Amerikan film endüstrisinde İslam diniyle şiddet olaylarını bağdaştırma eğilimi, 11 Eylül'den sonra iyice arttı. ABD'de Arapların güçlü bir lobisi var. Bu nedenle Amerikan film endüstrisi Araplar aleyhinde yayın yapmaktan kaçmıyor. Müslümanları terörist olarak göstermek istediklerinde bunun için kullanabilecekleri tek ülke de Türkiye. Bu nedenle senaryolar Türkiye üzerinde kurulmaya başladı.
Ermeni parmağı var mı?
Türk yetkililer bir yandan da Arap, Ermeni ve Rum asıllı Amerikalıların Türlerin dizilerde yanlış anlatılmasında rolü olup olmadığım inceliyor. Çünkü Ermeni ve Rum asıllı Amerikalıların önemli bir bölümü film endüstrisinin kalbi olan California'da yaşıyor. Eğlence dünyasında etkili olan Ermeni ve Rum-Yunan kökenli kişi ve grupların da bu senaryolarda parmağı olabileceği belirtiliyor.

TÜRK-ERMENİ TARİHÇİLERİ

30 OCAK 2005 - Meseleyi tarihçilere de bırakmayı başaramadık.
Ermeni sorununun iki ülke tarihçileri tarafından tartışılacağı nisandaki Viyana Buluşması herkesi umutlandırmıştı. Ermeni tarihçiler gelmeyeceklerini bildirince diyalog yine bir başka bahara kaldı.
24 Nisan yaklaşırken hem 1915 olaylarının 90. yıldönümü olması hem de AB sürecindeki etkisi, Ermeni soykırımı iddialarını Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri haline getiriyor.
Dört yıl önce Türk-Ermeni barışma komitesi Cenevre'de bir araya geldiğinde iki ülke daha doğrusu iki ulus arasındaki meselenin de bir hal yoluna gireceğini düşünenler yanıldı. Önce Ermenistan'daki siyasi partiler, sonra da diaspora Ermenilerinin tepkileri yüzünden kuruluşundan sadece altı ay sonra Ermeni üyeler komiteden ayrıldılar. Bu girişimden dört yıl sonra, iki ülkenin resmi kurumlarında çalışan tarihçileri bir araya getiren Viyana Türk-Ermeni Platformu (VAT) girişimi de benzer bir hayal kırıklığı ile bitti. VAT, Ermeni tarihçilerin bahar randevusuna gelmeyeceklerini açıklamasıyla sekteye uğradı. VAT'da ilk toplantı 2004'te yapılmış Türkiye'den Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Araştırmaları Bölümü Başkanı Prof. Hikmet Özdemir, Ermenistan adına ise Erivan Soykırım Müzesi Müdürü Prof. Lavrenti Barsegyan ile Ermeni Bilimler Akademisi'nden Prof. Ashot Melkonyan katılmıştı.
HERKESLE GÖRÜŞÜRÜZ
VAT'ın önümüzdeki bahar aylarında yapılacak toplantısı kritik bir önem taşıyordu. Çünkü 1915 olaylarının 90. yıldönümünde Ermeni soykırımı iddiaları da bir hayli yoğunluk kazanıyor. Ayrıca AB sürecinde tam üyelik müzakerelerinde soykırım iddialarına Türkiye'nin tepkisi de örtülü bir önem taşıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçen Ekim ayında Paris'te gazetecilerin sorusu üzerine "sözde" ya da "iddia" ifadesini kullanmadan "Ermeni soykırımı konusunda rahatız" demesi "Türkiye'nin yaklaşımı değişiyor mu?" sorularına yol açtı. Peki gerçekten böyle mi? Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu bu soruya "Devletin 1915'e bakış açısında bir değişiklik yok" yanıtını veriyor. Bakış açısında değişiklik olmasa da Türk tarihçilerde bu konuda daha rahat bir dil dikkat çekiyor. 2001 yılından beri Ermeni araştırmaları konusunda sıfırdan çalışmaya başlayan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu "Kim olursa olsun, soykırımı kabul etmemizi isteyen kim olursa olsun 'Buyrun gelin görüşelim' diyebilecek durumdayız. Artık bütün yabancı arşivlere hâkimiz. Çıkarın elinizdeki belgeleri bizi ikna edin diyecek güçteyiz" diyor. Peki böyle belgeler ortaya konursa? Halaçoğlu hiç tereddüt etmeden "Eğer böyle bir belge koyabilirlerse devlet de özür diler. Ancak ben bırakın belge koymayı, Türkiye'nin tartışma teklifine bile cevap vereceklerine inanmıyorum. Bunu ne Fransa, ne ABD ne de Ermenistan kabul etmez" diyor. Halaçoğlu sekteye uğrayan VAT için "Ben Ermeni tarihçilerin gelmeleri halinde devam edebileceğimizi bildiriyorum. Ancak onlar gazetecilere biz soykırımı kabul etmeyeceğimiz için bizimle görüşmeyeceklerini söylemişler. Zaten ben soykırımı kabul ediyorsam niye görüşme yapıyoruz?"diye konuşuyor. Halaçoğlu Nisan ayına kadar bekleyeceğini de ekliyor: "Nisan ayına kadar bir sonuç ortaya çıkmazsa hem Türk tarafı olarak benim gönderdiğim belgeleri hem de Ermenilerin bana verdiği belgeleri yayınlayacağım. Bir tarihçi olarak bu belgeler bana hiçbir şey ifade etmiyor. Benim sunduğum belgelerle onların verdiği belgeleri karşılaştırırsanız anlarsınız." diyor.
EMPATİ MESELESİ
Her iki girişimi de yakından izleyen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hırant Dink'e göre asıl mesele "empati kurmak". "O dönem içinde kalıp, içinden okuyabilmek önemli" diyen Dink bunu resmi tarihçilerin de başaramayacağını söylüyor. Dink "Onlar resmi duruşlarını tekrar etmekten başka bir şey yapmayacaklar. Oysa bu süreci aşan her iki tarafın özgür aydınlarını ve bağımsız tarihçilerinin çabası olacaktır" diyor. Türkiye'nin tezlerini dışarıda anlatamadığını, Ermenilerin tezlerinin de Türkiye'de bilinmediğini söyleyen gazeteci Dink bu noktada karşılıklı bilgi transferi yapılması gerektiğine dikkat çekiyor. VAT platformunun kurucularından İnanç Atılgan VAT girişimin sekte aldığını ancak henüz tam anlamıyla sonuçlanmadığını düşünüyor. Bilinçli olarak her iki tarafın resmi kurumlarını seçtiklerini söyleyen Atılgan başlangıçta konuyu basına yayılmadan, tezat görüşte tarihçiler arasında bir bilgi alışverişiyle sınırlamak istediklerini vurguluyor. "16 Temmuz'da ilk değiş tokuş yapıldı. Türk tarafı geldi. Ermeni tarafından meslektaşlar gelmedi. Gelmeleri de gerekli değildi. Ancak basında her tarafta 'Ermeniler geldi' diye yayıldı. Türkiye ve Erivan'dan haber aktarıldı. Ermeni tarafının Türkiye ile olabilecek herhangi bir yakınlaşma ele geçirdiği pozitif durumdan feragat etmesi anlamına gelecekti" diyerek Ermeni diasporasında gelen baskıları ifade ediyor. Atılgan "Benim en büyük hedefim iki tarafım masaya oturtulması. Şu anda Türkiye büyük zorluklarla karşı karşıya. Çok hızlı bir transformasyon geçiriyor. Ve birdenbire AB müzakerelerinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti geçmişte aldığı bir kararla yüzleşmek zorunda bırakıldı. Ve Türkiye Cumhuriyet konuşulacaksa eşit haklarda konuşulmalı" diyor. Tarihçiler buluşması bir başka bahara ertelenirken AB sürecinin görünmeyen kriteri olarak Ermeni meselesi önemini giderek arttırıyor. Sorun tarihçilerden parlamentolara doğru kaydıkça uzlaşma yolu da tıkanıyor.

HIRANT DİNK

30 OCAK 2005 - Kendi adıma özür beklemem.
HIRANT DİNK-AGOS Gazetesi Yayın Yönetmeni.
Ben sorunu tamamen tarihçilere bırakmaya karşıyım. Bu işin tarih ve tarihçilere bırakılacak yanı vardır, bırakılmayacak yanı vardır. Karşılıklı ne kadar belge varsa ortaya çıkarılmalıdır. Bu belgelerin okunması, algılanması sentezlerini yapılması ise bizlerin, vicdanlarının görevi. Ben bunun için bir devlet kararı ya da bir resmi karar beklemem. Devletin özür dilemesi diye bir şeyi beklemem. Ben kendi adıma birileri tarihi kabul etsin, bunun için benden özür dilesin, bu tarih için benim acımı paylaşsın, bana bir şeyler ödesin diye asla ve asla bir beklenti içinde olmam. Bunu kendime bir zul sayarım. Kendi tarihime bunu bir hakaret sayarım. Ben tarihimin bilincindeyim, ne olduğunu ne bittiğini biliyorum ve bu acımı da sırtlayıp onurumla taşıyabileceğim kadar taşıyorum. Ben bu yükümü taşırken yardımcı oluyorsanız, acımı paylaşmak istiyorsanız bu sizin sorununuz. Benim sizden beklentim olamaz. Bana bu desteği verirseniz ancak teşekkür ederim. Ama eğer bu tarihle yüzleşemezseniz, demokratlığa ulaşamazsınız. Demokratlaşmak, tarihle yüzleşmekle birebir örtülü bir şeydir.

30 OCAK 2005 - Çok çetrefil bir insanlık dramı.
Dr. İnanç Atılgan-Tarihçi, VAT Platformu Kurucusu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin önüne çok önemli bir fırsat geçmiştir. Ben herkesin tarihle yüzleşmesi taraftarıyım. Ancak Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar olayı sadece umursamazlıkla kalmadı devekuşu politikası uygulayıp bir sterotip tanıtım geliştirdi. "Toplu bir ayaklanmaya başladıkları için ben onları başka bir yere gönderdim." diyordu. Fakat karşı taraftan "Peki Talat Paşa Trabzon'da oturan binlerce aileyi Suriye çöllerine gönderirken onların yollarda öleceğini bilmiyor muydu?" sorusu da gelir. Bir insanlık dramı var. Olay çok çetrefil. Değerlendirilmemiş pek çok belge var. Avusturyalılar da tehcir yapıyor, ancak Osmanlı Devleti'ndeki olay tehciri uygulama kapasitesine sahip olmadığınız halde bütün aileleri topyekün bir yere gönderme isteğiniz. Ancak o zamanki düşünce yapısında bir ırkı yok etmek yok. Şimdiye kadar hiçbir belge çıkmadı ki "Bunları yok edelim" diye... Eğer özür dilenecekse o zamanki Türklerden, Araplardan da özür dilenmesi gerekiyor. Birdenbire olaya soykırım diye atlamak bilimin gerçekleriyle örtüşmüyor.

SEZER: ERMENİLER ARŞİVLERİNİ AÇSIN

05 ŞUBAT 2005 - Sezer'den Debre'ye: Ermeniler de arşivlerini açsın.
Sezer, Ermeni sorununun bağımsız bir komisyonca incelenmesini öneren Fransa Ulusal Meclis Başkanı'na, "Bunu Ermenilere söyleyin" diye cevap verdi.
Fransa Ulusal Meclis Başkanı Jean Louis Debre, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e Türkiye'deki "laiklik uygulamasını" sordu. Türkiye'nin ulusçuluk, demokratiklik, hukuka bağlılık ve laiklik gibi temel ilkeleri olduğunu vurgulayan Sezer de, "Bunlara sonsuza kadar bağlıyız. Bizim bu ilkeden taviz vermemiz hiçbir zaman söz konusu olamaz" karşılığını verdi.
Çankaya Köşkü'ndeki görüşmede sözde Ermeni soykırımı tartışmalarını da gündeme getiren Debre, "Ders vermeye gelmedim. Ancak önerim var. Ermeni sorunu militan olmayan bilim adamlarınca incelenebilir. Bağımsız komisyon oluşturulabilir. Türkiye arşivlerinde objektif çalışma yapılabilir" dedi.
'Ermenilere söyleyin'
Sezer de, "Objektif bir kurulun konuyu incelemesini biz yıllardır söylüyoruz. Arşivlerimizi dahi açtık. Ancak Ermeniler bırakın arşivlerini açmak, uluslararası çalışmaları da engellemeye çalışıyor. Bunu bize değil, Ermenilere söyleyin. Onlar da arşivlerini açsın" karşılığını verdi.
Başbakan Erdoğan da Debre'ye, "Onların tarihçilerinin iddiaları varsa, bizim tarihçilerimizin de var. Türkiye, Ermeni vatandaşlarıyla sorun yaşamıyor. Bir adım atılacaksa, Ermeniler arşivlerini açsın" diye konuştu. Debre de "Tarihin üzerine makyaj yapmamak, kapatmamak lazım" şeklinde konuştu.
Dün Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'le de görüşen Debre, daha sonra Kumkapı'daki Türkiye Ermenileri Patrikliği'ni ziyaret etti. Debre, Patrik Mesrob II ile 45 dakika görüştü.

09 ŞUBAT 2005 - Kimse söylemiyor, bari ben söyleyeyim.
Orhan Pamuk, bir İsviçre dergisiyle yaptığı söyleşide "Kimse söylemediği için ben söylüyorum. Türkiye’de 30 bin Kürt öldürüldü. Bir milyon da Ermeni" dedi.
"Kar" adlı romanı Almancaya çevrilen ve bu nedenle Almanca yayınlanan birçok dergi ve gazetenin kendisiyle röportaj yaptığı Orhan Pamuk, tartışma yaratacak açıklamalarda bulundu.
İsviçre’de yayınlanan Tagesanzeiger’in ‘Das Magazin’ isimli kültür ilavesine konuşan ünlü yazar, 1 milyon Ermeni ve 30 bin Kürdün öldürüldüğünü söyledi.
Söyleşinin bu bölümü şöyle gelişti:
-Kars’ta, ‘Kar’ isimli kitabınızdan parçalar okur muydunuz?
- Evet, 30 yıl içinde, ülkem geçmişiyle barıştığında ve benim şakalarımı kaldırabildiğinde, ekonomik durum bu kadar kötü olmadığında. Bugün için kesinlikle oraya gitmem, bu çok tehlikeli olurdu. Fazla kitap okumayan birinin bu kitap yüzünden yaralanmasını anlayabiliyorum. Ama ben bir romancıyım. Benim sorunum da bu zaten. Roman yazmak bir Batı buluşu ve ben bu işi uzun süre roman nedir bilmemiş bir ülkede yapıyorum. Stendhal ve Voltaire’nin sorunu da buydu. Onlara karşı diyorlardı ki; ‘Bu yazarlar bizimle alay ediyor. Onlar Fransız değil.’ Bazı yazarlar, doğru dürüst kitap yazacaklarına, başka yazarlardan daha Türk olduklarını söylüyorlar. Türkiye’de yalnızca ‘Türk’ olmakla gurur duyan yazarlarımız var. Mesele iyi bir kitap yazmaktır. Ancak diğerlerinden daha Türk olduklarını söyleyerek gurur duyan yazarları kimse de okumuyor.
- Onlar da sizin için aynı şeyi söylüyor.
-Ama benim kitaplarım satıyor, onlarınki satmıyor. Bu ölçülebilir birşey. Sizi kutlarım. Bu söyleşide, kendimi Avrupalı değil de, bir Türk gazetecinin karşısında oturuyorum gibi hissettim.
- Ben Türk’e benziyor muyum?
-Hayır ama bu ülkede iki-üç yıl önce yeniden hortlayan milliyetçiler gibi konuşuyorsunuz. Ve sorularınızla beni de kışkırtmayı başardınız. Teşekkür ederim.
- Ama ben henüz tatmin olmadım. Türkler nasıl uzlaşacak?
- Bir Türk yılda ortalama 4 bin Euro kazanıyor, bir Avrupalı ise bunun 10 katı. Bunun yukarı çekilmesi gerekiyor. O zaman milliyetçilik ve faşizm gibi sorunlar kendiliğinden ortadan kalkar. Bu nedenle AB’ye girmemiz gerekiyor. Bizim geçmişimiz bugünümüzle birlikte değişime uğruyor. Bugünkü gelişmeler geçmişi değiştiriyor. Ülkenin geçmişindeki kötü olayları yavaş yavaş konuşabilmemiz gerekiyor.
- Ama siz hâlâ konuşuyorsunuz. İlle de başınızı derde mi sokmak istiyorsunuz?
- Evet, bunu herkes yapmalı. Burada 30 bin Kürt’ü öldürdüler. Ve bir milyon Ermeni. Ve neredeyse hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor. O halde ben yapıyorum. Ve bu yüzden benden nefret ediyorlar.
MİLLİYETÇİLER BENDEN NEFRET EDİYOR
Türklere herkesin düşman olduğunu sanan milliyetçilere karşı eleştirel olduğunu belirten Pamuk, ‘Onlar da benden nefret ediyor’ dedi. Bu milliyetçiliğin nereden geldiğini soran gazeteye, ‘Bilmiyorum’ diye cevap veren Pamuk şöyle konuştu:
‘Ben sadece, bizim Avrupa’ya yaklaşmamızın ne kadar harika olduğunun anlaşılmamasına şaşırıyorum. Bunun alternatifi diktatörlüktür. İster askerî olsun, ister dini. Ama sevinecekleri yere bazıları hâlâ Kıbrıs’la uğraşıyor.’
Pamuk, ‘Beni AB ilgilendirmiyor. Ben AB’yi düşünce özgürlüğü, açık toplum ve demokrasi için istiyorum’ diye ekledi.
BAŞBAKAN ERDOĞAN’I ÖVDÜ
Orhan Pamuk, Alman Süddeutsche Zeitung’a verdiği demeçte ise son üç yılda Türkiye’de büyük değişimlerin yaşandığını söyledi. Pamuk 30 yıldır talep ettikleri düşünce özgürlüğünü sınırlayan yasaların kalkmasını Erdoğan hükûmetinin gerçekleştirdiğini vurguladı ve şimdi sıranın Avrupa’nın Türkiye’ye yardım eli uzatmasında olduğunu söyledi.

AVRUPA KAMUOYU

09 ŞUBAT 2005 - Böyle giderse kaybederiz...
Ermenilerin, Soykırıma uğradıkları yolundaki iddiaları özellikle Batı kamuoyu tarafından, büyük oranda kabul edildi. Bu gerçeği kendimizden saklamayalım.
Ermeniler yaklaşık 75 yıldır çalışıyorlar. Bizden bir ses çıkmadığı dönemde kitaplar yazdılar, binlerce belge yayınladılar, Üniversitelerde kürsüler kurdular ve Uluslararası kamuoyunu inandırdılar. Belgeleri yetersizdi, gerçekleri tam anlamıyla yansıtmıyordu, ancak sonunda Uluslararası kamuoyunu inandırdılar.
Bizler ise, sadece seyrettik. Kendi kendimize propaganda yapmakla yetindik, konuyu tartışmayarak sanki suçlamalardan kurtulabileceğimizi sandık. Uluslararası kamuoyunun sonunda doğruları göreceğini düşündük. Oysa tam aksi çıktı. Şimdi, eski hatalarımıza bakıp dövünmenin de hiç gereği yok.
Olan oldu, tren kaçtı.
Bundan böyle yeni bir durumla karşı karşıyayız. Gerçekçi hareket etmek ve zararı en az noktaya indirmek zorundayız.
Yusuf Halaçoğlu'nu tanırsınız. Türk Tarih Kurumunun 11 yıldır başkanlığını yapıyor. Geçen Cuma günkü MANŞET programında (CNN TÜRK'te) bu gerçekleri tekrarladı ve son derece önemli bir uyarıda bulunda: "Artık sadece belge, kitap ve film hazırlayarak, sadece propaganda ile bu sorunun altından kalkamayız. Yine belge çıkaralım, kitap yayınlayalım ancak bundan böyle daha ses getirecek adımlar atmak gerekir. Sadece tarihçilerle değil, siyasi atılımlarda da ortaya çıkmalıyız. Bir strateji saptamalıyız" dedi.
Önerisi, Emekli Büyükelçi Yalım Eralp'in bir süre önce yazdığı gibi, Türkiye'nin ön alması ve Birleşmiş Milletlere bir inceleme komisyonu kurdurması. Tarafların gösterecekleri tarihçilerin yapacakları inceleme ve varacakları sonuç, Türkiye'yi büyük oranda rahatlatacaktır. Zira Türk tarafı, Soykırım olmadığı, karşılıklı öldürme yaşandığını, Osmanlıların da kendi açısından sorumlularını cezalandırdığını belgeleriyle ispatlayabiliyor. Yani Türkiye kendinden emin...
Halacoğlu gibi, bu konuyu en iyi bilen bir kişinin "Elimiz güçlü, ancak bu iş artık politikacının sorumluluğu, sadece teknik araştırma yetmiyor" diye haykırması son derece önemli.
Devlet'in yetkilileri artık uyanmalı, artık bir strateji saptamalı ve sadece "Bu işi tarihçilere bırakalım" demekle biryere varılamayacağını görmeli artık, BM'yi harekete geçirmenin, uluslararası tribünleri etkileyecek açılımlar keşfetmenin zamanıdır.
Hadi artık, hadi uyanın...
SİYASETÇİ ARTIK ÖN PLANA ÇIKMALI...
Yine bu konuda Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu'nun bir süre önce yayınlanan ilgiç bir yazısı Mehmet Barlas tarafından özetlenince okudum.
Prof. Hamioğlu da, T.C. Devletinin Ermeni Soykırımı iddialarına karşı yaklaşımının rahatlığına dikkat çekiyor.
Hamioğlu'nun, Barlas tarafından özetlenen yazısı, günün gerçeklerini çok güzel yansıtıyor:
-"Bir yandan resmi ideolojinin hizmetinde olan tarihçiden mükemmelleştirme vazifesi yapması beklenirken, öte yandan da onun "vesikalar"a bakarak bir fizikçinin ya da kimyagerin laboratuarında yaptığı deney neticesinde vardığına benzer bir sonuca ulaşması talep edilmektedir.
-Tarih, dönemin yaygın kanaatleri çerçevesinde sürekli olarak yeniden yorumlandığı için Fransız İhtilali'nin 100 ve 200. yıllarında "devri sabık"ın (ancien regime) karakteri hakkında birbirinden oldukça farklı yorumlar getirilmiş, uzun süre "vak'ai hayriye" olarak kabul edilen yeniçeriliğin ilgası on dokuzuncu asır sonlarında Babıali diktatörlüğünün temel nedeni olarak görülmeye başlanmıştır.
- Arap tarihçiliğinin II. Abdülhamit yorumu, 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında ciddi bir değişikliğe uğramış, nihayet 31 Mart Olayı üzerine en kapsamlı eseri kaleme alan değerli bir tarihçimiz 1970 yılında bu olayı "şeriatçı bir ayaklanma" olarak tavsif etmezken, 1994 koşullarında, böylesi bir tanımlama yapmayı uygun görmüştür.
-1915 Tehcir Kanunu ve bunun akabinde gelişen olayların niteliği konusunda son sözün tarihçilere bırakılmasını savunan ve uzun süredir değişik iktidarlar tarafından tekrarlanan Türk resmi tezi pek de anlamlı değildir. Mevcut meseleyi halledecek taraflar iki tarafın tarihçileri değil siyasetçileridir.
-Konunun tamamen tarihçilere havalesi teziyle bir yere varılması mümkün olamayacağı gibi, kendisini uluslararası zeminlerde sürekli olarak zorlayan bu denli hassas bir konuda ciddi bir "siyaset" geliştiremeyen toplum konumunda kalınması da, zannedildiğinin tersine, ciddi bir zaaf olarak mütalaa edilmektedir."
Bözler bir konuda bir karar veriyoruz ve bunun değişmez bir gerçek olarak kalacağını sanıyoruz. Oysa tam aksine, bazı olayların yorumu da değişiyor. Dün "tehcir" denen olay, bugün dünya kamuoyu gözünde "Soykırım" gibi görünebiliyor.
Artık bizde bunları tartışmaya başlayalım.

ORHAN PAMUK

12 ŞUBAT 2005 - Pamuk'u hedef gösterdiler.
Yazar Orhan Pamuk'a "Türkiye'de 1 milyon Ermeni ile 30 bin Kürt öldürüldü" sözlerinden dolayı yapılan eleştiriler tehdit boyutuna ulaştı. Pamuk'u manşet yapan Ortadoğu gazetesi, Ülkü Ocakları'nın, "Susturun şu haini" sözlerine yer verdi.
Gazete, Pamuk'un açıklamalarının ihanet olduğunu savunarak, "Ermenistan parti başkanı bile, sözde soykırımı tanımazken, Pamuk, Türkiye'ye kin kustu" ifadesine yer verdi. Haberde Ülkü Ocakları Genel Başkanı Alişan Satılmış, Pamuk'tan "sözde yazar" diye söz etti, "Pamuk artık çizmeyi aşmıştır. Haddini bilme noktasında, akli dengesini yitirmiştir" diye konuştu.

13 ŞUBAT 2005 - Cildiyeci Kolsuz Agop.
Prof. Dr. Agop Kotoğyan yani meşhur ‘Cildiyeci Kolsuz Agop’, 41 yıl hizmet verdiği İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden geçtiğimiz kasım ayında emekli oldu. Tesadüf bu ya Agop Hoca, bundan tam 66 yıl önce Cerrahpaşa’nın doğum kliniğinde dünyaya gelmişti. Hastane, evlerine 15 dakika yürüyüş mesafesindeydi.
Doğduğu Samatya semtini diğer adı Kocamustafapaşa’yla seven Kotoğyan, ‘Doğma büyüme Paşalıyım’ diye övünüyor. Agop Hoca, yıllarca hasta baktığı, laboratuvarında göz nuru döktüğü, kimileri şimdi namlı birer profesör olan öğrencileri, vefalı hastaları ve mesai arkadaşlarının katıldığı törenle uğurlandı.
Veda eden aslında azmin, direncin, ölümlerin eşiğinden dönüp hayata sıkı sıkı sarılmanın simgesi, yaşayan bir efsaneydi. 30 yıl önce mesleğinin zirvesine oturmuş, masal kahramanına dönüşmüştü. Hayatının içine girmek zordu. Çünkü gazetecilerden uzak duruyor, doktorların artist olmadığını, bilimsel tebliğler dışında dışarıya seslenmenin reklam olabileceğini savunuyordu. Türkiye’de, cinsel yolla bulaşan hastalıklar kürsüsünü ilk kuran, çeşitli bilim dallarında bölüm başkanlığı yapan, yeni buluşlarla çığır açmış bu doktoru albüm sayfalarımıza alabilmek için günlerce uğraştık. Sonunda hatırını kıramayacağı dostlar araya girdi, bize hayatının kapılarını araladı. İşte gördüklerimiz.

SEVR

25 ŞUBAT 2005 - Fransız'ın Sevr şovu.
Türkiye'deki dinsel özgürlük ve Ermeni soykırımı iddialarına odaklanılan Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu toplantısı başladığı gibi gergin bitti. Çıkışlarıyla Komisyon'un Türk üyelerini "bezdiren" Fransız parlamenter Jacques Toubon, şovunu kapanış oturumunda da sürdürdü. Toubon, Türkiye'den Sevr Antlaşması'nı kabul etmesini istedi.
Toplantının son gününde Türkiye'nin komşularıyla ilişkileri ele alındı. Toubon, Ermeni soykırımı iddialarını gündeme getirerek, bu konuda Avrupa Parlamentosu'nun aldığı bir karar olduğunu söyledi ve "Türkiye'nin AB'ye üye olabilmek için Ermeni soykırımını tanıması gerektiğini" savundu. Bununla da yetinmeyen Toubon, Türkiye'nin Sevr Antlaşması'nı da kabul etmesini talep etti. CHP milletvekili Şükrü Elekdağ ve Türkiye'nin AB nezdindeki daimi temsilcisi Büyükelçi Oğuz Demiralp, Toubon'a tepki göstererek söylediklerinin kabul edilemez olduğunu dile getirdiler. Toubon'un toplantıdaki en büyük destekçisi Rum parlamenter Marios Matsakis de Türk parlamenterlere, "Siz 20. yüzyılda 3 soykırım yapmış bir ülkeyi temsil ediyorsunuz. Önce Ermenileri, sonra Rumları sonra da Kürtleri katlettiniz" demişti.

27 ŞUBAT 2005 - Amerikalı elçiden 'soykırım' çıkışı.
ABD'nin Erivan Büyükelçisi John Evans, 1915 olaylarının 20. yüzyılın ilk soykırımı olduğunu öne sürdü. Ermeni gazetesi Asbarez'in haberine göre, bir grup Ermeni asıllı ABD vatandaşıyla görüşmesinde Evans, "Hiçbir kuşkum yok, yaşananlar soykırımdır" dedi. Büyükelçi, "Aslında hiçbir ABD'li yetkili bunu yalanlamadı. Ancak, Türkiye ile NATO'da geçmişe uzanan ilişkiler var. Özellikle askeri ilişkiler" dedi.

27 ŞUBAT 2005 – Ermeniler kahraman ilan etti.
Türkiye’de "Bir milyon Ermeni öldürüldü" açıklamasıyla büyük tepki yaratan yazar Orhan Pamuk, Ermenilerin gözünde bir "kahraman" haline geldi.
Ermeni yazar Nouritza Matossian, pazar günleri İngiltere’de yayınlanan The Observer gazetesinde yer alan makalesinde, Türkiye’de "bir milyon Ermeni’nin öldürüldü" açıklamasıyla tepki çeken yazar Orhan Pamuk’u savundu.
Türkiye’nin "en iyi" roman yazarı Pamuk’un "Türkiye’nin kanlı geçmişi"ne saldırdığında Ermeniler için bir "kahraman" haline geldiğini öne süren Matossian, "Kalem kılıçtan keskin" Türk deyimini anımsattı.
Pamuk’un açıklaması nedeniyle "nefret sembolü" haline geldiğini yazan Matossian, Türkiye’de basının Pamuk’a saldırdığını, kendisine "yalancı" dendiğini, hakkında şuç duyurusunda bulunulduğunu kaydetti.
Ailesi Kayseri kökenli olan Matossian, Türkiye’de yayınlanan Agos gazetesi sahibi Hrant Dink’in Türkiye’deki Ermenilere hakaret edildiği ve ayrımcılık yapıldığı, bazı meslekleri yapamadığı savlarına da yer verdi.
Kendisinin kısa bir süre önce İstanbul’da bir konferans verdiğini, ancak konferansa izin alabilmek için "soykırım" sözcüğünü kullanmaması koşulu arandığını öne süren Matossian, "soykırım"ın, ne Türk hükûmetlerinin, ne de İngiltere ve ABD tarafından tanındığına dikkat çekti.
Londra’da açılan "Türkler: Bin Yılın Yolculuğu" sergisinde Ermeni, Rum ve Yahudilerin Türk kültürüne katkılarının her açıdan görüldüğünü belirten Matossian, İngiltere’nin tutumunun, Azerbaycan’daki petrol çıkarlarından kaynaklandığını iddia etti.

01 MART 2005 - Manok bizim zenginliğimizdir...
Vatanınız olarak üzerinde yaşadığınız topraklarda hep azınlık olarak kalmak. Yetmedi devlet kapısında farklı muamelelere tabi tutulmak. Yine yetmedi, yaptığınız her işin altında potansiyel suç olabileceği için sürekli denetimde yaşamak.
Doğumunuzla birlikte sakıncalı raflarda yer alan kütüğünüze işlenir adınız.
Ve bir baba olarak potansiyel bir suçlu daha getirmişsinizdir hayata. Kendi "öz" vatandaşlarından dahi şüphe eden bir devletin, azınlıkta kalan vatandaşları olarak yaşamanın ağırlığını yüklemişsinizdir çocuğunuzun sırtına.
Ulus devletin Ermenisi, Süryanisi, Rumu olmanız yetmiyormuş gibi; bir de o hani hep reddedilen din eksenli devletin gayri Müslim'i oluyorsunuz. Kendi kültürel mirasınıza bile sahip çıkabilmek adına yine binbir çetrefil yoldan geçmek zorunda kalıyorsunuz.
Maddi durumları kötüleşerek İstanbul'un kenar semtlerinden birisine taşınan bir Ermeni ailenin, çocuklarının okulda, kendilerinin mahallede çektikleri eziyet geliyor aklıma. Manok olan çocuğun adını zorla Mehmet olarak telaffuz etmeler, zorunlu olarak dua ezberletmeler, yetmedi bahçede "Ermeni dölü"denilerek aşağılanmalar...
Kapı komşularının orta yaş dul kadının başını örtmeye çalışmaları, Ramazan'da oruç için zorlamaları, olmadı ağza alınmayacak derecede ırkçılık ve hayâsızlığın birleştiği küfürler. Ve kadının cemaatin ileri gelenlerinden gördüğü yardımla başka bir semte taşınmasıyla sonuçlanan kaynaşamama hadisesi...
Kuşkusuz verilecek iyi örnekler de vardır. Ama nedense medyanın kalemşörleri dâhil, Sabiha Gökçen'den başlayarak, bilinçaltlarında yatan ırkçılığı kusmaya başladılar. En iyi niyetliler bile cevaplarında, Sabiha Gökçen'in Ermeni olmadığını ispatlamaya çalıştılar. Neyse ki, kurtulduk (!), Sabiha Gökçen'in babası Jöntürk'müş...
Yunanistan'da, Bulgaristan'da yaşayan Türk azınlık için meydanları dolduranlar, içi boş kof milliyetçiliklerini ancak kendi çöplüklerinde savunmak için slogan atarken, kendi azınlıklarına karşı kullandıkları dilin, kendi vatandaşlarını ne kadar zedeleyeceğini umursamıyorlar bile. Ya da böyle bir dertleri yok.
Tartışma devletin gizli bir genelgeyle kurduğu "Azınlıklar Tali Komisyonu"nun deşifre olmasıyla başladı. Komisyonun kuruluş gerekçesi: "Azınlıkların milli güvenliğe aykırı faaliyetlerini izlemek." 1962 yılından beri varolan bu komisyonun, AB sürecinde rayına tutunmaya çalışan ülkemiz için işlevinin tehlikeli olacağı düşünülerek, yine gizli genelgeyle -ortadan kaldırılması değil- işlevinin ve adının değiştirilmesine karar verilmiş. Ve komisyonun adı "Azınlık Sorunlarını Değerlendirme Kurulu" oldu.
İlginçtir, herkes böyle bir komisyonun varlığına çok şaştı. Tabii komisyonun faaliyet alanı içerisine giren vatandaşlar hariç. Okul boyatmaları, tamiratı dâhil her türlü faaliyetlerinin bu komisyonun iznine bağlı olduğunu çok iyi biliyorlardı. Meşhur "36 Beyannamesi"nin bu komisyonunun faaliyet alanı içerisinde olduğunu da...
Agos gazetesinden Hırant Dink, "Mallarımızı geri versinler" adlı makalesinde şöyle yazıyor:"Azınlık Tali Komisyonu denen kurumun varlığı, adını tam koyamasak da, biz azınlıklar tarafından hep seziliyordu. Vakıf yöneticileri devletin herhangi bir makamıyla, herhangi bir sorun nedeniyle temas kurduğunda hep şu prosedür (izlek) yaşanır; Sayın makam ya da bakan sizi nazik bir kabulle dinler, sunduğunuz raporu alır, kısa sürede gereğini yerine getireceğini ifade eder.
Bu bizim için artık alışıldık bir ritüeldir (ayindir). Ama biliriz, hissederiz ki, o dosya bizim bilmediğimiz daha derinlerde bir kuruma havale edilecek ve onların kararına göre hareket edilecektir. Bu da çoğunlukla çözümsüzlüktür.
Benim asıl sorunum böyle bir kurumun varlığından ziyade o kurumun aldığı kararların niteliği. Bugüne kadar hep yanlış ve haksız kararlar aldı ve yaşamımızda birincil derecede olumsuz rol oynadı..."
Bir de en çok şaşıranlar komisyon üyeleri oldu sanırım. Gerçi komisyon üyelerinden bazıları değişti ama zihniyet soru işareti. Düşünün komisyon üyesi olarak faaliyet alanın bu, vatandaşların hal ve tavırlarını vatana ihanet ekseninde değerlendireceksin; daha sonra da adın değişecek, artık temel görevin, bu defa da 'potansiyel suçlu' olan bu vatandaşların vatana ihanetlerini (!) daha rahat gerçekleştirebilmeleri için sorunlarını çözeceksin...
Ermeni, Rum ve Süryani aleyhine alınan kararlara imza atan, komisyondan emekli bir üye, komisyonun varlık nedenini anlatıyor:
"Korkacak ne var? Millî menfaatlerimiz doğrultusunda izlenen politikalar sonucu topu topu iki bin Rum kalmış zaten."
Bu komisyonun adının değiştirilmesi geçmişini temizlemez. Sadece AB yolunda yasalar çıkararak, uyumu gözardı edersek kendimizi aldatmış oluruz. Çünkü geçmişimizin derinlerinden sürgün gelen yüzlerle, ancak yüzleşerek barışabiliriz...

01 MART 2005 -
Şeref Çinpolat, Hürriyet Gazetesi, 01 Mart 2004,

BAYKAL’DAN ÖNERİ

02 MART 2005 - Baykal'dan Ermeni önerisi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Başbakan Erdoğan'a, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili ortak çalışma önereceğini bildirdi. Baykal, iddiaların kabul edilmesi için yabancı parlamentolarda yıllardır sürdürülen çabalara dikkat çekerek sorunun artık çözülmesi gerektiğini vurguladı. "Türk ve Ermeni tarihçilerden oluşan ortak bir komisyon kurulmasını, tüm arşivlerin taranmasını ve UNESCO'nun noterlik yapmasını" isteyen Baykal "Herkes ne biliyorsa getirmeli" dedi.

05 MART 2005 - UNESCO'ya 'Ermeni sorunu' için öneri.
Birkaç gündür kar altındaki Paris'teyim. Ama gündüzleri UNESCO merkez binasındaki bir salona kapanmış olduğumuz için havanın soğukluğunu pek hissetmiyoruz.
'UNESCO İyiniyet Büyükelçileri' grubunun yıllık toplantısındayım.
Genel Direktör Koichiro Matsuura başkanlığında yapılan iki günlük çalışmalarda, dünyanın çeşitli bölgelerinden ve ayrı meslek gruplarından büyükelçiler hem UNESCO'yla, hem de birbirleriyle, geçen yıl içinde yaptıklarını ve daha sonra yapacaklarını, projelerini paylaşıyorlar.
Bu grubun üyeleri arasında sanatçılar, filozoflar, kraliyet ailesi mensupları, iş adamları gibi ilginç kişilikler bulunuyor.
Perşembe günkü toplantıda konuşma sırası bana geldiğinde, herkes gibi yaptıklarımı ve yapacaklarımı, UNESCO projelerine katılımımı anlattıktan sonra, benim için çok önemli olan bir konuya değineceğimi ve UNESCO'ya somut bir öneri getireceğimi söyledim.
Bu öneri Ermeni sorunu konusunda olacaktı. Ama konuya girmeden önce bu sene Çanakkale Savaşı'nın 90. yıldönümü olduğunu ve 25 Nisan'daki Anzak gününde Prens Charles'la Avustralya ve Yeni Zelanda başbakanlarının Türkiye'ye geleceğini anlattım.
Savaş alanında sabaha karşı saat 4'te, yani Anzak kuvvetlerinin çıkarma yaptığı saatte bir anma töreni düzenleneceğini, Alman sanatçı Gert Hof’un ışık gösterisi sırasında Albinioni'nin eserlerinin çalınacağını, bu arada onur duyduğum bir öneriyle, benim müziğimi de bu gösteri sırasında kullanmak istediklerini söyledim.
Doksan yıl önceki kanlı bir savaş böyle anılabiliniyorsa, I. Dünya Savaşı trajedilerinin tümü niçin bu anlayışla ele alınamıyordu.
Mesela 1915 Ermeni olayları konusunda giderek büyüyen bir tartışma vardı; dünya kamuoyu, bu olayı hiç tartışmadan ve ayrıntılarını bilmeden toptan bir 'soykırım' suçlaması içinde algılıyordu.
"Bakın" dedim. "Ben dokuz yıldır bu grubun üyesiyim. Hepimiz çok yakın arkadaşız ve birbirimizi seviyoruz. Ben şahsen bu grubun arasında bir 'soykırım' suçlusu olarak dolaşmak istemem."

WİLLİ ZYLAJEW: SOYKIRIM OLMADI

05 MART 2005 - Soykırım olmadı.
CDU Milletvekili Willi Zylajew, Türklerin Ermenilere soykırım uygulamadığını söyledi. Alman vekil, ‘Ancak Ermenilerin öldürüldüğü de bir gerçek’ dedi.
Almanya'da Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan ve Federal Meclis'e bir de Ermeni soykırım tasarısı sunan Hristiyan Demokrat Parti Lideri Angela Merkel'e, kendi partilisinden aykırı ses geldi. Alman CDU Milletvekili Willi Zylajew, Köln Türk Kültür Ocağı’nda düzenlenen toplantıda Türklerin Ermenilere karşı sistemli bir soykırım uygulamadığını, ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yaşamlarını yitiren Ermenilerin de görmezden gelinemeyeceğini söyledi.

06 MART 2005 - BM gibi çalışıyorlar
İsviçre İnsan Hakları Politikaları departmanı, İsviçre Dışişleri Bakanlığı’nın bünyesinde faaliyet gösteriyor. Amacı tüm dünyada, insan hakları ihlallerini önlemek. Bunun için ülkelerle ikili müzakereler başlatıyorlar. Örneğin Sri Lanka devletiyle, ülkelerindeki silahlı örgütlerle (ayrılıkçı Tamiller) yaşanan mücadele sırasında oluşan insan hakkı ihlallerini görüşüyorlar.
Ya da şimdiye kadar hiçbir devletin ya da kuruluşun yapamadığını yapıp Çin’i karşılıklı insan hakları konusunu görüşmek üzere masaya oturtuyorlar. Dışişleri yetkilisi Simon Ammann, 2003’ten beri İran’la da böyle bir ilişki kurduklarını söylüyor. Görüşülen konular, ölüm cezasından işkenceye, kadın haklarına kadar çok çeşitli ve İsviçre bu görüşmelerde ülkelere herhangi bir bağlayıcılığı olmayan tavsiyeler sunuyor. Ammann, ayrıca bazı devletlerle, görüşme zeminine giremedikleri yasadışı silahlı örgütler arasında, işbirliği içinde oldukları sivil toplum örgütleri üzerinden arabuluculuk yaptıklarını da anlatıyor. Türkiye ile ilgili bu tür projeleri olup olmadığı sorusunu, bu konuda herhangi bir çalışmalarının bulunmadığını söyleyerek yanıtlıyor.
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ ÜZERİNDEN DİPLOMASİ
İsviçre’nin uluslararası politikada izlediği diğer bir yöntem ise sivil toplum örgütleri üzerinden yürüttüğü diplomasi.
Cenevre’nin uluslararası konumundan yararlanarak, burada devletlerarası faaliyetler yürüten kuruluşlar oluşturuyor, finansal açıdan bu örgütleri destekliyor ve çalışmalarına katkı sağlıyorlar. Bu kuruluşlar İsviçre Devleti’ne bağlı olmayan, bağımsız, ülkelerle resmi düzeyde ilişki yürüten sivil toplum örgütleri gibiler... Kendi alanlarında belli protokoller hazırlıyor ve ülkelerin bunlara uymayı kabul edip, anlaşmaları imzalamaları için müzakereler yürütüyorlar.
MAYIN TEMİZLEME ÖRGÜTÜ
Aralarında en bilineni, Cenevre Uluslararası İnsani Mayınsızlaştırma Merkezi (GICHD). 18 ülke tarafından desteklenen bağımsız bir örgüt (www.gichd.ch). Hedefleri, mayınların üretimini-kullanımını yasaklayan Ottawa Konvansiyonu’nu (1997) desteklemek ve önce mayınlara karşı ülke kamuoyularını bilinçlendirmek, ardından devletlerin kendi topraklarını mayınlardan temizlemelerine destek sağlamak. Şimdiye kadar Arnavutluk, Ukrayna, Mozambik, Yemen ve Bangladeş gibi birçok bölgede yapılan mayın temizleme çalışmalarına hem maddi hem de uzman personel yollayarak katkı sağlamışlar. Genel Müdür Stephan Nellen, Türkiye’nin de 2003’te konvansiyonu kabul etmesiyle, burada da aktif olarak faaliyet gösterdiklerini söylüyor. Özellikle İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı gibi kuruluşlarla yakın işbirliği içinde olduklarını anlatıyor. Ölmeden önce Prenses Diana da bu örgüte destek veriyordu.
ORDULARA DEMOKRATİK KONTROL
Diğer bir benzeri kuruluş ise Cenevre Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Denetimi Merkezi (DCAF). 2000’de İsviçre hükümetinin girişimiyle kurulan, 46 devlet tarafından desteklenen uluslararası bağımsız bir kuruluş (www.dcaf.ch). Amacı adından da anlaşılabileceği gibi ülkelerdeki orduların, demokrasiye uygun hareket etmeleri için gerekli denetim mekanizmalarını oluşturma konusunda hükümetlere, parlamentolara, sivil toplum örgütlerine danışmanlık sunmak. Geçen yıllarda Slovenya, Hırvatistan, Macaristan gibi ülkelerde bu konuda bir dizi toplantı organize etmişler. Örgütün danışmanlarından Eden Cole, yine Türkiye ile yakından ilgili olduklarını söylüyor. Kuruluş, geçtiğimiz yıl Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) ile ortaklaşa bir çalışma yürütüp, Ankara’da da bir konferans düzenlemişti.
GÜVENLİK POLİTİKALARI
İsviçre hükûmeti güvenlik politikalarının geliştirilmesini amaçlayan örgütler de kurmuş. Bunlardan biri de Cenevre Güvenlik Politikaları Merkezi (GCSP). 33 ülke temsilcisinin katıldığı bir konsey tarafından yönetiliyor (www.gcsp.ch). Amacı ülkelerin güvenlik stratejilerinin iyileştirilmesi, uluslararası güvenlik politikaları konusunda ülkelerden gelen temsilcilere eğitimler verilmesi. Cezayir, Ürdün, Mısır, Bulgaristan gibi ülkelerden şimdiye kadar seminerlerine birçok katılımcı gelmiş. Örgüt sözcüsü Celia von Bismarck, Türkiye’den de Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkilinin yakın tarihte bu kurslardan birine katıldığını söylüyor. Bu arada İsviçre tarafından desteklenen birçok örgütte olduğu gibi kendilerinin de Türkiye ile yakın ilişkiler içinde olduğunu belirtiyor. Onların işbirliği içinde oldukları kuruluş ise Türk Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bulunan Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM).
1993 yılının Haziran ayında Türkiye’nin İsviçre Büyükelçiliği’ne yapılan saldırı sonrasında ilişkiler krize dönüşmüştü. Saldırıda elçilik yetkilileri, içeri girmeye çalışan bir Kürt’ü öldürünce, iki ülke uzun süre birbirinden uzak durdu. O olaydan 10 yıl sonra İsviçre Dışişleri Bakanı işleri düzeltmek için Türkiye’ye gelmek istedi ancak o sırada da İsviçre’de bir kanton Ermeni Soykırımı’nı tanıyan bir karar alınca her şey yine altüst oldu. Kürt krizi, Ermeni krizi derken İsviçreliler şimdi bir kez daha Türkiye ile yakınlaşmaya çalışıyorlar. Ay sonunda, 2 yıl önceki krizde de Dışişleri Bakanı olan Micheline Calmy-Rey, Türkiye’ye geliyor. Ondan önce Türkiye’den 7 gazeteci, biz İsviçre’ye gittik. İsviçre’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından düzenlenen 6 günlük gezi, devlet birimleriyle yapılan toplantılardan, ülkede yaşayan Türk kökenli yabancılarla görüşmelere kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştı. Programın ağırlıklı kısmını ise İsviçre’nin dünya politikasındaki yeri oluşturuyordu. İsviçre gerek hükümet olarak yürüttüğü dış politika gerek desteklediği bağımsız uluslararası örgütlerin çalışmaları nedeniyle dünya siyasetinde her zaman aktif konumda. Zira mayın temizlemeden, orduların demokratik kontrol yöntemlerine kadar birçok farklı amaç için kurulmuş uluslararası örgüt, anlaşıldı ki İsviçre’nin hamiliğinde faaliyet yürütüyor. İsviçre hem kendi dışişleri politikasında hem de bu örgütlere verdiği destekle adeta alternatif bir Birleşmiş Milletler örgütü gibi çalışıyor.
İSVİÇRE TİPİ AYRILIKÇILIK
Onların teröristi çeşme bombalıyor.
Gezinin en ilginç bölümlerinden biri İsviçre’nin kuzeybatısındaki Jura kantonuna yapılan ziyaretti. Calmy-Rey, 3 günlük Türkiye ziyaretinde bir gününü de Diyarbakır’da geçirecek. İsviçre’nin Diyarbakır’ı denilebilecek Jura, belki de mütekabiliyet gereği Türk gazetecilerin programında... Bölge, İsviçre’de ayrılıkçı hareketlerin yaşandığı yer olarak tanınıyor. Fransızca konuşulmasına ve Almanca konuşulan Bern’den farklı bir kültüre sahip olunmasına karşın, ülke kurulurken Bern kantonunun içinde yer almışlar. Yıllarca Bern’den kopmak için mücadele veren Jura, sonunda 1979’da amacına ulaşmış. Ancak bu süreçte birtakım terör eylemlerine de sahne olmuş. Gerçi bizim bildiğimiz anlamda değil. 60’lı yıllardaki olaylarda, ayrılıkçı teröristler çeşme bombalıyorlarmış. Hiç ölen olmamış. Jura’nın başkenti Delemont’ta kanton sözcüsü Pierre-Alain Berret, kantonlarıyla ilgili bildi verdi. Eğitim sorunlarından, ekonomik sıkıntılarına kadar İsviçreli devlet yetkililerinin yanında federal hükûmetten kaynaklanan tüm sıkıntıları aktardı. Ayrılıkçı düşünceler var, merkezi yönetimden şikâyetler var, üstelik hemen Fransa sınırındalar ve Fransa ile de kültürel bir bağları var. Ortak bir refleksle tüm Türk gazetecilerin aklında aynı soru oluşuyor. ‘Şimdi sizin aranızda Fransa’ya geçmek isteyenler de vardır değil mi?’ ‘Yo neden olsun, ilk defa soruluyor bu bize. Niye İsviçre’den ayrılalım anlamadım!’

ERDOĞAN-BAYKAL BULUŞMASI

08 MART 2005 - Erdoğan-Baykal buluşması.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP lideri Deniz Baykal bugün Meclis'te görüşecekler. Buluşma Baykal'ın talebiyle gerçekleşiyor.
Konu, Ermeni iddialarına karşı ortak bir girişimde bulunmak.
CHP lideri Baykal, Başbakan Erdoğan'a, TBMM'de ortak bir karar alıp İngiltere Avam Kamarası'na Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili başvuruda bulunmayı önerecek. Bu önerisinin detaylarını da Başbakan'a bir mektupla iletecek.
Başbakan Erdoğan da kabul ederse, TBMM'nin İngiltere Avam Kamarası'na yapacağı başvurunun özünü, Ermeni iddialarına kaynaklık eden, "mavi kitap" olarak bilinen Arnold Toynbee tarafından derlenmiş, "Osmanlı Devleti'nin Ermenilere Karşı Muamelesi 1915-1916" isimli kitap oluşturuyor.
Baykal'ın önerisi kabul edilirse, TBMM, İngiltere'den bu kitabın, savaş yıllarında propaganda amacıyla yazılmış, bilimsellik taşımayan, psikolojik savaş amaçlı bir kitap olduğunu kanıtlanması için yardımcı olmasını talep edecek.
Baykal'ın böyle bir öneri geliştirmesinin nedeni, İngiltere'nin aynı dönemde Almanlar aleyhine benzeri iddialarla çıkarılan bir kitap hakkında, gerçeği yansıtmadığı, sadece psikolojik savaş amacıyla yazılmış bir propaganda kitabı olduğu yönünde açıklama yapmış olması. Savaş bittikten sonra Almanya'nın bu kitap hakkındaki başvurusu üzerine 1924 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Chamberlain, Avam Kamarası'ndaki konuşmasında kitabın propaganda için yazıldığını açıklamış.
Baykal'ın aynı yöntemle TBMM'nin İngiltere'ye başvurmasını istemesinin nedeni bir örneğinin yaşanmış olması...
CHP lideri, bu konunun bilim adamlarınca araştırılması için ortak bir komisyon kurulmasını da isteyecek.
Emekli büyükelçi CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ, kurulacak ortak bir bilim komisyonuna Türk ve Ermeni tarafların katılmasını, Türkiye, Ermenistan, Rusya, Almanya, Fransa ve ABD arşivleri ile Boston'daki Zoryan Enstitüsü arşivlerinin de inceleme kapsamına alınmasının yararlı olacağını ve bir "noter" gibi işlev görmek üzere UNESCO'nun görev üstlenebileceğini vurguluyor.
Siyasi hüküm.
CHP lideri Baykal, dünkü görüşmemizde söz konusu girişiminin nedenlerini anlatırken de şu değerlendirmeyi yaptı:
"Ermeni iddiaları hiçbir bilimsel kanıta, saptamaya dayanmayan siyasi hükümler biçiminde gündemde tutuluyor. Son zamanlarda da bu çabalarda büyük bir yoğunluk gözlüyoruz. O kadar ki, bu konu giderek AB müzakereleri sürecinde Türkiye'nin önüne bir önkoşul gibi konulmaya başladı. Oysa bu iddialar bir propaganda kitabına dayanıyor. Sözünü ettiğimiz bu kitabın hiçbir bilimsel değeri olmadığı ABD'li bilim adamı Justin McCharty'nin İngiliz arşivlerinde yaptığı araştırmalarla kanıtlandı. Bir bilimsel çalışma yapıp aydınlatıcı belge ve bilgileri ortaya koymak yerine Türkiye ve Türkler aleyhine siyasi hüküm vermek kolay bir yol olarak seçiliyor. Oysa bu iddiaların ne tarihi ne de hukuki bir temeli var. Türkiye aleyhine kullanılan ve giderek koşula dönüştürülen bu dayanaksız iddialar karşısında harekete geçmemiz gerekir diye düşündük."
Baykal, aynı konuyu TBMM Başkanı Bülent Arınç'la da konuşmuş durumda...
Bugün Başbakan Erdoğan da destek verirse konu TBMM'nin gündemine gelecek.

CHP’DEN MEKTUP

08 MART 2005 - CHP, mektup hazırladı.
CHP'nin girişimiyle hazırlanan ve TBMM adına İngiltere'ye gönderilecek mektupta, "Soykırım iddialarını içeren Mavi Kitap'ı propaganda belgesi ilan etmenizi bekliyoruz" denildi.
CHP'nin girişimiyle hazırlanan ve Başbakan Erdoğan'ın kabul etmesi halinde TBMM adına İngiliz Parlamentosu'na gönderilecek mektupta, "Parlamentonuzun Ermenilere soykırım yapıldığına ilişkin iddiaları içeren Mavi Kitap'ı 'propaganda belgesi' ilan etmenizi bekliyoruz" denildi.
Milliyet, Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Baykal'ın bugün görüşmede ele alacakları mektubun içeriğine ulaştı. 1951'de yürürlüğe giren BM Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi'ne atıf yapılan mektupta, "Bu sözleşmeye göre, herhangi bir eyleme soykırım denmesi için mahkeme kararı gerekir. Yetkili mahkeme de Uluslararası Ceza Divanı'dır. Bazı ülkelerin parlamentoları Ermeni soykırımına ilişkin aldıkları kararlarla kendilerini yetkili mahkemenin yerine koyarak BM sözleşmesini ihlal etmişlerdir" denildi.
ABD'li tarihçiye davet.
İngiliz Parlamentosu'nun onayladığı Mavi Kitap serisinden çıktığı için "mavi kitap" olarak adlandırılan, "Osmanlı Devletinin Ermenilere Karşı Muamelesi, 1915-1916" adlı kitabın, Ermeniler tarafından kaynak gösterilerek propaganda aracı olarak kullandıklarının anımsatıldığı mektupta, "1’inci Dünya Savaş döneminde İngiltere savaş propaganda bürosunun hazırladığı kitabı, propaganda belgesi olarak ilan etmenizi bekliyoruz" ifadesine yer verildi. CHP, ABD'li tarihçi Justin McCarty'yi de Türkiye'ye davet etti.

09 MART 2005 - Ermeni sorunu yok değil, vardır.
"Ermeni sorununu ciddi olarak görmenin ve bakmanın zamanı gelmiştir.
Türkiye dışındaki Ermeniler sürekli saldırırken, masum insanları öldürürken, bizim susup oturmamızın veya her cinayetten sonra, resmî, kalıplaşmış beyanlarla işi geçiştirmemizin hiçbir anlamı yoktur.
Önce şunu vurgulamanın ve altını çizerek yazmanın yararlı olduğuna inanıyoruz:
Tarihte bir Ermeni sorunu olmuştur."
Bu satırları 1982 yılının nisan ayında yazmışız, 23 yıl önce...
Bugün de aynı düşüncedeyiz.
Sorun nedir?
Sorun şudur: Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamak isteyen emperyalist devletler, imparatorluğun sadık tebaası olan Ermenileri isyana, ülkede karışıklık çıkarmaya bağımsızlık vaat ederek zorlamışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Almanya safında savaşa girmesi, bu planın uygulanmasına yol açmış; Ermeni isyanı başlamış, Türk ve Müslüman köylerine saldırılmış, hatta Osmanlı ordusundaki Ermeni askerler, silahlarını alarak firar etmişler, Rus ordusuna katılmışlardır.
İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazı'na dayanmıştır; batıda Galiçya cephesinde savaş sürmekte, güneyde İngiliz hücumu devam etmektedir.
Osmanlı hükûmeti, Ermeni patriği ile cemaat ileri gelenlerini hatta milletvekillerini de çağırarak, "İsyandan vazgeçin, Müslüman katliamını durdurun" der.
Bu ihtardan sonuç alınamayınca önce cemaat ileri gelenlerinden 235 kişi tutuklanır ve arkadan Nisan 1915'te "tehcir" başlar.
"Tehcir"in Türkçesi, zorla göç ettirmek, insanları evlerinden, yurtlarından sürmektir.
Osmanlı'nın da yaptığı budur; binlerce Ermeni'yi Doğu Anadolu'dan, yine imparatorluk topraklarından olan Suriye ve Lübnan'a sürer.
Ermenilerin Doğu Anadolu'daki çarpışmalar ve tehcir sırasında kayıp verdikleri doğrudur. Bir dünya savaşı, bir ayaklanma, isyan; bunun sonucu bir tehcir söz konusudur. Savaştan kaynaklanan genel asayişsizlik, şahsi kin ve intikam duyguları... Tehcir edilen kafilelerin birtakım saldırılara uğraması kaçınılmazdır.
İşte, her yıl nisan ayında gündeme getirilen "tehcir" ve "soykırım" lafı budur.
Peki istenen nedir?
Toplumsal Tarih dergisinin Mart 2005 sayısında Prof. Dr. Mete Tuncay'ın çok yönlü ve dürüst bir yazısı var, onun yazısının bir bölümü, kimlerin ne istediklerini çok açık anlatıyor.
"Ben, soykırımın Ermenistan'ın kuruluş efsanelerinden biri olduğu izlenimini taşıyorum. Anladığım kadarıyla (özellikle diyasporadaki) Ermeniler, Türk hükûmetinden soykırımı tanımasını ve özür dilemesini, sonra da tazminat ödemesini ve Ermenistan Cumhuriyeti'ne bir miktar toprak vermesini istiyorlar.
Soykırım teriminin bir fetiş gibi kullanılması sürdürüldükçe, ben, bunun yarın, gelecek için, hiç de gerçekçi olmayan bir hayalden ibaret olduğunu düşünüyorum."
Evet, Ermeni sorunu vardır, bu sorun Ziya Gökalp'in deyimiyle katliam değil, soykırım değil, "mukatele"dir. Bu kelimenin sözlük anlamı da "Birbirini öldürme, vuruşma, savaş, kavga"dır.
90 yıl önceki bu olayı daha dün gibiymiş gibi karşımıza çıkaranlar, burunlarının ucundaki "Irak katliamını" görmezden gelirler.
Irak'ta bir halk, ülkesinin tarihiyle coğrafyasıyla, müzelerindeki uygarlık eserleriyle katlediliyor...
Kimin umurunda!


AKP VE CHP’DEN ERMENİ ATAĞI

09 MART 2005 - AKP ve CHP'den Ermeni atağı.
Başbakan Erdoğan ile CHP lideri Deniz Baykal, dün TBMM'de yaptıkları görüşmede, sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı ortak kampanya başlatılması kararı aldı. Erdoğan görüşmenin ardından, "İddia sahipleri, samimilerse devlet arşivlerini açtık. Onların da arşivleri var, buyursunlar açsınlar. Bilim adamları, tarihçiler çalışma yapsın. Tarihle siyasi hesaplaşma gerekiyorsa; biz iktidar ve muhalefetiyle bunu da yapmaya hazırız" dedi. Baykal da, iddiaların altında tarihi, bilimsel ve hukuki gerçekler değil, siyasi suçlama, tek taraflı lobi faaliyetlerinin yattığını anlattı. Hükûmetle bu konuda anlayış birliği içinde olduklarını belirten Baykal, "Kimse savaş koşulları içinde yaşanan acı olayları, bir milleti ve geleceğini etkileyecek şekilde kullanmasın" diye konuştu.

10 MART 2005 - Ermenistan, Erdoğan'ın önerisini reddetti.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan, Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak iki ülke tarihçilerinin ortak çalışması önerisini reddetti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "iki ülke tarihçilerinin konuyla ilgili ortak çalışma yapması" yönündeki önerisini Mediamax ajansına değerlendiren Oskanyan, tarihçilerin ortak çalışması önerisinin dayanağı bulunmadığını iddia etti. Oskanyan, kendilerinin de konuyla ilgili tavırlarını sık sık dile getirdiklerini söyledi. Tarihçilerin söyleyeceklerini çok önce söylediğini savunan Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskanyan, "Türkiye kendi tavrını ortaya koymalı." dedi.

11 MART 2005 - 'Soykırım' çıkarması.
Ulusal ve uluslararası tanınmış bilim adamlarının katılacağı, Dışişleri ve MGK Genel Sekreterliği'nin finansmanını üstlendiği bir sempozyumla soykırım iddiaları tartışılacak.
Türkiye, Ermeni soykırımı iddialarına dayanak olarak öne sürülen olayların 90. yıldönümünde atağa geçti. Dışişleri Bakanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği'nin finansmanını üstlendiği bir organizasyon çerçevesinde, "1915-1916 Soykırım, Hukuk, Psikoloji ve Tarih" başlığı altında, dünyaca ünlü isimlerin de katılacağı uluslararası bir sempozyum düzenlendi.
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Ermeni Araştırmaları Enstitüsü'nün koordinatörlüğünde, Dışişleri Bakanlığı ve MGK Genel Sekreterliği'nin sağlayacağı 65 bin dolarlık destek ile Ermeni soykırımı iddiaları, ilk kez böylesine geniş bir katılımcı yelpazesiyle tartışmaya açılacak. Ankara Park Hotel'de 28-29 Mayıs'ta planlanan sempozyuma, dünyanın her yanından uzmanlar davet edildi. Sempozyumda soykırım hukuku konusunda uzman William Schabas, Sten Verhoeven, Osmanlı ve Türk tarihi konusunda çalışmaları ile bilinen Justin Mccarthy ve Feroz Ahmad ile Andrew Mango, Gilles Veinstein, Norman Stone gibi isimler de yer alacak. Toplantıda, Ermeni soykırımı iddialarının BM çatısı altında tartışmaya açılması önerisinde bulunan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu da bir tebliğ sunacak. Sempozyuma 3 Ermeni araştırmacının da katılması için çalışmalar devam ediyor. Basından davet edilen Hrant Dink, Taha Akyol, Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu, Can Dündar, Güler Kömürcü, Nuray Mert, Kürşat Bumin, Gülay Göktürk, Hasan Bülent Kahraman, Ahmet Turan Alkan ve Şahin Alpay da sempozyumda konuşma yapacak.
Berktay yok.
Sempozyuma 1915'te Ermeniler için çıkarılan Tehcir Kanunu'nun "etnik temizlik" amaçlı olduğunu savunan ve özetle "Ermeniler sadece doğudan değil, İznik, İzmit, Çorlu'dan da tehcir edildi. Günümüzde bu kadarı bile soykırım tanımına girer" görüşleriyle bilinen Prof. Dr. Halil Berktay çağrılmadı.
Ünlü isimler katılıyor.
Sempozyumda bildiri sunacak isimler şunlar:
Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan (ASAM Başkanı), İlber Ortaylı, Halil İnalcık, Kemal Karpat, Murat Belge, Mete Tunçay, Feroz Ahmad, Sadi Çaycı, Ömer Ersun, Turgut Tarhanlı, William Schabas, Cynthia Snatra, Jan Wouters, Sten Verhoeven, Mordechai Kremintzer, Ruth Lapidot, Miri Gurie, Şerif Mardin, Süleyman Seyfi Öğün, Ahmet İnsel, Ali Yaşar Sarıbay, Dan Stone, Eric Markusen, Yair Auron, Richart Hovannisyan, Arus Yumul, Ayhan Kaya, Justin Mccarthy, Norman Stone, Türkkaya Ataöv, Sina Akşin, Yusuf Halaçoğlu, Cevdet Küçük, Azmi Süslü, Enver Konukçu, Süleyman Beyoğlu, Mehmet Saray, Heath Wlowry, Cemil Koçak, Andrew Mango, Ali Aslan, Cezmi Eraslan, Gilles Veinstein, Eric Zürcher, Stanford Shaw, Ezel Kural Shaw, Şükrü Hanioğlu, Selim Deringil, Zafer Toprak, Baskın Oran, Zeki Arıkan, Fikret Türkmen, Minna Rozen, Çağlar Keyder.

ORHAN PAMUK GELSİN GÖRSÜN

11 MART 2005 - Orhan Pamuk gelsin görsün.
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Enver Konukçu, gerçeklere dayanmayan bilgilerle Türkiye’ye haksızlık ettiklerini öne sürdüğü yazar Orhan Pamuk ile Prof. Halil Berktay’ı Erzurum’a davet etti.
Prof. Konukçu, ‘Gelsinler toplu mezarları, belgeleri görsünler. Orhan Pamuk belki katledilen Türkler için de bir kitap yazar’ dedi.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Enver Konukçu, yazar Orhan Pamuk ile Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Halil Berktay’ın Türklerin Ermeni katliamı yaptığı yolundaki açıklamalarına üzüldüğünü belirterek, bu açıklamaları yapanları Erzurum’a davet etti. Ermenilerin yaptığı katliamı 2 ayrı yerdeki toplu mezar kazıları ile ortaya çıkardığını anlatan Konukçu, ‘Gelsinler, toplu mezarları görsünler, çıkarılan belgelere baksınlar, ondan sonra konuşsunlar. Belki Orhan Pamuk, gerçekleri gördükten sonra katledilen Türkler için bir roman dahi yazabilir’ dedi.
BELGESİZ TARİH OLMAZ
Konukçu, Yazar Orhan Pamuk ve Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Halil Berktay’ın tarihi gerçeklere dayanmayan bilgilerle Türkiye’ye haksızlık ettiğini söyledi. Konukçu, ‘Belgelere dayanarak konuşmuyorlar. Doğu’da köy köy, ilçe ilçe her yerde Ermeni çetelerinin katlettiği insanların gömüldüğü toplu mezarlar var’ diye konuştu.
Ilıca ve Aşkale’de yapılan kazılarda ortaya çıkarılan toplu mezarlarda Türkler’in katledildiğini belgeleriyle ortaya çıkardıklarını vurgulayan Konukçu, ‘Gelsinler, bu toplu mezarları onlara gösterelim. Eğer onların dediği doğru çıkarsa, biz artık konuşmayacağız. Belgesiz, tarih olmaz. Bir tarihçinin ve yazarın tarihi gerçekleri reddetmesi oldukça üzücü’ dedi.
Ermeni çetelerinin Erzurum’da yaptıkları katliamlara, ‘Selçuklular’dan Cumhuriyet’e Erzurum’ isimli kitabında yer verdiğini hatırlatan Konukçu, Ermenistan’daki tarihçilere Suriye dâhil istedikleri yerde kazı yapmayı teklif ettiklerini anlattı. Konukçu, Ermeniler’in haksız olduklarını bildikleri için bu teklif kabul etmediğini, Türk Tarih Kurumu’nun, Viyana’da Ermeni tarihçilere görüşme talebinde bulunduğunu hatırlatarak, ‘Ermeniler, bu görüşmelere de katılmadı. Katledilenler Türk olmasına karşın Türkiye bu haklı davasında ne yazık ki kendini anlatamıyor. Şimdi iki önemli kalemin böyle düşünmesi bizi daha da üzdü’ dedi.

9562 CESET GÖMDÜM
‘Erzurum’da Ermeni Olayları (1918-1920), Hatıralar, Belgeler-Kazılar’ adlı kitabı geçen yıl yayınlayan Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Anabilim dalı öğretim üyesi Yardımcı Doç. Dr. Betül Aslan da şunları söyledi: ‘Türk Ordusu’nun Ilıca’ya ilerlemesi sırasında 10-11 Mart günleri Ermeniler, Erzurum’daki erkeklerin tamamını zorla toplayarak, tren istasyonundaki barakalarda, hanlarda katletmişlerdir. Erzurum’un 12 Mart günü işgalden kurtuluşundan sonra polis müdür vekili olarak tayin edilen Kantarcızade Hacı Mustafa, kentte 9 bin 562 Müslüman cesedini toplayıp defnettirdiğini hatıralarında kaydetmektedir. Amaç; Ermeni düşmanlığı yapmak veya körüklemek değil, Türk halkının haklı davasını ve uğradığı haksızlıkları bilimsel olarak tespit edip bu gerçekleri kamuoyuna duyurmaktır.’

UNESCO’DA TOPLANTI

11 MART 2005 - Unesco'da Ermeni olayları toplantısı.
Dün Meclis'te bir konuşma yaparak Genel Kurul'a UNESCO'da düzenlenmesi tasarlanan Türk-Ermeni ilişkileri konferansına ve bu konudaki temas-anma ilişkin bilgi sundum.
Daha önce de TBMM Başkanı Bülent Arınç'la bu konuyu görüşmüştüm.
Aslında 1915 Ermeni tehciri olaylarının incelenmesi ve bir siyaset oluşturulması gereğini yıllardır dile getiriyoruz.
Ama 19. yüzyıl sonlarında bizimle ilgili bir yazı yazan yabancı müellifin pek yerinde gözlemlediği gibi; "Türkler geçmişi ve geleceği pek düşünmez. Onlar bugünü yaşarlar."
Biz de geçen yüzyıl sonlarında bu konuda pek çok yazı yayınlamış ve Ermeni sorununun 21. yüzyılımızı karartacağını söylemiş, uyanlarda bulunmuştuk.
Şimdi konu dünya tarafından karşımıza çıkarıldıkça geç kaldığımızı anlıyor ve girişimlerde bulunuyoruz.
İktidar ve muhalefet partilerinin bu konuyu Türkiye'nin gündemine taşımaları, olumlu bir girişim.
Ama korkarım ki bu iş yine "Türkiye gündemiyle" sınırlı kalacak.
Kendimiz söyleyip, kendimiz dinleyeceğiz. "Mavi Kitap"ın propaganda amaçlı yazılmış olduğu konusunda İngiliz meclisine bir şikâyette bulunmak pek sonuç verecek bir iş değil.
Mesela bizim Meclis Başkanlığımıza Hindistan meclisinden bir mektup gelse ve o mektupta 1920'de İstanbul'da yayımlanmış bir kitapta Hindistan aleyhinde satırlar bulunduğundan şikâyet edilse ne olur?
Mektup, herhangi bir dosyaya konur, orada kaynar gider.
Burada da böyle olacak.
Profesör Justin McCarthy'yi Türkiye'ye getirip konuşturmak da içe dönük bir girişim.
Değerli profesör, zaten Ermeni konusunda bir soykırım olmadığı teziyle tanınıyor; bu görüşlerini bir kez daha biz Türklere anlatmasının pek bir anlamı yok.
Profesörü Amerikan, Kanada, Fransız, İngiliz meclislerinde konuşturabilirseniz, o zaman bir anlam ifade eder.
Yoksa yine "Türk'e Türk propagandası" çerçevesine girer.
Ben, bizim yaptığımız girişimin daha dışa dönük olduğunu düşünüyorum. Çünkü benim uluslararası konferans toplanması önerim BİRLEŞMİŞ MİLLETLER-UNESCO çatısı altında yapıldı ve bizzat Genel Direktör'e iletildi.

TBMM’DE OTURUM YAPILSIN

12 MART 2005 - TBMM'de Ermeni konulu oturum önerisi.
Perşembe günü Meclis'te yaptığım gündem dışı konuşmada, 1915 Ermeni tehciri konusunda bir genel görüşme yapılması önerisini dile getirdim.
Bu görüşmeler gizli de olabilir. Ama konu enine boyuna konuşulur ve Meclis ayrıntılı bir bilgi sahibi olur. Mesela Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda ataları olan mebusların Ermeni tehcirinden sonra kürsüde nasıl konuşmalar yaptıklarını, o dönemdeki basının ve ünlü kalemlerin neler yazdıkları öğrenilebilir.
Ermeni meselesi Türkiye'nin önüne dev bir tsunami dalgası gibi çıkıyor. Bu konuyu "Türk'e Türk propagandası"yla ve hamasi nutuklarla geçiştirmek mümkün değil.
Ermenliler Osmanlı tebaasıdır. Savaş koşullarında İttihat ve Terakki yönetiminin yanlış uygulamaları sonucunda büyük bir trajedi yaşamışlardır. Bunun zabıtları bizim Meclis-i Mebusan'da bile var.
Bu konuda benim tezim, -UNESCO'da yaptığım konuşmada belirttiğim gibi- bu trajediyi, büyük bir facianın parçası olarak ele almaktır.
Birinci Dünya Savaşı felaketinde Balkanlar, Anadolu, Kafkaslar ve Ortadoğu'da büyük bir insan kırımı yaşandı. Müslüman ya da Hristiyan olmaları fark etmedi. Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalama gayretleri içinde milyonlarca insan öldü ve öldürüldü.
Bu bir insanlık dramıdır.
Olayların 90. yıldönümünde I. Dünya Savaşı kurbanlarının tümünün anısı önünde eğilmeliyiz.
Trajedinin bir perdesi, trajedinin tümü demek değildir.
Benim UNESCO'ya sunduğum ve Meclis Başkanı'yla birlikte Genel Kurul'a arz ettiğim öneri budur.
Uluslararası tanınmış sanatçılar, bilim ve kültür adamları Paris'te UNESCO çatısı altında toplanıp, kurbanların tümü için bir anma kültürü, bir yas kültürü oluşturmalıdır.
Tarihçilerin araştırmaları bile bundan sonra ortaya çıkabilecek bir konudur.
Ne de olsa sanat ve kültür adamları insanlığın ortak acılarına karşı daha duyarlı ve politik yönlendirmelere karşı daha dirençlidir.
Bazı insanların acılarını dile getirirken, öteki insanların acılarına kayıtsız kalmaları düşünülemez.
Bir örnek vereyim: Karadağ'ın isyan bayrağını çekmesinden sonra prenslik içinde bir tek Müslüman kalmamacasına kıyım yapıldı. Bulgaristan'da yakılan Müslüman Türk köyleri 12 kilometrelik bir ateş zinciri oluşturdu.
Ciddi bir sanatçı ya da kültür adamı çıkıp da "Bunlar iyi oldu. Ben sadece Ermeniler için üzülüyorum" diyemez. Bir başkası da tersini söyleyemez.
Benim yıllardır Türk-Yunan ilişkileri gibi çetrefil konularda edindiğim tecrübe, bana işe sanat ve kültür adamlarından başlanması gerektiğini öğretti. Çünkü daha yumuşak, daha insancıl oluyorlar ve daha ortak bir insani dil konuşuyorlar.
Bu önerim UNESCO Büyükelçiler toplantısında çok iyi karşılandı. Genel Direktör ve yönetim de öneriyi değerlendiriyor.
Eğer parlamentomuz ve basınımız da ilgi gösterirse, çok olumlu bir platform açılmış olur.
Doğru yol budur.

GAZETE OKURLARI YAZARI ŞİKÂYET ETTİ

14 MART 2005 - Ermeni tehcirinde okur tarihçi tartışması.
Milliyet'te, Ombudsman kurumunun işlevselliğine çarpıcı bir örnek. Okurlar, Derya Sazak'ı Ombudsman'a şikâyet etti.
İzmir'den Ertuğrul Doğuç'un 09 Mart tarihinde Milliyet gazetesi Okur Temsilcisi'ne gönderdiği mektup, 'Ombudsman sayfası' açısından ilk olma özelliğini taşıyor:
"Size, gazeteniz yazarı Derya Sazak'ı şikâyet ediyorum. 07 Mart Pazartesi günü AB temsilcilerinin Ankara'daki görüşmelerde Ermeni soykırımı iddiasını gündeme getirdikleri sırada bu konuda ne söyleyeceği belli bir öğretim üyesinin tam sayfa röportajını Milliyet gibi ağırlığı olan gazetede yayımlamak ne tür bir zamanlamadır? Bu yazının soykırım iddia sahiplerine malzeme olacağını akıl edememiş midir? Derya Sazak gibi okuyan, düşünen bir gazeteci böyle bir röportaja hazırlıklı gidip o kişinin söylediklerine karşı yapılmış ciddi iddiaları dile getirmeli veya o yönde soru sormalıydı."
Sayın Doğuç'un 'Derya Sazak'ı Okur Temsilcisi'ne şikâyet ettiği' röportaj geçtiğimiz pazar günü 'Sohbet Odası'nda Prof. Halil Berktay'la yapılmıştı.
'Çelişki var'
Sabancı Üniversitesi'nden Sayın Berktay, 1915'te Osmanlı'daki İttihat Terakki yönetiminin Ermenilere karşı uyguladığı 'tehcir'in (Başbakanlık Arşivi'ndeki Talat Paşa'nın telgraflarını örnek göstererek) 'etnik temizlik' anlamına geleceğini savunuyordu.
Berktay'ın görüşleri Milliyet'te birinci sayfadan yayımlandı. Aynı gün sayfanın karşı köşesinde de 'Washington Post'un ayıbı' başlığıyla 1.5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğü iddiasıyla Türkiye'nin 'insanlığa karşı işlenen suçlar' sıralamasında 'liste başı' olduğu yer alıyordu.
Halil Berktay'la söyleşi yapılmasına tepki gösteren Ertuğrul Doğuç gibi kimi okurlarımız da Milliyet'in Washington Post'la benzer duruma düşmesinin yol açtığı çelişkiye dikkat çektiler.
Sohbet Odası, Milliyet'te üç yıla yakın süredir pazartesi günleri yapılıyor. Her hafta, ayrı bir konuda, siyaset, sanat, ekonomi, diplomasi alanında uzman kişilerle konuşuluyor.
İtirazlar.
Berktay söyleşisini, 07 Mart Pazartesi günü internetten 35 bin kişi okumuş. Hafta boyunca, çoğu internetten olmak üzere bine yakın e-mail aldık. Milliyet okurları, akademisyenler, tarihçiler, 'Talat Paşa'nın Ermeni tehciriyle ilgili Diyarbakır valisine gönderdiği telgrafın, Berktay'ın savunusunun aksine etnik temizlik ya da soykırımın belgesi, kanıtı anlamına gelmeyeceğini' savundular.
İtirazlar birkaç noktada toplanıyordu:
1-1915'te yaşananlar, Osmanlı'ya isyan eden azınlıkların da Balkanlarda, Kafkaslar'da ve Doğu Anadolu'da 'Müslüman-Türkleri katlettiği' gerçeğinden soyutlanarak sadece 'Ermeni soykırımı' olarak nitelendirilemezdi. Birinci Dünya Savaşı koşullarında karşılıklı öldürme olayları yaşanmıştı.
2-Prof. Halil Berktay, tarihçi değildi! Osmanlı arşivlerine girerek, Ermenilerle ilgili yaptığı tek bir araştırması, yayını yoktu.
3-İttihat Terakki'nin Ermeni tehciri konusunda 'gizli emirleri'nden söz eden Berktay'dan bunları açıklaması istenmeliydi. (Emin Çölaşan Hürriyet'te "Derya Sazak, her nedense, kendisine bunları sormuyor!" diye yazdı.)
Doktora jürisi değiliz.
Emin Çölaşan'la Milliyet'te bu tür söyleşiler yaptığı dönemde Ankara'da aynı odayı paylaşıyorduk. Sorudan kaçmayacağımı bilir.
Ancak 'Sohbet Odası' nihayet bir gazeteci ile öğretim üyesini bir araya getiriyor. Doktora jürisi değiliz! Prof. Berktay'ın 'tarihçiliğini' sorgulamak da benim işim değil.
Berktay, Sabancı Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi. 1968'de lisans ve lisansüstü eğitimini ABD'de Yale Üniversitesi'nde tamamlamış. İktisat okumuş. 1969'da Türkiye'ye dönerek Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Korkut Boratav, Bilsay Kuruç ve Mehmet Selik'in bulunduğu 'İktisat tarihi' kürsüsüne asistan olarak girmiş. Sonraki 25 yıl boyunca 'Türkiye milliyetçiliği tarihçiliğinin tarihi' üzerine uzmanlaşmış. Ermeni meselesine ilgisi de böyle başlamış. Kendisini bu alanda yeterince bilgi sahibi sayıyor ve 'Türkiye'deki tartışma kültürünün bir parçası olarak söylenenlere sinirlenen kişilerin, içerik yerine otoriteye saldırmayı seçtiklerini' belirtiyor. Orhan Pamuk'a gösterilen 'Roman yazarı ne zamandan beri tarih konusunda ahkâm kesiyor?' tepkisini de buna bağlıyor.
Osmanlı arşivlerine girmenin ise 'Ermeni iddialarını çürütmenin' tek yolu olmadığı kanısında Berktay.
Söyleşinin çıktığı gün, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu ve Ermeni Araştırmaları Masası Başkanı Prof. Hikmet Özdemir'den de Berktay'ın savının 1915 Ermeni tehciriyle ilgili gerçekleri yansıtmadığı yönünde e-mail aldık.
Halaçoğlu, şunu söylüyordu:
"Sayın Berktay, maalesef tarih metodolojisini bir kenara bırakarak değerlendirmeler yapmıştır. Söylediklerinin pek çoğu yanlış. Belki Osmanlıca bilmemesinden ve Osmanlı arşivinde araştırma yapmamasından kaynaklanmaktadır. BM'ye başvuru isteğimizin blöf olup olmadığının belgelerini göstermeye hazırım."
Prof. Hikmet Özdemir de üç yıldır, Berlin'de bir Ermeni tarafından yapılan 'Talat Paşa suikastı' üzerinde çalışıyormuş. Bu araştırmanın sonuçları da yakında yayımlanacak.
Doğrusu da budur. Berktay'ın tezlerini çürütmenin yolu, 'soykırım' iddialarını çürütecek yeni belgelerle ortaya çıkmaktır.
Alman arşivlerinde araştırma yapan Taner Akçam, Berktay gibi düşünmektedir ve Birinci Dünya Savaşı koşullarında Osmanlı yönetimi lehine bazı belgelerin yok edildiğini iddia etmektedir. Bunlar da tartışılmalıdır!
Genelkurmay arşivi.
Emekli öğretmen Albay Yücel Aktar da gönderdiği bilgi notunda, Genelkurmay arşivindeki belgelerden söz ediyor:
"Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı'nda Yayın Şube Müdürü olarak görev yaptığım yıllarda arşivdeki belgelerden 1982, 1983, 1985 ve 1987 yıllarında 'Askeri Tarih Belgeleri Dergisi' adı altında süreli yayınlar 'Ermeni Belgeleri Özel Sayıları' biçiminde tarafımdan yayımlanmıştır. Bunlar 'Documents' adı altında yabancı dillere çevrilmiş ve Dışişleri Bakanlığı'na bütün dış temsilciliklerimize dağıtımı yapılmak üzere Genelkurmay Başkanlığı'nca yollanmıştır.
Türk Tarih Kurumu Başkanı Sayın Halaçoğlu gibi Amerika'yı yeniden keşfetmeye çalışanlar ve Sayın Berktay misali bilim adamları 1980'li yıllarda yayımladığımız bu belgelere baksalar, soykırım iddialarının ne kadar yanlı olduğunu ve 'etnik temizlik' kavramının asılsızlığını sanırım görürler."
Karşı görüşler.
Atatürk Üniversitesi'nden Doç. Muammer Demirel şu notu iletmiş:
"Arşivlerde tehcire giden yolda Enver ve Talat arasında yazışmalar var, bunların bilinmesi lazım. Rusya'nın Kafkas Müslümanlarına karşı uygulaması var. Enver Paşa bunun aynen Ermenilere uygulanmasından yana. Ordunun geri bölgelerini emniyete almaya çalışıyor."
Prof. Kemal Çiçek de Talat Paşa'yı savunuyor:
“Enver Paşa, Rusya'dan sürülenlere karşı Türkiye'deki Ermenileri Rusya'ya sürme teklifi yapan kişidir. Buna karşı çıkan ve Ermenileri savaş alanı dışından, ülkenin ortasına Konya taraflarına göndermeyi daha insani ve makul bulan Talat Paşa'dır.”
Kimi tarihçiler de Suriye cephesine komuta eden Cemal Paşa'nın Enver ve Talat Paşaları 'tehcir' sırasında yaşanacaklar konusunda uyardığı ve önlem alınmasını istediğini iddia ediyor.
Pek çok okurumuz da Ziya Gökalp'in Osmanlı Divan-ı Harbi'nde söylediği gibi 'kıtal değil, mukatele olduğuna' inanıyor. Savaş ortamında karşılıklı kan dökülmüş.
Ombudsman'ın notu:
Tek bir röportajda, 90 yıllık bir tarihi tartışmada okurları ve 1915 Ermeni olaylarının yerli yabancı taraflarını uzlaştırmak elbette mümkün değil. Söyleşiyi gerçekleştiren gazetecinin görevi, 2005 Türkiye'sinde sorunun algılanış biçimine ışık tutmak olabilir.
Almanya'dan yazan Ayşe Türel Weichel röportajın kendisinde uyandırdığı etkiyi şöyle özetlemiş:
"Kaynak bulma zorluğu insanı huzursuzlandırıyor, bu kadar örtbas edilen, bize tarihte okutulmayan bir olayın gün yüzüne çıkmamasının nedeni olmalı diye düşünüyorsunuz. İlk defa bu röportaj bana yardımcı oldu, teşekkürler.
Ahmet Oktay'ın 'Gizli Çekmecem' kitabından tarihçi C. Carr'ın sözleriyle noktalayalım:
"Tarihten önce tarihçiyi inceleyeceksiniz. Tarihçiyi incelemeden önce de onun tarihi ve toplumsal çevresini inceleyeceksiniz. Tarihçi, bir birey olarak aynı zamanda tarihinin hem de toplumun bir ürünüdür!"
Tarihçiye, gazeteciye kızmakla, 'gerçekte ne olduğunu' araştırma uğraşı birbirine karışmamalı. Tarihle yüzleşmekten çekinmemeliyiz.

WASHİNGTON RAPORU

15 MART 2005 - Washington raporu (1) Türkiye'ye güven sarsıldı.
Washington'da Türkiye'nin imajı ve kredibilitesi (güvenilirliği) zayıfladı. ABD Türkiye'ye artık "eski sadık müttefiki" olarak bakmıyor. Yönetim kademelerinde olmasa bile, Kongre çevrelerinde, Türkiye ile ilgilenen analistler arasında ve basında ABD'nin Türkiye'ye "ne kadar güvenebileceği" sorusu açıkça soruluyor.
ABD'nin başkentinde Georgetown Üniversitesi'ne bağlı Türkiye Araştırmalar Enstitüsü'nün düzenlediği Türk-Amerikan ilişkileri konulu konferans vesilesiyle yaptığımız temaslardan edindiğimiz izlenimler özetle böyle...
Türkiye'de bir süredir esen ABD aleyhtarı havaya karşılık, ABD'de en azından bu aşamada ve kamuoyunu da kapsayan ölçüde bir Türkiye karşıtlığı olduğu söylenemez. Türkiye'ye yansıyan birkaç gazete makalesindeki olumsuz görüş ve duygular, yönetimi henüz etkilemiş görünmüyor.
Ama bugün Washington'da Türkiye hakkında esen hava -yönetimin olumsuzluklar üzerinde durmama yönündeki çabalarına rağmen- iyi değil doğrusu.
Amerikalılar ilişkilerin bugünkü hali konusunda Türkiye'de rahatça "kriz" veya "gerginlik" gibi terimlerin kullanılmasını doğru bulmuyorlar; ama ciddi bazı "rahatsızlıklar"ın bulunduğunu da kabul ediyorlar. Bunu söyleyenler de, aslında Türkiye ile yakından ilgilenen çevrelerdir. Yoksa Amerikan halkının veya "sokaktaki adam"ın (Türkiye'deki durumun aksine) Türk-ABD ilişkilerinin nereye doğru gittiği konusunda bir fikri, hatta ilgisi yok...
Bir şok daha...
Washington'da "ilgili" ve "bilgili" çevrelerde Türkiye ile ilişkiler konusunda beliren kuşkular ve kaygılar, şu nedenlere dayanıyor:
Türkiye'de yayılan anti-Amerikanizm...
Bu akımın son aylarda aldığı boyutlar, Amerikalıları şaşırttı. Washington'da çok kişi, geçmişte sadece "aşırı uçta"ki Türklerin ABD aleyhtarı olduğunu biliyordu; ancak Türkiye'de geniş halk kitlelerinin -birçok anketlerin gösterdiği gibi- Amerika'ya karşı çıkacağını, buna geçmişte ABD'ye sempati besleyen Türklerin de katılacağını hiç tahmin etmiyordu. Bir analistin deyişi ile "01 Mart tezkeresi Amerikalılar için ilk şok olmuştu. Bu kez anti-Amerikanizm ile ilgili durum, ikinci şok oldu."
Analistler Amerikan aleyhtarlığının bu boyutlara ulaşmasında (Bush yönetiminin politikalarına karşı gösterilen tepkilerin yanı sıra) bir kısmı yanlış veya uyduruk haberlerden de kaynaklanan sistematik bir kampanyanın geniş payı olduğunu düşünüyorlar.
Bir yetkilinin belirttiği gibi, ABD birçok dost ve müttefik ülkelerin son dönemde yaptıkları sert eleştirilere hedef oldu. Ama Türkiye'de Washington'a karşı saldırılar eleştiri boyutlarını aşıyor, kışkırtıcı ve ilişkileri etkileyici bir nitelik alıyor. Ankara'nın bu kritik hallerde derhal resmi bir tepki göstermesi, pozisyonunu açık olarak ortaya koyması beklenirken, bu da olmadı. Durum kızıştıktan sonra bazı açıklamalar yapıldı. Ama bu arada bazı yayınların ve bazı politikacıların kışkırtıcı sözlerinin "zedeleyici etkisi" oldu.
Ankara yalpalıyor...
Ankara'nın politikaları...
Washington'da Türk hükümetinin son zamanlarda özellikle bölgesel meselelerde izlediği politikalar bir hayli kuşku ve düş kırıklığı yaratmış görünüyor.
Bu bağlamda son gelişme, Suriye ile ilgili. Bush yönetiminin Suriye'yi BM Güvenlik Konseyi'nin 1559 sayılı kararını hemen ve tamamen uygulaması için baskılarını yoğunlaştırdığı ve AB'den Arap dünyasına kadar uluslararası camiadan aktif destek gördüğü bir sırada Ankara'nın beklenen tavrını zamanında ortaya koymaması, Washington'da soru işaretleri yarattı. Bu arada (yani ABD'nin Şam'ı izole etmeye çalıştığı bir sırada) Ankara'da Esad rejimini öven beyanların yapılması ve Suriye'ye üst düzey (Cumhurbaşkanı Sezer'in) ziyaretlerin planlanması, yönetim çevrelerinde de ters karşılandı.
Bir yetkilinin deyişi ile ABD Türkiye'nin komşuları ile ilişkilerini geliştirmesini önlemek istemiyor, ama Ankara'nın uluslararası camiada konsensüsün bulunduğu meselelerde de (örneğin son olarak Suriye konusunda) onun dışında kalmamasını bekliyor... Washington bugünkü hükümetin bu gibi hallerde zamanında pozisyonunu ve kararlılığını ortaya koymadığı kanısında. Bu nedenle Amerikan resmi çevrelerinde (tabii özel konuşmalarda) Türk hükûmetinin zaman zaman "yalpaladığı" sözü dolaşıyor.
Görüşler farklı
Washington'da Türkiye'ye karşı havanın değişmesinde yukarıda saydığımız bu iki neden, Türkiye'nin görüşleri ve öncelikleri ile çelişiyor.
Amerikalılar Türkiye'de ABD aleyhtarlığının yayılmasında çeşitli yönleri ile "Irak faktörü"nün başrolü oynadığını kabul ediyorlar, ama bu alanda diyaloğu sürdürmenin dışında yapılacak fazla bir şey olmadığını söylüyorlar. Örneğin PKK sorunu konuşulduğunda, ABD'nin Türkiye'nin beklentilerini hemen yerine getirmekteki zorlukları ve sınırlamaları anlatıyorlar ve açıkçası Ankara'nın bir süre daha sabretmesi gerektiği mesajını veriyorlar.
Kerkük konusunda ise Washington'un görüşü temelde Türkiye'ninkine yakın görünüyor: Bu kentin statüsü herhangi bir zorlama ile (Kürtler tarafından) değiştirilemez. Bu, Kerkük sakinlerinin ve Irak halkının vereceği bir karar olmalı...
Bu konuda söyleneceklerin basın yolu ile değil, diplomasi ve diyalog kanalları kullanılarak söylenmesidir.
Gerek yönetim gerekse Türkiye ile ilgili çeşitli çevrelerin umudu, Türk-ABD ilişkilerinde yaşanan sıkıntıların veya bir Amerikalı yetkilinin deyişiyle "türbülans"ın karşılıklı iyi niyetli çabalarla atlatılabileceğidir.
Ancak Washington'da şimdi esen hava, "Bush yönetimi Türkiye'ye karşı tavrını değiştirir mi?" sorusunu da akla getiriyor.
Örneğin yönetim, "Ermeni soykırımı" ile ilgili bir tasarının Kongre'ye gelmesi halinde eskiden olduğu gibi bunu engelleyecek ciddi çabalar harcayabilecek mi? Yoksa özellikle Türkiye'deki anti-Amerikanizmin etkisi altında kalan Kongre üyelerine karşı daha tavizkâr mı davranacak?
Gözlemciler, yönetimin Türkiye'den yana bir tavır ortaya koymasının Türkiye'nin ABD ile ilişkileri konusundaki davranışlarına da bağlı olduğunu söylüyorlar. Yani bir bakıma şimdiki sıkıntıların giderilmesi ve ilişkilerin yeniden düzlüğe çıkarılması için topu Türkiye'ye atıyorlar...

ERMENİ MESELESİ

15 MART 2005 - Ermeni meselesini doğru tartışmak.
Önümüzdeki ay 90'ıncı yıldönümü dolayısıyla birçok ülkede 1915 Ermeni tehciri ve sonrasındaki olaylar konuşulacak.
Bugüne kadar bu olayları "doğru" konuşamadığımız için, bugünkü Türkiye'nin ve Türk halkının suçlanması gibi bir durumla bir kez daha karşı karşıya kalacağız.
Bu meselenin sanki bugünkü Türkiye Cumhuriyetinin sorunuymuş gibi bir sonuca ulaşılmasının nedeni, kendilerini bu konuda "yetkili" zannedenlerin yaptıkları "resmi" yanlışlardır.
"Ama onlar da bunu yaptı" demenin bir anlamı yoktur. Ermeni diyasporası 1915 olaylarının "birleştirici" bir unsur olması için bütün çabayı göstermiş ve sonuçta başarılı olmuştur.
1915 olaylarıyla ilgili olarak ve o dönemde Anadolu'da yaşayan Ermenilerle ilgili olarak yüzlerce kitap, on binlerce belge bulunmaktadır. Bir tek kitabın yargılarıyla "ben bu işi öğrendim" demek en azından ayıptır.
Ermeni meselesi tartışırken ya da daha doğrusu anlamaya çalışırken konuları birkaç başlık altında bölmek daha uygun olabilir.
1-Osmanlı Ermeniler.
1912 yılı nüfus sayımına göre, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde 1 milyon 400 bin Ermeni vatandaş yaşamaktadır. 1914'te Ermenilerin yaptığı sayıma göre bu rakam 1 milyon 700 bin dolayındadır. Bu da bütün Anadolu’daki toplam nüfusun yüzde 10'undan fazladır. Bu nüfus 61 ile dağılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, “Misak-ı millî” sınırları içinde yaşamaya devam eden Ermeni vatandaşların sayısı yaklaşık 300 bindir.
2- Tehcir.
Tehcir "zorla göç ettirme" demektir. 1915'te bazı büyük güçlerin Ermeni milliyetçi hareketlerini kışkırtmalarına karşı İttihat ve Terakki yönetimi bu kararı almıştır.
İstanbul ve çevresindeki şehirlerin dışında hemen hemen bütün Anadolu'daki Ermeniler tehcire zorlanmıştır.
Yani yaklaşık 1 milyon Ermeni evlerini, işlerini, bazen çocuklarını, mallarını bırakmaya ve güneye doğru yola çıkmaya zorlanmıştır.
İstanbul hükûmetinin "soykırım" talimatı verip vermediği tartışmalıdır. Ama yola çıkarılan Ermenilerin büyük bir kısmı çete saldırıları ve hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Talat Paşa Ermeni tehciri için "Siyasi hayatımın en büyük yanlışı" demiştir.
Bugün bu kararla ilgili olarak doğruydu ya da yanlıştı tartışmasına girebilmek için çok fazla bilgi sahibi olmak gerekir.
Bu konuyu düşünecek olanların şunu da düşünmesi şarttır: Bu 1 milyondan fazla Ermeni’nin malı vardı, evi vardı, işyeri vardı. Bunlar ne oldu?
4-Kim kimi öldürdü.
Savaş koşullarında Anadolu'da özellikle Kürt çetelerinin yaptıkları kıyımlar da bellidir. Ermeni çeteleri de Müslüman köyleri basarak kıyım yapmışlardır.
Abdülhamit ünlü "Hamidiye alaylarını" kurarak bu olayı kurumlaştırmıştır.
Bunlara dayanarak "Aslında Ermeniler daha çok Müslüman öldürdü" demek için geçerli hiçbir belge bulunmamaktadır.
3-Olaylardan sonra.
Ermeni tehcirinin fiilen kıyıma dönüşmesi sadece dünyada değil İmparatorluk içinde de büyük tepkilere yol açmıştır. Bunun üzerine İstanbul hükümeti soruşturma açtırmış, 1700'den fazla kişi bu kıyımlarda rol aldıkları için mahkûm edilmiştir.
4-Kaç Ermeni öldü.
Ermeni diyasporası olaylarda ölen Ermeni sayısını 1.5 milyona kadar çıkartmaktadır. Bugünkü T.C. toprakları dışındaki arşiv bilgileri bulunmadığından bu rakamın sağlığı bilinmiyor.
Ancak kesin olan rakam zorla göç ettirilen Ermeni vatandaş sayısının 1 milyonun üzerinde olduğu kesindir.
Bu sorunu Türkiye'nin başına bela edenler böyle bir rakam tartışması açmışlardır.
1.5 milyon değil de 1 milyon olsa ne olacaktır. Ya da 400 bin olsa! 400 bin rakamını az bulanlar da sayı saymayı bilmiyor demektir.
Türkiye'deki "resmî" görüşe yakın araştırmacılar 400-600 bin rakamını vermektedir.
Bu rakam üzerine tartışmak çok büyük bir ayıptır. Gerçek insanlık ayıbıdır.
Örneğin bu sayıyı "az" bulanlar bir hafta sonu İnönü stadına gitsinler 15 bin kişiyi bir arada görsünler ve bunu yirmiyle çarptıktan sonra göreceklerdir bu rakam tartışmasının ayıp olduğunu.
5-Arşivler meselesi.
Türkiye'nin hak etmediği bir suçlamayla karşı karşıya kalmasının nedenlerinden biri devlet arşivlerinin kapalı olmasıdır.
Yıllardır tarihçiler, araştırmacılar gelir, ya izin verilmez ya da belli bölümler için izin verilirdi.
Hasan Celal Güzel'in açıklaması çok nettir: "Devlet arşivlerinin Kürt meselesi yüzünden kapalı olduğunu sanırdım, Başbakanlık müsteşarı olunca öğrendim ki Ermeni meselesi yüzünden kapalıymış..."
Arşivleri kapatmak Türkiye'yi yanlış kompleksler içine sokmuştur. Ve dolayısıyla dünyada Türkiye'nin "suç ortağı" gibi gösterilmesine yol açmıştır.
Eğer arşivler, böyle bir kopleksli tepki gösterilmeden açılmış olsaydı Türkiye "bir şeyleri gizliyor demek ki suç ortağı" ithamlarıyla karşı karşıya kalmazdı.
6-Tarihçiler tartışsın.
Bugüne kadar Türkiye'de, özellikle 1970'lerdeki Ermeni terör örgütü ASALA'nın diplomatlarımızı öldürmeye başlamasından sonra milliyetçi bir tepki gelişmiştir.
Teröre ve terör yoluyla amaçlarına ulaşmaya çalışanlara gösterilecek tepki ehil olmayan kişiler tarafından 1915 olaylarına sahip çıkmak gibi bir görüntüye sokulmuştur.
Az bilgilerle ve ilkel milliyetçi güdüleri kaşıyarak Ermeni meselesini tartışmak, tartışmadan önce öğrenmek de mümkün değildir.
Bugüne kadar yapılan yanlışlar Türkiye'yi ve Türk halkını zora sokmuştur. İlkel milliyetçi tahrikler ve bilir bilmez herkesin bu milliyetçi havada öne çıkma merakları sonuçta dönüp dolaşıp Türkiye'ye zarar vermiştir, vermektedir.
Tarihçiler tartışsın, ehil olmayanlar sussun ki artık Türkiye'ye zarar verilmesin, Türk halkının morali bozulmasın.
1915 Ermeni olaylarını tarihçiler tartışsın ve bize de farklı görüşleri anlatsınlar. Biz de öğrenelim. Öğrenelim ki ilkel ve geri tepkilerle yaşamaktan vazgeçelim.
Ama unutmayalım ki bu topraklarda 1.5 milyondan fazla Ermeni yaşıyordu. Ve yüzyıllardır Müslümanlarla birlikte yaşıyordu, azınlık olarak ama mutlu yaşıyordu.

ERMENİ TASARISI GEÇERSE

15 MART 2005 - Ermeni tasarısı geçerse ne olur?
Ermeni lobisinin yoğun çabaları sonuç verir ve soykırım iddiaları Amerikan Kongresi tarafından kabul görürse ne olur? Son günlerde sık sık gündeme gelen bu hayati soruyu hangi siyasetçi veya diplomata sorsanız "Bunu düşünmek bile istemiyoruz" gibi kısa bir cevap alıyorsunuz ve hemen ardından anlatmaya başlıyorlar: "Bu hep böyle olur: Ermeniler bastırır, ama son anda ABD Başkanı devreye girer ve 'Bu yüzden Türkiye ile stratejik ilişkilerimizi bozmaya değmez' der ve Kongre'yi ikna eder. Kendisi de 24 Nisan'daki konuşmasında 'soykırım' lafını telaffuz etmez. Böylece olay kapanır."
Sanki tezkere günleri gibi.
Şu günler, TBMM'deki ikinci tezkere oylaması öncesini hatırlatıyor. Washington'daki siyasi gözlemcilerin büyük kısmı bu sefer de aynı senaryonun sahneye konacağından emin. Gerekçeleri, zaten sorunlu olan Türk-Amerikan ilişkilerinin tasarının geçmesi durumunda onarılmaz bir şekilde bozulacak olması. Bu nedenle ABD Başkanı George W. Bush'un son anda müdahale edeceği kanısındalar.
01 Mart 2003 öncesinde de ezici bir çoğunluk "Bu tezkere muhakkak geçer" görüşündeydi. "Çünkü Recep Tayip Erdoğan olaya açıkça sahip çıkıyor. AKP'de onun dediğinden farklı bir karar çıkması mümkün değil" diyorlardı.
Sonrası malum. Bu nedenle, her ne kadar, 24 Nisan'da Kongre'nin Ermeni taleplerini benimsemesi çok zor gözükse de, Amerikalıların 01 Mart öncesi düştüğü rehavete kapılmamakta ve olumsuz bir duruma ülke olarak hazırlanmakta fayda var.
Türkiye'nin dezavantajları
Öncelikle sayılan çok az da olsa "tasarı bu kez geçebilir" diyen şeytanın avukatlarının gerekçelerine bir göz atalım:
1)Ermeni lobileri, 90'ıncı yılında soykırım iddialarını daha güçlü dile getiriyorlar;
2)Konu Türkiye'de de tartışılıyor ve bazı aydınlar resmi söylem dışında yaklaşımlar seslendiriyorlar;
3)Türk-Amerikan ilişkileri oldukça kötü bir dönemden geçiyor. Artık bir stratejik ortaklık söz konusu değil. Hatta tarafların birbirlerine güvendikleri bile şüpheli;
4)Türkiye'de yükselen Batı, Amerikan ve Yahudi karşıtlığı artık Wall Street Journal, Washington Post gibi, karar mercilerini etkileme gücü yüksek yayınlar tarafından da ele alınıyor;
5)Türkiye'nin en büyük destekçisi olan Yahudi lobisi, yükselen Yahudi karşıtlığı ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın İsrail'i "devlet terörizmi" ile suçlaması gibi nedenlerle bu sene daha gönülsüz gibi;
6)TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış'ın Amerikan ordusunu Felluce'de soykırım yapmakla suçlamasının Amerikan Kongresi'nde çok yankı bulduğu söyleniyor...
İsrail ziyareti ve İncirlik
Kuşkusuz bir yandan Ankara, diğer yandan ABD'deki Türkler bu dezavantajları ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün İsrail'e gitmesi, Başbakan Erdoğan'ın da 01 Mayıs'ta gideceğini açıklaması; ABD'nin İncirlik Üssü ile ilgili taleplerinin belli ölçülerde karşılanacağının belirtilmesi bu yöndeki adımlar olarak göze çarpıyor.
Bütün bunlara rağmen tasarı geçerse, sadece Türk-Amerikan ilişkileri köklü bir darbe almayacak, zaten tırmanışta olduğu söylenen "milliyetçilik" de çok ama çok elverişli bir zemin kazanmış olacak.
Asılsız iddialarla coşup kendi insanlarını bile linç etme noktasına varabilen güruhların, "dış düşman"dan gelecek böylesi bir meydan okumaya karşı nasıl bir tepki göstereceği üzerine düşünmek ve muhtemel olumsuz gelişmelerin önlemlerini şimdiden almak şart.
Washington eğer Türkiye'yi kaybetmemekte hâlâ kararlıysa -ki bundan emin olmayanlar var- soykırım tasarısı bu yıl da geçmez. Ama daha sırada Avrupa'nın Abdullah Öcalan'ın yeniden yargılanmasını istemesi veya Kerkük'te bir iç savaş çıkması gibi diğer kötü ihtimaller var. En büyük kâbus senaryosuysa, bütün bu kabaran faşizan milliyetçiliğin Türkiye'yi AB rotasından tam anlamıyla çıkarması.

ERMENİ ELÇİ

16 MART 2005 - Ermeni elçiden 'zeytin dalı'.
Strasbourg'da geçen hafta gerçekleştirilen Ermenistan ile Avrupa Parlamentosu arasındaki Parlamentolararası İşbirliği Komisyonu'nda konuşan Avrupa Birliği nezdindeki Ermeni Büyükelçi Viguen Çiteşyan, "soykırım" konusunun "Ermeni diasporasının yarattığı bir sorun" olduğunu söyledi. Soruları yanıtlayan Çiteşyan, "Şüphesiz, Jön Türkler tarafından uygulanmış bir soykırımı meselesi var, ancak bu sorundan modern Türkiye ve Türk ulusu sorumlu tutulamaz. Soykırım meselesi, diasporanın yarattığı bir sorundur" dedi.

16 MART 2005 - Başbakan'ın cezası!
"Belli yerlerden noktaya basılmak suretiyle bir şeyler yapılmak isteniyor. Hortumlar kesildiği için şu anda çılgına döndüler" demiş son olarak Tayyip Bey... Öznesi belirsiz görünüyor cümlelerin ama belirli aslında... Çok genel bir özne; "basın".
"Basın" ve "basmak" bir arada... Basın, bugüne kadar her hükümeti, her başbakanı sırası gelince eleştirmiş olan basın düğmeye basıyor (noktaya değil) ve bir anda herkes aleyhine dönüyor. Sebep de "hortumların kesilmesi"...
Son cümlesini de alalım: "Ve biz 'tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemeyecek ve yedirmeyeceğiz dedik." Bu "tüyü bitmemiş yetim"e oldum olası acırım ben, bugüne kadar her gelen hükûmet ondan sık sık bahsetmiştir, sonra da hepsi "o yetim"in hakkını başkalarına yedirmeme iddiasıyla kendi yiyerek, yalayıp yutarak çekip gitmiştir.
Hiçbirinin de bugüne kadar "yetim hakkı yemekten" ceza aldığı görülmedi.
Dokunulmazlıkları kaldırıp yargı önünde hesap vermeyi kabul etmedikleri için "yetim hakkını yeme hesapları" hep zaman aşımına uğradı, unutulmadı ama Allah'a havale edildi.
AKP Hükûmeti bu konuda "farklı" olduğunu iddia ediyorsa bir tek yolu vardı: diğerlerinin yapmadığını yapmak, milletvekili dokunulmazlığını sınırlandırarak önce yargı önünde "eski dosyaların hesabını vermek". Sonra Belediye Başkanlarının da açıkladığı, AKP'li siyasetçilerin yakınlarına verilen ihalelerin, işlerin hesabını sormak... AKP'li milletvekilleri arasında, bakanlıklardan, devlet kuruluşlarından aile şirketlerine haksız kazanç sağlayanlara da hesabını sormak... Millete sonuçları açıklamak.
Benim bildiğime göre: bunları yapmadan "yetim hakkını yedirmeyeceğiz" diyenler kimseyi inandıramadılar bugüne kadar.
Başa dönelim; Basını yargısız infaz yapmakla suçlayan, TCK'ya basın için ağır cezalar getirilmesini sağlayan Hükûmet'in başı, basına toptan yargısız infaz yapıyor.
Tek cümleyle: "Hortumlar kesildiği için çılgına döndüler."
Kim? Hangi basın kuruluşundan söz ediyor. İsim yok ama suçlama tam...
Peki aynı şeyi yapan basın kuruluşuna, gazeteciye ne ceza verilecekmiş; hapis... Hakaret eden, kişilik haklarına saldıran, yalan haber yapan, ispatlayamayacağı iddialarda bulunanlar cezaevini boylayacak.
Başbakanın söylediği tek cümlede ise bunların hepsi mevcut.
Bu hakareti, suçlamayı kabul etmeyen basın kuruluşları, gazeteciler dava açsalar yeni TCK onların hakkını da savunacak ve Başbakanı cezalandıracak mı?
Yok canıım, olur mu öyle şey, onun dokunulmazlığı var.
Böyle enteresan adalet anlayışı gördünüz mü hiç? Tek ayağı çukurda, terazisinin dengesi bozuk bir adalet?
Rezil ve de kepaze!
Amerika'dan "araxes@wanadoo.fr" adresinden bana gönderilen (belki başkalarına da) pek telaşlı mail şöyle diyor: Minnesota Üniversitesi'nden Sayın Prof. Dr. Taner Akçam (bundan önceki son incilerinde kendisini Dr. Taner Akçam olarak izlemiştik, birden bire Prof. da olmuş) Türkiye'yi büyük bir endişeyle uyarıyor:
"Aman ha. Sakın ola ki Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve devleti, İngiliz Parlamentosu'na Mavi Kitabı şikâyet etmeye kalkmasın. Yoksa rezil ve kepaze olacağımızın günüdür. Uyarıyorum."
"Profesör"ün uyarısındaki bilimsel(!) lisana dikkatinizi çekerim:
Aman ha...
Sakın ola ki...
Rezil ve kepaze...
Bu ne telaş Taner Akçam?
Sayfayı çevirince ise "Prof. Dr"un bu üniversitede "ziyaretçi Prof" olduğunu öğreniyoruz. Kepazeliğin nedeni eski Büyükelçi Şükrü Elekdağ'ın Mavi Kitap hakkındaki "uyduruk" görüşleri imiş.
"Uyduruk" kelimesini de yukarıdaki incilerin yanına dizebilirsiniz.
Gönderdiği, içinde daha önceden bilinmeyen, duyulmayan hiçbir bilginin olmadığı ama Ara Sarafian (Ermeni galiba, değil mi Dr. Akçam?) ile Arnold Toynbee'nin yazdığı Mavi Kitap'ın göklere çıkarıldığı bir açıklama... Bu açıklama (!) bana bir şey açıklamadı çünkü Toynbee'nin kendisi kitabın taraflı ve abartılı yazıldığını itiraf etmişti zaten.
Dr. Akçam kitabı, yazarından iyi biliyor doğrusu... Boşuna Prof. olmamış. Belki size yararlı olur diye bu mektuba devam edeceğiz.

ALTERNATİF KONFERANS

16 MART 2005 - Alternatif konferansta Ermeni kitapları krizi.
Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen olaylı Ermeni Konferansı'nı 'tek sesli' bulan İstanbul Üniversitesi'nin düzenlediği "alternatif konferans"ta, Ermeni tezlerini destekleyen kitap standı gerilim yarattı.
Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleştirilen' Ermeni Konferansı'nı "Türk tezlerini destekleyen bilim adamlarının davet edilmediği" gerekçesiyle eleştiren kesimlerce İstanbul Üniversitesi tarafından düzenlenen; 'Türk Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar' konulu uluslararası toplantı dün başladı. 3 gün sürecek olan konferansın açılışında, Başbakan Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün mesajları okundu. Konferansın açılışında 1’inci Dünya Savaşı'nda hayatlarını kaybedenler için saygı duruşunda bulunuldu. Daha sonra Özel Feriköy Ermeni İlköğretim Okulu öğrencisi Katya Halaçoğlu, İstiklal Marşı'nın ilk iki kıtasını şiir olarak okudu. Ardından konuşan İÜ Rektörü Prof. Mesut Parlak, 1915 olaylarının "soykırım" kavramını da beraberinde getirdiğini kaydederek, bu kavramın her türlü iletişimin önüne bir engel olarak çıktığını söyledi. Parlak, "Soykırım insanlık suçudur. Fakat böylesine ağır bir suçun hiç şüphe yok ki, hukuki dayanak üzerine inşa edelmesi gerekir" diye konuştu.
ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ ÇIKTI
Sönük geçen konferans kitap gerilimi yaşandı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde araştırma görevlisi olduğunu söyleyen Ali Emin Özsoy, Ermeni tezlerini destekleyen kitapların bir standda teşhir edilmesine tepki gösterdi. Gomidas Enstitüsü'ne ait kitaplardan "A Hair's Breadth From Death" adlı kitabın kapağında yeralan fotoğrafı eleştiren Özsoy "Bu kitabın kapağındaki fotoğrafta Türk bayrağını simgeleyen ay-yıldızın ayı, orak şeklinde tasvir edilmiş ve bu orağın sivri ucu haça batıyor ve onu kanatıyor. Bu Türk bayrağına hakarettir. Bu stand derhal kaldırılmalı" dedi. Özsoy'un tepkisi üzerine toplantının organizasyon komitesi başkanı Prof. Şafak Ural, standın yanına gelerek duruma müdahale etti. Prof. Ural'ın uyarısı üzerine Gomidas Enstitüsü'nün editörlerinden Ara Sarafiyan kitabın kapağını çıkararak kaldırdı. Sarafiyan, kitapların ilk kez Türkiye'ye getirildiğini söyledi. Organizasyon Komitesi Başkanı Prof. Şafak Ural, Ermeni tezlerini destekleyen kitaplara karşı gösterilen tepkinin doğru olmadığını söyledi. Prof. Ural, "Biz bu toplantıda her türlü görüşün açıklanması ve temsil edilmesini arzu ediyoruz. Sadece hakaret içermemesi kaydıyla. Ancak gösterilen tepki duygusal bir reaksiyon" dedi.

TANER AKÇAM UYARIYOR

16 MART 2005 - Rezil ve de kepaze!
Amerika'dan "araxes@wanadoo.fr" adresinden bana gönderilen (belki başkalarına da) pek telaşlı mail şöyle diyor: Minnesota Üniversitesi'nden Sayın Prof. Dr. Taner Akçam (bundan önceki son incilerinde kendisini Dr. Taner Akçam olarak izlemiştik, birden bire Prof. da olmuş) Türkiye'yi büyük bir endişeyle uyarıyor:
"Aman ha. Sakın ola ki Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti ve devleti, İngiliz Parlamentosu'na Mavi Kitabı şikâyet etmeye kalkmasın. Yoksa rezil ve kepaze olacağımızın günüdür. Uyarıyorum."
"Profesör"ün uyarısındaki bilimsel (!) lisana dikkatinizi çekerim:
Aman ha...
Sakın ola ki...
Rezil ve kepaze...
Bu ne telaş Taner Akçam?
Sayfayı çevirince ise "Prof. Dr"un bu üniversitede "ziyaretçi Prof" olduğunu öğreniyoruz. Kepazeliğin nedeni eski Büyükelçi Şükrü Elekdağ'ın Mavi Kitap hakkındaki "uyduruk" görüşleri imiş.
"Uyduruk" kelimesini de yukarıdaki incilerin yanına dizebilirsiniz.
Gönderdiği, içinde daha önceden bilinmeyen, duyulmayan hiçbir bilginin olmadığı ama Ara Sarafian (Ermeni galiba, değil mi Dr. Akçam?) ile Arnold Toynbee'nin yazdığı Mavi Kitap'ın göklere çıkarıldığı bir açıklama... Bu açıklama(!) bana bir şey açıklamadı çünkü Toynbee'nin kendisi kitabın taraflı ve abartılı yazıldığını itiraf etmişti zaten.
Dr. Akçam kitabı, yazarından iyi biliyor doğrusu... Boşuna Prof. olmamış. Belki size yararlı olur diye bu mektuba devam edeceğiz.

16 MART 2005 - İsrailli tarihçi de tepki gördü.
Toplantıda ikinci tepkiyi ise İsrailli tarihçi Prof. Yair Auron çekti. İlk oturumun konuşmacısı olarak kürsüye gelen Prof. Auron, "Birinci Dünya Savaşı Sırasındaki Ermeni Soykırımının Yahudi Tanıklığı ve Delilleri" adlı çalışmasını aktardı. Prof. Auron'un o dönem Filistin'de yaşayan Yahudilerin anılarından ve raporlarından yola çıkarak yaptığı çalışma dinleyiciler tarafından eleştirildi. Toplantının soru cevap bölümünde arka arkaya yöneltilen sorularda Prof. Auron tek yanlı ve az sayıdaki kaynakları kullanmak ve bilimsel olmamakla suçlandı. Bütün kaynakları okuduğunu ifade eden Prof. Auron ise "Çalışmamı bu konuda Türkler ile Ermeniler arasında bir uzlaşma olması için yeni bir fırsat olarak görüyorum" dedi.

SOYKIRIM BELGESİ YOK

17 MART 2005 - 'Soykırım yok' belgesi.
Genelkurmay arşivinden çıkan 1915 tarihli genelgede, göç ettirilen Ermenilerin güvenliğinin sağlanması emrediliyor. Genelgeye uymayan 1397 kişi ceza almış.
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) ve Osmanlı Arşivleri Genel Müdürlüğü arşivlerinde Ermeni soykırımı iddialarını etkileyecek yeni bir belge ortaya çıktı. 30 Mayıs 1915 tarihli genelgede, "Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi sırasında güvenliklerinin sağlanması, aksi takdirde sorumluların cezalandırılacağı" uyarısının yapıldığı, uymayan 1397 kişinin idam dâhil çeşitli cezalara çarptırıldığı belirlendi.
Belgelere göre, Enver Paşa'nın talebiyle 27 Mayıs 1915'te geçici Tehcir (yer değiştirme) Kanunu çıkarıldı. Tehcirin nasıl yapılacağını anlatan 15 maddelik genelgede tehcir sırasında dikkat edilmesi gereken bazı maddeler şunlar:
Yedirin, dinlendirin
*Göç ettirilenler bütün hayvan ve taşınabilir mallarını birlikte götürebilir.
*Göçmenlerin can ve mal güvenliklerinde, yedirilme ve dinlenmelerinin sağlanmasında geçiş yollarındaki memurlar görevlidir. Aksaklıklardan rütbe sırasıyla bütün görevliler sorumlu olacaktır.
*Göç sonunda göçmenler, tarıma elverişli köy ve kent evlerine yerleştirilecektir. Her aileye yeterli toprak verilecektir.
*Uygun arazi yoksa devlet malı ve köy çiftliklerinden yararlanılacaktır.
*Muhtaç durumda bulunan göçmenlerin masraflarını hükûmet karşılayacaktır.
*Tarım yapacaklardan veya zanaatkârlardan muhtaç olanlara uygun miktarda araç veya sermaye verilecektir.
Tehcire 1916 sonunda fiilen son verildi. Ermeni kafilelerine saldıranları cezalandırmak için kurulan Dâhiliye Nezareti'nden 4 komisyon, aralarında devlet görevlilerinin de bulunduğu 1397 kişiyi idam dâhil çeşitli cezalara çarptırdı. 1920'de itilaf devletlerinin İstanbul'u işgalinin ardından 143 kişi, "Ermeni olaylarında savaş suçu işledikleri" gerekçesiyle Malta'ya sürüldü. Ancak aleyhlerine deliller bulunamadı.

17 MART 2005 - Rezil ve de kepaze (2)
Dün, yazının birinci bölümünde ABD'nin Minnesota Üniversitesi'nde "ziyaretçi profesör" olarak bulunan Taner Akçam'ın Türkiye'yi uyarmak üzere gönderdiği açıklamayı size anlatmaya başlamıştım.
Eğer Baykal'la Erdoğan anlaşır ve İngiliz Parlamentosu'na bu Ermeni propagandası kitap (Mavi Kitap) için "resmi yazı yollarlar ise" REZİL ve KEPAZEE olacağımızı söylüyordu yeni Profesör Akçam.
Her ne kadar kitabın Ara Sarafyan'la birlikte ikinci yazarı olan Arnold Toynbee "yazarken olayları abarttıklarını, yazılanların yalnızca Ermeniler ve Amerikan Konsolosluğu ile misyonerleri tarafından verilen bilgilere dayandığını, tek taraflı olduğunu" itiraf etmişse ve İngiltere'nin en ünlü tarihçileri "Mavi Kitap'a hiçbir tarihçi güvenmez" diyorsa da Taner Bey bunları asla önemsemiyor ve "Mavi Kitap"ın doğruluğunda israr ediyordu.
"Türkiye rezil olurdu" çünkü Ara Sarafyan "yeri yurdu belli belgeler" vermişti.
Sonra devam ediyor:
"Ara Sararyan şu bilgileri verir: Bugün Kew'daki Devlet Arşivleri Ofisi'nde tutulan Toynbee Notları savaş zamanı yapılan bu yayının nasıl derlendiğine dair bilgilerle doludur. Bu notlar arasında Arnold Toynbee'nin yaptığı bu derlemenin orijinal kopyası, aracılardan ya da bizzat kaynaklardan bilgi istemek için yaptığı günlük yazışmalar, gazete kupürleri..."
Ve bize "onun kullandığı belgelerin çoğunluğunun Amerikan Belgeleri" olduğunu anlatarak bunların adını veriyor. Sonra da Toynbee'nin itiraf ettiği, tek taraflı bulduğu noktaya geliyor:
"Bu 41 raporun 15 tanesi Amerikalı konsoloslar, 10 tanesi Amerikalı misyonerler, 4 tanesi Alman, 2'si Ermenilerin bir siyasi partisi..."
Yazı "Bazı raporların misyonerlere ait olması nedeniyle yanlış oldukları tezinin ciddi bir ırkçılık olduğunu" söyleyerek, eski Büyükelçi Şükrü Elekdağ'ın görüşlerine ve Türk kaynaklarına, uyduruk diyerek devam ediyor.
Gördüğünüz gibi Amerikan konsolosları, misyonerleri, Alman ve Ermeniler ona göre son derece güvenilir... Raporları sağlam...
Ama Türkiye'nin en deneyimli, en iyi diplomatlarının sözleri uyduruk, güvenilmez. Hiç şüphesiz Kâmuran Gürün'ün kitabı da uyduruktur ona göre...
Amerikan ve İngiliz kaynaklan da, arşivleri de çok güvenilir, Türkiye'ninkilere güvenilmez.
İşte dostlar, Türk aydını budur. Amerikalara kadar gider, oradan "Osmanlı yönetiminin bazı belgeleri yok ettiğini" söylerken, karşı tarafın her yaptığını onaylar. Yeni Prof. Tamer Akçam'ı bu bilinmeyenleri görmemi sağladığı için kutluyor ve şükranlarımı sunuyorum. Plaketim olsa bir de teşekkür plaketi gönderirdim ama yok, ne yazık ki. (Aslında çok var ama hepsinin üstüne benim adımı yazmışlar, kabul eder mi?) Etmezse, yakında ona da Amerika'dan verirler artık.
Bu arada... Dayanamayıp önereceğim; oralarda Prof. Halil Berktay'la görüştüklerinde biraz da Türk kaynaklarını, arşivlerini incelesinler. O zaman belki Washington Post'un "yüzyılın soykırımcıları" listesini bu kadar çabuk kabullenmezler.
"Van-Bitlis-Muş-Ağrı-Iğdır Ermeni Çeteleri Katliamına Uğramış Mağdurlar Demeği" de bir basın bülteni göndermiş.
"Prof. Halil Bertay'ın Millyet'e yaptığı konuşmada Ermenilerin hoşuna gidecek açıklamalar yaptığını, başta Van, Muş, Bitlis, İğdır, Ağrı ve diğer Doğu illeri olmak üzere Ermeni çetelerinin masum insanlara yaptığı katliamları, ihanetleri, işgalci güçlerle işbirliği yaptıklarını ne hikmetse unuttuğunu" söylüyorlar.
Berktay'a bir de soruları var:
"Bizden önce; Osmanlı'yı savaş ortamında arkadan hançerleyen, işgalcilerle işbirliği yapan, doğduğu topraklan kan gölüne çevirerek 500 bin masum Müslüman'ı katledenlerin tarihle yüzleşmesi gerekmez mi?"
Belki bu soruyu Berktay ve Akçam birlikte cevaplamak isterler, kim bilir?
İzninizle bu iki 'Prof.'a bir soru da ben soracağım: "BM'nin tarifine de uygun olarak, 1915 olaylarının soykırım olmadığı, yabancı tarihçilerin de desteğiyle anlaşılırsa ne yapacaklar acaba?
Maşallah deprem konutlarına!
Bingöl depreminde, Dörtyol'da yapılan ve 2 yıl önce teslim edilen deprem konutları yerle bir olmuş.
Daha neler duyacağız acaba? Düşünün, sık sık deprem yaşanan bir bölgede insanlar devletin yaptığı, üstelik depremde evi yıkılanlara, mağdur olanlara güvenli bir yuva vermek için yaptığı, o insanların da "Eh, hiç değilse bu sağlamdır" diye girdiği evler kafalarına iniyor.
Bize devletin yaptığı ve güvenebileceğimiz tek bir şey göstersinler... Buna şiddetle ihtiyacımız var.
Şu anda, karlar altında hırkasını kendisi giymeyip bebeğine giydiren köylü kadının fotoğrafına bakıyorum. Altında depremzedelere helikopterle yiyecek gönderdiğini yazıyor. Evleri yok ama yiyecekleri var hiç değilse.
Arap ülkelerine, Asya'ya gidip para yardımı dağıtan Hükûmet yetkilileri acaba Bingöl'e de girmeyi ve büyük para yardımları yapmayı, mağdur insanları rahatlatmayı hiç düşündüler mi?
Veya yıkılan deprem konutları hakkında hiç değilse topluma bir açıklama yapmayı?
Merak ediyor insan...

ABD, “DAHA FAZLA UYUM” DEDİ

18 MART 2005 - ABD 'uyum' istedi.
Bush yönetimi, 'Ermeni soykırımı' iddialarına karşı 'Türkiye'ye destek verebilmek' için Ankara'dan, İran ve Suriye konularında 'daha fazla uyum' dâhil bir dizi talepte bulundu.
ABD'deki Ermeni grupları, "soykırım" tezinin resmen tanınması için Kongre ve Beyaz Saray üzerindeki baskılarını artırırken, Bush yönetimi bu teze sahip çıkma niyeti olmadığını, ancak Türkiye'yi desteklemekte kullanacağı "argümanların (kanıtların) güçlendirilmesi gerektiğini" bildiriyor. Washington, bu beklentisini en son olarak, ABD başkentinde temaslarda bulunan TBMM heyetine de iletti. Ermeni lobisinin "soykırımın 90. yıldönümü" olduğunu öne sürdüğü 24 Nisan'dan önce, ABD Kongresi'ne yeni bir tasarı sunması bekleniyor.
Aynı lobi, Başkan George Bush'un da bu yılki 24 Nisan mesajında "soykırım" sözcüğünü kullanması için baskı yapıyor. ABD'li kaynaklara göre, Bush yönetimi, Ermeni iddiaları karşısında bu kez nasıl tavır izleyeceğini henüz resmen karara bağlamadı.
Ancak ABD yetkilileri, genel yaklaşımlarının, tarihteki bir olaya "tek taraflı olarak siyasi etiket yapıştırılmamasından yana" olduğunu belirtiyor.
'İkili ilişkiler önemli'
Bir yetkili, bu konuda Ankara'dan beklentilerini, "Kongre'de Ermeni tezini benimseyenlere karşı asıl argümanımız ikili ilişkinin önemi. Bu ilişkinin işlevselliğini koruduğunu savunabilmemiz için, Türkiye'nin de üslup ve açılımlarıyla elimizi güçlendirmesinde yarar var" diye anlattı. ABD'li diplomatlar, Kongre nezdinde kullanabilecekleri Türkiye yanlısı argümanların başında "Kıbrıs'ta çözüm yanlısı tavır ile AB reformlarının" geldiğini belirtiyor.
Ancak Irak pürüzleri, Suriye ve İran konusunda tam üslup birliği sağlanamaması, Türkiye'de Amerikan ve Musevi karşıtı görüşlerin öne çıkmaya başlaması gibi gelişmeler, ABD'li yetkililerce "Türkiye yanlısı tavrı zayıflatan unsurlar" sayılıyor. Bush yönetimi kaynaklarına göre, soykırım iddiasına karşı, Türkiye'nin Kongre nezdinde desteklenmesini kolaylaştırabilecek adımlar arasında, "Ermenistan sınırının açılması, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması, hükûmetin Amerikan ve Musevi karşıtı söylemlere karşı tavır alması ve İran-Suriye konularında daha fazla uyum" yer alıyor.
Wolfowitz'e Kars dersi.
CHP Kars Milletvekili Yiğit'in anlattığı olay, Ermeni tezlerine karşı Türkiye'nin açılımlar geliştirmesini isteyen Savunma Bakan Yardımcısı'nın gözlerini doldurdu.
ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, hafta başında, Washington'daki TBMM Demokrasi Komitesi üyeleriyle görüşürken, Ermeni tezlerine karşı Türkiye'nin açılımlar geliştirmesini istedi.
Görüşmeye katılan milletvekilleri, "Wolfowitz'in en başta bu konuda güvence vermediği, bizden adım beklendiği dikkatimizi çekti" izlenimini aktardı.
Ancak toplantıda söz alan CHP Kars Milletvekili Selami Yiğit, memleketi olan Kars'ın Selim ilçesine bağlı Kekeç köyünde, 1910'lu yıllarda Ermeni çetecilerin yaptığı katliamı ve diğer çevre köyler gibi kendi ailesinin Koşapınar köyü sakinlerinin de öldürüldüğünü anlattı. Yiğit, "Ailemizin buradaki kayıplarına karşın biz Ermenilere düşman yetişmedik. Ermenistan sınırının açılmasından yanayım. Ancak soykırım tezi önüme gelince, bende de milliyetçi bir tepki oluşması doğal" dedi.
Toplantıya katılanlara göre, Wolfowitz, Yiğit'in hikâyesini ve "İş, 'Senin ölün mü, benim ölüm mü daha değerli' noktasına gelmemeli" sözlerini gözleri dolarak dinledikten sonra, "Siz şimdi bana, bu konudaki toplantılarda dile getirebileceğim çok önemli bir koz verdiniz" dedi.

6 ASKER İÇİN TÖREN

18 MART 2005 - Tören mi mesaj mı?
İngilizlerin 85 yıl önce karakolda şehit ettiği 6 asker için düzenlenen anma töreni tartışma yarattı. Bazı tarihçi, siyasetçi ve diplomatlar "Avrupa'ya tepki" derken, diğerleri art niyet aranmamasını söyledi
İstanbul'un işgal edildiği 16 Mart 1920'de Şehzadebaşı Karakolu'na baskın düzenleyen İngilizlerin yataklarında uyurken şehit ettiği 6 asker için önceki gün düzenlenen anma töreni tartışma yarattı.
Bazı tarihçi, siyasetçi ve diplomatlar, törenin Avrupa'da Türkiye karşıtı havaya ve sürekli Ermeni soykırımı iddialarının gündeme getirilmesine tepki olarak gerçekleştirildiğini belirtirken, kimileri de art niyet aranmaması gerektiğini söyledi.
Her yıl yapılması gerekir.
Prof. Dr. İlber Ortaylı (Tarihçi): Karakol binasını Menderes yıktı. 50 yıl sonra geçmişi hatırladık, çok iyi oldu. Bu iş böyle günlük politikayla ilgili değil. Kendi çapında herkesin anması gerekir. Günlük politik çekişmelerden uzak, böyle bir olayın anılması çok önemli. Bu törenin her yıl yapılması gerekir.
Asıl siz yaptınız demek...
Prof. Dr. Ali İhsan Gencer (İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı): Karakolu maalesef biz yıktık. Aslında müze yapmalıydık. İngilizler karakol baskını düzenleyip silahsız askerlerimizi katletti. Bu töreni, batının gündemde tuttuğu Ermeni soykırımına karşı düzenlenmiş bir misilleme olarak görüyorum. Bize "Barbar, soykırım yaptı" diyen batıya, "Asıl siz yaptınız" deyip bunları göstermek lazımdır.
Bunca yıl neden yapılmadı?
Onur Öymen (Emekli Büyükelçi, CHP Milletvekili): Başka ülkeler böyle günlerini anmıyorlar mı? 1958'den beri bu tören nasıl olmuş da yapılmamış? Türklere yapılan haksızlıkların bir sembolüdür, Şehzadebaşı Karakolu'ndaki uyuyan askerlerin öldürülmesi. Zaman zaman geçmişte hatırlamamız gereken konuları hatırlamıyoruz.
MGK'da tartışılmış mıdır?
İnal Batu (Emekli Büyükelçi, CHP Milletvekili): Bu tür bütün etkinlikler devlet adına yapılmalı. Özellikle yabancı ülkeleri hedef alan törenlerin iyice tartışılıp değerlendirildikten sonra yapılması iyi olur. Mesela Milli Güvenlik Kurulu'nda tartışılmış mıdır törenlerin yeniden başlatılması? Bu işin bir yönü. İkincisi, bunların hatırlanması o ülkelerle düşmanlık anlamına gelmez.
Amaç gözdağı değil.
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu (Türk Tarih Kurumu Başkanı): Ermeni soykırımı konusunda İngilizler hiç ağızlarını açmadı. Çünkü Osmanlı arşivleri işgal sırasında İngilizlerin kontrolündeydi. Suçladıkları insanları Malta'ya götürdüler, sonra bıraktılar. Delil yoktu. Bu olayın İngilizlere gözdağı vermek olduğunu sanmıyorum.
Misillemeyle alakası yok.
Prof. Dr. Mete Tunçay (Tarihçi, Bilgi Üniversitesi): Yakın tarihimizde meydana gelen bu olaylarla biraz fazla uğraşıyoruz. Bunu yapmayı gereksiz buluyorum. Ermeni soykırımına misillemeyle alakası yok. Belki de "Biz de çok zulüm gördük, acılar çektik" manasında. Evet biz de çok acılar çektik gibi bir şey ama bu bizim başkalarına çektirdiğimiz acıları tedavi eder gibi bir mantık, kabul edilecek bir mantık değildir.
AB'ye karşı bir şey değil.
Gündüz Aktan (Emekli Büyükelçi): Ortada ben bu töreni AB'ye karşı yapıyorum diye bir beyan olmadığına ve olmasına da imkân bulunmadığına göre, AB açısından bakıldığında her ülkede buna benzer sayısız tören bulunuyor. Ama bunlar tarihi tören kategorisine girdiği için, Avrupa'da kimse Türk - AB ilişkileri aleyhine bir sonuç çıkarmaz."
Mesaj söz konusu olamaz.
Nevzat Yalçıntaş (AKP Milletvekili): Bu törenin o maksatla yapıldığına kani değilim. Avrupa Birliği'ne giriş teşebbüslerimizde bizi çok aktif şekilde destekleyen İngilizler olmuştur. Hatta 17 Aralık AB zirvesinde bize bazı hususlar dayatılmak istendiği zaman, Başbakanımız Erdoğan toplantıyı terk etmek istediğinde arkasından koşup durduran İngiltere Başbakanı Blair olmuştur.

ERMENİLERE ÇAĞRI

19 MART 2005 - Ermenilere Gül'den çağrı
Ermeni soykırımı iddialarının tarihçilere bırakılması gerektiğini belirten Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Ermenistan'a, "Gençlerimizi, gelecek nesilleri birtakım emeller uğruna ipotek altına almak yerine, onlara dostluk, kardeşlik ortamı yaratalım" çağrısında bulundu. 18 Mart Şehitler Günü nedeniyle Cebeci Asri Mezarlığı'nda düzenlenen törene katılan Gül, 1973'ten bu yana 19 ülkede düzenlenen suikastlar sonucu 39 diplomat ve aile ferdinin hayatını kaybettiğini söyledi.

20 MART 2005 - Devlet Arşivleri'nden Ermeni Belgeleri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 1845'den itibaren Ermenilerle İngilizler arasındaki ilişkileri konu alan belgeleri kitapta topladı..
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 1845 yılından itibaren Ermeniler ve İngilizler arasındaki ilişkileri konu alan belgeleri bir kitapta topladı.
''Osmanlı Belgelerinde Ermeni-İngiliz İlişkileri'' adlı kitabın basımı tamamlanan ilk iki cildinde, Ermenilerin 1845-1893 yılları arasında İngilizlerle yaptığı işbirliklerine ilişkin belgeler yer alıyor.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç. Dr. Yusuf Sarınay, kitabın önsözünde, Batı ülkelerince siyasi bir yaklaşımla ele alınan Ermeni sorununun, arşiv belgelerine dayalı olarak değerlendirilmesinin son derece bilimsel ve faydalı olacağını vurguladı. Sarınay, ''Tarihi olaylarla ilgili verilecek hükümlerde birinci el kaynak konumunda olan arşivlere müracaat edilmesi, araştırılan konuların daha objektif kriterler içerisinde değerlendirilmesine yol açacaktır'' dedi.
''BATI ÜLKELERİNDEKİ YAYINLAR EKSİK, HATALI...''
Ermeni sorunu ile ilgili Batı ülkelerinde yapılan yayınların, genelde arşivlere dayalı olarak yapılmadığı için eksik, hatalı ve yanlı olduğuna işaret eden Sarınay, şunları kaydetti:
''Türk arşivleri, bu açıdan Ermeni sorunu ile ilgili on binlerce belgeyi muhafaza etmektedir. Tarihi gerçeklerin aydınlatılmasında Türk arşivlerinde bulunan belgeler, Ermeni meselesinin daha objektif kriterler içerisinde değerlendirilmesinde önem arz edecek niteliktedir.''
Doç. Dr. Yusuf Sarınay, Osmanlı Devleti tebaası olan Ermenilerin yerlerini değiştirmeye götüren gelişmeler ile Ermeni örgütleri ve zamanın büyük devletleri arasındaki münasebetleri belgeleyen bir yayın çalışması başlattıklarını bildirdi.
Seri olarak planlanan yayınların ilkinin, ''Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Fransız'' ilişkileri adıyla üç cilt olarak yayınlandığını kaydeden Sarınay, 4 cilt olarak planlanan ''Osmanlı Belgelerinde Ermeni-İngiliz İlişkileri'' kitabının 1. ve 2. cildinin basımının tamamlandığını, 3 ve 4. cildinin ise yayına hazırlandığını belirtti.
İLK CİLTTE 97 BELGE VAR
Eserin ilk cildinde 1845-1890 yılları arasındaki olaylara ait 97 belgeye yer verildiğini kaydeden Sarınay, bu ciltteki belgelerde ''İngiltere'deki Ermeni faaliyetleri, İngiliz kamuoyunun Ermeniler lehine çalışmaları, Ermeniler arasında Protestan mezhebinin yayılması için yapılan çalışmalar, İstanbul'daki İngiltere Büyükelçiliği başta olmak üzere Anadolu'da bulunan İngiliz konsoloslarının her konuda açık veya gizli olarak Ermenileri desteklemeleri, İngiliz parlamenterlerden bazılarının Ermenileri açıkça desteklemeleri''nin konu edildiğini bildirdi.
Sarınay, ikinci ciltte ise 1891-1893 yılları arasında Merzifon'da ayaklanan Ermenilere İngiliz Büyükelçiliği ve konsolosluklar tarafından yapılan yardımlar, Merzifon olaylarına karışan kişilerin Ankara Mahkemesi'nde yapılan yargılamalarına İngiltere'nin müdahalesi ve İngiltere basınında Osmanlı Devleti aleyhinde çıkan yazılara ilişkin belgelerin yer aldığını kaydetti.
Eserin yayına hazırlanan 3 ve 4. ciltlerinin iki ise iki ana bölümden oluştuğunu ifade eden Sarınay, birinci bölümde yabancı dillerdeki belgelerin tercümeleri ve Osmanlıca belgelerin sadeleştirilmiş metinlerinin, ikinci bölümde ise belgelerin fotokopilerinin bulunduğunu bildirdi.

YÜZLEŞME BAŞLADI

20 MART 2005 - “Yüzleşme başladı.”
CHP'lideri Deniz Baykal: Bu hafta Ermeni soykırımı iddialarıyla yüzleşme haftası olacak.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Ermeni soykırımı iddiaları konusunda 'sindirilmiş, susturulmuş Türkiye'nin' CHP'nin çağrısı ile ilk kez inisiyatif aldığını" belirtti. Baykal, Ermeni soykırımı konusunun uluslararası uzmanlarından Prof. Justin McCart-hy'nin daveti kabul ederek Türkiye'ye geldiğini, yarın kendisiyle görüşeceğini kaydetti. Baykal, "Bu hafta Ermeni soykırımı iddialarıyla yüzleşme haftası olacak" dedi. Baykal, şöyle konuştu: "Yüzleşmek için meydan okuyuşumuzun ne kadar haklı ve yerinde olduğu Ermenistan'ın 'Biz yüzleşmeyiz' açıklamasından anlaşılmaktadır."

20 MART 2005 - Seyit Onbaşı ve 'Onlar'.
Alman yazar Lepsius'un tarafsızlığına ne kadar güvenilebilirse, İngilizlerin Mavi Kitap'ına da o kadar güvenileceğini söyledik durduk.
Bizim "aydınlar", "kafadar profesörler" Ermeni tezlerinin haklılığını, tehcir kararının bile soykırım anlamına geleceğini, Mavi Kitap'ın doğruluğunu savunmak için kendilerini paralarken, haftalardır kitabın yazarı Toynbee'nin "Bu kitabın bir Ermeni propagandası olduğunu, tek taraflı yazıldığını ve kaynak olarak sadece Amerikan Konsolosluğu ile misyonerlerinin, Alman ve Ermenilerin görüşlerine, belgelerine yer verildiğini" anlatan itiraflarından söz ettik.
Dün Hürriyet Gazetesi Toynbee'nin itiraflarını manşetten verdi. "Yunanlılar ve Ermenilerin siyasi amaçlarının meşruiyeti yoktu. Çünkü iki grup da azınlıktaydı. İmparatorluğu bölmeyi amaçlıyorlardı..."
"Onların bu amacı, Türklere ciddi bir haksızlık yapılmadan gerçekleşemezdi. Türkler, yerli Ermenilerin Ruslar için 'beşinci kol' olarak çalışabileceğini keşfetmişti... Türkler bu nedenle Ermenileri savaş bölgesinden çıkarma karan aldılar. Bu da bir güvenlik önlemi olarak değerlendirilebilir..."
Toynbee "Hükûmetin propaganda için hazırlattığını bilseydik, gözlerimiz açılsaydı yazmazdık. Oyuna geldik" dediği Mavi Kitap'ın yazılmasını "Amerikan kaynaklarına kolay ulaşabilen ve Amerika'da kendisine saygı duyulan Lord Bryce'in istediğini ama gerçekleri bilse vazgeçeceğini" de anılarında söylemiş.
Daha önce size "Enteresan gelişmeler" başlığıyla yazdığım bir yazıda, yabancı tarihçi ve yazarlar "soykırım olmadığını" belgelerle açıklamaya ve Türkiye'yi bu çıkmazdan kurtarmaya çalışırken bizimkilerin tam aksi yönde çırpınışlarının "traji komik" liginden söz ermiştim. Dün, Toynbee'nin itiraflarının verildiği Hürriyet'te bu çelişki bir kez daha görülmekteydi; "karşıyım karşı, her şeye karşı" meslektaşlarımızdan biri, yerli yabancı tüm belgelerde ve hatta Ermeni komita liderlerinin anılarında ortaya konmuş olan Ermenilerin Rusya ile işbirliği yapmasını "En kaba-tutucu Türk tezi" olarak değerlendiriyor, soykırımı kabul etmeyen Türkleri "çözümsüzlükten geçim temin etmekle" suçluyor, bir tarafta devlet, diğer tarafta devlete bağlı sade vatandaşların (Ermenilerin) olduğu durumda "mağdurun sade vatandaşlar olacağını" belirtiyordu.
Bu sade vatandaşların, savaş ortamında (Toynbee'nin, Mc Carthy'nin, Mango ve başka tarihçilerin, birçok yabancı diplomat ve ansiklopedinin de söylediği gibi) vatandaşı olduğu devleti arkadan vurmasının, erkekleri cephede olan kadınları, çocukları öldürmesinin, Türk ordusuna tuzak kurmasının ona göre hiçbir önemi yoktu.
Kabul edilemez bir tez!
Rus Çarı'nın Van'daki Ermenilere çektiği teşekkür telgrafları da onlara hiçbir şey anlatmıyordu.
Bugün düşmanca duygularla hareket eden, çocuklarını düşman olarak yetiştiren, diğer ülkelerdeki okul kitaplarına bu olayları soykırım olarak koyduran, Fransa'nın kanunlarında da aynı şeyi yaptıran Türkiye değil.
Ama bu da, Türkiye önüne sürülen her tezi kabul edecek demek değil. Ermenistan'a dostluk için, diyalog için giden Doğu Konferansı grubuna orada nasıl davranıldığını kendi ağızlarından duyduk. Karşı tarafın arzusu buysa, elbette Türkler de doğruyu, haklılıklarını sonuna kadar savunacaklardır. İşte Çanakkale Zaferi'nin nasıl kazanıldığını, Seyit Onbaşıların gövdesini bu vatana nasıl siper ettiğini günlerdir okuyoruz.
Bizim kuşaklarımızın rahatı, huzuru, özgür, onurlu bir ülkeye kavuşması için ne Seyit Onbaşılar, ne on binlerce kahraman canını verdi... Merak eden, Gelibolu filminde bir kısmını daha yakından görebilir.
Peki... Onca özveriye ve kahramanlığa karşılık, hiç değilse "gerçeklerin ortaya çıkması için mücadele" bu kuşakların görevi değil midir?
Bu olay, fikir tartışması olmaktan çıkıp, kendi içimizde "zavallı bir teslimiyet kavgası"na dönüştü.
Çok yazık, çok!

GÜL’DEN MESAJ

20 MART 2005 - Gül: AB ile Ermeni Sorunu ilgisiz.
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, sözde Ermeni soykırımı ile Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği arasında, doğrudan veya dolaylı hiçbir bağlantı bulunmadığını söyledi..
Gül, DYP Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın yazılı soru önergesine verdiği yanıtta, Türkiye'nin, AB'ye katılım müzakerelerinin başlatılması için gerekli olan Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni yerine getirdiğini ve bunun, gerek AB Komisyonu'nun 06 Ekim 2004 tarihli İlerleme Raporu ve Tavsiye Belgesi'nde gerekse 17 Aralık 2004 tarihli AB Zirvesi Sonuçlarında teyit edildiğini belirtti.
Müzakere sürecinin koşullarının her aday ülke için belli olduğunu ve Türkiye'nin tam üyelik sürecinin de diğer ülkelerde olduğu gibi AB müktesebatının belirlediği çerçevede cereyan edeceğini ifade eden Bakan Gül, ''Bu itibarla Ermeni soykırımı iddialarıyla Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği arasında, doğrudan veya dolaylı hiçbir bağlantı bulunmamaktadır. Bu konu, belli çevreler tarafından zaman zaman gündeme getirilse de ülkemizin bu konuda izleyegeldiği açık ve kararlı tutum, AB çevrelerince de bilinmektedir'' dedi.
Türk Tarih Kurumu bünyesinde Ermeni iddialarını araştıran bir Tarih Araştırma Grubu oluşturulduğunu, seçkin tarihçilerden oluşan grubun, Ermeni iddiaları konusundaki Türk tezlerini güçlendirmek amacıyla önemli çalışmalar gerçekleştirdiğini belirten Gül, bu grup tarafından yapılan bilimsel çalışmalar sonucu hazırlanan kitapların, yakında Türk ve uluslararası kamuoyunun bilgisine sunulacağını açıkladı.
Asılsız Ermeni iddialarına karşı oluşturulan politikalarda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında gerekli koordinasyonun yapıldığını kaydeden Gül, Ermeni iddiaları konusunda yürütülen çalışmalar için ihtiyaç duyulan kaynağın ise Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan karşılandığını söyledi.

21 MART 2005 - Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu: Ermenilerin dönüşü için kanun çıkarıldı.
Halaçoğlu, "Tehcir, Katolik ve Protestan Ermenilere uygulanmadı. Soykırım yok. Hastalıktan ölenlerin sayısı 100 bin civarında. Saldırılarda ise 10 bin kişi öldü" diyor.
Prof. Halil Berktay'ın 'etnik temizlik' nitelemesi hayli tepki uyandırdı. Türkiye tezlerini anlatamıyor.
-Ermeni olaylarına, 'Olmadı' şeklinde bir önyargıyla değil, 'Ne oldu?' diye bakıyoruz.
1’inci Dünya Savaşı başlarken Anadolu ne kadar Ermeni vardı?
-1 milyon dolayında.
Savaşla Ermeniler 'iç düşman' olarak görülüyor.
-Enver Paşa, Ermenilerin başlangıçta Kafkasya'ya sürülmesini istiyor. Almanya, tehciri bugünkü Irak ve Suriye'ye yönlendiriyor.
Kararda ne deniyor? Soykırım suçlaması nasıl oluşuyor?
-Ermenilere karşı hükûmetin imhakâr bir siyaset takip etmediğini, Katolik ve Protestan Ermenilere dokunmamasından anlayabiliyoruz. Şifre kaleminden 53'e 4 evrakta kayıtlı tehcirle ilgili başlangıçta merkezden gönderilen bütün emirler, onların koruma altında yola çıkarılmasına dönüktür. Buna rağmen hiç olay olmamış mı? Olmuş. Bazı Kürt aşiretler Ermenilerin sürgün edilmesini fırsat bilmiş. Osmanlı, onlardan da tespit edebildiklerini cezalandırmış.
Tehcir kararı, tüm Ermenilere karşı uygulanmadıysa o zaman bir soykırımdan bahsedemezsiniz. Çünkü soykırım dediğimiz şey hiçbir ayrım gözetmeksizin etnik bir unsurun ortadan kaldırılmasıdır. Yahudilerin evlerinden alınıp kamplara götürülmesiyle Ermenilerin tehciri büyük farklılıklar gösteriyor.

GÜL: İDDİALARI İSPAT EDİN

22 MART 2005 - Gül: Ermeni iddialarını ispat edin.
Başbakan Vekili Abdullah Gül, Ermeni iddialarına alet olan ülkelere çağrıda bulunarak, ''Yaptıklarınızın hesabını verin, iddiaları ispat edin'' dedi.
Gül, partisinin TBMM Grup toplantısında yaptığı konuşmada, sözde Ermeni soykırımı ile ilgili yaşanan gelişmelere değindi.
Türk ve Ermeni halklarının bin yıl boyunca birlikte yaşadıklarını hatırlatan Gül, iki halkın bu süre içerisinde birbirlerinin kültürüne ve güvenliğine katkıda bulunduklarını söyledi. Ermenilerin Osmanlı devleti döneminde üst düzeyde görev yaptıklarını kaydeden Gül, şunları ifade etti:
"Ermeni kilisesi Osmanlı döneminde kurulmuş, dili ve dini korunmuş ve geliştirilmiştir. Bu gerçekler, başta Ermeni vatandaşlarımız olmak üzere meseleye dürüst ve objektif bakan insanların, birçok tarihçi ve araştırmacıların gözünden kaçmamıştır. Ama buna rağmen ne yazık ki bütün bu gerçeklere rağmen Türkiye'ye karşı bir düşmanlık yapıldığını çok iyi görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde başta Türkler olmak üzere Osmanlı toplumunu oluşturan unsurların yaşadığı acı ve tehlikeler ise tarihin bir başka gerçeğidir. O yıllarda bu topraklar üzerinde herkes büyük sıkıntılar çekmiştir. Balkanlardan yüzyıllardır yurt ettiğimiz, şahitler verdiğimiz, çift çift kubbeler serptiğimiz, camiler yaptığımız, gerdanlık gibi köprüler yaptığımız bütün topraklardan çekilirken yaşadığımız acılar... Bunlar acı değil miydi? Onun için bugün konuşurken (şurada yaşayan insandan daha fazla insan Türkiye'de var), (şurada yaşayan kişiden daha çoğunu Türkiye'de bulursunuz) derken bir gerçeği bir acıyı ifade etmiyor muyuz?''
Bütün bunların tarihi gerçekler olduğuna işaret eden Gül, herkesin ailesinde, dedelerinin, ninelerinin maruz kaldığı göç, esaret, sürgün, katliam, şahadet, salgın hastalık ve açlık hikâyelerinin anlatıldığını söyledi.
Gül, binlerce Osmanlı tebaasının çektiği acıların belgeleri ve kanıtlarının mevcut olduğunu ifade ederek, sözde soykırım iddialarını ortaya atanların 90 yıl önce birbirine alet olan, birbirini kışkırtan emperyalist çevreler ile şovenist Ermeni milliyetçileri olduğunu kaydetti. Bunların geçmişte yaşananlardan ders almadıklarını ve benzer kışkırtmaları tekrarlama peşinde olduklarını üzülerek gördüklerini belirten Gül, şöyle devam etti:
'ERMENİSTAN'A GİDİP YARDIM ETMİYORLAR'
''ABD ve Avrupa'da yaşayan Ermeni diasporasının hepsinin keyfi yerinde. Azınlıktalar. Azınlıkta oldukları için azınlık şuuru ve güçlerini korumak için onların eline bir alet gerekiyordu. İstismar edecekleri bir konu gerekiyordu. Ayrıca suçlular. Çünkü Ermenistan'a gidip oraya yardım etmiyorlar. Bulundukları yerde konforlu bir şekilde hayat sürüyorlar. Bir taraftan suçluluğu gidermek, bir taraftan oradaki varlıklarını daha da geliştirmek ve azınlık güçlerini en iyi şekilde kullanmak için bu konuyu istismar ediyorlar. Ama ne yazık ki bazı parlamentolar çok yanlış kararlar aldılar. Bu yanlış kararların nasıl alındığını biliyoruz. Bu yanlış kararlar, bütün milletvekillerinin toplanıp, tartışmasıyla alınmadı. Bir nevi baskın usulü, meclislerinde çok az milletvekilinin bulunduğu ve organize şekilde alınan kararlar. Bütün bunlara tepkimizi en iyi şekilde gösterdik ve göstermeye devam edeceğiz.''
SOYKIRIM BİR İNSANLIK SUÇU
Soykırımın, bir insanlık suçu olduğunu kaydeden Gül, bunun kolay kolay dile alınabilecek bir suç olmadığına dikkati çekti. Soykırımın, herkesin, her önüne gelene atfedebileceği basit bir suç olmadığını ifade eden Gül, 1948 yılında BM'de Türkiye'nin de taraf olduğu bir sözleşme ile soykırımın tanımlandığını hatırlattı.
Soykırımla ilgili ceza ve hükümlerin TCK'nın da bir parçası haline geldiğini anlatan Gül, ''bir eylemin soykırım sayılması için bir ulusal, etnik, ırksal veya dini grubun tamamen veya kısmen ortadan kaldırmak kastıyla bu grubun üyelerini öldürmek, fiziki zarar vermek veya bunlara yol açmak gerekmektedir'' dedi.
Gül, bu tanıma göre soykırımın, bir insanını sadece Ermeni olduğu için başkaca hiçbir gerekçe aranmaksızın öldürülmesi anlamına geldiğini ifade ederek, ''Peki böyle bir şey bizim tarihimizde olmuş mudur? Olduysa Ermeni kiliseleri ne geziyor? Ermeni vatandaşlarımız ne geziyor? Olduysa, Ermenilerin Osmanlı'da en üst düzey görevlere gelmesi nasıl mümkün oluyor?'' diye konuştu.
'İDDİALAR SAFSATA VE İFTİRA'
İddiaların hepsini ''safsata ve iftira'' olarak nitelendiren Gül, şöyle konuştu: 'Bunlara alet olan parlamentolara, bunlara alet olan ülkelere bir çağrımız vardı: Mademki böyle suçlamalar yapabiliyorsunuz, o zaman tabii ki bunun hesabını vereceksiniz, bunu da ispatlayacaksınız. Biz, herkesi davet ettik, bütün arşivlerimizi de açtık. Bütün bilim adamlarına çağrıda bulunduk.
'BİZ ARŞİVLERİMİZİ SONUNA KADAR AÇTIK'
Ermeni bilim adamlarını da çağırdık. Fransızları, Amerikalıları, İngilizleri de çağırdık. Gelin, biz arşivlerimizi nasıl sonuna kadar açıyorsak aynı şekilde Leningrad'daki arşivlerle, İngiltere'deki, Paris'teki arşivlerle Ermenistan'daki arşivler açılsın. O bakımdan başımız daima diktir. Eğer bu memlekette bir acı, trajedi yaşanmışsa hep beraber yaşanmıştır. Hepimizin burada dedeleri vardır. Hepimiz bunları kulaktan kulağa duymuşuzdur ve tabii ki hepimiz ailesinde olmuştur bu üzüntüler. O bakımdan bunları istismar edenler buna devam edeceklerdir. Ama bunlara alet olanların muhakkak kendilerine gelmeleri gerekir. Hesaplarını iyi görmeleri gerekir. Bir suçlama yapılırken, suçlamanın sonucunun neye gideceğinin hesabını da iyi yapmaları gerekir.'' Gül, bundan sonra TBMM ve Hükûmetin bu konularda çok daha aktif faaliyetler içinde olacağını söyledi.

TÜRKİYE’NİN İŞİ ZOR

23 MART 2005 - Türkiye'nin işi zor.
Tarihçi Justin McCarthy, Irak konusundaki görüş ayrılığı ve ABD'de Müslümanlara önyargılı bakış nedeniyle, Ermenilerin ABD kongresinde her zamankinden güçlü olduğunu söyledi.
Ermeni soykırımı iddialarını çürüten araştırmalarıyla tanınan ABD'li tarihçi Justin McCarthy, Irak konusunda Türkiye ile ABD arasındaki görüş ayrılığı ve ABD toplumunda Müslümanlara yönelik önyargılar nedeniyle Ermenilerin, ABD Kongresi'nde "önceki yıllara göre güçlü" olduğunu söyledi.
Ermeni soykırımı iddialarını çürüten araştırmalarıyla tanınan ABD'li tarihçi Justin McCarthy, Irak konusunda Türkiye ile ABD arasındaki görüş ayrılığı ve ABD toplumunda Müslümanlara yönelik önyargılar nedeniyle Ermenilerin, ABD Kongresi'nde "önceki yıllara göre güçlü" olduğunu söyledi. McCarthy, şu değerlendirmelerde bulundu:
*Anadolu'da Ermeni isyanı vardı ve bu Rusların işine yarıyordu. Osmanlı çok sayıda Ermeni'yi, Suriye ve Irak'a gönderdi. Soykırım olmadı. Savaş vardı. Hastalık ve açlıktan da öldüler.
*Türkiye şu anda ABD Kongresi'nde popüler değil. Önerge gelirse Bush ne yapacak? Kongre kendi haline bırakılırsa Ermenilerin isteği yönünde oy kullanma olasılığı yüksek. Irak nedeniyle Ermenilerin eli güçlü.
*Türkiye'nin muhalefeti ve iktidarıyla çıkıp "Ermenilerle komisyon kurup tüm arşivleri incelemeye hazırız" yönündeki yeni önerisi, Türkiye'nin korkacak şeyi olmadığını, Ermenilerin korktuğunu ve "gerçek beni ilgilendirmiyor" dediğini gösterir.
*Orhan Pamuk, bu konuda bir şey bilmiyor. Konuyu bilmediğini söylememesi daha yazık. Pamuk, ABD'de Türkiye'den daha çok biliniyor.
*Türkler hemen sonuç ister. Ermeni milliyetçileri 90 yıldır uğraşıyor. Türkler 20 yılda sonuç almayı beklememeli. AB içinde Türkleri dışarıda tutmak isteyenler bunu malzeme olarak kullanıyor.
Gül: Kışkırtıyorlar
Ermeni soykırımı iddialarının safsata ve iftira olduğunu kaydeden Dışişleri Bakanı Gül, "İddiaları ispat edin" dedi. Gül, iddiaları ortaya atanların 90 yıl önce birbirini kışkırtan emperyalist çevrelerle şovenist Ermeni milliyetçileri olduğunu belirtti. Gül şöyle konuştu: "ABD ve Avrupa'da yaşayan Ermeni diasporasının keyfi yerinde. Ermenistan'a yardım etmiyorlar. Oradaki varlıklarını daha da geliştirmek için konuyu istismar ediyorlar."

BAYRAK SEVGİMİZ

23 MART 2005 - Genelkurmay: Bayrak sevgimizi sınamayın. 'Türk milleti böyle alçaklık görmedi'
Bayrağın yakılmasına şiddetli tepki gösteren Genelkurmay'ın açıklamasında, "Türk milleti ihanetler de yaşadı. Ancak dost düşman bilsin ki, Türk bayrağı asla sahipsiz değildir" denildi
Genelkurmay Başkanlığı, pazar günü Mersin'de yapılan nevruz kutlamaları sırasında Türk bayrağının yakılma ve parçalanma girişimine son dönemde benzeri görülmeyen sert bir açıklamayla tepki gösterdi. Genelkurmay, bayrağa saldırıyı "sözde vatandaşların ihaneti" olarak nitelendirirken, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) sabır ve ciddiyetinin yanlış yorumlanmaması, vatan ve bayrak sevgisinin sınanmaması" uyarısında bulundu
Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği'nden dün yapılan ve "Büyük Türk Milleti"ne hitabıyla başlayan açıklamada şöyle denildi:
"Hiçbir değerden nasip almamış bir grup tarafından, insanlığın ortak değeri olan baharın gelişini kutlama adına düzenlenen masum etkinlikler, yüce Türk ulusunun sembolü ve her zerresi şehit kanıyla bezenmiş şanlı Türk bayrağına saldırı densizliğinde bulunulacak kadar ileri götürülmüştür.
'Mazur görülemez.’
Türk milleti, engin tarihinde iyi ve kötü günler görmüş, sayısız zaferler yanında ihanetler de yaşamıştır. Ancak hiçbir zaman kendi vatanında, kendi sözde vatandaşları tarafından yapılan böyle bir alçaklıkla karşılaşmamıştır.
Savaş meydanında vuruştuğu bir düşmanın bayrağına dahi saygı gösteren bir ulusun, kendi bayrağının, kendi topraklarında, sözde kendi vatandaşları tarafından böyle bir muameleye maruz kalması, hiçbir şekilde izah edilemez ve mazur görülemez. Bu haince bir davranıştır."
'Gaflet, dalalet ve hıyanet'
"Hem bir ülkenin vatandaşı olmak, havasını teneffüs etmek, suyunu içmek, karnını doyurmak, hem de o ülkenin en kutsal ortak değeri olan bayrağına el kaldırmaya yeltenmek gaflet, dalalet ve hıyanetten başka bir şekilde tarif edilemez. Dost ve düşman herkes şunu çok iyi bilmelidir ki; ne bu ülkenin bölünmez bütünlüğü, ne de bu birlik ve bütünlüğün sembolü olan şanlı Türk bayrağı, asla sahipsiz değildir. Başta yüce Türk Milleti olmak üzere, onun bağrından çıkmış TSK, tıpkı atalarının yaptığı gibi ülkesini ve bayrağını koruma ve kollamaya, bunun için gerekirse kanının son damlasını akıtmaya hazırdır, yeminlidir. Onun vakar ve ciddiyetini, sabrını yanlış yorumlayanlara, yanlış hesap peşinde koşanlara, TSK'nin vatan ve bayrak sevgisini denemeye kalkışanlara, tarihin sayfalarına bakmalarını öneririz.
Saygı ile duyurulur."
ANALİZ
İlk defa 'sözde vatandaş' terimi.
1)Genelkurmay açıklaması, bayrağa saldırıdan 2 gün sonra yapıldı. Genelkurmay Başkanlığı'nın, olayın meydana geldiği pazar ve izleyen pazartesi günü sert bir açıklama yapmasını beklediği hükûmetten beklentiye uygun bir açıklama gelmemesi üzerine söz konusu duyurunun kaleme alındığı yorumları dile getirildi.
2)Genelkurmay'ın 2005'te yapılan bu ilk yazılı açıklamasında, doğrudan "Türk Milleti"ne seslenildi. Basın aracılığıyla yapılan daha önceki açıklamaların hitap kısmında bu ifade yer almıyordu. Açıklamalar, son bölümlerinde "kamuoyuna" diye başlayan duyuru ifadesiyle noktalanıyordu.
3)Bayrağa saldıranlar için açıklamada 2 defa yer verilen "sözde vatandaş" ifadesi ilk kez kullanılıyor. Genelkurmay Başkanlığı, varlığını kabul etmediği olay ve durumlarda, "Sözde Kürdistan", "Sözde Ermeni Soykırımı" örneklerinde olduğu gibi "sözde" sıfatını kullanıyor. Bu ifadeyle bayrağı yakanların Türk vatandaşı olamayacağı vurgulanıyor.
4)Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nde, 1. Dünya Savaşı'ndaki gibi ülkenin hile ve kuvvet yoluyla işgal edilebileceğinin anlatıldığı satırların ardından yer alan, "Memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler..." ifadeleri açıklamaya da kısmen yansıdı. Bayrağa el kaldırmak, "gaflet, dalalet ve hıyanet" olarak nitelendi.
5)Açıklamada, TSK personelinin göreve başlarken ülkesini ve bayrağını korumak için yemin ettiği hatırlatıldı. Bu yemini ve sevgiyi sınamak isteyenlerin "cezalandırılacağı" vurgulanırken, yanlış hesap yapanlar için "tarih sayfalarına bakın" uyarısı yapıldı.

JUSTİN Mc CARTHY TBMM’DE

24 MART 2005 - Amerikalı Profesör Justin Mc Carthy, “Ermeni Sorunu Gerçeği” Konulu Konferansı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde sundu.
“Ermeni Sorunu Gerçeği”Konulu Konferans
SUNUCU – Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanım, Anamuhalefet Partisinin Sayın Genel Başkanı, sayın bakanlar, sayın milletvekilleri, değerli konuklar ve basın mensupları; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca düzenlenen “Ermeni Sorunu Gerçeği” konulu Konferansımıza hoş geldiniz.
Değerli konuklar, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’ı, konuşmalarını yapmak üzere kürsüye arz ederim.
Buyurun efendim. (Alkışlar)
CHP GENEL BAŞKANI DENİZ BAYKAL – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Sayın Mehmet Ali Şahin, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, Devlet Bakanı Sayın Mehmet Aydın, Millî Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül, sayın milletvekilleri, sayın bakanlar, sayın büyükelçiler ve kordiplomatik temsilcileri, sayın generaller, sayın basın mensupları, değerli konuklar; Prof. Sayın Justin Mc Carthy’nin vereceği, “Ermeni Sorununun Gerçek Yüzü” konulu Konferansı dinlemek üzere burada toplanmış bulunuyoruz.
…..
SUNUCU – Sayın konuklar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç’ı, açış konuşmalarını yapmak üzere kürsüye arz ederim.
Buyurun efendim. (Alkışlar)
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI BÜLENT ARINÇ – Sayın Genel Başkan, Sayın Başbakan Yardımcıları, çok değerli konuklar, milletvekili arkadaşlarım, değerli katılımcılar, hanımefendiler, beyefendiler; hepinizi sevgiyle selamlıyorum.
Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisimizin bu eski Senato Salonunda önemli bir Konferans var. Biraz önce Sayın Genel Başkan Baykal, konu ve bu Konferansı takdim edecek kişi hakkında önemli bilgiler verdiler. Profesör Justin Mc Carthy, Cumhuriyet Halk Partisinin davetlisi olarak ülkemizde bulunuyor, bir dizi konferanslar veriyor, bazı toplantılara katılıyor, önemli bir bilim adamı olarak, saygın bir insan olarak gerçekten kendisine değer veriliyor ve görüşlerinden istifade ediliyor. …..
PROF. DR. JUSTİN MC CARTHY - Çok teşekkürler bu güzel tanıtıcı sözlerinizden dolayı.
Sayın Başkan Arınç, Sayın Başkan Baykal, Sayın Devlet Bakanı Şahin, Sayın Dışişleri Bakanı Gül, Sayın Devlet Bakanı Aydın, Sayın Adalet Bakanı Çiçek ve Sayın Millî Savunma Bakanı Gönül, sayın parlamenterler, meslektaşlarım, dostlarım.
Aslında, Türkler ile Ermeniler arasındaki ihtilafın kaçınılmaz olduğu söylenemez. Aslında, iki halkın dost olması gerekirdi. Birinci Dünya Savaşı başladığında, Ermeniler ve Türkler, 800 yıldan beri bir arada yaşıyorlardı. Anadolu ve Avrupa Ermenileri, 400 yıldan beri Osmanlı tebaasıydılar. Tabiî ki, bu yüzyıllar boyunca sorunlar vardı; ama bu sorunların sebepleri Osmanlı İmparatorluğuna saldıranlar ve neticede bu İmparatorluğu yıkanlardı. Tabii ki, İmparatorluk bunlardan çok zarardide oldu; fakat en fazla Türkler ve Müslümanlar zarardide oldular. Ekonomik ve sosyal standartlar dikkate alındığında, Ermenilerin Osmanlı hükümranlığı zamanında son derece olumlu bir hayatları oldu. 19 uncu Yüzyılın sonuna gelindiğinde, Ermeniler Müslümanlardan çok daha eğitilmiş ve zengindi. Ermeniler, çok ağır çalışırlardı, doğrudur; ama yine de Avrupalılar ve Amerikalıların da etkileri yadsınamaz.

SOYKIRIM İDDİALARINA MUHTIRA

26 MART 2005 - Soykırım iddialarına 'diplomatik' muhtıra.
Emekli Büyükelçiler Grubu, Türkiye'nin Ermeni soykırımı iddialarını kabul etmesi yönündeki taleplere karşı "muhtıra" niteliğinde bir bildiri yayımladı. Türkiye'nin eski Avrupa Parlamentosu (AP) Daimi Temsilcisi Polat Tacar'ın okuduğu bildiride, "Bir parlamento, bir senato, bir şahıs, bir örgüt, kendisini yetkili yargı organı yerine koyup soykırım suçu işlendiğine dair hüküm veremez" denildi.
Uluslararası kamuoyuna çağrı yapılan bildiride de şu ifadeler yer aldı: "Soykırım, Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'ne göre suçtur. Suça yetkili mahkeme karar verir. Yetkili mahkeme, suçun işlendiği ülkenin yargı organı ya da taraflar anlaşırlarsa bir uluslararası ceza mahkemesidir. Yetkili mahkeme kararı bulunmadan, soykırım suçu oluşmaz ve suçun işlendiği ileri sürülemez." Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Ömer Lütem de, "AP'nin ya da başka ülke parlamentolarınca alınan kararların siyasi olduğunu ve hukuken anlam taşımadığını vurguladı.

26 MART 2005 - Yunan elçiyi susturdular.
Yunan Büyükelçi Christides, Ermeni soykırımının yaşandığını iddia etti ancak bu tezi çürütüldü.
ABD'li tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy için verilen yemeğe katılan CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ ile Yunanistan'ın Ankara Büyükelçisi Michael Christides arasında Ermeni soykırımı tartışması yaşandı. 23 Mart akşamı Bilkent Otel'de düzenlenen yemekte McCarthy'nin soykırım yaşanmadığını anlatmasının ardından söz alan Christides, ABD'nin Osmanlı Büyükelçisi Hanry Morgenthau'nun 1918'de yazdığı kitabın soykırım yaşandığına dair kanıt olabileceğini söyledi. Christides'e tepki gösteren Elekdağ, "Kesinlikle kanıt olamaz. Baştan aşağı yalanlarla dolu. 1993'te ABD'li tarihçiler bu kitabın gerçeklerle alakası olmadığı kanıtladı. Ermeniler bile bu kitabı artık kanıt olarak kullanmaktan kaçınıyor" karşılığını verdi.
McCarthy de savundu.
Ortamın gerilmesi üzerine konuya açıklık getirmek isteyen McCarthy, Morgenthau'nun büyükelçilik döneminde ABD'ye gönderdiği raporların ABD Kongre Kütüphanesi'nde bulunduğunu vurgulayarak şöyle konuştu: "Raporlarda yazdıklarıyla kitap arasında hiçbir benzerlik yok. Ayrıca sonradan yapılan araştırmalarda Morgenthau'nun kitabını sadece birkaç misyonere dayanarak yazdığı belirlendi. Yani bu kitap hikâyenin hikâyesi." Christides, McCarthy'nin açıklamaları üzerine susmayı tercih etti.

NİSAN KAYGISI

26 MART 2005 - Nisan kaygısı.
Bahar keyfinizi kaçırmak istemem; ama nisandan kaygılıyım. 24 Nisan'da bütün dünyada Ermeni soykırımı gündeme gelecek.
Öcalan kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden dönecek.
Ve bu iki karar, "Bütün dünya bize karşı" şeklindeki Türk paranoyası ile milliyetçi hezeyanı hepten tırmandıracak.
"Müzakere tarihi aldığı 17 Aralık, Türkiye için bir dönüm noktası olacak" deniliyordu.
Öyle oldu, ama umulanın tam tersi yönde...
3 yıllık demokratikleşme süreci bıçak gibi kesildi.
Reformlar durdu. Kıbrıs tıkandı.
Batı ile ilişkiler gerildi.
Asker yeniden devreye girdi.
Kürt milliyetçiliğine karşı Türk milliyetçiliği patladı.
Halk, Hitler'i tartışmaya başladı.
Partiden kopmalarla uğraşan hükûmet, soğukkanlı bir yeni politika izleyeceğine, basını ve karikatürcüleri hedef aldı.
Özetle 3 ay içinde her şey tersine döndü.
Ne oldu?
Düğmeye kim, neden bastı?
Bugünlerde herkes birbirine bunu soruyor.
Bence birkaç farklı dip akıntısı, aniden açığa çıkıp tek bir nehirde birleşti.
Önce Türkiye tarih alınca AB'ye girdiğini sandı. Zor bir maraton koşan hükümet, onun yorgunluğuyla finiş çizgisine yığıldı. Oysa aslında orası başlangıç çizgisiydi.
Buna karşın "Tüm kriterler (kıstaslar) yerine getirildi" sanılırken Avrupa, yeni ve ölçüsüz şartlarla, "Üyeliğinizi halka soracağız" bahanesiyle, "Ne yapsanız üye olamazsınız" aşağılamasıyla, işleri hepten zorlaştıran diplomatlarla çıkageldi.
Bu, kamuoyunda "Bizi asla almayacaklar. Bunca tavizi boşuna verdik" tepkisine yol açtı.
AİHM'nin başörtüsü kararıyla ciddi hayal kırıklığına uğrayan AKP zaten Avrupa hedefinden soğumuştu. Bir müzakereci bile atamayarak süreci yavaşlattı.
Bu durum, anayasa referandumu sancısındaki Avrupa'nın da, Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışan Amerika'nın da işine geldi.
Türkiye'nin yumuşak karnını bilen Washington, "Ermeni soykırımını tanıma" tehdidiyle yüklendi. Ankara'yı İncirlik'in kullanımı için teslim bayrağını çekme noktasına getirdi.
Irak'ta ABD ile dans eden Kürtlerin "Fırsat bu fırsat" diye yükselttiği milliyetçilik bayrağı -ve tabii birilerinin akılsızca indirdiği Türk bayrağı- Batı karşıtı cepheye, arayıp bulamadığı güçlü yapıştırıcıyı hediye etti.
Hükûmet tepkide gecikince, asker siyasetin boşluk kaldırmayacağını kanıtlarcasına "bayrak gösterdi" ve eski güçlü konumuna oturdu.
Milliyetçilik, "anti-Kürtçülük" kostümüyle bayrağa sarıldı.
İşlerin daha iyiye gideceğine dair emare yok.
Tersine, nisanda tırmanma beklenebilir.
Türk kamuoyu "Keşke savaşa ve Kuzey Irak'a girseydik" deme noktasına taşınıyor. AB karşıtı, içe kapanma yanlısı otoriter bir hareket, "her telden çalan" bir milliyetçi koalisyon eliyle devreye sokuluyor.
Türkiye provokasyona (kışkırtmaya) çok elverişli bir ortamda, göstere göstere gelen bir dalganın sırtında tatsız bir yöne gidiyor.
Tuzağa düşmemek için uyanık olmaya, sağduyulu seslerin dayanışmasına ve dengeli politikalara her zamankinden fazla ve acilen ihtiyaç var.
İşler hepten kötüye gitmeden...

24 NİSAN OYUNU

30 MART 2005 - 24 Nisan oyunu.
Üst kademede görevli asker okurumuz soruyor:
ABD, İncirlik'i istediği gibi kullanmak için Ermeni soykırımı tasarısını kongreden geçirme tehdidini kullanıyor. Görünen o ki, biz de bu tehdide teslim olma eğilimindeyiz. Kimi medya mensupları, içeriyi teslime doğru teşvik ediyor. Sorum şu...
Peki, 24 Nisan 2006'da, 24 Nisan 2007'de ve daha sonraki 24 Nisanlarda tekrarlanacak tehditlerde bizden neler istenecek? Biz neler vereceğiz? 1-2 yıl içinde Kürt devletini tanıma tehdidi gelince ne yapacağız? Tavrımızı bu gerçeklere göre belirlemek zorundayız.

30 MART 2005 - Kaymakam Altınpınar: Pişman değilim
Isparta'nın Sütçüler Kaymakamı Mustafa Altınpınar, tüm kamu kurumlarındaki Orhan Pamuk’a ait kitapların toplatılarak imha edilmesi yönündeki talimatını savundu. Altınpınar, yayınladığı emir için “Pişman değilim” derken, vali İsa Parlak ise emrin iptal edildiğini ve Kaymakam Altınpınar'ın yetkisini aştığını söyledi.
Altınpınar, yayınladığı emir için “Pişman değilim” dedi. Vali İsa Parlak ise emrin iptal edildiğini ve Kaymakam Altınpınar'ın yetkisini aştığını söyledi. İlçede adı açıklanmayan ve ünivesitede okuyan bir kızın Orhan Pamuk'un kitabını okuduğu söylenince bir grup bu kitabı alıp yakmak için kızı aradı.
Isparta kent merkezine 95 kilometre uzaklıktaki 3 bin 700 nüfuslu Sütçüler İlçesi'nde, Kaymakam Mustafa Altınpınar'ın yayınladığı emir nedeniyle hareketli günler yaşanıyor. Daha önce çoğu insanın bilmediği Sütçüler İlçesi, bugün Türkiye'nin birçok yerinden gazeteci akınına uğradı.
Kaymakam Mustafa Altınpınar, bu sabah erken saatlerde makamına geldi. Ardından planlı köy ziyaretlerine çıkan Altınpınar, saat 11.00'de makamına döndü.
Kendisini bekleyen gazetecilerle görüşmeyen Kaymakam Mustafa Altınpınar, Isparta Valisi İsa Parlak'tan konuşmaması yönünde talimat aldığını ve açıklama yapmak istemediğini ifade etti. Daha sonra makamından ayrılan Kaymakam Altınpınar, kendisini yolda mikrofon uzatan DHA muhabirinin, “Pişman mısınız?” sorusuna, “Hiç pişman değilim” yanıtını verdi ve “Sizce yaptığım doğru değil mi?” demekle yetindi. Altınpınar, ardından makamına geçti.
YAKMAK İÇİN KİTAP ARADILAR.
Sütçüler İlçesi'nde adı açıklanmayan üniversite öğrencisi bir kızda Orhan Pamuk'un ‘Kar’ romanının olduğu haberleri, dolaşmaya başladı. Bunun üzerine ortalık hareketlenirken, bazı kişiler de üniversiteli ıkzın bulunup ondan kitap alınarak ilçe meydanında yakılmasını istedi.
Ancak tüm araştırmalara karşın elinde Orhan Pamuk'un kitabı bulunan üniversiteli kıza ulaşılamadı ve kitap yakma girişimi sonuçsuz kaldı.
10 NİSAN'DA MİTİNG VAR.
Sütçüler Kaymakamı Mustafa Altınpınar'ın, yazar Orhan Pamuk'un kitaplarının toplatılıp imha edilmesi talimatı ülke genelinde yankı uyandırırken, ilçe halkını da böldü.
Birçok kişi, Kaymakam Altınpınar'ın bu girişimini haklı görüp desteklerken, karşı görüşte olanlar da Kaymakam Altınpınar'ın bu yönde yazı yazmasının doğru olmadığı görüşünü savundu.
Sütçüler Esnaf Odası Başkanı Muharrem Özsüt ise 10 Nisan Pazar günü Sütçüler'de ‘Bayrak Mitingi’ düzenleme kararı aldıklarını açıkladı. Bu mitingde Orhan Pamuk'u protesto edeceklerini belirten Özsüt, bulunursa kitapların yakılacağını söyledi. Özsüt, “Türk halkına yapılan saldırıyı kınayacağız” dedi.
NASIL KARŞILADILAR?
AKP'li Sütçüler Belediye Başkanı Hüseyin Müftüoğlu, Kaymakam Altınpınar'ın söz konusu talimatının kendilerine de ulaştığını söyledi. Orhan Pamuk'a ait kitapların toplatılması kararı üzerine belediye olarak araştırma yaptıklarını fakat kitap bulunamadığını belirten Müftüoğlu, “İlçede Orhan Pamuk'un tek bir kitabı bile çıkmadı. Tek bir kütüphanemiz var, orada da yazarın kitabı bulunmuyordu” dedi.
Sütçüler Merkez İlköğretim Okulu öğretmeni 30 yaşındaki Oğuz Demiray ise Kaymakam Altınpınar'a destek verdi. İyi bir yazar olan Orhan Pamuk'un ‘Türkler 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürdü katletti’ açıklamasında bulunmasının yanlış olduğunu söyledi. Pamuk'un ilgi alanı olmayan bir konuda yorum yaptığını belirten Demiray, “Nobel'e adaylık için böyle bir yanlış konuşma yaptığını düşünüyorum. Orhan Pamuk romanını yazsın, tarihle ilgilenmesin. Kaymakam isabetli bir karar vermiştir. Türkiye için örnek teşkil etmelidir” diye konuştu.
Süleyman Demirel Üniversitesi Sütçüler Meslek Yüksekokulu Muhasebe Bölümü 2'inci sınıf öğrencisi 21 yaşındaki Nilay Aksu, “Orhan Pamuk'un ‘Benim Adım Kırmızı’ adlı kitabını okumuştum. Burada zaten kitap yok. Kaymakamın yaptığı saçma bir yaklaşım. Ona katılmıyorum. Kaymakam önce ilçesine kitap getirtsin, kütüphane düzenlesin” dedi.
VALİ; EMİR İPTAL EDİLDİ.
Isparta Valisi İsa Parlak ise DHA'ya şu açıklamayı yaptı:
“Kaymakam Mustafa Altınpınar, Sütçüler'deki kamu kurumlarının kitaplıklarında Orhan Pamuk’a ait kitapların toplatılmasi için talimat vermis. Ancak kitaplıklarda Pamuk’a ait hiç kitap çıkmamış. Kaymakam Altınpınar, yetkisini yanlış kullanmış. Netice olarak bu yanlış bir emirdir. Emir dün iptal edildi. Valilik olarak gerekli uyarıları yaptık ve bu konu kapandı.”
YAZI 15 ŞUBAT TARİHLİ
Sütçüler Kaymakamlığı Özel Kalem Müdürlüğü'nden 15 Şubat tarihinde ilçedeki kamu kurum ve kuruluşlarına bir yazı gönderilmişti. Yazıda, ilçedeki kütüphane ve kitaplıklarda yazar Orhan Pamuk’a ait kitapların toplatılması ve imha edilmesi istenmişti. Kaymakam Mustafa Altınpınar imzalı yazıda, gerekçe olarak Orhan Pamuk’un yabancı bir yayın organına Türkiye’nin Ermeni soykırımı iddiasını kabul etmesi gerektiği yönündeki açıklaması gösterildi. Yazı üzerine yapılan aramada ilçe kütüphanesinde Orhan Pamuk kitabına rastlanmadı.

BUSH’A SOYKIRIM MEKTUBU

30 MART 2005 - Bush'a 'soykırım' mektubu.
ABD Kongresi'nden 90 milletvekili, bir mektupla ABD Başkanı George W. Bush'u, "Ermenilerin soykırımının" yıldönümü olarak kabul ettikleri 24 Nisan'da soykırım iddialarını tanımaya çağırdı.
ABD'deki Ermeni lobisinin temsilcilerinden Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), Demokrat Parti New Jersey Milletvekili Frank Pallone ve Cumhuriyetçi Parti Michigan Milletvekili Joe Knollenberg'in girişimiyle hazırlanan mektupta Bush'tan, 24 Nisan'da yapacağı geleneksel açıklamada, "soykırımı" uygun şekilde tanımasının istendiğini açıkladı. ABD Kongresi'nin alt kanadı Temsilciler Meclisi'nden Bush'a gönderilecek mektuba imza atanlar arasında, hem Demokrat Parti'den hem de Cumhuriyetçi Parti'den milletvekilleri bulunuyor.

30 MART 2005 - Açın artık şu kapıları.
TESEV'in yaptırdığı araştırma son derece ilginç sonuçlar verdi.
Aslında biliyorduk, ancak durumun bu kadar vahim olduğunu tahmin dahi edemezdik.
Araştırmanın bence en çarpıcı yanı, Ermeni toplumundaki Türkiye imajı.
Düşünebiliyor musunuz, komşumuz olan bir ülke halkı, ihtiyacı olduğu takdirde kendini bir Türk doktoruna emanet etmeyeceğini, kızı âşık olsa dahi bir Türkle evlenmesine izin vermeyeceğini söylüyor. Türkleri katil gibi görüyor... Daha da önemlisi, eskiye oranla, Soykırıma daha fazla inanıyor. Türkiye'nin Soykırımı kabul etmesini bir ön koşul olarak görüyor. Ermenistandaki Milliyetçi değerler giderek yükseliyor.
Türk halkı da Ermenilerin hiçbir şeyini tanımıyor. Sadece düşman olarak görüyor.
Karşılıklı bir cehalet içindeyiz.
Bu durumda sorunlarımızı nasıl çözümleyeceğiz?
Bu gidişi mutlaka değiştirmemiz gerekir.
Raporun açıklanmasından sonra, MANŞET (CNN TÜRK) programında Hrant Dink, Kaan Soyak ve Can Paker hep aynı noktaya değindiler. Bu gidiş sağlıklı değildi ve mutlaka harekete geçilmeliydi.
Konuya bilimsel yönden yaklaşanların birleştikleri birkaç nokta var ki, sizlerle bunları paylaşmak istiyorum:
1) Ermenistan sorunu giderek gündeme girmektedir ve görmezden gelinerek bir yere varılması imkânsızdır. Türkiye mutlaka harekete geçmelidir. Eğer bugünkü gibi hareketsiz kalınırsa, Soykırım iddiaları dünya halkları tarafından daha da yaygınlaşarak kabul edilecek ve bu iddia birgün, bir daha üstümüzden kalkmayacak şekilde yapışacaktır.
2) Soykırım iddialarından kurtulabilmek için, belgeseller hazırlamak veya kitaplar yazıp belgeler yayınlamak artık yeterli değildir. Dünya kamuoyu 80 yıldır süren bir kampanya sonunda, Ermenilerin Soykırım iddialarını doğruymuş gibi kabullenmiştir. Bu çalışmalar yine de gerçekleştirilmeli, ancak mutlaka bunun ötesine gidilmelidir. Konu artık tümüyle siyasileşmiştir.
3)Türkiye'nin bir süre sonra karşı karşıya kalabileceği bu tsunami şokundan kurtulabilmesi, Uluslararası baskıların altında ezilmemesi için, fazla zaman harcamadan, siyasi mesajı olan önemli adımlar atması gerekmektedir. Bunların en etkilisi de, Ermenistana karşı uyguladığı 12 yıllık ambargoyu kaldırmasıdır. Sınır kapısını açmış, ticaretini derinleştirmiş bir Türkiye, Ermeni halkı tarafından başka türlü görünecektir. Uluslararası baskıların kalkmasına önemli katkıda bulunacaktır.
Bu gerekçeler sayıldığında, hemen karşımıza Azerbeycan engeli çıkarılıyor. Azeri kardeşlerimizin savunmasız bırakılacağı ileri sürülmektedir. Oysa Ermenistana sınır kapısını açmış, ambargosunu kaldırmış olan bir Türkiye'nin Erivan'da ağırlığı daha da artacak ve dolaylı olarak Azerbeycan'a yararı da büyüyecektir.
Uluslararası baskı altına alınmış bir Türkiye'nin -eğer harekete geçmekte çok gecikilirse- Azerbeycan'a da bir katkısı olmaz. Uluslararası baskılar Türk kamuoyunu daha da sertleştirir ve içinden çıkılmaz bir duruma girilir.
BIRAKIN TARTIŞALIM, BIRAKIN KONUŞALIM
Türk kamuoyu eskiye oranla Ermeni konusunu çok daha açık şekilde tartışabiliyor. Ancak belirli çizgilerin dışına çıkıldığında sert tepkiler doğuyor. Alışılmış yaklaşımları söyleyenlere yargısız infaz uygulanıyor. Bu durum da, ister istemez insanları korkutuyor.
Oysa Türkiye'nin korkacak hiçbir şeyi yok.
Türkiye'nin sadece cesarete ihtiyacı var.
Türkiye' nin kendine güvenini göstermesine gerek var.
AKP hükûmeti bugüne kadar birçok konuda cesur adımlar attı.
Şimdi neden tereddüt ediyor?
Ermenistana sınır kapısının açılmasıyla, 4 milyonluk Ermenistan tarafından istila edileceğimizi mi sanıyoruz yoksa.
Hayır. Böyle bir şeyi Türkiyemize yakıştıramayız.
Hareketlenme zamanı artık gelmiştir.
ERMENİSTAN, TÜRKİYE SINIRINI TANIMIYOR MU?
Bizdeki genel inanış, Ermenistan Cumhuriyetinin Türkiye ile sınırlarını saptayan 1921 tarihli Kars anlaşmasını tanımadığı şeklindedir. Bu konuda birçok Ermeni kaynaklı açıklamalar da vardır.
Ermenistan sorununu yakından inceleyen David Philips (Dış İlişkiler Konseyi Çatışma Önleyici Komite Başkanı) bu konudaki bir çalışmasında ilginç bir noktaya dikkat çekiyor.
Kars anlaşmasının, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile Türkiye arasında imzalandığını ve 26 Ocak 2005 tarihindeki bir söyleşisi sırasında, bugünkü Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan' ın bir cümlesine dikkat çekiyor:
"...Ermenistan, Sovyetler Birliğinin bir devamıdır. Üçüncü ülkelerle imzalanan anlaşmalar (yani Türkiye ile imzalanan Kars anlaşması) geçerlidir..."
(Kaynak:www.armeniaforeignministry.com-Kars treaty)
İlgilenenlerin dikkatine...



YENİ BİR TASARI

31 MART 2005 - 'Neo-con'ların intikamı.
Amerikan Ermeni Asamblesi Başkanı Vartian, 'Türkiye'ye bedel ödetmek isteyen neo - con'lar var' diyerek, 20 Nisan'da sunacakları 'soykırım' tasarısının Kongre'den geçebileceğini söyledi.
ABD'deki Ermeni lobisinin liderlerinden Ross Vartian, "Osmanlı Ermenilerinin soykırıma kurban gittiklerini" öne süren ve bu iddianın Bush yönetimince resmen tanınmasını öngören bir karar tasarısının 20 Nisan'da ABD Kongresi'ne sunulacağını bildirdi.
Amerika Ermeni Asamblesi (AAA) Başkanı Vartian, söz konusu tasarının Ermeni örgütleri, Ermenistan'ın Washington Büyükelçiliği ve Temsilciler Meclisi'ndeki Ermeni Dostluk Grubu tarafından Kongre'de düzenlenecek "Soykırımın 90. Yıldönümünü Anma" toplantısında açıklanacağını söyledi.
Vartian, zamanlaması ve şekli aylardır tartışılan, kabulü halinde Türk - Amerikan ilişkilerinde ciddi sıkıntı yaratabilecek olan tasarının, "2000'dekine benzeyeceğini" açıkladı. 19 Ekim 2000'de Temsilciler Meclisi'nde kabul aşamasına gelmişken, Clinton yönetiminin son dakika müdahalesiyle geri çekilen tasarıda, ABD Başkanı'nın "soykırım" iddiasına sahip çıkması ve ABD'li diplomatların bu konuda eğitilmesi isteniyordu.
"Başkan Bush'un da daha önce sözlük tanımını kullandığı soykırım sözcüğünü telaffuz ederek (2000'deki) sözünü yerine getirmesini istiyoruz" diyen Vartian'ın Milliyet'in sorularına cevaben görüşleri şunlar:
Neo-conlar size kızgın.
"Türk - Amerikan ilişkisi eskisi gibi güçlü değil. Bazı neo - con'lar Türkiye'ye kızgın ve 'bedel ödetme' arayışında. (Robert) Pollock'ın makalesi durumu iyi yansıttı. Bakalım yönetim tasarıya kuvvetle direnecek mi? Türkiye, bu konuda kazansa da kaybediyor. Tasarının, Türkiye'nin tehditleri üzerine geri çekildiğini herkes biliyor. ABD de er geç diğer ülkelerin yaptığını yapacak. Fransa 'soykırımı' tanıdı, ama Türk-Fransız ilişkileri eskisi gibi."
Tarihçiler karar verdi.
"Biz, 'Soykırım oldu mu?' sorusu temelindeki hiçbir çağrıya gelmeyiz. 'Konuyu tarihçilere bırakın' diyenler bilmeli ki, tarihçiler kararı çoktan verdi. Birçok ülkenin resmi arşivleri ve her milletten tarihçiler soykırım olduğunu yazıyor. Osmanlı arşivlerinde yeni çalışma yapılırsa, soykırım tezine destek verir."
Erivan'ın dış politikası.
"(Ermenistan'ın AB Büyükelçisi Çiteşyan), 'soykırımın sadece diasporanın (kopuntunun) sorunu olduğu' yönündeki sözünü Erivan'a bir danışsın. Soykırımın tanınması, Ermeni dış politikasının ana unsurlarındandır. Her 24 Nisan'da 1 milyon Ermeni (nüfusun üçte biri) Soykırım Anıtı'nda toplanır. Diaspora olarak Türk halkına düşmanlığımız yok. ASALA şiddetini AAA olarak hep kınadık."
Toprak bütünlüğü.
"Türkiye'nin soykırımı tanımasının doğuracağı somut sonuçlar olacaktır. Ancak bu sonuçları saptamak diasporanın işi değil. Erivan ve Ankara buna karar verebilirler. Toprak talebi sorunuza gelince, Ermenistan hükûmeti Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygı gösterdiğini açıkladı."
Normal ilişki şart.
"Ermenistan ile Türkiye, aralarındaki her konuyu konuşmalı. Sınır açılmalı. Bu Doğu Anadolu halkının da, Ermeni halkının da çıkarına. Soykırımın tanınması, Ankara-Erivan ilişkisinin normalleşmesi için koşul değil ve olamaz. İş, öncelikle sağlıklı diyalogda. Soykırım ancak Türk halkı bunu isteyip hükûmetini zorlarsa tanınır, dış baskıyla değil."
Orhan Pamuk...
"Türkiye yavaş yavaş değişiyor, tarihini tartışıyor. Öyle olmasa Orhan Pamuk ('1 milyon Ermeni öldürüldü' diye) konuşamazdı. 20 yıl önce bunu söylese tutuklanırdı. Şimdi bazı milliyetçiler hakkında fetva çıkarsa da, hükümetin bir şey yapmaması önemli. TCK'nin, 'Soykırım oldu' demeyi yasaklayan maddesi değişmeli ki, Türkiye tartışabilsin."
Liderlik yapmalısınız.
"Türkiye, Güney Kafkasya'da liderlik yapması gereken bir ülke. Bunun olmamasının tek nedeni, Karabağ sorununun Ankara-Erivan ilişkisine enjekte edilmesi. Türkiye, eğer Ermenistan'la ilişki kurarsa, Karabağ sorununun çözümüne de katkı yapar. AB de bunu istiyor."
Halklar tanışmalı.
"(TESEV'in yaptığı) araştırma, Türk ve Ermeni halklarının resmi eğitim ve cehalet sonucu birbirlerini ne kadar yanlış tanıdıklarını gösterdi. Bu değişmeli. Ermeniler ile Türkler arasında, öğrenci, gazeteci, hukukçu, öğretmen, akademisyen değişimi ve turizm hemen başlamalı."

TÜRK-ABD İLİŞKİLERİ

31 MART 2005 - MGK Genel Sekreteri Alpogan'dan ABD yönetimine mesaj: 'Türk-ABD ilişkileri bir günde bozulamaz'
Alpogan, Türk-Amerikan İş Konseyi'nin düzenlediği yemekte yaptığı konuşmada, "Türkiye - ABD ilişkilerinin dibe vurduğu söylemleri temelsiz abartmalardır" dedi.
Millî Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri Büyükelçi Yiğit Alpogan, 50 yılda kurulup güçlendirilen Türkiye-ABD ilişkilerinin dibe vurduğu söylemlerinin "temelsiz abartı" olduğunu belirterek, "Bu ilişkiler bir günde kurulmadığı gibi, bir günde de bozulmayacak kadar sağlamdır" dedi.
Alpogan, Türk-Amerikan İş Konseyi (TAİK) tarafından Conrad Otel'de düzenlenen öğle yemeğinde "Bölgedeki Gelişmeler Işığında Türk-Amerikan İlişkileri" konulu bir konuşma yaptı. Haziran ayında ABD'nin Türkiye Büyükelçiliği görevinden ayrılacak olan Eric Edelman, Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Cüneyt Zapsu, ABD İstanbul Başkonsolosu David Arnett ve birçok diplomat da yemekte yer aldı.
'Söylenenler gerçek değil'
ABD yönetimine Edelman aracılığıyla önemli mesajlar veren Alpogan, bozulduğu söylenen Türk-ABD ilişkileriyle ilgili olarak şöyle konuştu: "İlişkilerin bugünkü durumu hakkında söylenenler gerçeği yansıtmamaktadır. Bugün Türk ve Amerikan halk katmanlarının derinlerine inmiş, karşılıklı güvensizlik havasından bahsetmek mümkün değildir. Türk-ABD ilişkilerinde kriz olduğu, ilişkilerimizin kötü bir aşamadan geçmekte olduğu, hele hele ilişkilerin dibe vurduğu türü söylemler temelsiz abartmalardır. Unutmamamız gerekir ki, bugünkü ilişkiler üzerine, 1964 Johnson mektubu, 1975 silah ambargosu krizleri dönemleriyle mukayese edilemez. İnsaf ölçüleri buna izin vermez."
Türklerin yüzde 82 oranında ABD'lilere karşı olduğunun söylenmesine rağmen, aslında sorunun niteliğine bakıldığında asıl oranın yüzde 19 olduğunu belirten Alpogan, "Bu Amerikan yönetiminin de farkında olduğu bir gerçektir. Böyle bir bulgudan hareketle sözde Ermeni soykırımı gibi Türk milletini karalayan, Türkleri katillerin çocukları mesafesine indiren bir karalamaya ABD yönetiminin yeşil ışık yakabileceğini düşünmüyorum" dedi. Irak'taki PKK mevcudiyeninin tasviyesinin Türkiye açısından önem taşıdığını vurgulayan Alpogan, "Bu konuda, şimdiye kadar ABD tarafından izlenen tutumunun bir zamanlama sorunundan ibaret bulunduğuna inanmak istiyoruz" diye konuştu.

AZNAVOUR ALMANYA DA TANISIN DEDİ

31 MART 2005 – Aznavour: ‘Almanya Ermeni soykırımını tanısın’.
Ermeni kökenli ünlü Fransız yazar, şarkıcı ve besteci Charles Aznavour (80), Türkiye ile Ermenistan’ın barışmasının en büyük hayali olduğunu söyledi.
Alman Die Zeit gazetesine bir makale yazan Aznavour ‘Artık Ankara’nın, Ermeni halkını toptan katliamını kabul etmesi zamanı gelmiştir’ dedi. ‘Türkiye, nesilden nesile bu kusurla yaşayamaz. İnanıyorum ki Türk hükûmeti, bu olayı kabul etmeyi kendi halkına borçlu’ diye yazan Aznavour, Almanya’nın da soykırımı tanımasını istedi. Fransa ve İsviçre’de Ermeni soykırımını tanındığına dikkat çeken Aznavour, ‘O zamanlar Almanlar, Türklere, ‘Doğru bulduğunuzu yapın’ dedi. Almanların soykırımı tanıması, büyük bir adım olacaktır. Çünkü o zaman müttefikleri de buna zorlanabilir. Türkler o zaman müttefikti, belki şimdi de öyledirler.’

01 NİSAN 2005 - “Türkiye'nin AB üyeliğinin arkasındayız.”
İsviçre Dışişleri Bakanı, 'Türkiye bölgedeki istikrar unsuru olarak güvenimizi hak ediyor' dedi
İsviçre Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey, resmi bir ziyaret için geldiği Türkiye gezisinin son ayağı olan İstanbul'da, Çırağan Sarayı'nda yaptığı konuşmada, ülkesinin Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğini sonuna kadar desteklediği mesajını verdi.
Calmy-Rey, Türklere de, haziranda düzenlenecek referandumda İsviçre halkı kabul ederse ülkesinin AB üyesi 15 ülkeyi kapsayan Schengen vize sistemine geçeceği müjdesini verdi. Bu gerçekleşirse, İsviçre'ye gitmek isteyenlerin ayrıca bir İsviçre vizesi almasına gerek kalmayacak.
Calmy-Rey, konuşmasında, Türkiye'nin, "İsviçre için de ilgi çekici olan AB üyeliğinin bütün bölgenin istikrarına katkıda bulunacağını" belirtti. Calmy-Rey, "Türkiye'nin üyeliği AB'nin kendi yapısı içinde kültürel ve dini kökleri açısından çok farklı halkları da özümseme yeteneğini kanıtlayacaktır" dedi. Calmy-Rey, "Türkiye, bölgedeki istikrar unsuru olarak gerçekten güvenimizi hak ediyor" şeklinde konuştu. "İsviçre'nin Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek için artık daha da kararlı olduğunu belirtmek anlamında bu ziyaretim bir göstergedir" diyen Calmy-Rey, İsviçre'de yaşayan ve çoğu anadili Kürtçe olan 80 bin Türk vatandaşının bu ülkedeki entegrasyonunu (uyumunu) çok başarılı bulduğunu bildirdi.
Ermeni sorunu.
Calmy-Rey, Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin İsviçre'nin tavrına yönelik bir soruya, şu karşılığı verdi: "Biz de İsviçre'ye İkinci Dünya Savaşı sonrasında kaçırılan fonların ne olacağıyla yüzleşmek durumundayız. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile de üzerinde anlaşmaya vardığımız konu; uluslararası bir uzmanlar komisyonunun bu sorunu ele almasıdır."

KİMSE SOYKIRIM DİYEMEZ

01 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? 1915’te yaşanan trajediye kimse soykırım diyemez.
Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan, 1948’de imzalanan ‘Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre, Ermeni trajedesinin soykırım kapsamına girmediğini söylüyor. Aktan’a göre, siyasi mücadeleler soykırım kapsamının dışında kalıyor.
Cevabını aradığımız soru şu: 1915’te ne oldu?
-1915’te tehcir oldu. Tehcir, bir halkın yaşadığı yerden alınıp başka bir yere götürülmesidir. Savaş içinde, tüm Türkiye’de olduğu gibi orada da gıda sorunu var. Salgın hastalıklar var. Ayrıca, Ermeni kafilelerini koruyacak çok fazla birlik de yok. Dolayısıyla, koca bir kafileyi korumak üzere çok az sayıda asker verebiliyorsunuz. Saldırılar oluyor. Bütün bunlar bir araya gelince, yola çıkanlarla Suriye’ye varabilenler arasında sayıca önemli bir farklılık bulunduğu görülüyor. Önemli olan, tehcir sırasında ne kadar insanın öldüğü.

01 NİSAN 2005 - Almanya'da Ermeni tasarısı ertelendi.
Almanya'da muhalefetteki Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU), Ermeni soykırımı iddialarının 90. yıl dönümü nedeniyle nisanda Meclis'e sunmaya hazırlandığı Ermeni tasarısını, Başbakan Gerhard Schröder'in mayısta İstanbul'a yapacağı ziyaret nedeniyle erteledi. Mitteldeutsche Zeitung'da yayımlanan haberde, Berlin'in ziyaretten önce Türk hükümetini öfkelendirmek istemediği görüşüne yer verildi. Haberde, CDU/CSU'nun hazırladığı tasarıda "soykırım" kelimesi kullanılmamasına rağmen, Türkiye'nin "Ermenilere yapılan saldırıları" kabul etmesinin istendiği hatırlatıldı.

FRANSA’YA BAKIN

01 NİSAN 2005 - Fransız'ın cinliği.
Fransa'da Türkiye'nin AB üyeliğine karşıt cephenin başını çeken iktidar ortağı Demokratik Birlik Partisi'nin (UDF) Başkanı François Bayrou, AB Anayasası'nın yurttaşlara, 1 milyon imzalı dilekçelerle "doğrudan politika yapmaları olanağını tanıdığını", böyle bir dilekçenin "Ermeni soykırımı"nın tüm AB'de resmen tanınmasını sağlayacağını ileri sürdü.
Fransız TF1 televizyonunda, Fransa'da 29 Mayıs'ta yapılacak anayasa referandumuyla ilgili sorulara cevap veren Bayrou, AB Anayasası'na "evet" demek gerektiğini savunarak, "Örneğin bu Anayasa, AB yurttaşlarına 1 milyon imza topladıkları takdirde Ermeni soykırımının bütün Avrupa'da resmen tanınmasını sağlama olanağını veriyor. Avrupa'da da Ermeni soykırımının yaraladığı ve bu konuya hassas 1 milyon insan var" dedi.
'Vatandaşın yetkisi yok'
Bayrou'nun çabasına rağmen, AB'nin işleyişi açısından yaşamsal öneme sahip olan ve onay sürecinde olan Avrupa Anayasası, AB vatandaşlarına karar alma sürecinde yetki vermiyor. Anayasa'da yer alan "toplu dilekçe başvurusunun" yer aldığı maddeye göre de, vatandaşların kararlara müdahale yetkisi sadece öneriyle sınırlı. Karar almada 'tekel', üye devletlere ait.

01 NİSAN 2005 - İsviçre'den yargısız infaz. Düşünceye tutuklama.
İsviçre'nin, bir toplantıda 'Soykırım yok' diyen Türk Tarih Kurumu Başkanı Halaçoğlu için 'gıyabi tutuklama' kararı çıkardığı ortaya çıktı.
Doğrudan demokrasi uygulamalarında klasik örnek olan İsviçre, Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili görüş açıklayan bir bilim adamı için tutuklama kararı çıkaran ilk ülke oldu.
Türk toplumunun davetlisi olarak Mayıs 2004'te Zürih'te katıldığı bir toplantıda "soykırım olmadığı" yönündeki görüşlerini resmî belgelerle açıklayan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun başı derde girdi. Zürih Kanton Savcılığı, Halaçoğlu hakkında Kanton'da Aralık 2004'te kabul edilen "Ermeni soykırımının kabul edilmesi" yönündeki kararın uygulanması kapsamında adli soruşturma başlattı. Şikâyet üzerine başlatıldığı öğrenilen soruşturmanın ardından Zürih Kanton Mahkemesi, Halaçoğlu hakkında "gıyabi tevkif müzekkeresi" çıkarıp uygulamaya koydu.
Kırmızı bülten.
Karar, İsviçre İnterpolü'nden kısa süre önce Ankara'ya gelen bir mesajla ortaya çıktı. Halaçoğlu'nun açıklamalarının kantondaki yasal düzenlemeye göre suç oluşturduğunu ve bu nedenle soruşturma açıldığını bildiren İsviçre, Halaçoğlu için İnterpol nezdinde "difüzyon veya kırmızı bültenle uluslararası arama yapılmasını sağlamak" için nüfus kaydı istedi.
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bilgilendirmesi üzerine Dışişleri Bakanlığı devreye girdi. Türk İnterpolü üzerinden gönderilen yanıtta, İsviçre'nin istediği bilgiler verilmedi. Ayrıca, soykırım konusunu tarihçilerin araştırdığı ve bu konuda görüş bildirmenin yasaklanmasının 'fikir özgürlüğüne müdahale' olduğu anımsatıldı. Yazıda, bu konuda gerçeklerin ortaya çıkmasını istemeyen çevrelerin siyasi kararlar aldıkları görüşüne de yer verildi.
İsviçre ise Türkiye'ye henüz bir yanıt vermezken, Halaçoğlu'nun, Zürih'e gitmesi halinde tutuklanmasının gündeme gelebileceği ifade edildi.
Benim yerim belli.
Gıyabi tutuklama kararından haberinin olmadığını belirten Halaçoğlu, şunları söyledi: "İsviçre'ye Türk Dernekleri Federasyonu'nun daveti üzerine gittim. Ankara'da ne söylediysem, hangi belgeleri gösterdiysem, orada da aynı şeyleri söyledim. Beni arayan varsa, nerede olduğumu herkes biliyor. Bir bilim adamının konuşması, demokratik bir ülkede engellenmek isteniyorsa çok ayıp."
16 ülke ve örgüt tanıdı.
Ermeni soykırım iddialarını resmen tanıyan devlet ve uluslararası kurumlar şunlar: Uruguay, Kıbrıs Rum Kesimi, Rusya, Yunanistan, Lübnan, Belçika, İsveç, Fransa, İsviçre, Arjantin, Kanada, Slovakya, Hollanda, Polonya ile Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Alt Komisyonu da 1985'te bu yönde karar aldı.
Almanya parlamentosunda genel görüşme yapıldıktan sonra tasarı komisyonlara geri gönderildi. Temmuzda karar alınması bekleniyor.
Belçika parlamentosu, soykırımı reddedenlere hapis ve para cezası verilmesini öngören kanun tasarısını kabul etti. Tasarı, senatoda da kabul edilirse ceza uygulamasına geçilecek.
Fransa'da da Fransız Sosyalist Partisi geçtiğimiz hafta içinde, soykırım iddialarını inkâr edenlerin cezalandırılmasını isteyen bir yasa tasarısını gündeme getireceğini açıkladı.
Fransa'da Yahudi soykırımını reddedenlerin cezalandırılmasına ilişkin bir düzenleme geçtiğimiz yıllarda kabul edilmişti.

TÜRK-ERMENİ ÇEKİŞMESİ

04 NİSAN 2005 - Türk - Ermeni çekişmesi kızışıyor.
Nisan ayı Ermeni soykırımı iddialarının Ankara'nın başını artan bir şekilde ağrıttığı bir aya dönüşmüş bulunuyor. Dünya Ermenileri, 1915 trajedisinin 90'ıncı yıldönümü nedeniyle bu yıl büyük bir anma atağına geçerlerken, Türkiye'nin de konuya yeni bir yaklaşım getirme çabasında olduğu gözden kaçmıyor.
Türkiye'nin bu çerçevede -son derece ihtiyatlı bir şekilde olsa bile- "Ermeni meselesi" üzerindeki peçeyi yavaş yavaş kaldırmaya başlaması ve iktidarı ve muhalefetiyle bu konuda alışagelinmiş yaklaşımın dışına çıkmaya hazır olduğunun işaretlerini vermesi, Ermeni diasporasında derin hoşnutsuzluğa yol açmış bulunuyor.
Diyet ödetme itirafı.
Hadiseyi somut bir "jenosit" eksenine kilitleme peşinde olan diaspora önderleri, bu vesileyle asıl baklayı da ağızlarından çıkarmaya başladılar. Başka bir ifadeyle, konuya "Ermeni soykırımına adil çözüm" başlığı altında yaklaşan diaspora, amacın Türkiye'ye sadece "tarihi bir gerçeği" kabul ettirmek değil, aynı zamanda bir "diyet ödetmek" olduğunu açıkça ifade etmekten artık çekinmiyorlar.
Kendi tanımlamasına göre "Amerikalı Ermenilerin en büyük ve en etkin kuruluşu olan" Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi'nin (ANCA), ülkedeki tüm Ermeni örgütlerine geçen hafta gönderdiği bir mektup, bunu, daha önce görülmemiş bir netlikle, ortaya koyuyor.
Mektuptaki 'plan'
Avrupa'daki Ermeni örgütleriyle de yakın işbirliği içinde olan ANCA'nın mektubuna göre, Türkiye, "ABD Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon'daki yandaşlarıyla hareket ederek", Ermeni davasının kazandığı ivmeyi kırmak amacıyla kurnaz bir kampanya başlatmış bulunuyor.
Bu kampanyanın özünde ise "herhangi bir yasal sorumluluk taşımadan soykırımı tanıma" taktiğinin (recognition without consequence) yattığı iddia ediliyor. ANCA'ya göre, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın girişimiyle birkaç yıl önce kurulan ve "kendilerini kullandıran bazı Ermenilerin" de dâhil olduğu Türk-Ermeni Uzlaşma Komitesi (TARC) tarafından yaptırılan bir araştırma bunun en büyük kanıtı.
Geriye dönük olmaz.
Eski TARC üyesi emekli büyükelçi ve dış politika yazarı Gündüz Aktan'ın da hafta içinde Radikal'deki sütununda sözünü ettiği New York merkezli "Uluslararası Geçici Adalet Merkezi"nin (International Center for Transitional Justice) 03 Şubat 2003 tarihli raporu özetle şu sonuca varmıştı:
"1915 olayları meydana geliş şekli itibariyle soykırım tanımlamasına girmektedir. Ancak 1948 tarihli BM Soykırım Konvansiyonu bu konuda 'retroaktif' olarak (yani 'geriye dönük' olarak) işletilemez."
Aralarında emekli Büyükelçi Özdem Sanberk ve emekli Korgeneral Şadı Ergüvenç'in de yer aldığı TARC'ın Türk üyeleri bu bulguyu, bekleneceği gibi, reddetmişlerdi. Ancak, işin ilginç yanı, soykırımın olduğunu belirtmesine rağmen, ICTJ'nin bu raporuna en hararetli karşı çıkış, Taşnaklar'ın güdümündeki diaspora Ermenilerinden gelmişti.
Ermeniler itiraz etti.
Nedenini ise ANCA adına geçen hafta yapılan açıklamadaki şu satırlar net bir şekilde ortaya koyuyor:
"Ermeni cemaatinin önderleri olarak bizler bu 'sorumluluk taşımadan tanıma' formülünün ahlaki ve yasal temelden yoksun olduğunu biliyoruz. Günümüz Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun vârisidir... Bu sıfatıyla da, katliama uğratılan, mallarına el konan ve 3 bin yıllık topraklarından sürülen Ermeni milletinin zararlarını telafi ve tazmin etmek konusunda yükümlüdür."
ANCA'ya göre, 1948 Soykırımı Konvansiyonu da hiç de öyle iddia edildiği gibi "geriye işletilemez" değildir. ANCA'nın mektubuna göre bunu söyleyenler arasında, başta BM İnsan hakları Komitesi eski Genel Sekreteri Dr. Alfred de Zayas olmak üzere, "çok sayıda saygın bilim adamı" bulunmaktadır.
Almanya örneği var.
İyi de, ANCA yetkililerinin bilmedikleri bir şey var. Almanya daha geçen yıl, 1904'te -o sırada kendi kolonyal idaresinde olan- Namibya'daki Herero milletine karşı soykırım uyguladığını resmen kabul etmiş, ama Hereroların bugün istedikleri 4 milyar dolar tutarındaki tazminatın ödenemeyeceğini, çünkü 1948 Konvansiyonu'nun geriye dönük olarak işletilemeyeceğini belirtmişti. Batı âlemi de bunu sessizce kabul etmişti.
Her zaman savunduğum bir şey olmuştur. Ermeni meselesinin üzerindeki sis perdesi kalktıkça biz Türkleri memnun etmeyecek çok sayıda gerçekle karşılaşacağız. Ancak, hiçbir tarihi konu siyah-beyaz değildir. Ermeniler de, bugün varoluş nedenlerini bağladıkları tarihe daha nesnel bir açıdan bakmaya başladıklarında, 1915 olaylarının doğru anlaşılması için kaçınılmaz olan çok sayıda gerçekle karşılaşacaklar.
Gerçekle yüzleşme.
Sonuçta, Kafkasya'dan Kilikya'ya uzanan ve Taşnaklarla Hınçakların hiç de o kadar masum olmadıklarını ortaya koyan bir tarihten söz ediyoruz burada. Bütün bunların belgeleri de ortada. Tarih "bütünlüklü" olarak ortaya çıkacaksa bunların da hesaba katılması gerekecek. Bu da zaten tarih yazmanın "metodolojik" zorunluluğudur. Türklerle Ermeniler arasındaki uzlaşma gerçekten olacakta, bu karşılıklı olarak gerçeklerle yüzleşmenin "travmasından" doğacaktır. Şu anda belli bir hedefe kitlenmiş olan Ermeni diasporasının paniği işte bundan kaynaklanıyor.

SOYKIRIM YOKTUR

05 NİSAN 2005 - Kabul edilemez çünkü yok.
Emekli Büyükelçi, eski Dışişleri Bakanı ve Hürriyet yazarı İlter Türkmen, ‘Türkiye’nin soykırımı kabul etmesi beklenemez çünkü ortada soykırım yok’ dedi. Türkmen, ‘Ermeni tarihçilere bakarsanız, onlar hiçbir şey yapmamışlar’ diye konuştu.
1915’te ne oldu?
-1915’te ne olduğu, tarihçiden tarihçiye değişiyor. Ben tarihçi değilim ama okuduklarımdan görebildiğim kadarıyla, Osmanlı İmparatorluğu soykırım olarak nitelendirilebilecek bir hareket yapmadı. Bir tehcir kararı alınmıştı ve bu tehcir kararı zaten bütün Ermenileri kapsamıyordu. Dolayısıyla, bütün Ermenileri hedef alan bir karar değildi.
Biliyorsunuz, o dönemde savaş vardı ve Ermeniler de Rus ordularına katılmış, onların gölgesinde katliamlar yapıyorlardı. Ruslar çekildikten sonra bu katliamlar daha da arttı. Bu arada elbette Ermenilerden de ölenler oldu. Kış şartları, açlık, hastalıklar ve uzun yol, tehcir sırasında pek çok Ermeninin de ölümüne sebep oldu. Ermeni tarihçilere bakarsanız, onlar hiçbir şey yapmamışlar, Osmanlı da sanki tehcir kararını durup dururken almıştır gibi bir hava görürsünüz.
Bu durumda tarihçiler bir çözüm bulabilir mi bu meseleye?
-Türk Tarih Kurumu Başkanı, ellerinde konuya dair pek çok belge bulunduğunu, bütün dünya arşivlerini araştırdıklarını ve bunun soykırım olmadığını ispat edebileceklerini söylüyor. Hatta ilgili bütün taraflarla birlikte meselenin Birleşmiş Milletler tarafından kurulacak bir komisyonda tartışılmasını istiyor. Birleşmiş Milletler, tarihçileri dinleyip de bir karar veremez. Önce muhtelif ülkelerin tarihçileri bir araya gelmeli ve mutabık kaldıkları belgeler üzerinde tartışmalı. Çünkü belgelerin bir kısmı sahte olabiliyor.

TEHCİR

05 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? 1915’teki trajedi işte bu tehcir kanunuyla başladı.
Osmanlı'nın "millet-isadıka" (sadık millet) diye nitelediği Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslarla işbirliği yapan milliyetçi Ermeni çetelerini destekleyebilecekleri gerekçesiyle Anadolu' Hürriyet, son günlerde çok fazla tartışılan Ermeni sorununun üstündeki sis perdesini kaldırıyor. Hürriyet, Ermeni sorununun üstündeki sis perdesini kaldırıyor. Herkesin üzerinde tartıştığı Tehcir Kanunu nedir, amacı neydi, nasıl ve kimlere uygulandı? Tehcir kararı alındığı sırada Osmanlı Devleti hangi siyasal ve askerî koşulların baskısı altındaydı? Tehcir edilenler, nereye ve hangi şartlarda gönderildi?
Gönderilen insanların ne kadarı yerine ulaşabildi, ne kadarı yollarda öldü veya öldürüldü? Tehcir ve sonrası hakkındaki temel görüş ayrılıkları nelerdir? Tarihçiler, diplomatlar ve Türkiye Ermenileri 1915’i tartışıyor.
23 Ocak 1913’te o ünlü Babıali Baskını ile iktidarı yeniden ele geçiren İttihat-Terakki yönetimi, Balkan bozgununun acısını hiç değilse bir miktar hafifletmek için askeri tedbirler almaya başladı. Yönetimdeki Talat, Enver ve Camal Paşaların Almanlara yönelik sempatisi, yeni hükümetin politikasının da esası olacaktı.
Enver Paşa, Almanlar safında girilecek savaşın en azından Turan hayallerini gerçekleştirmeye yardım edeceğini düşünüyordu. Osmanlı Devleti, 20 Temmuz 1914’te tarafsızlığını ilan ettiği halde, İngiliz gemilerinin kovaladığı ‘Goeben’ ve ‘Breslau’ adlı iki Alman zırhlısı, Enver Paşa’nın izniyle Türk kara sularına girecekti.
İtilaf devletlerinin protestoları karşısında ise bu iki zırhlının Osmanlı Devleti tarafından satın alındığı duyurulacak, ‘Yavuz’ ve ‘Midilli’ adları ile donanmaya dâhil edilecekti.
ÜÇ CEPHEDE SAVAŞ
Donanma Komutanlığı’na getirilen Amiral Souchon, Enver Paşa’dan aldığı yazılı izne dayanarak Türk bayrağı çekilen Yavuz ve Midilli’yi de alıp Karadeniz’e açılacak ve başta Sivastapol olmak üzere Rus limanlarını bombalayacaktı. Bunun üzerine Ruslar 02 Kasım 1914’te Osmanlı’ya savaş ilan edecek, İngilizler de 03 Kasım’da Çanakkale’yi topa tutacaklardı.
Balkan bozgununun yorgunluğunu ve moral bozukluğunu üzerinden atamayan Osmanlı ordusu, üç cephede birden yeniden savaşa girmişti. Çanakkale’de 1’inci ve 2’nci Ordu, Kafkaslarda 3’üncü Ordu, Suriye ve Filistin cephesinde ise 4’üncü Ordu görev yapıyordu.
Ermeni meselesi, 3’üncü Ordu’nun temel problemiydi. Balkanlar’daki milliyetçilik hareketlerine paralel bir biçimde, Osmanlı tarafından ‘millet-i sadıka’ (sadık millet) olarak tanımlanan Ermenilerden bazıları, bağımsız bir Ermenistan kurma hayali ile öteden beri örgütleniyorlardı. Özellikle, ‘93 Harbi’ olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında milliyetçi Ermeni çeteleri, Ruslarla işbirliği yaparak büyük hayal kırıklığına sebep olmuşlardı.
İşte 1914 yılında Ruslarla yeniden savaşa giren 3’üncü Ordu’nun en büyük sorunu, cephe gerisinin güvenliği ve lojistik desteğin sürdürülebilmesiydi. Daha önce, II. Abdülhamit tarafından Kürt aşiret reislerine kurdurtulan ‘Hamidiye Alayları’nın bölgede yarattığı terör, Müslüman halkla Ermeniler arasında gerginliği iyice artırmış, milliyetçi Ermeni çetelerinin isyanları ise işin iyice tuzu biberi olmuştu.
AYDINLARA TUTUKLAMA
Bölgede çetelerin kışkırttığı sivil halkın birbirine girmesi için gereken kıvılcım Rus savaşıyla çakılmıştı. Üstelik o sırada Osmanlı ordusunda pek çok Ermeni asker mevcuttu. Enver Paşa, ilkin bu Ermeni askerlerin silahsızlandırılması emrini verdi. 18 Mart’taki Çanakkale Savaşı’ndan kısa bir süre sonra, milliyetçi Ermeni örgütlerinin Van’da başlattıkları isyan üzerine İttihatçı yönetim yeni tedbirler aldı. Bunların ilki, 24 Nisan’da İstanbul’da yayımlanan Ermeni gazetesi ‘Azamart’ın bürosunu basmak ve aralarında doktor, yazar, gazeteci ve milletvekillerin de bulunduğu Ermeni aydınlarından iki binden fazla kişiyi tevfik etmekti. Bunların önemli bir bölümünden bir daha haber alınamayacaktı.
Arkasından, Enver Paşa, İçişleri Bakanı Talat Paşa’ya, 02 Mayıs 1915 tarihinde bir telgraf çekerek, bölgede yaşayan Ermenilerin ya Rus ordularının üzerine ya da Anadolu’nun muhtelif bölgelerine doğru sürülmesini talep ederek şöyle dedi:
‘Bir mahzur yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen Müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim.’
Yani daha Tehcir Kanunu çıkmadan, Ermeniler göç ettirilmeye başlanmıştı. Padişah Mehmet Reşat imzalı ve 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu, sadece bunu resmi hale getiriyordu. Kendilerine tanınan süre iki haftaydı. Kıymetli eşyalarını yanlarına alabilecekler, geride kalan mülkleri ise mahalli yönetimler tarafından satıldıktan sonra parası kendilerine ulaştırılacaktı. Devlet, sürgün güzergáhındaki güvenliği sağlamakla kalmayıp beslenme ve sağlık gibi temel ihtiyaçları da karşılayacaktı. Ne var ki, kimi yerlerde Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde bulunan Topal Osman gibi çete reislerinin kafilelerin güvenliğini sağlamakla görevlendirilmeleri, ölümleri de beraberinde getirdi. Ermeni kafilelerinin yanlarında, altın gibi değerli eşyalar taşıdıkları dedikodusu ise yağmacıların iştahlarını kabartan ana unsurdu.
TALAT PAŞA’NIN ANILARI
Talat Paşa, hatıralarında duyduğu pişmanlığı şu sözlerle dile getirecektir:
‘Esas itibariyle askeri bir ihtiyat tedbirinden başka bir şey olmayan tehcir, vicdansız ve seciyesiz (karaktersiz) insanların elinde bir facia şeklini almıştır. Maksadım bu hareketlerin çirkinliğini gizlemek değildir.’
Talat Paşa’nın bu sözleri geç gelen bir saptamaydı. Pişmanlık dolu bu sözler kayda geçirildiğinde, onbinlerce masum Ermeni yurttaş yollarda ölmüştü. Milliyetçi Ermeni çetecilerin saldırılarında da binlerce masum Müslüman katledildi.
Öyle ki, İttihat-Terakki’nin dışında kalmaya büyük özen gösteren Mustafa Kemal, Misak-ı Milli’ye tehcirin sorumluları için bir ‘tecziye’ (cezalandırma) maddesi koyacaktır. İzmir Suikasti esnasında ünlü İttihatçılar’ın yargılanmaları ve bazılarının idam edilmesi biraz da bunun sonucuydu.
Biz bu yazı dizisinde, 1915 yılında ne olduğunu, konunun uzmanlarına sorduk ve bütün görüşlerin yansıtılması için çaba harcadık.

Üç maddelik TEHCİR KANUNU
1.Sefer vakti ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri ve bağımsız garnizon kumandanları ahali tarafından herhangi bir suretle hükûmet emirlerine ve memleket müdafaasına ve asayişi muhafazaya ilişkin icraat ve tertibata karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve direniş görürlerse hemen askeri kuvvetler ile en şiddetli surette cezalandırma ve tecavüz ve mukavemeti esasından imha etmeye izinli ve mecburdurlar.
2.Ordu, kolordu ve tümen komutanları askeri icaplardan ötürü veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri köyler ve kasabalar ahalisini tek tek veya toplu halde diğer mahallere sevk ve iskân ettirebilirler.
3.Neşri tarihinden muteberdir.
TÜRKİYE VE ERMENİSTAN’DA EŞZAMANLI YAPILAN ANKETİN SONUÇLARI
Çoğunluk sınır açılsın diyor.
TESEV ile HASA’nın Türkiye ve Ermenistan’da eşzamanlı olarak yaptığı anket, her iki ülke insanlarının da sınır kapılarının açılmasından yana olduğunu ortaya çıkardı. Yine ankete göre iki ülkede de büyük çoğunluk, diplomatik ilişki kurulmasını istiyor.
Ermenistan ile Türkiye arasındaki sınır kapılarının açılmasını onaylama oranı Emenistan’da yüzde 62.7, Türkiye’de ise yüzde 50.9 gibi yüksek bir rakamı buluyor. ‘Sınır kapıları açılmasın’ diyenler Ermenistan’da yüzde 31.1, Türkiye’de ise 32.2’de kalıyor. İki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmasını isteyenlerin oranını da yüksek. Diplomatik ilişki kurulmasını isteyen Ermenistanlı katılımcıların oranı yüzde 87.7. Türkiyeli katılımcıların yüzde 64.6’sı da konuya olumlu yaklaşıyor.
Türklerin yüzde 51.2’sinin Ermeni arkadaşı olduğunu ortaya koyuyor. Türk arkadaşı olan Ermenilerin oranı ise yüzde 28. Anket, Türklerle şu veya böyle temas kuran Ermenilerin daha olumlu bir tutum içine girdiğini somut bir biçimde gösteriyor.
Karşılıklı arkadaşlık kadar etkili olan bir başka unsur, karşılıklı seyahat. Şu veya bu nedenle Türkiye’yi ziyaret etmiş, bir süre kalmış bir Ermenistan yurttaşı, ‘olumsuz’ düşüncelerini değiştirmemekle birlikte, ‘çok olumsuz’ kategorisinden hızla uzaklaşıyor. Türkiye’ye hiç bulunmayanların Türkler hakkındaki ‘çok olumsuz’ düşünceleri yüzde 28.5’te seyrederken, Türkiye’de bulunmuş insanlarda bu oran yüzde 10.5’e düşüyor.
Bir başka çarpıcı sonuç da, Türkiye ve Ermenistan halklarının ilişki düzeyini tespit etmeye yönelik sorunun cevabında gösteriyor kendisini. Her iki ülkenin insanları, Türklerle Ermenilerin birbirleriyle iyi geçinmek istemediğini düşünüyor. ‘Genellikle sevmezler’ diyenlerin Ermenistan’da yüzde 51.3’ü, Türkiye’de yüzde 33.6’yı bulması, bunun göstergesi.

PAPA NEYİN PEŞİNDE

05 NİSAN 2005 - Papa Jean Paul II ve Ermeni iddiaları.
Papa'nın ölümünün ardından gazetelerde yazılanları okuyoruz. Birçok yorumcu Papa'nın dünya barışı için öneminden, dinler arası düşmanlıkları yok etmeye yönelik eylemlerinden övgüyle söz ediyor.
Ölünün ardından kötü konuşmak bizim dinimizde hoş görülen bir şey değil elbette.
Ama arşivlerde kaybolup gitmiş bazı gerçeklerin de yeniden hatırlanmasında yarar var.
İlk resmî destek.
Ermeni soykırımına ilişkin iddialar yakın bir geçmişe kadar genellikle liberal, sol ve yeşil siyasi görüşlere mensup kişiler tarafından dile getirilirdi.
Papa bunu değiştiren kişi olarak tarihe geçti. Artık Ermeni iddiaları, onun girişimleri sonucunda "Katolik" tutucular tarafından da destekleniyor.
Katolik dünyasının "Ermeni soykırımı" iddialarına verdiği ilk resmi destek, Papa ile Ermenistan Patriği Karekin II'nin Roma'daki buluşmalarında oldu.
Uluslararası alanda yayıldı.
09 Kasım 2000 tarihinde yapılan ortak açıklamada "Ermeni soykırımı" ifadesi ilk kez kullanıldı. İstanbul Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan, 12 Kasım 2000 tarihinde Papa'ya bir mektup göndererek iddiaları yanıtladı.
"Bu konuda bir açıklama yapılmadan önce bizim de görüşümüz alınsa iyi olurdu" dedikten sonra şunları yazdı: "İncil bize kalbimizden nefret duygularımızı atmamızı ve diğer insanlarla iyi geçinerek bir arada yaşamamızı emrediyor.."
Siyasi sonuçlar ortada.
Papa ve Karekin'in ortak bildirilerinin ardından Lübnan'daki Ermeni başpapazı, Dünya Kiliseler Konseyi'nde önemli bir göreve seçildi ve bunun ilk siyasi sonucu da İsviçre'de ortaya çıktı.
Daha önce parlamentosunda "Ermeni soykırımı" iddialarını reddeden İsviçre, Piskoposlar Konferansı'nın tavsiyesiyle 16 Aralık 2003 tarihinde "Ermeni soykırımını" resmen tanıdı!
Bu, Ermeni iddialarının dini gerekçelerle uluslararası alanda kabul gördüğü ilk örnek oldu.
Papa Jean Paul II'yi ebedi istirahatgâhına yolcu ederken bu gerçeği de bir daha hatırlatayım diye düşündüm.
Başbakan isimleri açıklamalı
William James, "The Principles of Pyschology" isimli eserinde, 1890 yılında şöyle yazmış: "Eğer bir cezalandırma yöntemi olarak suçlunun serbest bırakılması ama toplum üyelerinin onun yüzüne bile bakmaması ve onu tümüyle dışlaması gibi bir yol keşfedilmiş olsaydı ve bu, fiziksel olarak da mümkün kılınsaydı, bu yöntemden daha zalimce bir cezalandırma olamazdı. Bir odaya girdiğimizde kimse dönüp bakmasa, sorduğumuzda yanıtlamasa, herkes bizi tamamen görmezden gelse ve bize aslında orada yokmuşuz gibi muamele edecek olsa, çok geçmeden içimizde büyük bir öfke ve ümitsizlik uyanır, bedensel işkencenin en zalimi ancak geçirebilir bunun acısını.." (Alain de Botton'un Statü Endişesi isimli kitabından aktardım. Sel Yayıncılık. Türkçesi: Ahu Sıla Bayer.)
Etkili olabilir.
Türkiye'de "büyük hırsızların" hiçbir zaman cezalandırılmadıklarını biliyoruz.
James'in bu sözlerini okurken, acaba toplum olarak "hortumcu" deyip geçtiğimiz insanlara karşı böyle bir cezalandırma yöntemi uygulayabilir miyiz diye düşünmüştüm.
Gerçekten de çok etkili olabilirdi.
Bugün hepsi, hiçbir şey olmamış, bütün o suçlar işlenmemiş gibi toplumun içinde saygın insan muamelesi görenlere karşı uygulayabileceğimiz bir yöntem...
İş takibi yapanlar kim?
Pazar günü Hürriyet'te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Fatih Altaylı'ya verdiği röportajı okurken James'in önerisi bir kez daha aklıma geldi.
Başbakan, gazetecilik mesleğini kullanarak, gazeteciymiş gibi kendisinden randevu isteyen ve iş takibi yapan gazetecilerden söz ediyordu.
Cezalarını kendince verdiğini ve onların randevu taleplerini artık yanıtlamadığını söylüyor, ama bu gazetecilerin kimler olduklarını ısrarla açıklamıyordu.
Başbakan'ın isimleri ısrarla gizlemesi, ama buna karşın bütün gazetecileri zan altında bırakacak türden sözler söylemeye devam etmesi doğru bir tutum değil.
O kişiler korunuyor.
Bu tür insanların kim olduklarının, amaçlarının ne olduğunun herkes tarafından bilinmesinde kamu yararı var.
Herkes onların kim olduklarını bilirse, yazdıklarını o gözle okuyabilir ve kamuoyunun yanıltılmasının önüne ancak böyle geçilebilir.
Biz de meslektaşlar olarak, James'in önerdiğine benzer bir yöntemle onları tecrit ederek cezalandırabiliriz.
Başbakan'ın sahip olduğu her bilgiyi kamuoyuyla paylaşmasını elbette beklemiyoruz.
Ama burada kamuoyunun yanıltılması, yanlış yönlendirilmesi sonucunu doğuracak, mesleğin kötüye kullanıldığını gösteren bir olay var ve Başbakan bunu herkesle paylaşmak zorunda.
Paylaşmamaktaki ısrarının, o kişileri koruma sonucu doğurduğunu Başbakan görmeli.

NE YAPMALI?

05 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? Ermeni’ye kız verir misiniz?
Ankette "Biribirinize kız verir misiniz" sorusunu Türklerin yüzde 68'i, Ermenilerin de yüzde 94'ü "Vermem" diye yanıtladı. Anket sonucu ilginç. "Fark etmez" diyenlerle birlikte düşünüldüğünde, Türklerin yüzde 26'sı "Kız veririz" diyor. Ermenistan'da ise "Olmaz" diyenler yüzde 94.
Yapılan bir anket bu soruya yanıt aradı. ‘Fark etmez’ diyenlerle birlikte düşünüldüğünde, Türklerin yüzde 26’sı ‘veririz’ deiyor. Yüzde 68’lik kesim ise ‘Hayır Ermeni’ye kız vermem’ cevabında ısrar ediyor. Peki ya Ermeniler bir Türk’e kız verir mi? Orada durum çok daha vahim. Ermenistanlı katılımcıların yüzde 94’ü karşı çıkıyor buna. ‘Fark etmez’ diyenlerin oranı sadece yüzde 3.6.

05 NİSAN 2005 - Ne yapmalı?
03 Nisan tarihli Hürriyet Pazar’da yayınlanan ‘Haçlı Kafasından Kurtulmak İçin’ başlıklı yazımdan sonra dünyanın en zor sorusunu kendime soruyorum: Ne yapmalı?
Türklerin Ermeni soykırımı yapmadığını bilmiyor mu dünya? Biliyor! Doğu Anadolu’da Çarlık Rusya-Ermeni, Kilikya’da Fransız-Ermeni işbirliğini ve kışkırtmasını bilmiyor mu Avrupa? Biliyor! Ermenilerin Protestan Kilisesi tarafından kışkırtıldığını, Protestan rahip ve misyonerlerin kendilerini kurtarmak için, başarısızlıklarını örtbas etmek için önyargılı ve taraflı raporlar yazdıklarını bilmiyorlar mı? Biliyorlar! Günümüzde de Ermeni soykırımı dalaveresinin arkasında gene Protestan kilisesi olduğu ve bu fesadın başını Alman Protestan Kilisesi’nin çektiği bilinmiyor mu? Biliniyor!
Ruslar, Fransızlar, ABD’liler ve Protestan Kilisesi, kendi yalanlarını ve kendi günah paylarını bilmiyorlar mı? Biliyorlar!
Bunların hepsi 1919’dan kalan bir hesabın ve intikamın peşinde değiller mi?
Mersin’deki bayrak çiğneme ve yakma girişimiyle ilgili yapılan yorumlar insanı çileden çıkartıyor. Yok çocukmuş, yok derin devletmiş, yok karanlık güçlermiş.
Kimliği belirsiz biri 14 yaşındaki delikanlıya ‘Yak şunu!’ diye bayrağı uzatacak, o da kendisine söyleneni yapacak. Biri gelip elindeki bir teneke benzini o 14 yaşındaki çocuğa uzatıp ‘Şunu evinize dök ve kibriti çak!’ dese kendisine söyleneni yapacak mı? Kışkırtma varsayımını öylesine abarttılar ki neredeyse orada ne işi vardı diye bayrağa kızacaklar! 14 yaşındaki erkek artık çocuk değildir. Neden ‘Bayrağı yak!’ diye uzatan adamın üzerine yürümüyor ya da büyüklerine haber vermiyor da büyülenmiş gibi adamın dediğini yapıyor?
Avrupa Birliği ve ABD, Ermeni ve Kürt sorunlarında Wilson prensiplerini yeniden gündeme getirdi. Kıbrıs sorunu Rum ve Yunan tarafının istediği gibi çözümlendikten sonra, AB-Türkiye görüşmeleri sürecinde Kürt sorunu ‘Federasyon’ kılığında masaya gelecek; ardından eğer ‘Federasyon’ zokası yutulursa, görüşmelerin sonuna doğru Ermeni sorunu gelecek masaya. Böyle olup-olmadığını anlamak için konuşkan uzmanları dinlemeye gerek yok.
Bilerek ya da bilmeyerek Türkiye karşısında yabancı çıkarlarını savunanların, Türkiye’yi ve çıkarlarını korumak isteyenlerin tepkilerini paranoya ve milliyetçi hezeyan olarak tanımlamalarının utancını da yaşamak zorundayız. Bu yozlaşmanın dünya basınında bir benzerini bilen varsa lütfen bana haber versin.
Peki, bizim bu durumda ‘Peki ne yapmalı?’ sorumuz saflık değil de nedir? Avrupa, Türkiye’yi yeterince tanımıyormuş!.. Hadi canım sen de!
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Cumhuriyet’in imalat hatası bazı yazarlarımız yurtdışında ve yurtdışına Türkiye aleyhine fetvalar verirlerken; kimdir bilmediğim Mustafa Akyol gibileri ‘National Review’, ‘The Weekly Standart’ adlı yayın organlarında, Cumhuriyetçi (Atatürkçü, Kemalist ve laik), özgürlükçü ve bağımsız yazarları ABD kamuoyuna ve yönetimine azılı ABD düşmanı olarak gammazlarken işimiz çok zor.
Bunca gaddarlık, dedikleri gibi, demokratikleşme adına yapılıyorsa, bu, demokrasiyi rezilleştirmekten başka bir işe yaramaz, yaramıyor!

07 NİSAN 2005 – Soykırım iddiaları tartışılıyor.
Faruk Bilgin’in sunumuyla ekranlara gelen ‘Türk Kahvesi’nde bu gece, soykırımı iddialarıyla gündeme gelen Ermenilerin farklı bir yönüne dikkat çekilecek. Programa, Ermeni araştırmaları ile tanınan Prof. Dr. Cevdet Küçük konuk olacak ve ‘Ermeniler ne zamandır Anadolu’da yaşıyor?’, ‘Türkler ne zaman Ermenilerle karşılaştılar?’, ‘Osmanlı dönemine kadar ilişkileri nasıldı?’ gibi birçok soruya yanıt aranacak.

EDEBİYATÇI DİKKATLİ KONUŞMALI

08 NİSAN 2005 - BATUR: Edebiyatçı dikkatli konuşmalı.
Orhan Pamuk'un Ermeni yorumu için edebiyatçı Enis Batur, "Bir konuda bilimsel anlamda ikilemler sürerken bize söz düşmez" dedi
'Elma" adlı kitabı, müstehcenlikten 2001'de toplatılan şair ve yazar Enis Batur, Ermeni meselesiyle şimşekleri üzerine çeken Orhan Pamuk'un "cümleleri daha dikkatli kurması gerektiğini" söyledi.
Vatan Kitap'a konuşan Batur, kendisinin de sık sık yurtdışı etkinliklere katıldığını anımsatırken, "Ermenileri katlettiniz mi? diye sorduklarında ne diyorsunuz?" sorusuna şu yanıtı verdi:
"Yaklaşık bir cevabım var. Muhakkak ki kaçamak tarafı var, ama ikiyüzlü değil. Birincisi, ben bir edebiyat adamıyım, tarihçi değil. Ancak tarihçilerin metinlerini izleyerek, onlardan kendime göre bir yorum yontabilirim. Tabloya baktığım zaman da kesin bir durum yok. Çok yakın tarihçi arkadaşlarım var. Ahmet Kuyaş, Mete Tunçay. Ahbaplığım olan Halil Berktay. Bunlar aynı yorumları getirmiyor ki. Dolayısıyla şu anda sağlıklı bilgilere sahip değilim. Ama bütün okuduklarımdan şunu anlıyorum; burada soykırımı söz konusu değil."
Galatasaray Üniversitesi'nde 2’nci Dünya Savaşı soykırımı üzerine ders verdiğini de hatırlatan Batur, "Terminoloji son derece net. Dünya kamuoyu bu konuda ikiyüzlü davranıyor. Hiçbir Yahudi'ye 'Ermeni soykırımı' lafını kabul ettiremezsiniz, çünkü 'Soykırımı eğer oysa bizimki nedir?' diye sorarlar. Burada gerçekleştirilen şeyler katliam olabilir, kitlesel imha olabilir ama soykırımı oluşturan elementler burada tam değil. 'O zaman İstanbul'daki Ermeniler veya İzmir'dekiler niye yaşamaya devam etti'nin cevabı yok" dedi.
Batur, Pamuk'la ilgili şunları söyledi.
*Bir edebiyat adamının cümleleri kurarken bazı şeylere dikkat etmesi lazım. Rakam vermek doğru değil. Çünkü bu rakamları ne Orhan Pamuk, ne ben belgelerde gördük. Böyle bir çalışma yapmadık. Bu konuda bilimsel anlamda hâlâ ikilemler devam ederken bize söz düşmez. Kişisel görüşümüz olabilir, bunları dikkatli kelimelerle tabii ki söyleyeceğiz.
*Diyeceksiniz ki, bu kanıdaysa neden söylemesin? Söylersiniz de bunların sonucunda bir bedel var. Daha iyi seçilmiş kelimelerle hemen hemen aynısının söylenebileceğini düşünüyorum.
*Orhan Pamuk'a yapılan muamele hiçbir biçimde kabul edilemez. Tam bir linç girişimi bu. Yarın öbür gün meczubun biri Orhan'ı vurmaya kalkarsa?

SEZER: AYDIN DÜRÜSTLÜĞÜNE BAĞDAŞMAZ

08 NİSAN 2005 - Sezer'den mesaj.
Cumhurbaşkanı Sezer, Harp Akademileri Konferansı'nda yaptığı konuşmada, "Tarihsel olayları yorumlarken bilimsel nesnellikten uzaklaşmak, aydın dürüstlüğü ve tutarlılığıyla bağdaşmaz" dedi.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, "1 milyon Ermeni'yi, 30 bin Kürt'ü katlettik" diyen yazar Orhan Pamuk ve bazı kanaat önderlerine isimlerini anmadan göndermede bulunarak, "Tarihsel olayları yorumlarken bilimsel nesnellikten uzaklaşmak, aydın dürüstlüğü ve tutarlılığıyla bağdaşmaz" dedi. Sezer, dün İstanbul'daki Harp Akademileri Konferansı'nda yaptığı konuşmada özetle şu mesajları verdi:
TÜRKİYE VE DOSTLARI:
Türkiye, kendisine doğru diye dayatılmak istenen eğrileri kabul etmektense, eğrilmeyen doğrularını yaşamayı yeğleyecektir.
…….
TÜRKİYE'NİN KONUMU:
Ülkemiz, değişim ışığı veren Müslüman ülkelere örnek olarak gösteriliyor. Bölge için Türkiye mutlaka örnek gösterilecekse, ancak laik, demokratik ve hukuk devleti niteliği ile örnek oluşturabiliriz. Yakın tarihe bakıldığında, çevremizde geçiş dönemi örneği olarak, 'ılımlı İslam' modeliyle sıkça öne çıkartılan kimi ülkelerin, daha sonra kaçınılmaz biçimde radikal bir değişikliğe uğrayarak köktendinci bir rejime dönüştüğü görülmüştür.
ERMENİ SOYKIRIMI İDDİALARI:
Toplumumuzda kimi kanaat önderlerinin, tarihsel doğruluğunu hiçbir biçimde sorgulamadan, en aşırı iddia sahiplerinin yanında çekincesiz yer almayı seçmiş olmaları, üzüntü verici. Değerli devlet adamı İsmet İnönü'nün Lozan'da kendisini itham eden İngiliz Başdelegesi Lord Curzon'a hitaben söylediği 'Türk milletinin elleri bilhassa temizdir' cümlesinin arkasındayız. Tarihsel olayları yorumlarken bilimsel nesnellikten uzaklaşmak, aydın dürüstlüğü ve tutarlılığıyla bağdaşmaz.

YUSUF HALAÇOĞLU

09 NİSAN 2005 - “AB'nin adı 'Soykırım Yapanlar Birliği' olsun.”
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni soykırımı iddialarını, "Batılı devletlerin Türkiye üzerinde siyasi baskı kurmak için körüklediklerini" söyledi. Adana'da dün "Asılsız Ermeni İddiaları" konferansı veren Halaçoğlu, "Yaptığımız araştırmalar ve gösterdiğimiz belgelere rağmen bu propagandaya son vermiyorlar. Bu konuda hükümet yetkilileri, siyasi alanda restini çekmelidir. Çünkü Ermeni soykırımı iddialarını doğrulayacak hiçbir belge yoktur" dedi. Halaçoğlu, 1.5 milyon Ermeni katledildiyse, Türkiye'nin her yerinden toplu mezarlar çıkması gerektiğini ifade ederek, şöyle konuştu: "Ancak hiçbir toplu mezar ortada yok. AB'ye girmek için Türkiye'nin Ermeni soykırımı iddiasını kabul etmesi şartını getiriyorlar. Aslında bizden bu istekte bulunan Avrupa Birliği'nin adının 'Soykırım Yapanlar Birliği' olması gerekir."

10 NİSAN 2005 - Milliyet, Meclis'teki Ermeni oturumunun tutanaklarını açıklıyor. “Pamuk karışmasın!”
Meclis'te soykırım iddialarına ilişkin fikirlerini açıklayan Ermeni kökenli gazeteci ve yazarlardan Dabağyan, "Orhan Pamuk'u konuşturan var. Türk ve Ermeni'yi düşman etmek istiyorlar" dedi.
Ermeni kökenli gazeteci ve yazarlar, TBMM AB Uyum Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu üyeleriyle soykırım iddialarının ele alındığı toplantıda ilginç açıklamalarda bulundu. 05 Nisan'da basına kapalı yapılan toplantının komisyon tutanaklarını, Milliyet ele geçirdi.
Yazar Levon Panos Dabağyan, 1 milyon Ermeni'nin öldürüldüğünü söyleyen Orhan Pamuk için, "Niye karışıyor bu meseleye? O romanıyla ilgilensin" dedi. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, "Avrupa da vicdani bedel ödemeli" diye konuşurken, Yazar Etyen Mahçupyan, "Aynı durumda Ermeniler de Türklere aynı şeyi yapardı" diye görüş bildirdi.
YAZAR LEVON P. DABAĞYAN
Soykırım konusu uydurulmuştur.
"Orhan Pamuk niye karışıyor kardeşim bu meseleye? Pamuk'tan biz bir şey mi istedik?.. O romanıyla ilgilensin, ama Pamuk'u konuşturan var. Türkiye'de Türk, Kürt ve Ermeni düşman olsun isteniyor. Türkiye'de iç harp çıkarılmak isteniyor. Ermeni kuzu kuzu kullanılmak isteniyor... Madem Türklerle kardeşçe yaşıyoruz, neden parlamentoya iki Ermeni milletvekili konulmuyor? Niçin bizi din adamlarının eline bırakıyorlar? Bunlar oynanan oyunların birer parçası. Soykırım meselesi sonradan uydurulmuştur. Öyle bir şey yoktur. Tehcir vardır."

GAZETECİ HRANT DİNK
Komisyon çıkışı herkesi şaşırttı.
"Erdoğan ile Baykal'ın 'ortak komisyon' çıkışı dünyayı şaşkına çevirdi. Diaspora, 'Türkler uygarlaşamaz' diye düşünüyor... Türk Tarih Kurumu Başkanı'nız (Yusuf Halaçoğlu) 'Ermeniler toplu mezar biliyorsa göstersinler' diyorsa, Ermenilerin ruh haliyle dalga geçiliyor... (Alman) Hristiyan Demokrat Birlik Partisi lideri Angela Merkel, 'Türkiye'nin AB'ye girişine karşı nasıl kart kullanabilirim' diyor. Diaspora Ermenisine 'Merkel iyiliğiniz için yapmıyor' diyebilirim."
YAZAR ETYEN MAHÇUPYAN
Ermeniler de aynısını yapardı.
"Osmanlıların yerinde aynı durumda Ermeniler olsaydı, onlar da Türklere aynı şeyleri yaparlardı... Ben bunu yargılamaktan değil, anlamaktan yanayım... Tarih, Türkiye Devleti'nin şu ana kadar savunmuş olduğu pozisyonun lehine değil... Türkiye'nin akılsızca davranmaya hakkı yok. Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ı bir araya getirerek etkin politikalar üretmelidir. Diaspora hiç önemli değil. Türkiye'nin dikkate alacağı muhatabı da değil. Türkiye'nin ilk muhatabı Ermenistan'dır."
EMEKLİ BÜYÜKELÇİ ÖMER LÜTEM
Bu sorun ileride daha da büyüyecek.
"Avrupa Parlamentosu (AP), Türkiye'nin AB'ye girmesi için, 'Ermeni soykırımını tanıyın' diyecek. 14 ülkenin parlamentosunda Ermeni soykırımına ilişkin kararlar alındı. AP de 1987'de bu nitelikte bir kararı onayladı. Bu kararla 'soykırımı tanımazsanız, AB'ye giremezsiniz' söylenmiş oluyor... Türkiye, AP'nin kararları tavsiye niteliğinde olduğu için önemsemiyor, ama bu ileride büyük sorun olacak.

10 NİSAN 2005 - 'Soykırım' konusunda geri kaldık.
Gül: Çarşamba günü Meclis'te Ermeni soykırım iddiaları görüşülecek.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Türkiye'nin Ermeni soykırımı iddialarıyla mücadelede geri kaldığını, çarşamba günü TBMM'de konuya ilişkin genel görüşme yapılacağını söyledi. 2 günlük resmî gezi için dün Cezayir'e giden Gül, uçakta gazetecilerin dış politika konularındaki sorularını da yanıtladı. Gül'ün değerlendirmeleri şöyle:
SOYKIRIM İDDİALARI: Gelecek çarşamba TBMM Genel Kurulu'nda genel görüşme yapılacak. Şu bir gerçek ki; bu konuda Türkiye geri kaldı. Bu birkaç senelik mesele değil. Türkiye, daha aktif olup dünyayı daha çok aydınlatabilirdi. Bir noksanlığımız var ve bugün hukuki bir yanı olmayan gerçekleşmemiş bir iş, Batı kamuoyları vicdanlarında yer tutmuş. Bu realiteyi görmek gerekir. Bunu daha da pekiştirtmemek için bazı olağanüstü çalışmalar yapmamız lazım.
BM'YE GÖTÜRÜLEMEZ: Soykırım iddiaları, Birleşmiş Milletler'e (BM) götürülemez. Çünkü BM, hukuki değil, siyasi bir kuruluştur. Siyasi amaçlarla doğruların yanlış, yanlışların doğru olabileceği bir yerdir.

ERMENİLERİ NASIL ŞAŞIRTALIM

11 NİSAN 2005 - Özdemir: Ermenileri şaşırtın.
Alman Yeşiller Partisi Milletvekili Cem Özdemir, Türkiye'nin, Ermeni soykırımı iddiaları konusundaki olumsuz ortamı kendi lehine çevirebileceğini, ancak sürpriz adımlar atılması gerektiğini belirtti.
AP çatısı altında yarın düzenlenecek 'Geçmişin Geleceği: Türkiye'deki Ermeniler' başlıklı paneli yönetecek Özdemir, Ankara'nın, "Bu konudan kaçmıyoruz. İçeride ve dışarıda tartışıyoruz. Bize ve demokratik sürece güvenin" diyebildiğinde, sorunu aşacağını söyledi. Türkiye'nin Kıbrıs'ta bunu yaparak puan kazandığını vurgulayan Özdemir, "Ermeni konusu, üyelik için ön şart olamaz. Ama demokratikleşen bir Türkiye'de Ermeni sorunu da tartışılabilmeli" dedi.
Yeni talep olmaz.
Türkiye'nin, sınırların açılması, ticaret konularında açılım yapabileceğini söyleyen Özdemir, "Türkiye, hem Ermenistan'ı hem Avrupa'yı hem de dünya kamuoyunu şaşırtmalı" diye konuştu.
Türkiye'deki Ermenilerin durumunun iyileştirilmesi ve açılım durumunda, başka şey istenemeyeceğini savunan Özdemir, "Zaten bu adımlara karşın bir şey beklemeyi sürdürenlerin başka hedefleri olduğu ortaya çıkar. Ermeni konusunda konuşan herkes, Türkiye'deki Ermenileri sevdiği için konuşmuyor" şeklinde konuştu. Türkiye'nin Ermeni tezlerinin tatmin edici olmadığı görüşünü savunan ve "Türk'ün Türk'e propagandasından uzak durulmasını" isteyen Özdemir, "Şükrü Elekdağ, Onur Öymen mantığıyla Avrupa'da bir şey kazanamazsınız" ifadesini kullandı.

SOYKIRIM OLMADI

12 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? Soykırım olmadı yaşananlar mukatele.
Prof. İlber Ortaylı, dosya için kendisine başvurduğumuzda, Popüler Tarih Dergisi’nde yayımlandığı zaman geniş yankı uyandıran yazısını kullanmamızı istedi. İşte o önemli yazının bazı bölümleri.
1896 olayları neticesinde ortaya çıkan Hamidiye Alayları’nı sadece Sultan II. Abdülhamit’in bir entrikası olarak yorumlamak, doğru değildir. Bölgenin Kürt aşiretleri, Ermenilerin savaş isteğine aynı yöntemle cevap vermektedir. Doğuda Ermeni ve Müslüman gruplar arasındaki çatışma, bir mukateleye (boğazlaşma) dönüşmektedir.
Birinci Dünya Savaşı’ndaki ilk yenilginin ardından, istilacı ordulara gösterilen silahlı Ermeni desteği, Alman Genelkurmayı’nın da ısrarlı önerileriyle tehcir (zorunlu göç) kararının alınmasına sebep oldu. Yakın zamanlara kadar, Talat Paşa’nın ‘soykırım’ emrini içeren telgrafının, doğruluğu ispatlanan bir belge olduğunu söylemek, güçtür. Tehcir kararında ordunun hareket alanını güvenceye almak ve Müslümanlarla Ermeniler arasındaki çatışmaları önlemek amacı olduğu açıktır. Kuşkusuz idare bu işlemi uygularken, aktif Ermeni militanlarıyla sivil halkın çatışmaya karışmayacak unsurlarını ayırdedemezdi. Tehcir işlemini kimi idareciler oldukça kansız biçimde gerçekleştirdi, bölgelerindeki nüfusu, öbür bölgeye aktarabildi (Tehcirin hedefi Suriye ve Mezopotamya idi).
BECERİKSİZ DAVRANIŞLAR
Bir kısım idareci, sürgün edilenlere karşı sorumsuz ve genelde beceriksizce davrandı; birçok yerde ise intikamcı unsurlar yağma ve katl olaylarına giriştiler. Ulaşımdaki imkânsızlıklar da üste binince, istenmeyen olaylar zinciri karşılıklı acılar, Mütareke döneminde de sürecek karşılıklı çatışmalar, boğazlaşmalar devam etti.
1915 Ermeni Tehciri, olabilecek, yani ihtimal dâhilindeki bir Ermeni isyanına karşı düşünülmüş bir tedbir değildir; bu nokta çok önemlidir. 1915 Tehciri, fiiilen ortaya çıkan isyan ve düşman orduyla işbirliğine karşı alınan ve o günün şartları içinde kaçınılmaz olan tatsız bir karardır (...)
‘Genocide’ (soykırım) kavramı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra önem kazanması üzerine, Batı’da Ermeni olayları için çok kullanılıyor. Bunun nedenleri vardır (...)
Batı Avrupa’daki çevreler, ‘genocide’ suçunun ne olduğunu biliyor ve solcusundan sağcısına, bu suçu Türkiye’ye yamıyorlar. Amaç; sadece siyasi, iktisadi kontrol kurmak, bölgeyi bölmek değildir. Tek başına Ermeni propoganda imkánlarının da bu kadar yaygın sonuç elde etmesi mümkün değildir.
Bizim ülkemizde ise ne hükümet çevreleri ne milliyetçi tarihçiler, ne liberal entelektüeller ‘genocide’ kavramını yeterince tanımıyorlar. Genocide, mürur-u zamana (zamanaşımına) tabi olmayan bir suçtur. Hukuki sonuçları yanında, kültürel olarak da bir milletin hem mazisini hem de geleceğini bağlar.
Sözün kısası ‘genocide,’ sadece yapanı değil, onun mensup olduğu milleti de bağlar. Soykırım ne devletle ne idare adamlarıyla ne de belirli bir partinin ideoloji ve fiiliyle sınırlı kalır. Bunlarla aynı kimliği paylaşan herkes ‘bunlardan biri’ olarak tavsif edilir.
1915 olaylarını soğukkanlı biçimde incelemek ve sağlıklı sonuçlar elde ederek, birbirine çok yakın yönleri olan iki halkın yakınlaşmalarını temin etmek icab eder. Ermenistan ve Türkiye, bir arada yaşaması ve karnını doyurması gereken iki devlettir. Her boğazlaşma, her etnik çatışma, ‘genocide’ olarak nitelendirilemez.
Soykırım için gerekli olan önyargılar, küçümseyici ifadeler, olumsuz bir ayırımcılık (negative discrimination) Osmanlı-Türk kültüründe yoktur. Hatta Ermeniler hakkında bir takım Hristiyan milletlerin kültüründe var olan bu gibi önyargıların onda birine, Müslümanlar ve Türkler arasında rastlanmaz. 1914’te harbe giren İmparatorluğun hükûmetinde, Ermeni nazırlar vardı (bunların, savaşın ilanına karşı çok vatanperverane bir tepki göstererek, istifa ettiklerini de belirtmeliyiz).
Hayat görüşlerini ve yaşam biçimlerini paylaşan iki kavmin arasında, ‘genocide’i uygulatacak bir münáferet (soğukluk) ortamı yoktu. Dahası, bizzat İttihat ve Terakki çevrelerinde, tehcir kararını tasvip etmeyen kimseler vardı.
Harbin getirdiği ani yıkımın yarattığı panik, bu olaylar zincirini ortaya çıkartmıştır. Bunu böyle bilmeli, olayların tarihini olduğu gibi konuşmalı, yazmalı ve soykırım suçlamasını devletten önce halk olarak reddetmeliyiz.

SOYKIRIM OLSAYDI İSTANBUL’DAN BAŞLARDI

12 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? Amaç soykırım olsa işe İstanbul’dan başlanırdı.
Emekli Büyükelçi Nüzhet Kandemir
O dönemin şartlarının son derece zor olduğuna dikkat çeken Nüzhet Kandemir, devletin elindeki kısıtlı imkânlarla vatandaşlarını korumaya çalıştığını belirtiyor. Kandemir, şöyle devam ediyor: ‘Devlet elindeki imkânları sonuna kadar kullanarak, hangi kökenden olursa olsun, vatandaşlarının mağdur edilmemesi için önlem almaya çalışmıştır. İmparatorluğun Ermenileri ortadan kaldırmak gibi amacının bulunmadığı tüm belgelerde açıkça ortaya çıkmaktadır.’
1915’te ne oldu?
-1915-17 yıllarında Türkiye’nin Doğu bölgelerinde, orada yerleşik Ermenilerin, Rusya’nın da teşvik ve desteği ile başlattıkları bir ayaklanma hareketine şahit oluyoruz. Bu ayaklanmanın asıl amacı Türkiye’nin Doğu bölgelerini, Ermenistan adı altında, Rusya topraklarına katmak idi. Bu ayaklanmanın içinde olanlar sadece uzun yıllar birlikte yaşadıkları Türkleri katletmekle kalmıyorlar, aynı zamanda zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu’nu bölüp parçalamak isteyen Batılı güçlere de yardımcı oluyorlardı.
Konunun tarihçilere bırakılması tezine ne diyorsunuz?
-Tarihi gerçekleri bilmeden siyasi kararlara varmak ve siyasi amaçlarla geçmişte olan hadiseleri, kendi siyasi amaçları doğrultusunda ters yüz etmek kabul edilebilir bir davranış değildir. Konunun tarihçilere bırakılmasını ve başta ABD Kongresi olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerinin parlamentolarının ‘tarihi kanunlaştırma’ çabalarının kabul edilebilir tarafı olmadığı tezini Türkiye, sadece son yıllarda değil, öteden beri savunagelmiştir. Şayet çabalar samimi ise tarihçilerin ortaya koyacakları gerçekler ışığında sorunun çözüme kavuşturulması zor olmasa gerektir. Ancak ortada cereyan eden art niyetli çabalar ışığında iyi niyetin geçerli olmadığı görülmektedir.
SİYASİ AMAÇLARI VAR
Ancak, işin tarihi değil siyasi bir mesele olduğunu söyleyenlerin itirazları var bu teze.
-Bir ülkede, o ülkenin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına karşı yapılan ayaklanmaları o ülkenin içine sindirerek hareketsiz kalacağını beklemek saflık olur. Kuşkusuz, Osmanlı İmparatorluğu da ülkenin doğusunda ortaya çıkan Ermeni ayaklanmasını bastırmak için gerekli her türlü önlemi alacaktı. Alınan bu önlemlerin içeriğini değişik bir sunuma tabi tutarak kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullanmak isteyenlerin, bunun siyasi bir mesele olduğunu ve siyasiler tarafından çözülmesi gerektiğini iddia etmeleri doğaldır. Bu iddia sahipleri, gerçekleri öğrenmekten kaçarak, kendi siyasi amaçlarını gerçekleştirme dürtüsüyle hareket etmektedirler.
Tehcir Kanunu’nun amacının, imparatorluğu Ermenilerden temizlemek olduğu iddiasına ne diyorsunuz?
-O dönemin şartları fevkalade zor ve her anlamdaki imkánlar fevkalade kısıtlı idi. Devlet elindeki imkánları sonuna kadar kullanarak, hangi kökenden olursa olsun, vatandaşlarının mağdur edilmemesi için önlem almaya çalışmıştır. İmparatorluğun Ermenileri ortadan kaldırmak ve soykırım uygulamak gibi amacının bulunmadığı tüm yazışma ve belgelerden açıkça ortaya çıkmaktadır.
Amaç, Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Ermenileri ortadan kaldırmak olsaydı, ne için sadece Doğu Anadolu’nun bir bölümünde yaşayan Ermenilerin hedef alındığını anlamak mümkün olmazdı. Soykırım, imparatorluğun hemen elinin altında bulunan İstanbul ve dolaylarında yaşayan Ermenilere uygulanmayıp neden sadece Doğu’da ayaklanan Ermenilere uygulanmıştır sorusuna cevap veremedikleri içindir ki, Ermeniler hiçbir zaman tarihi gerçeklerden, belgelerden bahsedilmesini istemez. Bir ülkenin güvenlik ve bağımsızlığını koruma hakkı tüm uluslararası anlaşmaların tanıdığı başlıca ilkedir.
DİASPORA, BU KONUYU GEÇİM KAYNAĞI YAPTI
1915’te yaşananlar, 1948 Soykırım Sözleşmesi’ndeki tanımlara uyuyor mu sizce?
- Türkiye’nin yapmadığı bir soykırımı tanıması beklenemez. Bunu isteyen Ermenilerin ve onlara destek olan Türkiye’deki bazı aymaz çevrelerin bunun arkasından bir tazminat ve toprak talebinin geleceğini bilmemeleri mümkün değildir. Bu talepleri karşılamanın ise Türkiye’de onu destekleyenlerin sadece kendilerinin değil, çocuklarının ve torunlarının bile omuzlarına yüklenecek haksız bir külfet teşkil edeceğinin bilincine varmalıdırlar.
Diaspora Ermenilerinin tutumu, sorunun çözümünü güçleştiriyor mu?
- Diaspora Ermenileri bu konuyu on yıllardır kötüye kullanmışlar, topladıkları para ile bunu bir geçim kaynağı haline getirmişler ve çözümden yana olmak bir tarafa, aksine çözümsüzlüğün kendi menfaatlerine daha uygun düşeceği kanaatiyle hareket etmişlerdir. İçlerinden çok büyük bir çoğunluk hayatlarında Ermenistan ve Türkiye’ye ayak basmamıştır. Sadece olayları okudukları tek taraflı, baştan sona fanatizm dolu kitap ve filmlerden öğrenip ona göre hareket etmektedirler. Şayet bir baskı bahis konusu olacak ise, diaspora Ermenilerine, bugüne kadar uyguladıkları Türkiye karşıtı siyasetin ait oldukları Ermenistan’a sadece kötülük getirmekte olduğunu anlatmak gerekir. Belki böylece bu baskının diaspora üzerinde yoğunlaşmasını beklemek çok daha akılcı bir davranış olacaktır.
Sizce sorunun çözümü için tarafların ne yapması gerekir?
- Ermeni tarafı bu davranış ve iddiaların bir an evvel ortadan kalkmasının kendi milli menfaatlerinin bir gereği olduğunu görmeli ve diaspora Ermenilerine de bunu hatırlatmalıdır.
Bu, tarihi değil siyasi bir mesele.
Tarih doktoru olan Arsen Avegyan, bir süredir Başbakanlık Arşivi’nde çalışıyor. Avegyan, Ermeni meselesinin tarihi değil, siyasi bir mesele olduğu görüşünde. İki ülke ilişkilerinin normalleşmesi için Avegyan’ın önerisi, sınırın açılması ve diplomatik ilişki kurulması.
Başbakan Erdoğan, Ermeni meselesini tarihçilere bırakmak gerektiğini söyledi yine. Bu tarihi bir mesele midir, yoksa siyasi bir mesele mi?
- Bizim Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan bunun cevabını vermişti zaten. Oskanyan, net bir biçimde, ‘Bu tarihçilerin değil, siyasetçilerin işidir’ demişti. Ben de öyle düşünüyorum. Çünkü tarihçiler söyleyeceklerini söylemişlerdir. Onlar kendi işlerini yaptı, şimdi işlerini yapması gereken siyasetçilerdir.
Sizce tarihçiler neye karar verdi?
-Tarihçiler 1915’te yaşananların soykırım olduğuna karar verdi.
Bütün tarihçiler aynı kanaatte değil ama...
-Ben bir tarihçi olarak 1915’te yaşananların bir soykırım olduğunu düşünüyorum. Çünkü dünyada bunu soykırım olarak tanıyan ilk devlet Osmanlı İmparatorluğu’dur. 1918 yılındaki tutanaklarda bunu görmek mümkündür. Orada açıkça Ermeni tehcirinin basit bir tehcir olayı olmadığı, soykırım olduğunu yazıyor. 1919 yılındaki Divan-ı Örfi Mahkemesi kararlarında da aynı şeyi görmek mümkün zaten. Ermeni soykırımı kararı alan İttihat Terakki yöneticileri hakkında idam kararı vermiştir o mahkeme.
Soykırım olması için planlı olması gerekiyor. Planlı bir hareket mi bu sizce?
-Planlı bir hareket. Planlama, 1913 yılının sonlarından itibaren başlıyor. Planın mimarları da Talat Paşa, Doktor Nazım ve Doktor Bahattin Şakir’dir.
Amaç, Osmanlı Devleti’nin bütün Ermeni vatandaşlarını yok etmek miydi?
-Öncelikli amaç, Rus sınırına yakın vilayetlerde yaşayan Ermenileri ortadan kaldırmaktı.
Atatürk, İttihatçıları suçlamıştı.
Peki ama bu iş böyle kördövüşü halinde mi devam edecek, sizin öneriniz ne?
-1926’da Los Angeles Times Gazetesi’ne konuşan Atatürk, ‘Savaş sırasında katledilen binlerce Hristiyan vatandaşımızdan İttihat ve Terakki sorumludur’ diye demeç veriyor. Türk tarihçiler böyle bir konuşmanın olmadığını söylüyor. Atatürk, İttihat ve Terakki’yi suçlarken, Türkiye İttihat ve Terakki’yi temize çıkartmak için çabalıyor, ben bunu anlamıyorum.
Sizin çözüm öneriniz ne?
-Bence bu işin çözülmesinin yolu, Ermenistan ile Türkiye arasında normal ilişkiler kurmaktan geçiyor. Diplomatik ilişkiler kurup sınırı açmak, önemli bir aşama olacaktır. Bu normal bir ortamda yapılır. Normal bir ortamda bu konu tartışılabilir. Soykırım tek başına Ermeni toplumunun değil, aynı zamanda Türk toplumunun da problemidir.

MECLİSTEN DEKLARASYON

13 NİSAN 2005 - Meclis Ermeni soykırım iddialarına karşı deklarasyon (bildirge) yayınladı.
TBMM, Ermeni soykırım iddialarına karşı deklarasyon yayınladı. CHP ve AK Parti gruplarınca verilen ''Tarihte Türk-Ermeni ilişkileri'' konulu Genel Görüşme önergelerinin öngörüşmesinin tamamlanmasının ardından birleşimi yöneten Başkanvekili Nevzat Pakdil, kaleme alınan deklarasyonu okudu..
TBMM Başkanlığı'na hitaben yazılan deklarasyonda; Meclis'in, gerek Türkiye'nin gerek Ermenistan'ın çıkarlarının, asırlar boyunca aynı topraklar üzerinde birbirlerine karşı hoşgörü ve barış içinde yaşamış olan Türk ve Ermeni uluslarını barıştırmak, onları savaş yıllarından kaynaklanan derin önyargılara tutsak olmaktan kurtarmak, hoşgörü, dostluk ve işbirliğine dayalı bir ortak geleceği paylaşmalarına imkân verecek bir ortamı yaratmak olduğuna inancı ifade edildi.
İktidar ve anamuhalefet partilerinin bu amaca yönelik olarak, tarihi gerçeklerin bilimsel araştırmayla gün ışığına çıkarılmasını ve tarihin iki ulus için de yük olmaktan çıkarılmasını amaçlayan bir öneri yaptıkları belirtilen deklarasyonda, ''Bu öneri, Türkiye ile Ermenistan'ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurmalarını, ulusal arşivlerini kısıtlamaya tabi tutmadan araştırmaya açmalarını, ilgili diğer ülkelerdeki arşivlerde de sürdürülecek bu araştırmaların sonuçlarının dünya kamuoyuna açıklanmasını ve bahis konusu komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerinin iki ülke arasında saptanmasını öngörmektedir'' denildi.
TBMM'nin, bu tarihsel nitelikteki öneriyi tümüyle benimsemekte ve desteklemekte olduğuna işaret edilen deklarasyonda, şu görüşlere yer verildi:
''Bu girişimin uygulanabilmesi için Ermenistan Hükûmeti'nin işbirliği şarttır. Bu bağlamda, Türkiye ile Ermenistan'ın tarihe ortak bir perspektiften bakmaları sağlanamadığı takdirde, iki tarafın da çocuklarına ve gelecek nesillere bırakacağı miras, önyargı, düşmanlık ve intikam duygularından başka bir şey olmayacaktır. Akıl ve mantık, Türkiye ile Ermenistan'ın ortak bir girişimle tabuları yıkmaktan korkmamalarını ve ortaklaşa yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerini açığa çıkararak tarihleriyle hesaplaşmaya hazır olmalarını emretmektedir. Geçmişin, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasını önlemenin yolu budur.
TBMM, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu önerisinin değerlendirilmesinde, esasta bunun bir barış girişimi olduğunun dikkate alınması gereğinin altını çizer. Eğer Ermenistan Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri kurmak ve işbirliği zemini geliştirmek istiyorsa Türkiye'nin ortak tarih değerlendirilmesi önerisini kabulde tereddüt etmemelidir. TBMM'nin önemle belirtmek istediği bir husus da iyi niyetli ve dünya barış ve istikrarına katkıda bulunmak isteyen her ülkenin ve her devlet adamının da iç politika düşüncelerini bir tarafa bırakarak, Türkiye'nin uzlaşıya ve sağduyuya dayalı bu önerisine olumlu bakması gerektiğidir. Bu bakımdan, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesini içtenlikle isteyen ve Kafkaslar bölgesinde barış ve istikrarın yerleşmesini arzu eden devletlerin de bu girişime destek vermeleri ve özellikle bu girişimi zayıflatacak faaliyetlerden uzak durmaları beklenmektedir.''
''PARLAMENTOLARINDA KARAR ALAN ÜLKELERE SORUMLULUK DÜŞÜYOR''
Bu konuda öncelikli sorumluluğun parlamentolarında Ermeni iddialarına ilişkin karar alan ülkelere düştüğü kaydedilen deklarasyonda, bu ülkelerin, iddia ettikleri gibi Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkileri geliştirilmesine önem veriyorlarsa, iyi niyetlerini göstermeleri ve iki ülke arasında bir ortak tarih komisyonu kurulmasına yönelik öneriyi desteklemeleri gerektiği ifade edildi.
Deklarasyonda, ''TBMM, Osmanlı Ermenileri tarihinin dünya tarihçileri arasında tartışmalı bazı sayfalarına ilişkin bir konuda yabancı parlamentolar tarafından siyasi amaçlarla karar alınmasını ve aydınlığa kavuşturulmamış bir tarihsel sorunun hangi yanının doğru olduğuna yasa yolu ile karar verilmesini, yakışıksız, anlamsız, keyfi ve adaletsiz bir uygulama olarak görmekte ve kınamaktadır'' denildi.
TBMM'nin, yoğun bir uluslararası baskı kampanyası yoluyla Türkiye'ye, tarihini bazı propaganda belgelerine dayanan tek yanlı ve yanıltıcı değerlendirmeler üzerine bina etmesinin dayatılabileceğini düşünen ve hesaplarını buna göre yapan çevrelerin büyük bir yanılgı içinde olduklarını, bunun hiçbir koşulda mümkün olmayacağını ilan ettiği kaydedildi.
Pakdil, TBMM Başkanlığı olarak ''deklarasyonun gereğini yerine getireceklerini'' bildirdi.
Deklarasyona, AK Parti Grup Başkanvekili Salih Kapusuz ve CHP Grup Başkanvekili Ali Topuz'un yanı sıra DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, SHP adına İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci, ANAP adına Bitlis Milletvekili Edip Safter Gaydalı, Bayburt Bağımsız Milletvekili Ülkü Gökalp Güney de imza attı.

TARİHİ TARİHÇİLER DEĞERLENDİRİR

13 NİSAN 2005 - Gül: Tarihi ancak tarihçiler değerlendirebilir.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, ''Parlamentolar, tarihi olaylar hakkında karar alabilecek, yargıya varabilecek kurumlar değildir. Tarihi ancak tarihçiler değerlendirebilir'' dedi.
Gül, TBMM Genel Kurulu'nda ''Tarihte Türk-Ermeni İlişkileri ve Ermeni Soykırımı İddiaları'' konulu genel görüşme önergesi üzerinde Hükûmet adına yaptığı konuşmada, kürsüden, Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili girişimlerde bulunanlara bir kez daha seslenmek istediğini söyledi. Gül, ''Parlamentolar, tarihi olaylar hakkında karar alabilecek, yargıya varabilecek kurumlar değildir. Tarihi ancak tarihçiler değerlendirebilir'' dedi.
Gül, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Saikleri ne olursa olsun yabancı parlamentolara sunulan ve Ermeni soykırım iddialarına destek veren tüm tasarıların, bizleri yaralamakta, müttefik olarak gördüğü ve bildiği bazı ülkelerin niyetlerine ilişin Türk kamuoyunda soru işaretlerinin oluşmasına neden olmakta ve Ermenistan ile ilişkilerimizin geleceğine hiç de olumlu bir katkı yapmamaktadır. Söz konusu parlamenter meslektaşlarımızı, bu tür girişimlerden vazgeçmeye davet ediyorum. Yaptıklarının hiçbir faydası yoktur.''
Abdullah Gül, aşırı Ermeni çevrelerinin diğer önemli bir amacının da sözde soykırımın Türkiye tarafından tanınmasının, AB üyeliği için bir ön koşul haline getirilmesini sağlamak olduğunu ifade etti. 17 Aralık Zirvesi öncesi, Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan'ın, AB üyesi ülkelerin devlet/hükûmet başkanlarına gönderdiği bir mektupla Türkiye ile müzakerelerin başlatılmamasını istediğini anımsatan Gül, ancak AB devlet ve hükümet başkanlarının bu mektubu dikkate almaması ve hatta bazılarının mektuba tepki göstermiş olmalarını memnuniyetle karşıladıklarını söyledi.
''ÇOK İYİ ORGANİZE OLMUŞ DİASPORA...''
Bakan Gül, 1915 yılında yaşanan olayların, tarihi gerçeklerin tam aksine bazı ülke parlamentoları tarafından soykırım olarak nitelendirilmesinin en önemli nedeninin çok iyi organize olmuş ve elinde büyük maddi imkanlar bulunun ''diaspora''nın yıllardır yürüttüğü kapsamlı faaliyetler olduğunu ifade etti. Gül, şöyle devam etti:
''Diasporanın faaliyetleri Ermenistan Devleti tarafından bazen gizli bazen de açıkça desteklenmektedir. Ermenistan büyükelçilerinin sözde soykırımın çeşitli ülke parlamentoları tarafından tanınmasını sağlamak amacıyla faaliyetler yürüttüğü görülmektedir. Diaspora, her yıl, sözde soykırım konusunda çok sayıda kitabın basılmasını, Ermeni görüşlerine yakın yazarlar tarafından kaleme alınan makalelerin önemli gazete ve dergilerde yayınlanmasını sağlamaktadır. Sözde soykırım konusunda çok sayıda konferans, toplantı ve sempozyum düzenlenmektedir. Bunlara Ermeni görüşlerine yakın araştırmacı ve akademisyenlerin katılımı sağlanarak, konu sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Diaspora, benzer şekilde, sözde soykırımı işleyen daha çok belgesel nitelikteki filmlerin çekilmesini sağlamaktadır. Bunların çok sayıda sinema ve televizyon kanalında yayınlanmasını teşvik etmektedir. Son olarak, Ermeni asıllı Kanadalı Atom Egoyan tarafından çekilen Ararat filmi çok sayıda ülkede gösterilmiştir. Filmin gişe hasılatının yaklaşık 3 milyon dolar, maliyetinin ise 15.5 milyon dolar olduğu öğrenilmiştir. Diaspora propaganda amacıyla sadece bir film için bu kadar büyük paralar harcayabilmektedir. Bu rakam sanırım, karşı karşıya bulunduğumuz çevrelerin propaganda gücü hakkında hepimize bir fikir vermektedir. Her yıl yayınlanan kitaplar, makaleler ve filmler yoluyla özellikle Batılı ülkelerin kamuoyları etkilenmekte ve parlamentoların sözde soykırımı tanıması için ciddi baskı unsuru yaratılmaktadır.''
ÖZELEŞTİRİ
Bakan Gül, bir özeleştiri yapmayı zorunlu gördüğünü belirterek, Türkiye'nin Ermeni iddiaları konusunda uzun yıllar genellikle savunmada kalan bir politika izlediğini söyledi. Gerçeklerin dünya kamuoyuna anlatılması için gerekli arşiv çalışmalarının zamanında yapılmadığını bildiren Gül, ''Veya gerekli altyapı ve tasnif çalışmaları tamamlanamadığı için istenilen düzeyde hizmet verilmemiştir. Bu durum dışarıda, Türkiye sanki bir şeyleri gizliyor inancının oluşmasına yol açmıştır'' dedi.
İhtiyaç duyulan maddi kaynağın sağlanmadığını, büyük ölçüde devletin sağladığı küçük bir bütçeyle bu mücadelenin yürütülmeye çalışıldığını ifade eden Gül, ''Biz okullarımızda ve üniversitelerimizde gençlerimize konuya ilişkin tarihi gerçekleri öğretmezken, Ermeni diasporası çeşitli ülkelerde ders kitaplarında sözde soykırımına ilişkili bilgilerin yer almasını ve böylece genç nesillerin beyinlerinde ülkemize karşı önyargıların oluşmasını sağlamakta büyük mesafe kaydetmiştir'' diye konuştu.
Bakan Gül, bütün bunlarla bugüne kadar hiçbir şey yapılmadığını söylemek istemediğini, bunun, asılsız iddialara karşı büyük bir özveriyle mücadele vermiş değerli insanlara ve kurumlara haksızlık yapmak anlamına geleceğini kaydetti. Gül, ancak bugün, ihtiyaç duyulan, bu mücadeleyi iyi hazırlanmış, tutarlı ve aktif yeni bir stratejiye oturtma ihtiyacı duyulduğunu vurguladı. Bütün bu nedenlerle bugün yapılan genel görüşmeyi önemsediğini belirten Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:
''TBMM dâhil bütün ilgili kurum ve kuruluşlarımız, konuya gereken duyarlılığı göstermeye başlamışlardır. Ermeni iddiaları sadece hükümet tarafından yürütülecek bir mücadeleyle başarılı olunacak bir konu değildir. Ancak, toplumumuzun bütün kesimlerinin ve bireylerinin ortak çabalarıyla bu alanda başarılı olabiliriz.
Sayın Başbakanımız ile Sayın Ana Muhalefet Partisi Başkanı tarafından 08 Mart 2005 tarihinde yapılan ortak açıklama, Ermeni iddiaları ile mücadele azmimizi göstermek bakımından önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Türkiye, bütün dünyaya iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir mücadeleye başlayacağını göstermiştir. Sayın Başbakan ve Sayın Ana Muhalefet Partisi Lideri, Türk ve Ermeni tarihçileri ve diğer uzmanlardan bir grup oluşturarak, ülkemizin arşivleri dâhil tüm ilgili arşivlerde 1915 dönemini araştırmaları ve gerçekleri aydınlığa kavuşturmaları yolunda tarihi bir çağrı yapmıştır.''

ÖRGÜTLÜ ERMENİ PROPAGANDASI

13 NİSAN 2005 - Gül: Türkiye örgütlü kampanyayla karşı karşıya.
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Türkiye'nin uzun süreden beri soykırım iddiaları ile ilgili “Çok iyi organize olmuş, her türlü fırsatı değerlendirmekten kaçınmayan bir kampanya ile karşı karşıya”' olduğunu belirtti.
Bakan Gül, bu örgütlü kampanyanın Türkiye ve Türk halkı aleyhine yaklaşık bir asır öncesinde yaratılmaya başlayan önyargılara, iftira, yalan, abartma ve saptırmalara dayandığını söyledi.
Gül, AK Parti ve CHP milletvekillerinin birleştirilerek görüşülen genel görüşme önergeleri üzerinde hükûmet adına yaptığı konuşmaya, Meclis'in, milletçe üzerinde büyük hassasiyet duyduğu Ermeni iddiaları konusunda genel görüşme yapmasını ''Faydalı ve zamanında'' gördüklerini belirterek başladı.
Bu yıl içinde sözde soykırımın 90'ıncı yılı olduğu gerekçesiyle Türkiye aleyhine pek çok faaliyet yürütüleceğini tahmin ettiklerini bildiren Gül, ''Bu açıdan bu toplantıyı çok daha anlamlı buluyoruz. Böyle bir dönemde yapılan genel görüşmenin, Türkiye'nin bu iddialara karşı yürüttüğü mücadeleye önemli katkı sağlayacağına inanıyorum'' dedi.
Konuşmasında kullandığı ''Ermeni'' tanımlamasıyla hiçbir şekilde Ermeni kökenli Türk vatandaşlarını kastetmediğini vurgulayan Gül, şunları söyledi:
''Onlar devletimize yürekten bağlı, her türlü vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getiren, ülkelerinin daha iyi günlere taşınması için toplumsal katkılarını esirgemeyen vatandaşlarımızdır. Bu vesileyle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Cumhuriyet'e 800 yılı aşan ortak yaşantımızda sanat, bilim, ticaret gibi birçok alanda katkıda bulunan Ermeni vatandaşlarımızı saygıyla anıyorum. Türkiye dışında yaşayan Ermeniler arasında Türk halkı ile dostluğa özen gösteren ve bu yolda çaba harcayan, Türkiye ile kültürel ve insani bağlarını sürdürme gayretinde olan çok sayıda cesur ve dirayetli Ermeni dostlarımız da bulunmaktadır. Buradan kendilerine olan takdirlerimi de sunmak istiyorum. Bir kere daha ifade etmek istiyorum ki kullandığımız tabirler bu sınırlar içinde olacaktır.''
ÖRGÜTLÜ KAMPANYA
Türkiye'nin uzun süreden beri soykırım iddiaları ile ilgili ''Çok iyi organize olmuş, her türlü fırsatı değerlendirmekten kaçınmayan bir kampanya ile karşı karşıya'' olduğunu belirten Bakan Gül, bu örgütlü kampanyanın Türkiye ve Türk halkı aleyhine yaklaşık bir asır öncesinde yaratılmaya başlayan önyargılara, iftira, yalan, abartma ve saptırmalara dayandığını söyledi.
Gül, bu çerçevede ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'na katılmasını sağlamak amacıyla Ermenilerin kitle halinde öldürüldükleri propagandasını içeren İngiliz Savaş Bakanlığı'nın yayınladığı ''Mavi kitap''ı anımsattı.
Dönemin İstanbul'daki ABD Büyükelçisi'nin yanında çalışan bazı aşırı Ermenilerden aldığı bilgilerden yola çıkarak, kendine parlak bir siyasi gelecek hazırlamak için yalan dolu anılar yazdığını da bildiren Gül, ''Böylece halkımız ve ülkemiz aleyhine önyargıların yeşermesine katkı sağlamışlardır'' dedi.
Bu kitaplar ve propaganda malzemeleri incelendiğinde, ''1915'de Ermenilerin durup dururken katliama tabi tutulduğu'' iddiasının temel alındığının görüleceğini kaydeden Bakan Gül, bu gibi propaganda malzemesinin tutarsızlığı, düzmece olduğu, hangi amaçlarla kaleme alındığı açıkça ortada iken bazı çevreler tarafından muteber görüldüğünü söyledi.
Bakan Gül, ''Sözde bilimsel eserlere'' kaynak alınmasının daha vahim sonuçlar ortaya çıkarttığını, ancak bazı yabancı bilim adamlarının objektif ve dürüst araştırmaları ile yalan ve abartıları tespit ettiklerini ve dengeli değerlendirmelerini dünyaya açıkladıklarını da belirtti.
''1915'DEN ÖNCE YAŞANANLAR...''
Bakan Gül, 1915 yılında meydana gelen olayları sağlıklı analiz edebilmek için 1915'den önce neler yaşandığını iyi tespit etmek gerektiğini söyledi. Türklerin Anadolu'ya ayak bastığı 11'inci yüzyıldan 19'uncu yüzyılın sonlarına kadar geçen 800 yılı aşan süreyle Türk-Ermeni ilişkilerinin barış ve karşılıklı güven esaslarına dayalı olarak geliştiğini ifade eden Gül, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermenilerin ''Millet'' adı altında örgütlendiğini de vurguladı.
Gül, bu dönemde Ermenilerin, liderlerinin önderliğinde devletin sağladığı huzur ve
güven ortamında yaşamaya başladıklarını da kaydetti. Osmanlı'nın ''Sadık millet'' olarak gördüğü Ermenilerin Osmanlı bürokrasisinde savcı, paşa, büyükelçi, yargıç olarak üst düzey görevlere getirildiklerini ve ayrıma tabi tutulmadıklarını bildiren Bakan Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:
''1820'lerden sonra Çarlık Rusyası, zamanın İngiltere ve Fransa hükûmetleri, aralarındaki nüfus ve çıkar mücadelelerinde Ermenileri Osmanlı'ya karşı kullanacak önemli bir unsur olarak görmüşlerdir. Bu güçler, bu doğrultuda Doğu Anadolu'da Ermenilere hayali bir Ermenistan vaat etmişlerdir. Balkanlarda bağımsızlık yolunda yaşanan gelişmeler de aynı yöndeki çabaları arttırmıştır. Bu devletlerin kışkırtmaları sonunda 1880'den itibaren çeşitli ermeni komiteleri kurulmaya başlandı. 1887'de Cenevre'de, 1890'da Tiflis'te komiteler kuruldu. Her iki komitenin ortak hedefi, Osmanlı topraklarında Ermenilerin yaşadığı bölgeleri içeren bir Ermeni Devleti kurulması olmuştur. Bu komitelerin kışkırtması sonucu Ermeni isyanları başladı.
Bugünkü dünyada gördüğümüz terör örgütleri, o günkü dünyada bu iki komite tarafından kurulmuştur ve bugünkü terör örgütlerinin karşılığı şeklindedir. Bunlar, uyguladığı suikast ve banka baskını yöntemiyle dünyanın başına bela olan terörizmin öncüleri olmuştur. Bazı Ermeni grupları başta Erzurum, Kayseri, Yozgat, Çorum, Merzifon, Adana olmak üzere Anadolu'nu çeşitli bölgelerinde ayaklanmışlardır. Çetelerin temel hedefi Osmanlı'nın isyanları bastırma girişimlerini katliam olarak takdim edip, Batılı büyük güçleri Ermeniler lehine müdahaleye teşvik etmek olmuştur.''
''BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NIN BAŞLAMASI...''
Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ve Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesinin aşırı eğilimli Ermenilerce büyük bir fırsat olarak değerlendirildiğini anımsatan Gül, gönüllü Ermeni alaylarının Rus ordularının Doğu Anadolu'ya girmesiyle savunmasız kalan köy ve şehirlere saldırarak, çocuk ve kadınlar dâhil sivillere karşı katliama giriştiklerini söyledi.
Gül, Ermeni çetelerinin Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurduklarını, ikmal yollarını kestiklerini, yaralı konvoylarını pusuya düşürdüklerini, köprü ve yolları tahrip ettiklerini, böylece Rus işgalini kolaylaştırdıklarını anlattı.
Osmanlı Hükûmeti'nin bu durum karşısında Ermeni Patriği, mebusları ve önde gelenleri çağırarak katliama devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacaklarını söylediğini belirten Bakan Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Ancak bu uyarıdan sonuç alınmayınca 24 Nisan 1915'de Ermeni komiteleri kapatılmış, 215 kişi tutuklanmıştır. Ermeni çevrelerinin her yıl sözde Ermeni soykırımının yıldönümü diye andıkları gün, işte bu komitelerin kapatıldığı, komitecilerin, yani o günkü teröristlerin tutuklandığı gündür. Osmanlı Hükûmeti 27 Mayıs 1915 tarihinde maruz kaldığı bu büyük iç ve dış tehdit nedeniyle benzer tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt etmediği bir savunma önlemine başvurmuştur. Savaş bölgelerinde oturan Ermenileri Güney'deki Osmanlı topraklarına sevketme, yani tehcir kararı almıştır. Ermeni nüfus bu karardan zamanınca haberdar edilmiş, hazırlıklardan sonra nakil işlemi başlamıştır. Ayrıca İstanbul'da ve Anadolu'da savaştan uzak yaşayanlar tehcirin dışında tutulmuşlardır. Osmanlı Hükûmeti Ermenilerin savaş dışı bölgelere yerleşmeleri sırasında Ermeni nüfusun zarar görmemesi için gerekli güvenlik önlemlerinin alınması talimatları verdi. Yayınlanan Osmanlı arşivlerindeki emirler mevcuttur ve herkesin görmesine açıktır. Bunlar durumun somut kanıtıdır. Bir yandan Birinci Dünya Savaşı'nın devam etmesi, diğer yandan iç ayaklanma ve isyan mahallindeki kin ve intikam duyguları kafilelerinin saldırılara uğramalarına sebep olmuştur. Hükûmet bu durumu engellemeye çalışmıştır. Devlet otoritesinin kuvvetli olduğu bölgelerde kafilelere karşı çok az saldırı vuku bulmuştur. Kafilelere kötü davranan ve hükümetin talimatlarına uymayan yaklaşık 1390 kişi yargılanmıştır ve birçoğu idam dâhil, cezaya çarptırılmıştır. Kendi vatandaşlarını Ermeni vatandaşlarına saldırdı diye yargılamış, bir kısmını idam etmiştir. Şu soruyu sormak istiyorum. Ermenileri yok etmeyi amaçlayan bir devlet Ermeni kafilelerine kötü davrandığı için kendi görevlilerini cezalandırır, hatta suçun ağırlığına göre idam cezasına çarptırıp bunları infaz eder mi?''
Bakan Gül, ancak savaş günlerinin araç, gıda, yakıt imkânlarının yetersizliği, ağır iklim şartları ve salgınların can kaybının artmasına neden olduğunu söyledi. Zaman diliminin tüm Anadolu halkının aynı kaderi paylaştığı bir dönem olduğunu belirten Gül, ''Tifüs sadece Ermenileri değil, Türkleri de diğer azınlıkları da kırıp geçirmiştir'' dedi.
EMPERYALİST GÜÇLERİN KIŞKIRTMA FAALİYETLERİ
Emperyalist güçlerin Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süresince Ermenileri kışkırtma faaliyetlerinin sürdüğünü bildiren Bakan Gül, 1918 yılının Kasım ayında Güneydoğu Anadolu'nun bir bölümü ile Adana bölgesini işgal eden Fransız kuvvetlerinin ''Ermenistan Devleti'' kurma vaadiyle Ermenilerle anlaştığını ifade etti. Önce Ermeni gönüllü taburları sonra da Ermeni Lejyonu kurulduğunu belirten Gül, bu Ermeni askerlerinin 1921 yılına kadar bölgede kanlı katliamlar yaptıklarını söyledi. Gül, bütün tarihi gerçeklerin çarpıtılarak dünya kamuoyuna ''Soykırım'' olarak sunulduğunu kaydetti.

GENELKURMAY’DAN ERMENİ BELGELERİ

13 NİSAN 2005 - Genelkurmay Ermeni arşivini açıyor.
Genelkurmay, arşivlerinde yer alan Ermenilerle ilgili tüm belgeleri açıklayacak. Meclis'te de Ermeni tartışması başladı.
Genelkurmay Başkanlığı, ellerinde bulunan Ermenilerle ilgili tüm belgelerin açıldığını ve bunların iki cilt halinde yarından itibaren yayınlanacağını duyurdu.
NTV’ye göre, Genelkurmay’ın elinde bulunan Ermenilere ilişkin tüm belgeler, iki cilt halinde yarından itibaren yayınlanarak ilgililerin yararlanmasına sunulacak.
Genelkurmay 2’nci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ise Mersin olaylarıyla ilgili Genelkurmay’ın yaptığı açıklamada dile getirdiği "sözde vatandaş" ifadesinin belirli bir kesimi tanımlamak için kullanılmadığını söyledi. Başbuğ, "Böyle birşey söz konusu olamaz, Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin toprak ve millet bütünlüğünün teminatıdır, savunucusudur" dedi.
"800 YIL BOYUNCA TÜRK VE ERMENİLER ARASINDA DOSTLUK HÜKÜM SÜRMÜŞTÜR”
CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ, 800 yıl boyunca Türk ve Ermeniler arasında dostluğun hüküm sürdüğünü söyledi.
AK Parti ve CHP milletvekillerinin birleştirilerek görüşülen genel görüşme önergeleri üzerinde CHP Grubu adına söz alan Elekdağ, Ermeni soykırımı iddialarına cevap verilmesi için “ciddi adım” atılmasını sevinçle karşıladıklarını bildirdi. Tarihte iç içe dostlukla en uzun süre yaşayan toplumlara verilecek en iyi örneğin Türk ve Ermeni toplumları olduğuna değinen Elekdağ, “800 yıl boyunca Türk ve Ermeniler arasında dostluk hüküm sürmüştür. Tarihte böyle iç içe yaşamış başka iki halkın gösterilmesi hemen hemen mümkün değil” dedi.
Ermenilerin yüzyıllarca Türk milletini benimsediklerini ve kendilerine sağlanan hak ve ayrıcalıklardan faydalandıklarını belirten Elekdağ, bazı Ermenilerin kamu hizmetlerinden en iyi şekilde yararlandıklarını ve devletin en üst kademelerinde söz sahibi olduklarını kaydetti.
Savaş sırasında Ermenilerin Rusya ile işbirliği yaptıklarını anlatan Elekdağ, Türk ve Müslüman köylerine saldıran Ermenilerin katliam yaptıklarını bildirdi.
“TEHCİR, TÜM ERMENİLERİ KAPSAMIYOR”
Ermenilerin, savaş sırasında Türk ordusunun güvenliğini tehdit ettiğine dikkati çeken Elekdağ, tehcirin, ordunun gerisinde güvenliğin sağlanması amacıyla uygulandığını söyledi.
“Tehcir veya zorunlu göç, Osmanlı Devleti'nin varlığını korumak için uygulanan meşru bir önlemdir” diyen Elekdağ, şöyle devam etti:
“Tehcir tüm Ermenileri kapsamamaktadır. Hasta, sakat, yetim, dul kadınlar, Protestanlar, devlete sadakati belirlenen kişiler ile Osmanlı Ordusu'ndaki Ermeni subayları, askerleri ve aileleri tehcirin dışında tutulmuştur. Savaş sırasında Ermenilerden oluşan sıhhiye bölükleri, yaralanan Türk ordusuna hizmet etmiştir. Göç eden halkın mal ve can güvenliği de sağlanmıştır.”
ERMENİ SOYKIRIMI İDDİALARI GENEL KURUL'DA
TBMM Genel Kurulu'nda, “Tarihte Türk-Ermeni İlişkileri ve Ermeni Soykırımı İddiaları” konulu genel görüşme önergesinin öngörüşmelerine başlandı.
AK Parti Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve arkadaşları ile CHP Grup Başkanvekilleri Ali Topuz, Kemal Anadol ve Haluk Koç'un genel görüşme önergeleri birleştirilerek görüşülüyor. Önergeler üzerinde ilk sözü, hükümet adına Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül aldı.
GÜL: İFTİRA, YALAN VAR ABARTMA VAR
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Türkiye'nin uzun süreden beri soykırım iddiaları ile ilgili “Çok iyi organize olmuş, her türlü fırsatı değerlendirmekten kaçınmayan bir kampanya ile karşı karşıya” olduğunu belirtti. Bakan Gül, bu örgütlü kampanyanın Türkiye ve Türk halkı aleyhine yaklaşık bir asır öncesinde yaratılmaya başlayan önyargılara, iftira, yalan, abartma ve saptırmalara dayandığını söyledi.
Gül, AK Parti ve CHP milletvekillerinin birleştirilerek görüşülen genel görüşme önergeleri üzerinde hükümet adına yaptığı konuşmaya, Meclis'in, milletçe üzerinde büyük hassasiyet duyduğu Ermeni iddiaları konusunda genel görüşme yapmasını “Faydalı ve zamanında” gördüklerini belirterek başladı.
Bu yıl içinde sözde soykırımın 90'ıncı yılı olduğu gerekçesiyle Türkiye aleyhine pek çok faaliyet yürütüleceğini tahmin ettiklerini bildiren Gül, “Bu açıdan bu toplantıyı çok daha anlamlı buluyoruz. Böyle bir dönemde yapılan genel görüşmenin, Türkiye'nin bu iddialara karşı yürüttüğü mücadeleye önemli katkı sağlayacağına inanıyorum” dedi.

13 NİSAN 2005 - Genelkurmay 'Ermeni faaliyetleri belgelerini' açıklıyor.
Genelkurmay Başkanlığı, arşivlerinde bulunan Ermeni faaliyetleriyle ilgili bine yakın belgeyi, kamuoyunun bilgisine sunuyor.
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATESE) ve Denetleme Başkanlığı'nın yaklaşık 1.5 yıl süren çalışmasının ardından Genelkurmay Başkanlığı arşivlerindeki Ermeni faaliyetlerine ilişkin belgeler, 4 cilt halinde yayınlanıyor.
Ermeni faaliyetlerine ilişkin belgelerin Osmanlıca yazılmış aslının, o günkü ve bugünkü Türkçe ile İngilizce çevirisinin yer aldığı kitapların ilk 2 cildinin bu hafta içinde satışa sunulması bekleniyor.
Yurtiçi ve yurtdışındaki ilgili yerlere de gönderilmesi amaçlanan kitapların diğer 2 cildinin de 6 ay içinde hazırlanarak piyasaya sürülmesi planlanıyor. Kitapların ilk 2 cildinde, 1914-1918 yılları arasındaki Ermeni faaliyetlerine ilişkin Genelkurmay Başkanlığı arşivlerinde bulunan 300'e yakın belgeye yer veriliyor.
ATESE ve Genelkurmay Denetleme Başkanı Hava Korgeneral Erdoğan Karakuş, kitapların tamamen belge niteliğinde hazırlandığını belirterek, herhangi bir yoruma yer verilmediğini kaydetti. Korgeneral Karakuş, çalışmada 1914-1918 yılları arasında Ermeni faaliyetleriyle ilgili Genelkurmay arşivlerinde yer alan devletin bütün kademelerinin yazışmalarına ilişkin belgelerin bulunduğunu belirterek, askeri ve siyasi konuların bütün açıklığıyla belgelerle gözler önüne serildiğini vurguladı.
Korgeneral Karakuş, belgelerin istek olması durumunda İngilizce dışında başka yabancı dillerde yayınlanmasının da düşünülebileceğini kaydetti.
'ARŞİVLER AÇIK'
Korgeneral Karakuş, ''sözde Ermeni soykırımıyla ilgili askeri arşivlerin araştırmacılara açılmadığı'' yönündeki iddialarla ilgili olarak da, 3681 sayılı Arşivlerden Yararlanma Kanunu'na göre Genelkurmay Başkanlığı arşivlerinin, ilgili kanunda belirtilen şartları taşıyan araştırmacılara açık olduğunu kaydetti.
Ermenilerin Türk diplomat ve büyükelçilik çalışanlarına yönelik saldırılarının ardından özellikle 1984'ten sonra araştırmacıların Ermeni faaliyetlerine ilgi duyduğunu ifade eden Korgeneral Karakuş, Genelkurmay arşivlerinden o günden bugüne kadar 21 araştırmacının yararlandığını bildirdi.

OSKANYAN KIŞKIRTIYOR

13 NİSAN 2005 - Ermenistan: Türkiye karşı saldırıya geçiyor.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan, “Türkiye'nin daha toleranslı bir tutum takınmayı reddetmesinin yanı sıra karşı saldırıya geçmeye çalıştığını” iddia etti.
Merkezi Erivan'da bulunan Mediamax ajansının haberine göre, Oskanyan, Erivan'da yaptığı açıklamada, “Ankara'nın 1916'da yazıldığı ileri sürülen ve soykırım iddialarının dayandırıldığı ana kaynaklar arasında gösterilen 'mavi kitap'ın gerçekle ilgisi olmadığını açıklaması yönünde Londra'dan talepte bulunduğunu” belirterek, ”Türkiye sadece saygısızca kendi tarihini yeni baştan yazmaya çalışmıyor, aynı zamanda başka ülkeleri de buna yöneltmeye çalışıyor” ifadesini kullandı.
“Bu politikanın Türk yetkililerin aleyhine döneceğine inanıyorum” diyen Oskanyan, bu tür girişimlerin sadece soykırım iddialarının uluslararası kamuoyunda tanınması yönündeki çabalarını güçlendireceğini savundu.
Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerinde sözde Ermeni soykırımının tanınmasının isteneceğine emin olduğunu ifade eden Oskanyan, “Resmî olarak gündeme gelmeyebilir, ancak görüşmeler sürecinde bir şekilde bu konuya değinileceği şüphesiz” dedi.
Türkiye'nin soykırım iddialarını tanımasının Ermenistan'ın güvenliğinin sağlanması kapsamında değerlendirildiğini belirten Oskanyan, “Büyük bir askeri potansiyele sahip olan ve Yukarı Karabağ konusunda Azeri yanlısı tutum takınan bu ülke (Türkiye) Ermeni soykırımını tanımadıkça, biz ona güvenemeyiz ve kendi güvenlik koşullarımızın sağlanmış olduğunu hissetmeyiz” diye konuştu.

13 NİSAN 2005 - TBMM'den İngiliz Parlamentosu'na mektup.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Büyük Britanya Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası'nın üyelerine gönderilecek mektubu TBMM Genel Kurulu'nda imzaladı.
''Mavi Kitap''ın tarihi bir belge olarak geçersiz ve asılsız olduğunun ilan edilmesi'' istenilen mektupta, ''Mavi Kitap, Ermeni soykırımı adalet komandoları ve ASALA tarafından işlenen korkunç terör suçları için ahlaki gerekçe olarak kullanılmıştır'' denildi.
''1915 Osmanlı-Ermeni trajedisine ilişkin bir hususun dikkate sunulmak istendiği'' belirtilerek başlanılan altı sayfalık mektupta, bu konunun gerek Türk halkı gerekse dünyada çeşitli ülkelerde yaşayan Türkler için büyük önem taşıdığı belirtildi.
Mektupta, Büyük Britanya Parlamentosu ve Hükûmeti tarafından, kamuoyuna, Büyük Britanya Parlamentosu Mavi Kitaplar Külliyatı çerçevesinde yayımlanan ''Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere Uygulanan Muamele 1915-1916'' isimli kitabın, Birinci Dünya Savaşı'nda ''Wellington House''daki İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından hazırlanan bir propaganda malzemesi olduğunun açıklanması istendi. Mektupta, ''Kitapta yer alan Osmanlı Ermenilerinin isyanı ile buna karşı Osmanlı Devleti'nin almış olduğu önlemlere ilişkin bilgilerin mesnetsiz olduğunun ve güvenilemeyeceğinin'' ilan edilmesi istemine yer verildi.
'TOYNBEE BİLE İTİRAF ETTİ'
Mektupta, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere'nin savaş propaganda faaliyetlerinin savaş boyunca ''Wellington House'' ismiyle tanımlandığı ve burada biri ''Alman Vahşeti'', diğeri de ''Türk Vahşeti'' isimli iki önemli rapor hazırlandığı belirtildi. 02 Aralık 1925'te Lordlar Kamarası'nda bir konuşma yapan Dışişleri Bakanı Sir Austin Chamberlain'in, Viscount Bryce'ın ''Alman Vahşeti'' adlı raporunun asılsız bir savaş propagandasından ibaret olduğunu açıkladığı anımsatılan mektupta, ancak Mavi Kitap hakkında böyle bir açıklama yapılmadığı kaydedildi. Mektupta, ''Oysa Mavi Kitap'ın savaş propagandası olduğunu Arnold Toynbee'nin kendisi bile itiraf etmiştir'' denildi.
Savaş Propaganda Bürosu'nun Mavi Kitap'la ilgili tüm kayıt ve belgelerinin bir yangınla tahrip olduğu, ancak İngiliz bürokrasisinin diğer bölümlerinde korunan bu konuyla ilgili birçok önemli belgenin tahribattan kurtulduğu ve şans eseri bulunduğu kaydedildi.
BAĞIMSIZ ARAŞTIRMACILARININ İNCELEMELERİNİN SONUÇLARI
Son zamanlarda, İngiltere arşivlerini inceleyen bağımsız araştırmacılar tarafından ortaya çıkartılan bu belgelerin özetle şu hususları kanıtladığı bildirildi:
''Mavi Kitap, Savaş Propaganda Bürosu'nun 'Türkler Gitmeli' programının bir ürünüdür, bu bakımdan bir propaganda malzemesidir. Savaş Propaganda Bürosu uzmanları, Mavi Kitap'ın hazırlanmasında, tanıklık yaptıkları olaylar hakkında kişisel bilgileri olmayan birçok sahte 'görgü tanığının' ifadesini kullanmışlardır.
Bunlar dışında Mavi Kitap'ta 'görgü tanığı' olarak atıfta bulunan kişilerin büyük çoğunluğu da konuya taraf olan ve icra ettikleri dini ve siyasi görevler nedeniyle yansız bir tutum içinde olmaları mümkün olmayan kişilerdir.
Mavi Kitap'ın yazarları, kitapta ifadelerine yer verilen 'görgü tanıklarının' söylediklerini, yabancı misyonların ve askeri görevlilerin ifadelerinden yararlanmak suretiyle doğrulama yoluna gitmemişlerdir.
Mavi Kitap'ta 'görgü tanıklarının' ifadelerini nakzeden diğer kaynakların ifadelerine hiçbir şekilde yer verilmemiştir. Mavi Kitap'ta, Ermeni isyanlarına ve Doğu Anadolu'da on binlerce Müslüman'ın katledilmesine hiç değinilmemiştir.
Mavi Kitap'ta, 'görgü tanıklarının' Osmanlı Devleti'nin politikalarına yönelik her türlü kınama ve eleştirilerine yer verilirken, bu politikalar nedeniyle, savaş alanı dışında bulunan yüz binlerce Ermeni'nin barış ve istikrar içinde yaşamaya devam ettiklerinden hiçbir şekilde söz edilmemiştir.
Enformasyon Servisi Direktörü Albay John Buchan'ın çalışması, kısmen de olsa, romanlarında ve diğer yazılarında da açıkça ortaya koyduğu üzere, ırkçılığının ve Yahudi düşmanlığının ürünü olarak görülmelidir.''
'MAVİ KİTAP BAŞARILI BİR PROPAGANDA FAALİYETİ'
Mektupta, Mavi Kitap'ın, İngiltere'nin savaş sırasındaki başarılı bir propaganda faaliyeti olduğu, Osmanlı Ermenilerinin isyanı ile buna karşı Osmanlı Devleti'nin almış olduğu önlemler hakkında gerçekleri yansıtan güvenilir bir tarihi kaynak niteliği taşımadığı kaydedildi.
Kitapta, Osmanlı ordularına karşı Ruslarla güçlerini birleştiren Ermeni çetelerinden, Osmanlı resmi görevlilerinin öldürülmelerinden, ikmal ve iletişim hatların kesilmesinden, Osmanlı kentlerinin ele geçirilmesi girişimlerinden, Türklerin Van'da topluca katledilmelerinden, bir milyondan fazla Müslüman'ın Rus ve Ermeniler tarafından topraklarından zorla sürülmelerinden hiç söz edilmediği bildirildi.
Mavi Kitap'ın ''Tahripkâr ve habis etkilerinin'' bugün hala sürdüğü ve Ermeni aktivistler tarafından uluslararası medyanın, siyaset adamlarının, fikir önderlerinin ve bilim adamlarının aldatılarak Türkiye'ye karşı kin ve nefret duygularının yayılmasında etken olduğu kaydedildi.
MALTA MAHKEMESİ KARARI
Mektupta, kitaptaki belge ve iddiaların, mesnetsizliğinin, hükümsüzlüğünün ve hukuken hiçbir değer taşımadığının, 1921 yılında Malta Mahkemesi tarafından alınan kararla dolaylı olarak ilan edildiği vurgulandı.
Büyük Britanya Hükûmeti'nin, ''Alman Vahşeti'' raporu için yaptığı şekilde Mavi Kitap'ın asılsızlığını ve bir propaganda materyali olduğunu ilan etmemesi nedeniyle kitabın Osmanlı Ermenileri konusu üzerine doğru ve gerçek araştırma ve akademik çalışmalar yapılmasına zarar verdiği bildirilen mektupta, şöyle denildi:
''Başbakan Lloyd George'un talimatıyla Albay Buchan ve Savaş Propaganda Bürosu tarafından bundan yaklaşık yüz yıl önce oluşturulan 'Türkler gitmeli' kampanyasının altı hedefi doğrultusunda Türklere karşı düşmanlığı teşvik etmektedir.
Osmanlı Ermenilerinin başlarına gelenin soykırımı suçu olduğu yolundaki iddiaya destek veren ve okul kitaplarından başlayıp hükûmet açıklamalarına kadar çok çeşitli yayınlarda binlerce defa atıfta bulunan Mavi Kitap, maalesef bugün hala bilim adamları ve siyaset oluşturucular için temel bir kaynak olma niteliğini sürdürmektedir.
Kitap, Osmanlının tutumunda, öldürme eylemini soykırıma dönüştüren kilit unsurun, yani öldürmek için özel bir niyet ve kastın mevcudiyetine dayanmaktadır. Diğer bir deyişle Mavi Kitap Osmanlı Ermenisi sivilleri savaş alanı dışında bir bölgeye yerleştirmek suretiyle Ermeni asilerden ve Rus ordusundan ayırmayı öngören Osmanlı politikasını, ırkçı bir katliam için bahane olarak nitelemektedir. Mavi Kitap, Türk halkına karşı anlayışsızlığın ve düşmanlığın güçlenerek sürmesine yol açmaktadır. 'Türkler gitmeli' kampanyasının dayandığı altı hedefi oluşturan Albay Buchan gururlu bir ırkçıydı.
Mavi Kitap'ın temelini oluşturan Buchan'ın altı hedefi, saygınlık ve haysiyetten yoksun oldukları iddiasıyla Türk milletinin, eşitlik ve egemenlik haklarından yararlanmayacağı ve Anadolu'da bin yıldır sürdürdükleri yaşamı devam ettirme hakkına da sahip olmadıkları yolundaki ırkçı görüşe meşruiyet kazandırmaktır. Bu nedenle, Mavi Kitap, Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları (JCAG) ve Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu (ASALA) tarafından işlenen korkunç terör suçlan için ahlaki gerekçe olarak kullanılmıştır. Bu teröristler, 80'den fazla masum kişiyi öldürmüş, 700'den fazla kişiyi yaralamış ve 100'den fazla insanı rehin almış, bunun yanında Amerika, Avrupa, Ortadoğu ve Avustralya'da onlarca milyon dolarlık maddi zarara yol açmışlardır.
Bugüne kadar asılsızlığı ilan edilmeyen Mavi Kitap, üstün nitelikte bir propaganda ve aldatmaca aracı olarak, insanları zihnen ve ruhen etkilemeye devam etmektedir.''
'MİRAS BIRAKACAĞIMIZ NEFRET VE İNTİKAM DUYGUSU YERİNE...'
Mektupta, Tarihçi Arthur Ponsonby'nin ''Savaş Zamanında Kandırma'' isimli kitabında ''Yalan ve asılsız sözlerle insanların zihnine kin ve nefret şırınga edilmesi, savaşta hayat kaybına neden olmaktan çok daha büyük kötülüktür, insanlık ruhunun kirletilmesi, insan vücudunun tahribine nazaran daha kötü ve sakıncalıdır'' sözlerine yer verildi.
Lord Ponsonby'nin değerlendirmesinin bugün de gelecekte de geçerliliğini yitirmeyeceği bildirilerek, şu görüşlere yer verildi: ''Gerçekten de çocuklarımıza ve gelecek nesillere miras bırakabileceğimiz önyargı, nefret ve intikam duygusu yerine müsamaha, dostluk ve iyi niyetin hüküm sürdüğü bir dünyanın kurulabileceği uluslararası bir ortama bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır.
Bu bakımdan, Birinci Dünya Savaşı'nın tüm taraflarının, ortak tarihlerinin Osmanlı Devleti-Ermeni çatışmasının muğlak yönlerinin gün ışığına çıkarılması için etik ve nesnel bir yaklaşım sergilemek suretiyle insanlık ruhunda açılan yaranın iyileştirilmesine yardım etme sorumluluğunu taşıdıklarına inanıyoruz.
Bu inanç ve anlayışla ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Büyük Britanya ile geleneksel ittifak ve dostluk ilişkilerinden duyduğumuz derin memnuniyeti teyit ederek ve 1916 yılında Toynbee'nin çalışmasının bir 'yönlendirme kitabı' olarak yayınlanması kararını Parlamentolarının aldığını göz önünde tutarak, Mavi Kitap'ın tarihi bir belge olarak geçersiz ve asılsız olduğunu ilan etmek suretiyle ortak tarihimizin bu önemli kısmına açıklık getirilmesini Büyük Britanya Parlamentosu'nun takdirlerine saygımızla sunuyoruz.''
ERMENİ TASARISI GEÇERSE

13 NİSAN 2005 - Ermeni tasarısı geçerse ne olur?
Ermeni lobisinin yoğun çabaları sonuç verir ve soykırım iddiaları Amerikan Kongresi tarafından kabul görürse ne olur? Son günlerde sık sık gündeme gelen bu hayati soruyu hangi siyasetçi veya diplomata sorsanız "Bunu düşünmek bile istemiyoruz" gibi kısa bir cevap alıyorsunuz ve hemen ardından anlatmaya başlıyorlar: "Bu hep böyle olur: Ermeniler bastırır, ama son anda ABD Başkanı devreye girer ve 'Bu yüzden Türkiye ile stratejik ilişkilerimizi bozmaya değmez' der ve Kongre'yi ikna eder. Kendisi de 24 Nisan'daki konuşmasında 'soykırım' lafını telaffuz etmez. Böylece olay kapanır."
Sanki tezkere günleri gibi
Şu günler, TBMM'deki ikinci tezkere oylaması öncesini hatırlatıyor. Washington'daki siyasi gözlemcilerin büyük kısmı bu sefer de aynı senaryonun sahneye konacağından emin. Gerekçeleri, zaten sorunlu olan Türk-Amerikan ilişkilerinin tasarının geçmesi durumunda onarılmaz bir şekilde bozulacak olması. Bu nedenle ABD Başkanı George W. Bush'un son anda müdahale edeceği kanısındalar.
01 Mart 2003 öncesinde de ezici bir çoğunluk "Bu tezkere muhakkak geçer" görüşündeydi. "Çünkü Recep Tayip Erdoğan olaya açıkça sahip çıkıyor. AKP'de onun dediğinden farklı bir karar çıkması mümkün değil" diyorlardı.
Sonrası malum. Bu nedenle, her ne kadar, 24 Nisan'da Kongre'nin Ermeni taleplerini benimsemesi çok zor gözükse de, Amerikalıların 01 Mart öncesi düştüğü rehavete kapılmamakta ve olumsuz bir duruma ülke olarak hazırlanmakta fayda var.
Türkiye'nin dezavantajları.
Öncelikle sayılan çok az da olsa "tasarı bu kez geçebilir" diyen şeytanın avukatlarının gerekçelerine bir göz atalım:
1) Ermeni lobileri, 90'ıncı yılında soykırım iddialarını daha güçlü dile getiriyorlar;
2)Konu Türkiye'de de tartışılıyor ve bazı aydınlar resmi söylem dışında yaklaşımlar seslendiriyorlar;
3) Türk-Amerikan ilişkileri oldukça kötü bir dönemden geçiyor. Artık bir stratejik ortaklık söz konusu değil. Hatta tarafların birbirlerine güvendikleri bile şüpheli;
4)Türkiye'de yükselen Batı, Amerikan ve Yahudi karşıtlığı artık Wall Street Journal, Washington Post gibi, karar mercilerini etkileme gücü yüksek yayınlar tarafından da ele alınıyor;
5)Türkiye'nin en büyük destekçisi olan Yahudi lobisi, yükselen Yahudi karşıtlığı ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın İsrail'i "devlet terörizmi" ile suçlaması gibi nedenlerle bu sene daha gönülsüz gibi;
6)TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış'ın Amerikan ordusunu Felluce'de soykırım yapmakla suçlamasının Amerikan Kongresi'nde çok yankı bulduğu söyleniyor...
İsrail ziyareti ve İncirli.
Kuşkusuz bir yandan Ankara, diğer yandan ABD'deki Türkler bu dezavantajları ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün İsrail'e gitmesi, Başbakan Erdoğan'ın da 01 Mayıs'ta gideceğini açıklaması; ABD'nin İncirlik Üssü ile ilgili taleplerinin belli ölçülerde karşılanacağının belirtilmesi bu yöndeki adımlar olarak göze çarpıyor.
Bütün bunlara rağmen tasarı geçerse, sadece Türk-Amerikan ilişkileri köklü bir darbe almayacak, zaten tırmanışta olduğu söylenen "milliyetçilik" de çok ama çok elverişli bir zemin kazanmış olacak.
Asılsız iddialarla coşup kendi insanlarını bile linç etme noktasına varabilen güruhların, "dış düşman"dan gelecek böylesi bir meydan okumaya karşı nasıl bir tepki göstereceği üzerine düşünmek ve muhtemel olumsuz gelişmelerin önlemlerini şimdiden almak şart.
Washington eğer Türkiye'yi kaybetmemekte hâlâ kararlıysa -ki bundan emin olmayanlar var- soykırım tasarısı bu yıl da geçmez. Ama daha sırada Avrupa'nın Abdullah Öcalan'ın yeniden yargılanmasını istemesi veya Kerkük'te bir iç savaş çıkması gibi diğer kötü ihtimaller var. En büyük kâbus senaryosuysa, bütün bu kabaran faşizan milliyetçiliğin Türkiye'yi AB rotasından tam anlamıyla çıkarması.

YENİ POLİTİKA

13 NİSAN 2005 - Ermeni iddialarına karşı yeni politika.
TBMM Genel Kurulu'nda, ''Tarihte Türk-Ermeni İlişkileri ve Ermeni Soykırımı İddiaları'' konulu genel görüşme önergesinin öngörüşmelerine başlandı..
AK Parti Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve arkadaşları ile CHP Grup Başkanvekilleri Ali Topuz, Kemal Anadol ve Haluk Koç'un genel görüşme önergeleri birleştirilerek görüşülüyor. Önergeler üzerinde ilk sözü, hükümet adına Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül aldı.
Dışişleri Bakanı Gül, sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı gerçekleri ortaya çıkarmak için topyekün yeni bir politika izleyeceklerini söyledi.
Gül, Genel Kurul'da yaptığı konuşmada, iddilara karşı yeni bir mücadele izleyeceklerini ve bundan sonra ortak bir çalışma yürüteceklerini belirtti.
Gül, Türkiye'nin tarihiyle yüzleşmeye hazır olduğuna dikkat çekerek, "Yeni bir strateji izleyeceğiz. İçerde halkımızı bilgilendirmek, dışarda da gerçeklerin ortaya çıkması için aktif bir çalışma içinde olacağız" diye konuştu.
ERDOĞAN, KOÇARYAN'A MEKTUP GÖNDERDİ
Dışişleri Bakanı Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Koçaryan'a mektup gönderdiğini ancak bu konuda Koçaryan'dan henüz bir cevap gelmediğini ifade etti.
Gül, Ermeni soykırımı iddialarının doğru olmadığını söyleyerek, "Atalarımız kesinlikle bir asimilasyon yapmadı. Asimilasyon yapsalardı pek çok ırk asimilasyona uğrardı" dedi.
Ermeni iddiaları konusunda dünya genelindeki lobi çalışmalarına ve Ermeni diasporasının faaliyetlerine dikkat çeken Gül, iddialara karşı Türkiye'nin bugüne kadar savunma pozisyonunda kaldığını söyledi.
İddiaları 'abartma, saptırma' olarak niteleyen Gül, bütün bu faaliyetlere kaynak olarak meşhur 'Mavi Kitap'ı ve 'yalan yanlış anılar'ı gösterdi ve "bu yayınların sözde bilimsel eserlere kaynak veya dayanak alınmaları daha vahimdir" açıklamasını yaptı.
Ermenilerin 1800'lü yıllarda kurdukları komitelerle doğuda bir Ermeni devleti hayali yaşattıklarını belirten Gül, bu çalışmaların sonucunda terörist örgütlerin oluştuğuna ve Türklere yönelik 200'den fazla saldırı gerçekleştirdiklerine dikkat çekti.
Eylemlerin 24 ülkede, 30'dan fazla diplomat ve kamu görevlisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlandığını belirten Gül, bütün bunların sonuç vermemesiyle Ermeni çevrelerinin lobi faaliyetleri içine girdiğini vurguladı.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, iddiaların bazı Avrupa Birliği üyeleri tarafından olumlu bir şekilde karşılandığına da dikkat çekti.
AK Parti milletvekillerinin önergesi, ''Türkler ile Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkilerin objektif veriler ve tarafsızlık ölçüleri içerisinde ele alınarak bir milli politika oluşturulması'', CHP milletvekillerinin önergesi ise ''Ermeni soykırımı iddialarına karşı gerçeklerin ortaya çıkarılması'' amacıyla genel görüşme açılmasını öngörüyor.

DİASPORADAN TEPKİ

13 NİSAN 2005 - Diasporadan Mahçupyan'a ve Dink’e tepki.
Avrupa Parlamentosu’nun Yeşiller grubunca düzenlenen "Geçmişin Geleceği: Türkiye’deki Ermeniler" konulu panele ve konuşmacılara, Ermeni diasporası büyük tepki gösterdi. Avrupa Ermeni Federasyonu, konferansın asıl amacının "Türkiye’nin AB’ye kabulü için bu soruna çözüm bulunması" olduğunu öne sürdü.
Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı Laurent Leylekian imzasıyla yayınlanan bildiride, panelde Türkiye’deki Ermenileri temsil eden konuşmacıların yaptıkları konuşmalar, "muğlak ve tutarsız" olarak nitelendirildi. Panelde, yazar Etyen Mahçupyan ve Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink de yer aldı.
Mahçupyan’ın, "soykırım" nitelemesini diyaloğu bloke ettiği için reddettiği kaydedilen bildiride, Dink’in, Avrupalıları sorumlu tutatak Türk devletini suçsuz ilan ettiği öne sürüldü.
Brüksel'den yayın yapan haber sitesi "ABHaber"e göre, paneli yöneten AP Milletvekili Cem Özdemir’in "soykırım" sözcüğünü kullanmaktan kaçındığı belirtilen bildiride, konferansın amacının, Ermeni sorununu tekrar Ankara’ya hatırlatmak ya da Türkiye’deki Ermenileri kışkırtmak değil, Türkiye’nin AB’ye kabulü için bu soruna çözüm bulunması olduğu öne sürüldü. Bildiride şöyle denildi:
"Avrupalılar, iki yıl önce düştükleri hataya tekrar düşmemelidirler. Durum oldukça açık. Türkiye, ’Ermeni soykırımı’ ile yok sayılamayacak bir suç işlemiştir. Türkiye bu sorumluluğu duymalıdır ve AB ilkelerine uymak için elinden geleni yapmalıdır."
Panelin, Türk devletinin ilham verdiği, konuyu saptırma girişimi olduğu öne sürülen bildiride "Konferans, Türk stratejisinin çizgisindedir" ifadesi kullanıldı.

14 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? 150 milyon dolarlık Ermeni malı davası.
Diaspora Ermenilerinin siyasi örgütü Ermeni Demokratik Liberal Partisi, Patrik Mutafyan’a saldıran bir bildiri yayımladı. Bildiride hem Mutafyan, hem de Türkiye Ermenileri suçlandı. Saldırının arkasında ise Mutafyan’ın, Diaspora’nın el koymak istediği 150 milyon dolarlık Melkonyan mirasını geri almak için açtığı dava yatıyor.
1908’de Türkiye Ermenileri tarafından kurulan, 1915’ten itibaren yurt dışında faaliyet gösteren, 1991’den itibaren de Ermenistan’da siyasal hayata katılan Ermeni Demokratik Liberal Partisi (EDLP), Patrik Mesrop Mutafyan’a yönelik çirkin bir saldırıya geçti. Partinin Boston Merkez Komitesi tarafından hazırlanan ve resmi yayın organı durumundaki Azg Gazetesi’nde yayımlanan bildiri, doğrudan Türkiye Ermenilerini ve Türkiye Ermenileri Patriği Mutafyan’ı hedef alıyor. Mutafyan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğiyle patrik seçildiği, Ermenilerin hakkını savunmak için çaba sarfetmediği, haksızlıklara karşı sesini yükseltmediği iddia ediliyor. Daha sonra, Diaspora Ermenilerinin uzunca bir süredir Mutafyan’ın davranışlarını büyük bir endişe ile takip ettiği, cemaat içinden hiç kimsenin bu ‘genç patriği’ eleştirmeye cesaret edemediği belirtildikten sonra, Mutafyan’ın Ermeni entelektüelleri ile de arasının iyi olmadığı savunuluyor.
DİZGİNLENEMEZ İHTİRAS
Türkiye Ermenileri Patriği’nin, ‘dizginlenemez emperyal ihtiraslarını’ tatmin için diğer Ermeni kiliselerini etkisi altına almaya çalıştığını iddia eden Boston Merkez Komitesi bildirisinde şunlar söyleniyor:
‘Patrik Mutafyan, bizim eleştirilerimize cevap vermeye tenezzül etmiyor ve EDLP ideolojisini iflas etmiş bir ideoloji olarak değerlendiriyor. Mutafyan’ın iflas ettiğini söylediği EDLP ideolojisi, demokratik sistemi esas alır, Ermeni soykırımının tanınması ve Ermenilerin tarihi anavatanının (Doğu Anadolu) bağımsızlığı için çalışır. Bu idealler, sadece Türk ordusunun korku veren yönetiminde yaşayan bir halk tarafından iflas etmiş olarak değerlendirilebilir.’
BİZİ KÜÇÜMSEYEMEZ
Hye-Tert adlı internet sitesinde Murat Bebiroğlu imzasıyla yayımlanan yazıda ise bu iddiaların arkasında yatan nedenin, Mutafyan’ın, 1921’de Kayserili Garabed Melkonyan tarafından Patrikhane’ye bağışlanan servet ve gayrimenkulleri geri almak için uluslararası hukuk yollarına başvurması olduğu belirtiliyor ve şöyle deniliyor: ‘Türkiye Ermenileri patrikliği koruyacak güçtedir. Kimsenin bizi küçümsemesine göz yumamayız.’
Melkonyan mirası
Kayserili Garabed Melkonyan 1921’de, milyonlarca dolarlık servetini ve gayrimenkullerini, kendi adına bir yetimhane ve okul yapılması koşuluyla Türkiye Ermeni Patrikliği’ne bıraktı. Koşullar daha uygun olduğu için okul ve yetimhane 1924’de Lefkoşa’da Melkonyan adıyla kuruldu. Ancak, Türkiye Patrikliği’nin istikbalinin belirsizliği, 1926’da, Melkonyan okulu ve mirası üzerindeki yetkilerin, vasiyete uymak ve Türkiye Patrikliği’ne her yıl sembolik bir yardım yapmak koşuluyla EDLP’nin yan kuruluşu gibi görev yapan Armenian General Benevolent Union (Ermeni Yardımseverler Birliği) AGBU’ya verilmesine yol açtı.
Geçen yıl AGBU, kimseye haber vermeden okulun kapatılmasını ve gayrimenkullerin de 60 milyon dolara satılmasını kararlaştırdı. Görünüşte amaç, bu parayla Ermenistan’da bir kolej açmaktı. Melkonyan okulu mezunları ve dünyanın dört bir yanındaki Ermeniler bu karara şiddetle karşı çıkıyor. 60 milyon dolar denilen gayrimenkullerin de en az 150 milyon dolar değerinde olduğu anlaşıldı. Oysa Ermenistan’da açılacak bir kolej en fazla 3-5 milyon dolara mal olacaktı. İşin kökenini araştıran hukukçular, vasiyetnamede yasal varis olarak gözüken Türkiye Ermeni Patrikliği’nin kapısını çaldı. Mutafyan, kendi hukukçularına da durumu inceletti ve AGBU’yu mahkemeye verdi. Paris’te açılan davadan sonra, Mutafyan’a yöneltilen eleştiriler, çirkin bir saldırı niteliğine büründü.

ERMENİ ÇOCUKLARI KURTARANLAR

14 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası:1915’te ne oldu? Tehcir sırasında Ermeni çocukları kurtaran da var.
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Selim Deringil
Prof. Dr. Selim Deringil Ermeni meselesinin öncelikle ahlaki ve vicdani bir sorun olduğunu belirterek şöyle devam ediyor: "Maalesef diasporanın bazı kesimlerinde, çözüm arayışı değil intikam hisleri mevcut. Bu birbirini besleyen bir süreç...
1915’te ne oldu?
-Öncelikle şunu söyleyeyim, ben Ermeni meselesi uzmanı değilim. Başka yaptığım işlerin yanısıra bu konuya da tanjant bir şekilde değindim, ama ben daha çok düşünce tarihçisiyim. Abdülhamit dönemine ilişkin çalışmalarım var. Abdülhamid dönemini çalışırken de, Ermeni meselesine girmekten özellikle kaçındım. Çünkü bu, üzerinde kimsenin konuşmak istemediği bir konuydu. Bu bilgileri bir kenara koyarsak, 1915’te Osmanlı’nın uyguladığı bir tehcir hareketi var. Tehcir sırasında büyük bir facia yaşanıyor. Anadolu’nun her yerinden, hatta Trakya’dan Ermeniler sürülüyor. Bu da o nüfusun büyük ölçüde yok olmasına sebep olan bir eylem olarak çıkıyor karşımıza. 1915 aslında bu.
NEDEN BU DÖNEMİ ÇALIŞAN TARİHÇİ YOK?
- Millet bilinen nedenlerden dolayı uzak duruyor. Ben de 1915’i çalışmadım. Benim nisbeten fikir sahibi olduğum dönem, 1890 olaylarıdır. 1915’te yaşanan ise insanların yerinden yurdundan sürgün edilmesi meselesidir. Şimdi tehcire ilişkin yapılan resmi açıklamalar var: Türkiye’nin meşru bir biçimde kendini savunduğu söyleniyor. Osmanlı Devleti savaş içindeydi, komitacılar Rus askerleriyle işbirliği yapıyorlardı, çeteciler de orduyu arkadan vuruyordu. Dolayısıyla tehcir, Osmanlı’nın ölüm-kalım mücadelesinde bir meşru savunma yöntemiydi, deniliyor. Örgütlü, silahlı bir Ermeni direnişi söz konusu. Bunu kimse inkâr etmiyor. Ruslarla işbirliği yapan Ermeniler olduğunu da inkâr eden yok. Ama öte yandan, adına hukuken ne derseniz deyin, sistemli bir yok etme var. Ermeniler bütün bu coğrafyadan şu veya bu şekilde sürülmüş, sağ çıkmaları imkânsız bir yürüyüşe zorlanmışlardır. Ben bir tarihçi olarak, ahlaki sorumluluğumu meseleyi isimlendirmede değil, meselenin özünü gündeme getirmede görüyorum.
YAPILANLAR VE RESMÎ SÖYLEM
İttihat-Terakki’nin, Osmanlı coğrafyasında yaşayan bütün Ermenileri ortadan kaldırmak istediğini söylemek mantıklı mı?
-‘Bütün’ Ermenileri ortadan kaldırmak istemiş olabilirler, ancak bu pratikte pek mümkün olamamış. Katolik Ermeniler büyük ölçüde tehcirden muaf tutuluyor, İstanbul, İzmir gibi çok ‘göz önünde’ olan yerlerdeki Ermeniler de muaf tutulabiliyor. Ancak bu muafiyetler asla İttihat-Terakki’yi temize çıkarmıyor. Bazı bölgelerde Müslüman olmuş Ermenilerin bile, ‘Sadece can kaygısıyla Müslüman oldular’ diye tehcire tabi tutulduğunu biliyoruz. Bir yandan da Teşkilat-ı Mahsusa diye bir organizasyon var. Muhtelif tanıklıklarla ortaya çıkıyor ki, bir sürü bölgede kafileler hareket ettiriliyor ve bir süre sonra Teşkilat-ı Mahsusa veya devletin resmi görevlisi olmayan başka güçler tarafından katlediliyorlar. Bunun yanısıra, bizzat jandarma tarafından katledilenler de var. Bunlar olmuş, bunları inkâr etmek bence çok tutarlı bir tavır değil. Ayrıca ahlaklı da değil. Benim temel çıkış noktam da bu zaten: Bu bir vicdani sorun. Kırmızıçizgi diye bir laf ediliyor ya, benim kırmızıçizgim şu: Hiçbir şey ama hiçbir şey, bir anneyi sekiz yaşındaki kızını birilerinden kurtarmak için kendi elleriyle nehirde boğmaya mecbur kılan eylemleri meşrulaştıramaz. Ermeni çetesi de meşrulaştıramaz. Devletin meşru müdafaası da meşrulaştıramaz. O kadının kocasının Taşnak olması da meşrulaştıramaz. Hiçbir açıklama, bunu benim gözümde meşru bir durum haline getiremez.
ÇOCUK ALMAYIN EMRİNE RAĞMEN
Tehcire rağmen son derece insani münasebetler de yaşanıyor. Ermeni komşusunu kurtarmak için her şeyi göze alan Müslümanlar var, çocukları korumak için evlatlık alanlar var...
- Elbette, üstelik bunlar, İttihat-Terakki’nin çocuk alınmamasına dair resmi emirlerine rağmen yapılıyor. Böyle bir emir var ortada, buna ne diyeceğiz? Bunları inkár etmek mümkün değil. Hatta emirleri uygulamayı reddeden ordu komutanları var. Ama Ermeni çetelerinin Müslümanlara reva gördükleri vahşet de var. Hangi taraf yaparsa yapsın vahşet vahşettir. Birinin ötekini meşrulaştırması gibi ilkel bir yaklaşımı ben kabul edemem.
ARŞİVİ TEMİZLEMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR
Türkiye’nin resmi tezi son zamanlarda belirgin bir farklılık göstermeye başladı. ‘Bu tarihi bir meseledir, bu işi tarihçilere bırakmak gerekir’ deniliyor. Prof. Şükrü Hanioğlu ise bu teze, ‘Bu tarihi değil siyasi bir meseledir. Dolayısıyla siyasetçiler tarafından çözülmelidir’ diye itiraz ediyor. Sizin kanaatiniz nedir?
-Bir süredir de, ‘Biz tarihçilerimizi gönderelim, Ermeniler de tarihçilerini göndersinler, arşivi açalım, ne çıkarsa bahtımıza’ deniliyor. Prof. Şükrü Hanioğlu da haklı olarak diyor ki, ‘Böyle bir şeyi tarihçiden beklemek abesle iştigaldir. Çünkü arşiv bir fen laboratuvarı değildir.’ Neticede arşiv, yoruma da, manipülasyona da gayet açık bir kaynaktır. Böyle toplantılarda görevlendirilecek Ermeni ve Türk tarihçiler de, belli görüşlerle oraya gideceklerdir. Bu durumda, hiçbir şekilde bir tarafın öbür tarafı ikna etmesi gibi bir olasılık da gelmeyecektir gündeme. Bilakis, her iki tarafa da daha fazla zarar verecektir.
Taner Akçam, arşivlerin tam üç kez adamakıllı temizlendiğini iddia etti. Bunun mümkün olup olamayacağını Prof. Şükrü Hanioğlu’na sorduğum zaman, ‘Arşivlerin mantığını bilen birisinin böyle bir şey söylemesi mümkün değildir’ dedi. Siz de arşivde çalışan bir insansınız. Ne diyorsunuz, arşivler temizlenebilir mi gerçekten de?- Ben de aynen Şükrü Hanioğlu gibi düşünüyorum. Arşivi temizlemek mümkün değildir bir, yakalanmadan temizlemek mümkün değildir iki. Çünkü bu işin izini sürmek çok kolaydır. Kaldı ki bunların bilmem kaç yere gönderilmiş suretleri var. Dolayısıyla bunu sistematik olarak yapmak mümkün değildir. Ancak arşivi hepten kapatırsanız olabilir bu. Onu da kimse göze alamayacağına göre, böyle bir şey mümkün değildir. Ama arşive bir şey söyletebilirsiniz. Arşiv belgesi dediğiniz şey, fen bilimlerindeki gibi somut bir şey değildir. Bir belge sunarsınız, aynı belge dört ayrı tarihçi tarafından dört ayrı biçimde yorumlanabilir. Ayrıca, hangi belgeyi seçtiğiniz de bir o kadar önemlidir.
Yakın zamana kadar da arşivlerin açık olmadığı iddia edilirdi..
- Bu tamamen hikáye. Biz ne yapıyorduk o zaman, nerede çalışıyorduk? Ben 1980’den beri gidip geliyorum arşive. Biz kaçak mı çalışıyorduk yani? Öyle bir şey yok. Ama şu var ve doğrusu Özal’ın da hakkını teslim etmek gerekir. Arşivlere ciddi bir fon ayrıldı. Donanımlı insan istihdamı mümkün kılındı.
Diasporanın tutumu, sorunun çözümünü zorlaştırıyor mu?
-Maalesef diasporanın bazı kesimlerinde, çözüm arayışı değil intikam hisleri mevcut. Diasporanın bazı çevreleri sertliğini kaybetmiyor. ‘Bazıları’ diyorum çünkü ben şahsen meseleye son derece bilimsel ve serinkanlı yaklaşan diaspora bilim insanlarıyla tanıştım. Örneğin burada Chicago Üniversitesi’nden Prof. Ronald Suny ile Michigan Üniversitesi’nden Prof. Jirair Libaridian’ı saygıyla anmak isterim.
Tarihçinin Ahlaki sorumluluğu.
Örgütlü, silahlı bir Ermeni direnişi söz konusu. Bunu kimse inkár etmiyor. Ruslarla işbirliği yapan Ermeniler olduğunu da inkâr eden yok. Ama öte yandan, adına hukuken ne derseniz deyin, sistemli bir yok etme var. Ermeniler bütün bu coğrafyadan şu veya bu şekilde sürülmüş, sağ çıkmaları imkánsız bir yürüyüşe zorlanmışlardır. Ben bir tarihçi olarak, ahlaki sorumluluğumu meseleyi isimlendirmede değil, meselenin özünü gündeme getirmede görüyorum.
DİASPORA İNTİKAM PEŞİNDE
Prof. Dr. Selim Deringil Ermeni meselesinin öncelikle ahlaki ve vicdani bir sorun olduğunu belirterek şöyle devam ediyor: ‘Maalesef diasporanın bazı kesimlerinde, çözüm arayışı değil intikam hisleri mevcut. Bu, birbirini besleyen bir süreç. Bizdeki Ülkücülerle, ‘Türkiye mutlaka cezalandırılsın’ diyen bazı diaspora Ermenileri aslında birbirine benzeyen fenomenler. Diasporanın bazı çevreleri sertliğini kaybetmiyor.”

TÜRKİYE’NİN MUHATABI

14 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? Türkiye’nin muhatabı Ermeni yurttaşlarıdır.
Gazeteci ve yazar Etyen Mahçupyan.
Gazeteci ve yazar Etyen Mahçupyan: Bugün pek çok Ermeni'nin yaptığı gibi, "Türkler suçlu" demek abuk bir olaydır. Çünkü Türklerin pek çoğunun suçlu olmadığını, tersine suça karşı çıktığını, hatta suça karşı çıkarak hayatlarını kaybettiğini biliyoruz.
1915’te ne oldu?
-1915’e giden çizginin derin bir geçmişi var. Tabii Balkan Savaşları bir kırılma noktası teşkil ediyor. İttihatçı yönetim, bu işin böyle devam edemeyeceğini ve Anadolu’nun ancak homojenlik üzerinden kurtarılabileceğini düşünmeye başlıyor. Ki milliyetçi bir bakış açısından ele alındığında, siyaseten de yadırganmayabilecek bir teşhistir. Bütün bunların ışığında 1915, Birinci Dünya Savaşı’na girmenin de getirdiği bir imkânlar dünyası yarattı. Bu imkânlar dünyası, 1915’te yaşanan olayların da tetikleyicisi oldu.
Peki yapılan şey nedir?
-Yapılan şey esas olarak bir temizlik hareketidir. Bunun için de Türkiye’nin gayrımüslimlerden mümkün olduğu kadar kolay, mümkün olduğu kadar sessiz, mümkün olduğu kadar sorun yaratmadan temizlenmesi gerekiyordu. Ancak sayı itibariyle sorunsuz olması da mümkün değildi. Ayrıca Türkiye’nin tümüne yayılmış bir topluluktan söz ediyoruz.
200 BİN
Tehcir sırasında çok trajik olaylarla birlikte hayli insani şeylerin de yaşandığı hep anlatılır. Mesela, pek çok Müslüman aile, Ermeni komşularının küçük çocuklarını alıp saklamış, evlatlık edinmiş. Sizce ne kadar insan kalmıştır Anadolu’da?
-Net olarak söylemek her zaman olduğu gibi çok zor. Sonra serinkanlı bir bakışla şunu söylemek mümkün: Müslüman olursanız kurtulursunuz denildiği için tümüyle ihtida etmiş köyler var. Bazı yerlerde Müslüman olduğu halde insanlar yine tehcire tabi tutulmuş. Bu tamamıyla oradaki mülki amirin ve Müslüman cemaatin tutumuyla alakalı bir şey. Bir de tek tek kurtarılmış olan çocuklar var. Bence 200 bin kişinin Müslümanlaşmasından söz etmek mümkün.
FARKLI MİLLİYETÇİLİKLER
Öyle anlaşılıyor ki, İttihat-Terakki yönetiminin milliyetçilik algısıyla, kamuoyunun milliyetçilik algısı arasında derin bir uçurum var...
-Kesinlikle öyle. Zaten o yüzden de, Türkiye’nin veya Türklerin suçlanması saçma bir bakış açısıdır. Bugün pek çok Ermeni’nin yaptığı gibi, ‘Türkler suçlu’ demek abuk bir olaydır. Çünkü Türklerin pek çoğunun suçlu olmadığını, tersine suça karşı çıktığını, hatta suça karşı çıkarak hayatlarını kaybettiğini biliyoruz.
Türk Tarih Kurumu’nun, ‘Gelsinler, dünyanın her yerinde tartışalım’ tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Türkiye’de resmî tarihi savunanlar bu işi fazla bilmiyorlar. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ve öyle olmak, bu vatandaşlığı da yurt dışında taşımak istiyorum. Bu nedenle benim korkum şu: Türkiye Cumhuriyeti bu tür tarihçilerin eline düşerse, ilerde gülünç bir hale gelebilir.
Bunu söylerken, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Ermeni olarak, temel bir endişenizi dile getiriyor gibisiniz...
-Evet, bunu büyük bir endişe ile söylüyorum. Çünkü ben dışarıdaki Ermenilerin tutumlarının da son derece yanlış olduğunu, kaba olduğunu, milliyetçi-ırkçı olduğunu düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin de bütün bu gerilimden alnı açık bir ülke olarak çıkmasını istiyorum. Çünkü burada yaşamaya devam etmek istiyorum, çocuğumun da burada yaşamaya devam etmesini istiyorum.
TÜRKİYE’NİN MUHATABI ERMENİ CEMAATİDİR
Sorunun çözümü için önerileriniz nelerdir?
-Siyaset, yaşayan insanlar üzerinden yapılması gereken bir şey. Yaşayan insanlar olarak baktığımızda, bir kere Türkiye’deki Ermeni cemaati, ikinci olarak da Ermenistan’dır Türkiye’nin muhatabı. Yoksa diaspora Türkiye’nin birincil dereceden muhatabı değildir. Türkiye’deki Ermeni cemaati, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını sonuna kadar bir hak ve özgürlük alanı olarak yaşayabilirse, yurtdışındaki hiçbir Ermeni’nin sözü veya talebi, dünya kamuoyu nezdinde anlamlı olamaz.
Yani sorun diasporada mı?
- Hem Türkiye devleti, hem de diaspora dersek daha doğru bir şey söylemiş oluruz. Türkiye devleti ve diaspora bence, çözümsüzlüğün üzerinden kendi varlıklarını devam ettiriyorlar.
Gaddarlık temel özellik.
Anlaşılan bu yakma işlemi o sıralarda Anadolu’da çok popüler. Çünkü sonradan dönen Ermeniler de Müslümanları toplu halde yakıyorlar. Zaten şunu açıkça söylemek lazım, Türkler ve Ermeniler olarak gaddarlık en çok paylaşılan özelliklerimizden biri.
Türkler suçlu demek abukluk
Bugün pek çok Ermeni’nin yaptığı gibi, ‘Türkler suçlu’ demek abuk bir olaydır. Çünkü Türklerin pek çoğunun suçlu olmadığını, tersine suça karşı çıktığını, hatta suça karşı çıkarak hayatlarını kaybettiğini biliyoruz.

GERÇEKLER NEDİR?

14 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? Prof. Berktay gerçekleri çarpıtıyor.
Emekli Büyükelçi ve CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ
Şükrü Elekdağ, Prof. Halil Berktay’ın söylediklerine itiraz ederek başlıyor söze. Elekdağ’a göre, tehcirin amacı Ermenileri yok etmek filan değil, savaş bölgesinden güvenli alanlara nakletmekti. Ayrıca, Teşkilat-ı Mahsusa’ya tehcir sırasında görev verildiğine dair hiçbir somut ipucu veya kanıt da bulunmamakta.
1915’te ne oldu?
-Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli ‘Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ soykırım eylemini çok açık bir şekilde tanımlamaktadır. Bir eylemin soykırım olabilmesi için belirli bir grup insanı, milliyeti, ırkı; etnisitesi veya dini dolayısıyla yok etme niyetinin bulunması icap eder. Prof. Halil Berktay, Osmanlı hükûmetinin tüm Ermenileri, sırf Ermeni oldukları için yok etmek amacıyla hedef aldığını iddia ediyor. Bu doğru değil. Çünkü tehcir, Berktay’ın iddia ettiği gibi tüm Ermenileri Ermeni oldukları için hedef almıyordu. Böyle bir tutum ve kasıt kesinlikle mevcut değildi. Tehcir Kanunu’nun çıkarılmasının esas amacı, Doğu Anadolu’da savaş sahasında Osmanlı ordusunun harekátını engelleyen Ermenilerin, imparatorluğun başka bölgelerine naklidir. Kanun, Berktay’ın iddia ettiği gibi bütün Ermenileri kapsamamaktadır.
Kimler tehcir kapsamının dışında tutuluyor?
-Katolik ve Protestan Ermeniler, hastalar, Osmanlı ordusunda görev yapanlar ve aileleri tehcir kapsamına alınmamıştır. Ayrıca, merkez ve taşrada bulunan Osmanlı Bankası şubeleriyle Reji İdaresi ve Düyun-ı Umumiye’de çalışan Ermeni devlet memurları, devlete sadakat ve iyi halleri göz önünde tutulan kişiler de tehcir uygulaması dışında bırakılmışlardır. Yetim çocuk ve dul kadınlar da sevk edilmeyerek yetimhanelere ve bulundukları yerlerdeki köylere yerleştirilmişlerdir. Ayrıca, ticaretle uğraşan Ermeniler, Ermeni mebus ve aileleri de yerlerinde bırakılmışlardır. Bütün bunların yanında İstanbul’daki Ermeni toplumu bütün savaş boyunca Osmanlı devletinin başkentinde hiçbir tacize uğramadan, huzur ve sükûn içinde yaşamış, onlar da tamamen zorunlu göç uygulaması dışında bırakılmışlardır. Siz, Almanya’nın her tarafında soykırımı uygulayan Hitler’in Berlin’de Yahudilerin huzur içinde çalışmalarına, para kazanmalarına ve yaşamlarını sürdürmelerine müsaade edebileceğini düşünebiliyor musunuz? Bu gerçekler, Berktay’ın, Osmanlı devletinin, Ermenilerin Ermeni oldukları için yok etme niyetine sahip olduğu iddiasını çürütüyor.
ÇANAKKALE’DE ERMENİ ASKERİMİZ VAR
Bunlar istisna mıydı, yoksa böyle genel bir uygulama mı vardı?
- Genel uygulama bu yoldaydı. Savaş alanı dışında olan, devlete hizmet eden ve sadakatinden kuşku duyulmayan kişiler göçe tabi tutulmadı. Nitekim savaş döneminde Ermenilerden oluşan askeri birimler cephelerde ateş altında sıhhiye hizmeti vermişlerdir. Çanakkale ve Sarıkamış savaşlarında Ermeni askerler Türklerle birlikte düşmana karşı savaşmışlardır. Bu nedenle vatana hizmet faslından birçok Ermeni vatandaşımız uzun süre maaş almışlardır. Bütün bunlar Osmanlı Devleti’nin Ermeni uyruklarına karşı bir yok etme niyetinin bulunmadığını açıkça ortaya koyuyor. Bu da, Osmanlı devletinin sırf bekasını sağlamak için meşru savunma hakkı çerçevesinde tehcire başvurduğunu gösteriyor.
TALAT PAŞA’NIN TELGRAFININ ANLAMI
Katliamlarda Teşkilat-ı Mahsusa’nın rolü yok mu?
- Bu iddia Ermeni tarihçilerin öteden beri savundukları tezin tekrarından başka bir şey değil. Ancak Ermeniler bu iddialarını bugüne kadar belgeleyebilmiş değiller. Bu bakımdan Berktay’ın bu konuda söyledikleri hiçbir somut kanıta dayanmıyor. Bu kuruluşa tehcir sırasında görev verildiğine dair en ufak bir kanıt mevcut değildir.
Tehcir sırasında ne kadar insan öldü sizce?
- Ermenilerin can kaybına uğradıkları iddiasının inkár edilecek bir yönü yoktur. Tehcir sırasında kıtlık, hastalık ve eşkıyalık kadar, toplumlararası düşmanlık da, gerek Ermeni gerek Türk ve Müslüman halkın kayıplarının ağır olmasına yol açmıştır. Ayrıca, Osmanlı arşivlerindeki çok sayıda belge, Osmanlı Devleti’nin tüm iyi niyetine rağmen, tehciri gerekli düzen ve sorumlulukla uygulayamadığını ortaya koymaktadır. Ermeni propagandacılar, savaş yıllarında Anadolu topraklarında ölen Ermenileri, dünyaya, Osmanlı zulmünün masum kurbanları olarak tanıtmaya çalışmışlardır. Bu propaganda sistematik olarak gerçeğin bir bölümünü gözden kaçırmaya çalışmıştır. Bu da Ermeni katliam ve zulmü sonucunda ölen Türk ve Müslüman ahalidir. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından 1998’de dört cilt halinde yayımlanan ‘Arşiv Belgelerine Göre Kafkasya ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi’ adlı eser, bilimsel bir kaynak olarak bu teksesliliği gidermiş ve boşluğu doldurmuştur. Eserin içerdiği belgelerdeki verilere dayanılarak yapılan hesap, 1914-1921 döneminde Ermeni katliam ve zulmü sonucunda 517 bin 955 Türk’ün öldüğünü ortaya koymaktadır.
1915’i açıkça tartışmak şart
Taner Akçam, İttihat Terakki’nin 1912’de yaşanan Balkan Bozgunu’ndan sonra Anadolu’yu bütün gayrımüslim unsurlardan temizlemeye karar verdiğini ve tehcirin de bu düşüncenin uygulamaya koyulması anlamına geldiğini savunuyor. Akçam’a göre, tehcir sırasında ve sonrasında, Anadolu’da yaşayan Ermeni nüfusun en az yarısı öldü.
1915’te ne oldu?
-İttihat ve Terakki, Ermeni vatandaşlarını, devletin geleceği için tehdit olarak gördü ve ortadan kaldırmaya karar verdi. İmha fikri daha önce de mevcut olmasına rağmen, fiili kararın Şubat-Mart 1915’te alınmış olması ihtimali kuvvetlidir. Bu karar doğrultusunda Anadolu’nun Ermeni nüfusu, bulundukları yerlerden, Suriye ve Irak çöllerine, ölüme yollandılar. Daha sonra da gerek bu yolculuk sırasında, gerekse vardıkları yerlerde sistematik olarak imha edildiler. Sonuçta, 1919 Mayısı’nda açıklanan resmi Osmanlı rakamlarına göre, 800 bin Ermeni imha edildi.
PETROSYAN BİR ŞANSTI
Türkiye, son yıllarda ‘Bu işi tarihçilere bırakalım’ tezini savunuyor. Bu tezi nasıl yorumluyorsunuz?
-‘Tarihçilere bırakalım’ tezi, Türkiye’nin bulduğu bir tez değildir. Bu fikir Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan’a aitti. Ermenistan devletinin ilk kuruluş yılları içinde atılmış son derece şık ve akıllı bir adımdı. Kendisi de tarihçi olan Ter Petrosyan, ‘Soykırım sorununu hemen çözemeyiz, devletler olarak bu konuyu gündemimize almayalım ve zamana yayalım’ diyerek bu iki sorunu birbirinden ayırmayı teklif ediyordu. Türkiye bu inceliği anlamadı bile ve Ermenistan devletinden, diasporadaki soykırım faaliyetlerine son vermesini istedi. Sonuçta, Ter Petrosyan’ın ‘İşi tarihçilere bırakalım’ teklifi, Türkiye’den gerekli ilgiyi görmeyince onun başını yedi. Cumhurbaşkanlığını kaybetti. Bu kaybedişin nedenleri arasında Türkiye’ye aşırı yakın olmak arzusu da bir rol oynadı.
Siz de bu teze karşısınız anlaşılan?
- Ortada tuhaf bir durum olduğunu kabul etmeniz gerekiyor. Tarihçilerin hangi konuda karar vermesini istiyorsunuz? Soru ne? Soru, 1915’de yaşanan katliamlara soykırım denilip denilmeyeceği mi? O zaman bir başka soru daha ekleyelim: 1915’de yaşananlara soykırım demedik de, etnik temizlik dedik, kıtal veya katliam dedik diyelim, o zaman yaşananlar daha mı az kötü olmuş olacak? 1915 soykırım değilse, suç olmaktan çıkıyor mu? İstediğiniz rakam oyunlarını yapabilirsiniz, sonuçta Ermeni nüfusun yüzde 40 ile yüzde 60’ı arasında bir kısmının imha edildiği ortadadır.
1915’te yaşananlara, uluslararası anlaşmalar ve 1948 Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde soykırım demek mümkün mü?
- Birincisi, altını çizerek tekrar etmek isterim ki, bizim şu andaki sorunumuz 1915’te yaşananların 1948 tanımına uyup uymadığı değildir. Asıl sorun, toplumun 1915 üzerine açık, özgür ve serbestçe konuşabilmesidir. Adı nasıl olsa konulur, inanın bu işin en kolay tarafıdır.
Tehcirin bütün Ermenilere yönelik olduğunu düşünmüyorsunuz herhalde?
- Ermenilere karşı alınan önlemleri bir savaş tedbiri olarak düşünmek yanlıştır ve bir ön hikáyesi vardır. Zaten Ermeniler savaş bölgesinden değil, tüm Anadolu’dan sürülmüşlerdir ve Ermeni olmak sürülmek için yetmiştir. Ermeni tehciri ve imhası, İttihat ve Terakki Partisi’nin 1912 Balkan yenilgisi sonrasında karar verdiği, Anadolu nüfusunu homojen Müslüman-Türk bir topluluk hâline sokma planının bir parçasıdır.
Peki ama herkes tehcire tabi tutulmuyor.
-Bunların önemli bir kısmı palavradır. Sadece savaş bölgesinden Ermenilerin sürüldüğü iddia edilir. Doğru değildir. Ermeniler Anadolu’nun her yerinden sürülmüşlerdir.
‘BİZ’ VE ‘ONLAR’ SÖYLEMİ YANLIŞ
Sizce sorunun çözümü icin taraflarin neler yapması gerekir?
- İki ülke arasındaki sorun, tarihsel ve bugünkü sorunlar şeklinde iki başlık altında toplanabilir. Bu iki sorunu birbirinden ayırmak, iki ülke arasındaki güveni tesis etmek açısından faydalı bir ilk adım olacaktır. Aynı şekilde Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması, Ankara ve Erivan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması da olumlu bir hava yaratacaktır.
İki halkı birbirine yakınlaştırmaya yarar mı bu?
- Sorunun çözümün ancak ve ancak iki tarafın birbirleriyle doğrudan ilişki kurmasıyla mümkündür. İki toplum arasındaki ilişkiyi arttırmak için tarafların birbiri hakkında oluşturdukları gerçek dışı stereotiplemelerin yerine daha olumlu kavramların konulması gerekir. Aynı şekilde, sorunu tartışırken ‘biz’ ve ‘onlar’ söylemiyle ‘kurbanlar’ ve ‘suçlular’ söyleminden uzaklaşmak gerekir. Özellikle 1915’ten hemen hemen yüz yıl sonra, bugünkü Türkiye insanını fail olarak gösteren veya suçlayan bir dilin, sorunun çözümüne çok katkı yapmadığı biliniyor. Sorun, hukuki olmanın ötesinde öncelikle ahlakidir.
Diasporanın tutumu, sorunun çözümünü daha mı işin içinden çıkılmaz bir hale getiriyor?
- Ortada ‘diaspora’ diye tek başına yekpare ele alınması gereken bir bütün olduğunu zannetmiyorum. Nasıl ki, yurtdışında yaşayan Türkler arasında onlarca görüş, akım, fikir mevcutsa, Ermeni diasporası açısından da durum aynıdır. Aralarında ciddi görüş ayrılıkları olan heterojen bir topluluk söz konusudur. Diaspora, ana ülkeye göre daima daha muhafazakár ve daha hırçın olur. Türkiye’nin atması gereken adımlar, Ermeni diasporasına bağlı değildir. Onun varlığı ile ilgili değildir. Türkiye, eğer gerekli adımları atarsa, diaspora Ermenileri arasında çok ama çok güçlü bir müttefik ve destek bulacaktır. Türk veya Türkiye düşmanlığı yapmak isteyen bir Ermeni örgütünün, tarihi ile yüzleşmiş, alnı ak, başı dik bir Türkiye karşısında örgütleyeceği Ermeni bulmakta zorlanacağı ortadadır.


HALAÇOĞLU: SOYKIRIM OLMADIĞINI BELGELERİZ

14 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? 1915’te soykırım olmadığını belgeleriz.
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu.
TTK Başkanı Prof. Halaçoğlu, ‘Biz bu kadar rahatız’ dedikten sonra önerisini getiriyor gündeme: ‘Ben diyorum ki, Türkiye, Birleşmiş Milletler nezdinde bir uluslararası araştırma komisyonu kurulmasını teklif etsin. Herkes gelsin ve orada bu mesele konuşulsun.’

14 NİSAN 2005 - Türkiye’de bugün 60 bin Ermeni var.
Türkiye’de bugün büyük çoğunluğu İstanbul’da olmak üzere 60 bin Ermeni yaşıyor.
İstanbul dışında Malatya, Sıvas, Ankara, Antakya ve Elazığ’da birkaç Ermeni aile mevcut.
Türkiye Ermenilerinin beşi lise düzeyinde 17 okulu mevcut. Bu okullarda üç bin öğrenci öğrenim görüyor. Yabancı dille eğitim yapan özel okullarla da altı bine yakın Ermeni öğrenci okuyor.
Türkiye’de, yedisi Anadolu’da olmak üzere 42 Ermeni kilisesi bulunuyor.
Türkiye Ermenileri genellikle orta sınıfa mensup. Kuyumculuk ve işlemecilik en çok rağbet gören meslekler arasında yer alıyor.
Marmara ve Jamanak adlı günlük, Agos adlı haftalık yayın organları var.
Sınırın açılması temel öncelik
Meselenin çözümü için sizin somut önerileriniz nelerdir?
- Öncelikle sınırı açmamız lazım. Elbette, ben hiçbir halkın topraklarının işgal edilip yerlerinden sürülmelerini desteklemiyorum. Orada Ermenilerin yaptıkları doğru değil. Ama koskoca Türkiye’nin dış politikası da buna bağlanmamalı. Ermenistan fakirlikten kırılan, diasporanın gönderdiği üç-beş kuruşla ayakta duran bir memleket. Böyle bir ülke için Türkiye büyük bir nimet. Ermenistan da bunun farkında ayrıca. Bu nedenle, sınırın açılması ilişkilerin normalleşmesinde son derece önemli. Onun beraberinde getireceği doğal bir normalleşme yaşanacaktır. İnsanlar gelsinler ve birbirlerini görsünler. Burada öyle ağızlarından kan damlayan insanlar yok. Burada da, sevaplarıyla ve günahlarıyla herkes kadar iyi, herkes kadar kötü insanlar yaşıyor. Bunu görmek çok önemli. Türkiye Cumhuriyeti’nin yapması gereken Ermenistan’ı ayrı, diasporayı ayrı telakki etmek olmalıdır. Karşı taraftan da bunu tamamlayacak, bunun karşılığını verecek jestler beklemek doğal hakkıdır. Böyle bir durumda Erivan da, Kaliforniya ile Ankara arasında seçim yapmak zorunda kalacaktır. Bu kadar açık.
İlişkilerin normalleşmesini neler engelliyor
Ermenistanlı katılımcıların yüzde 81.7’sine göre, ilişkilerinin normalleşmesinin önündeki en büyük engel, soykırım meselesi karşısında takınılan tutum. Türk katılımcılar da temel sorun olarak soykırım konusunu görüyor. Ancak, Türkler’de oran yüzde 19 düzeyinde.
Sorunların çözümü konusunda ise Ermenistanlı ve Türkiyeli katılımcılar, devletlerarası diplomatik ilişkilerin faydalı olacağı kanaatini taşıyor. Ermenistanlı katılımcıların yüzde 74.8’i, Türkiyeli katılımcıların ise yüzde 57.8’i böyle düşünüyor. İşadamlarının kuracağı ticari ilişkilerin yanısıra, karşılıklı turizm faaliyetlerin de sorunların çözümüne yardımcı olacağını düşünenler de küçük ama anlamlı bir oran teşkil ediyor. Türklerin yüzde 13.5’inin ticari ilişkilere ağırlık vermesi hemen dikkat çekiyor. Bu oran Ermeni kesiminde yüzde 6.1 düzeyinde.
Ayrıca, Türk-Ermeni İş Geliştirme Komitesi’nin yürüttüğü faaliyetlerin her iki ülkede de olumlu karşılanması, gelecek projeksiyonu yapmayı kolaylaştıracak özellikler taşıyor.


TÜRKİYE ERMENİLERİ KINADI

15 NİSAN 2005 - Türkiye Ermenilerinden kınama.
Türkiye Ermenileri Patrikliği, ABD'deki bir toplantıda Atatürk'e hakaret eden Washington Ermeni Ortodoks Kilisesi temsilcisi Papaz Vertanes Kalayjian'ı kınadı. Patriklik adına yazılı açıklama yapan Basın Sözcüsü Luiz Bakar, şunları kaydetti:
''14 Nisan 2005 tarihli ulusal basın ve yayın organlarında, Helsinki Komisyonu'nun ABD Temsilciler Meclisi'nde düzenlediği bir toplantıda, Washington Ermeni Ortodoks Kilisesi temsilcisi Papaz Kalayjian'ın, Mustafa Kemal Atatürk'ü kastederek, 'Kemal de bir kasaptır' dediğini hayretle öğrenmiş bulunuyoruz.
Bu sözleri sarf eden din görevlisi, Türkiye Ermeni cemaatinin bir üyesi değildir, Türkiye Ermenileri Patrikliği veya Kilisesi ile herhangi bir bağı yoktur. Ancak her kim olursa olsun, tarih kavrayışını sorgulamak gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün askeri ve siyasi dehası, her türlü ithamı anlamsız ve geçersiz kılmaktadır. Bugün bulunduğu coğrafyada Türkiye'nin konumuna bakmak, Atatürk'ü gereğince anlamaya ve değerlendirmeye yeter de artar bile. Papaz Kalayjian'ın davranışını kınıyor, bu tür çıkışların Türk-Ermeni diyaloğuna yarar sağlamayacağını düşünüyoruz.''

15 NİSAN 2005 - Genelkurmay'ın Ermeni arşivi.
Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki 1915 tarihli belgeler, soykırım iddiaları peşinde koşan Ermenilerin Van çevresinde masum köylülere yaptıkları tüyler ürpertici vahşete tanıklık ediyor..
Belgelerde, Van'ın Özalp ve Saray ilçelerinde Ermeniler tarafından bazı kadınların hamileyken karınlarının deşildiğini, bazılarının çocukları ile tandırda yakıldığı, genç kızların tecavüz edilip öldürüldüğü, erkeklerin ise kurşun ve süngü ile katledildiği gözler önüne seriliyor.
Genelkurmay Başkanlığı, Askeri Tarih ve Stratejik Etüt ve Denetleme Başkanlığı arşivlerinde bulunan 1914-1918 tarihleri arasındaki belgeleri, ''Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri'' adıyla yayınladı.
Arşivde bulunan Özalp Kaymakamı Kemal'in imzasını taşıyan 04 Mart 1915 tarihli bir belge, Ermeni mezaliminin boyutlarını ortaya koyuyor.
Söz konusu belgede, Ermenilerin Van'ın Özalp ilçesindeki Sarıköy'de yaptıkları katliamda 41 erkeğin süngü ve kurşunla, bazılarının da ''dövülerek, karnı yarılarak ve kesilerek'' öldürüldüğü belirtiliyor.
Kayıtta, köydeki İso'nun kızı Güllü'nün ''memesinin kesildiği'', İbo'nun eşi Silo'nun kızı Sülni'nin ''karnı yarılarak çocuğunun çıkarıldığı ve tandıra atıldığı'' ve çok sayıda kadına tecavüz edildiği bildiriliyor.
Belgede, ayrıca Özalp ilçesinin Tepedam köyünde Ermenilerin erkeklerin büyük bölümünü süngü ile katlettikleri, kadınlara ise tecavüz ederek öldürdükleri kaydediliyor.
''KENDİ KIZINI BOĞAZLAMAYA ZORLANDI''
Özalp Kaymakamı Kemal'in gerçek incelemeleri sonucu hazırladığı 15 Mart 1915 tarihli bir başka belgede ise Saray'ın Yamanyurt köyünde Miha'nın eşi Fato'nun üç çocuğu ile boğazlandığı, Belecek'te Hanım Hatun'un ''Antranik adlı çete reisi tarafından tecavüz edildikten sonra beraberinde götürüldüğü'', Keçikayası köyünde Hacı Molla Sait'in ''kendi kızını eliyle boğazlaması için zorlandığı ve her teklifte uzuvlarından biri kesilerek şehit edildiği'' bildiriliyor.
Belgelerde ayrıca Saray ve Esedboyu camilerinin ahıra dönüştürüldüğü, birçok medrese öğrencilerinin Hristiyanlığı kabul etmeye zorlandığı kaydediliyor.
Bir başka belgede ise Özalp'in Boyaldı köyünde yaşanan ''insanlık dışı vahşet''e işaret ediliyor. Söz konusu belgede, Nezu Hatun'un tandırda yakılan iki torununun etini babasına ve annesine yedirmek üzere zorlandığı, bunu yapmak istememeleri üzerine öldürüldükleri, Nezu Hatun'un ise gördükleri karşısında aklını kaybettiği bildiriliyor.
Belgelerde, Ermeni çetecilerinin Osmanlı'nın darda kalacağı bir anı kollayarak çok önceden isyan planları yaptığını ortaya koyarken, Hınçakyan Komitesi Kilis Şubesi Başkanı Agop Basmaciyan'ın 09 Ocak 1913 tarihli Hatay Samandağı'nın Eriklikuyu köyündeki sözde Ermeni müfrezesine gönderdiği yazıda, ''...Türkiye'nin içine düştüğü bugünkü olağanüstü karışık durumu, Ermeni meselesinin siyasi gündemde yeniden söz konusu olması, zihinleri çok meşgul etmektedir. Biz Ermeniler, özellikle Hınçakyanlar, hazırlıklı ve uyanık bulunarak faaliyetlerimizi hızlandırmalıyız'' sözleri dikkati çekiyor.
Basmaciyan'ın aynı gün Samandağı Yoğunoluk'taki müfrezeye gönderdiği yazıda ise ''Faal, becerikli ve sağlam öz yapılı arkadaşların katılmasıyla müfrezelerimizi çoğaltmalı ve takviye etmeliyiz. Kendinizi koruma konusundaki çalışmalarınız artmalı'' görüşüyle Ermeni planları gün yüzüne çıkıyor.
''ERMENİLERİN SİLAHLANIP ÇETE KURMA KARARI''
Bitlis Valisi Mustafa Bey'den gelen 18 Eylül 1914 tarihi şifrede ise Ermeni aydınlarının ''Türk ordusunun ilerlemesi durumunda itaate devam edilmesi, Türk ordusunun geri çekilmesi halinde de silahlanıp çete halinde gelen şeylere el konulması ve ilişkileri kesme'' yönünde bir karar alındığı belirtiliyor.
4'ncü Ordu Komutanlığı'na gönderilen 05 Mart 1915 tarihli bir yazıda ise ''Düşman gemisine firar ederken Adana Dörtyol'da yakalanan Agop'un ifadesinde, Türkiye'de rahat olmadıklarını, bölgelerinde askerin kuvvetinin ve toplarının bulunmadığını, küçük bir kuvvet gelirse kendilerine silahlı olarak katılacaklarını ve Türkleri katledeceklerini, düşman gemilerine bildirmek üzere gönderildiği anlaşılmaktadır'' deniliyor.
Zeytun'da (Süleymanlı-Maraş) 14 Mart 1915'te Ermenilerin hapishaneye saldırarak jandarmaları şehit etmelerinin ardından yayınlanan bir tebliğnamede ise Ermenilerin tüm bu saldırılarına karşılık, ''Halktan hiçbir ferdin Ermenilere ve diğer vatandaşlarımıza karşı tecavüzkâr ve aşağılayıcı muamelede bulunmamalarına özen gösterilmelidir. Bunun gibi gerek Ermenilerden gerek diğer kişilerden, ülkenin asayişini bozacak girişimlerde bulunanlar hakkında yalnız hükûmet kuvvetleriyle birleşilmeli ve hiçbir şekilde halkın müdahalesine meydan verilmemelidir'' deniliyor.
''ÇETELERE ORDU GERİSİNDE FAALİYET ÇAĞRISI''
Ermenilere karşı vatandaşlara ''sağduyu'' çağrısı yapılırken, Mart 1915 tarihli bir başka belgede, Kafkasya'dan gelen Taşnak delegeleri Erzurum'da katıldıkları bir toplantıda, ''Türk ordusu ricat eder yahut ilerleyemeyecek duruma gelirse, çetelerin, derhal ellerindeki programa uygun olarak ordu gerisinde faaliyete geçmeleri'' yönünde karar alıyor. Sivas olayı sonrası askeri mahkemeye çıkarılan Ermenilerin ifadelerine ilişkin bir belgede ise ''Van, Bitlis, Erzurum, Şebinkarahisar ve ikinci derecede olmak üzere Sivas, Kayseri ve Diyarbakır'da seçim yaparak, buralarda genel müfettişler, savaş komutanları, çete reisleri tayin ve tespit edildiğini, seferberlik ilanında bütün Taşnak şubelerine, 13 yaşına kadar olan erkeklerin komiteye üye olarak kaydedilip silahlandırılmalarının emir ve tebliğ olunduğunu'' belirtiliyor.
VAN'DAKİ TAŞNAK KOMİTESİNE SİLAH VE CEPHANE YARDIMI
Van Taşnak komitesine Minaryan tarafından Ermenice yazılan bir mektupta ise ''Bizce ve sizce malum olan mal, istediğiniz yol ile size doğru yola çıkarıldı (silah, cephane, bomba kastediliyor). Şimdi size tehlikesiz bir surette mal göndermek zordur. Yollar tutulmuş olmasına rağmen sınırlarda çarpışmalar başlamıştır. Harekette olan kuvvetler, ordunun (asker) cins ve numaraları hakkında yazınız (Türk ordusu hakkında bilgi istiyor)'' ifadelerine yer veriliyor.
Başkomutanlığa 22 Nisan 1915'te Hasankale'den gönderilen bir şifreli yazıda ise Ermenilerin Sivas'ta ve Van'da ayaklandığı, diğer illerdekilerin de uygun zamanı kolladığı belirtilerek, ''Ermenilerin iddia ettikleri gibi misilleme veya jandarmaların zulüm ve düşmanlığına karşı kendilerini korumak niyetinde olmayıp, saldırmak vaziyetinde olduklarını aynen göstermektedir. Silahaltında bulunan Ermeni askerlerinin firarı ve Osmanlı ordusunun harp halinde bulunduğu sırada Van'da ortaya çıkan ayaklanma ve Sivas'ta görülen ayaklanma belirtileri, Ermenilerin devlete ihanet ederek, düşmanla ortak hareket ettiklerini ve düşmana yardım ve hizmet ettiklerini ispat etmiştir. Devlete sadık halk incitilmeden, devlete karşı silahlı isyan eden hainlere acınmamasına karar verilmiştir'' deniliyor.
ERMENİLERİN NAKİL VE SEVKLERİ
Belgeler arasında yer alan 31 Mayıs 1915 tarihli Bakanlar Kurulu kararında, harp bölgelerine yakın yerlerde oturan Ermenilerin bir kısmının ordu harekâtını zorlaştırdığı, erzak ve askeri malzeme nakliyatını güçleştirdiği, düşmanla işbirliği yaptığı ve birlikte hareket etme emelinde olduğu, ayrıca düşman saflarına katıldığı, yurtiçinde askeri kuvvetlere ve masum halka silahlı saldırılarda bulunduğu, düşmanın deniz kuvvetlerine malzeme sağladığı, müstahkem mevkileri düşmana gösterdiğinin tespit edildiği belirtiliyor.
Belgede, Van, Bitlis, Erzurum, Adana, Sis ve Mersin'in merkezi hariç, Adana, Mersin, Cebeli Bereket, Kozan livaları, Maraş'ın merkezi hariç Maraş sancağı, Halep'in merkezi hariç İskenderun, Beylan; Cisrisugur, Antakya ilçelerinin kasaba ve köylerinde oturan Ermenilerin Musul vilayeti ve Zor sancağına, Urfa'nın merkezi hariç Urfa'nın güney kısmına, Halep vilayetinin doğu ve güneydoğu kısmına ve Suriye'nin doğu kısmına nakillerine karar verildiği bildiriliyor.
Belgede, şöyle deniliyor: ''Ermenilerden gönderilmesi gerekenlerin, gidecekleri yerlere rahat bir şekilde taşınmaları ve ulaştırılması ile yolculukları boyunca istirahatlerinin sağlanması, can ve mallarının korunması ve tespit edilen yerlere vardıklarında kesin olarak yerleştirilmelerine kadar göçmenler ödeneğinden iaşeleri sağlanacak, daha önce sahip oldukları mali ve ekonomik durumları oranında, kendilerine emlak ve arazi dağıtılacaktır. Muhtaç olanlara devlet tarafından evler inşaa edilecek, çiftçilere tohumluk, meslek sahiplerinden ihtiyacı olanlara alet ve edevat dağıtılacaktır. Ayrıldıkları yerlerde kalan eşya ve mallarının ya da bunların değerlerinin karşılığı kendilerine aynı şekilde verilecektir.''

GİZLİ BELGELER

15 NİSAN 2005 - Gizli belgeler atv'de.
Genelkurmay Başkanlığı arşivinde 90 yıldır korunan Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait belge ve fotoğraflar, ilk kez atv ekranlarında gün ışığına çıktı.
Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı'nın tarih önüne çıkardığı arşivde, 'Ermeni soykırımı' iddialarına karşı gerçekleri ortaya çıkaran orijinal belge ve fotoğraflar bulunuyor.
1915'te, 1.5-2 milyon Ermeni'nin katledildiği iddialarına karşılık belgelere göre, 1914'te Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1 milyon 219 bin 323, 1915'te zorunlu göç ettirilenler ise 413 bin.
Sürülen Ermeni 413 bin.
90 yıldır şifreli odalarda saklanan ve ilk kez açılan arşivlere göre 1914'te Osmanlı topraklarında 1 milyon 219 bin Ermeni vardı İddiaların aksine 1915 yılında 1milyon değil, bazı kentlerdeki 413 bin Ermeni'nin zorunlu göçe tabi tutulduğu ortaya çıktı.
Genelkurmay Başkanlığı'nın, 90 yıldır özenle korunan tarihi belge ve fotoğrafları, ATV ekranlarından gün ışığına çıktı. Ermeni soykırımı iddialarının Türkiye aleyhine sık sık gündeme getirildiği bir dönemde Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi iddialara, orijinal belge ve fotoğraflarla yanıt veriyor.
ŞİFREYİ İKİ KİŞİ BİLİYOR
Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait orijinal yazışmalar ve nüfus kayıtlarının bulunduğu arşivde, Ermeni soykırımı iddialarını tüm yönleriyle çürüten belgeler de yer alıyor. Çok özel kimyasal işlemlerden geçirilerek korunan tarihi belgeler, nemi ve ısısı özel ayarlanan bir bölümde preslenerek saklanıyor. Çelik kapılı odalarda saklanan arşive, 2 kişinin bildiği özel şifrelerle girilebiliyor. 1915 yılında 1.5-2 milyon arasında Ermeni'nin katledildiği iddiaları, arşivde yer alan ve ilk kez gün ışığına çıkan belgelerle çürütülüyor. Bu orijinal belgeye göre, 1914'te yapılan Osmanlı nüfus sayımına göre, Osmanlı topraklarında yaşayan kadın-erkek toplam Ermeni nüfusu 1 milyon 219 bin 323. Dönemin İçişleri Bakanı Talat Paşa'nın kendi el yazısıyla Osmanlı Ordu Başkomutanlığı'na gönderdiği ve zorunlu göçe zemin hazılayan 24 Nisan 1915 tarihli güvenlik kararnamesi de, gün ışığına çıkan belgeler arasında. Bu kararnamenin içinde, Osmanlı toprağında yaşayan ve Osmanlı uyruğunda olan Ermenilerin büyük bir kısmının, 1’inci Dünya Savaşı sırasında, Ruslarla birlikte Osmanlıların aleyhine yaptıkları işbirliklerin tespitleri yer alıyor. 1915 tarihli bir başka belgeye göre de, bu kararnameden sonra 413 bin 67 Ermeni güvenlik nedeniyle, zorunlu göçe tabi tutulmuş.
ANKARA'DA TEHCİR YOK
Belgelerde, zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerin illere göre dağılımları ve nereden, nereye gittikleri bulunuyor. Örneğin, Ankara'da bulunan 7 bin Ermeni bulundukları yerde kalırken, Erzurum'daki 128 bin Ermeni'den 120 bini Elazığ yönüne doğru gönderilmiş. Samsun'da bulunan 26 bin Ermeni de Musul'a gitmiş.
MALLARI KORUNDU
Genelkurmay arşivinde yer alan Osmanlı belgelerine göre, zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilere ait mallar koruma altına alınmış. 10 Haziran 1915 tarihli belgeye göre, göç ettirilen Ermenilerin geride kalan hayvanlarının ya satılması, ya da kişilerin isimlerine göre korunması, satılması halinde ise paraların o kişilere ulaştırılması isteniyor. Arşiv belgelerine göre, Ermenilere ait evler de koruma altına alınıyor. Göçe tabi tutulan Ermenilerin gidiş güzergâhlarının yanı sıra, geliş güzergâhları da belgelerde kayıt altına alınmış. Göç ettirilen Ermenilerin yol güvenliği de, Osmanlı ordusu askerlerine bırakılmış. Orijinal halleriyle ilk kez gün ışığına çıkan bu tarihi belgeler arasında, 1917'de, yani 1’inci Dünya Savaşı'nın devam ettiği yıllarda Osmanlı ordusunda, önemli görevlere atanan 100 Ermeni'nin listesi de bulunuyor. Bu listede yer alan ve önemli görevlere getirilen Ermeniler, dil bildikleri için tercih edilmiş.
FOTOĞRAFLARLA KATLİAM
Ermenilerce katledilen ve sayıları belli olmayan Türklerin insanın tüylerini ürperten fotoğrafları ve öyküleri de arşivde ayrıntıları ile yer alıyor. Van, Erzurum, Erzincan ve Kars illerinde Ermeni katliamı orijinal fotoğraflarla gözler önüne seriliyor.

TTK’DAN İDDİALARA CEVAP

15 NİSAN 2005 - TTK'dan Ermeni iddialarına yanıt.
Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Yusuf Halaçoğlu, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak, ''1.5 milyon safsatasını hâlâ dillerine dolayan insanlar konuyu siyasallaştırıyor. Siz 1.5 milyon insanın nereye gömülebileceğini düşünüyor musunuz? 300 kişilik mezara koysanız 5 bin toplu mezar yapar'' dedi.
Halaçoğlu, kurumun konferans salonunda düzenlediği basın toplantısında ''Salgın Hastalıklardan Ölümler'', ''The Tricolor Over the Taurus-Toroslar Üzerinde Üç Renk'' ve ''Fransız Diplomatik Belgelerinde Ermeni Olayları'' adlı üç yeni yayının tanıtımını yaptı ve Ermeni iddialarına ilişkin yeni belgeleri açıkladı.
Taşraya bizzat icraat makamına gönderilmiş belgenin orijinalinin ellerine geçtiğini ifade eden Halaçoğlu, 3’üncü Ordu'da görevli Nurettin Peker adlı yüzbaşının oğlu Orhan Peker'in kendileriyle irtibata geçerek orijinal belgeyi teslim ettiğini söyledi.
Halaçoğlu, Osmanlıca belgenin memleketinden çıkarılıp Suriye'ye gönderilen Ermenilere yollarda nasıl davranılacağı, kimlerin bu sevkıyatı yapacağı, nasıl bir uygulama yapılacağı ve Ermenilerin mallarıyla ilgili bazı talimatnameleri içerdiğini anlattı.
MALLARLA İLGİLİ HÜKÜMLER
Yusuf Halaçoğlu, belgeye göre 18 Aralık 1918'de savaşın bitiminden sonra Osmanlı Devleti'nin naklettiği Ermenilere eski evlerine dönme izni verdiğini kaydetti. Halaçoğlu'nun verdiği bilgiye göre, belgede yer alan bazı maddeler şöyle:
-Arzu edenler, dönmek isteyenler döneceklerdir. Dönmek istemeyenlere baskı yapılmayacaktır.
-Dönecek kişilere araç temin edilecek, ihtiyaçları karşılanacaktır.
-Evlerine döndüklerinde buralara muhacir yerleştirilmişse çıkarılacak, ev ve araziler sahiplerine teslim edilecektir.
-Mal sandıklarında emniyet altına alınmış eşyaları ilgililere teslim edilecektir.
-Muhacir, yaşadığı Ermeni evinde tadilat yapmışsa devlet tarafından bu muhacire ödenecek, ancak Ermeni'den para alınmayacaktır.
-Ermenilerin vergi borcu dâhil tüm borçları affedilecektir.
-Yetimhane ve bazı kişilerin yanlarında bulunan Ermeni çocukları akrabaları ve yakınları bulunarak teslim edilecektir.
-Müslüman olan Ermeniler istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilirler. Bu takdirde bir Müslüman’la evli olan arzu ettiği takdirde nikâhı düşecektir.
-Evlerinden ayrılmış olan Rumlara da aynı hükümler uygulanacaktır.
NE KADAR ERMENİ GERİ DÖNDÜ?
Halaçoğlu, ne kadar Ermeni'nin geri döndüğü konusuna da 03 Şubat 1916 tarihli Amerikan arşivinden alınma belgenin ışık tuttuğunu söyledi.
Bu belgenin Halep Konsolosu Jackson tarafından İstanbul'daki Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau'ya gönderildiğini belirten Halaçoğlu, ''Belge, 'Anadolu'dan çıkarılıp Suriye'ye gönderilen Ermeni göçmenlerinin Şam ve Dier-el-Zor arasındaki miktarı 500 bindir' diyor. Bunlar için her hafta 500 altın lira harcama yapıldığına, kişi başına günlük 2 altına ihtiyaç bulunduğuna işaret ediyor'' dedi.
Protestanlar tarafından organize edilen yardım kuruluşları tarafından bu yardımın yapıldığını belirten Halaçoğlu, şöyle konuştu: ''Eğer 500 bin kişi oraya kadar gitmişse, bir yandan da '1 milyon Ermeni sürgün edilmiştir, bunun ancak yüzde 10'u oraya varmıştır' diye bir iddiada bulunuluyor. Yani 150 bin Ermeni'nin oraya varmış olması gerekiyor 1 milyon gitmişse -ki gitmedi- yine Ermeni protestanları tarafından 500 bin kişi olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla 1 milyon sayısı tamamen siyasidir. Anadolu'daki bütün kaynakların en yüksek rakamı 1913 yılı nüfus rakamı 1 milyon 915 bindir. Dolayısıyla hesaplar birbirini tutmuyor. Kamplara yardım kuruluşlarının girmesi, bunlara karşı bir art niyetin olmadığını gösteriyor. Siz yok etmeyi düşündüğünüz bir topluluğun içine yardım kuruluşlarını sokar mısınız?''
Bir bağımsız yardım kuruluşunun hazırladığı 1921 tarihli belgenin de büyük önem taşıdığına işaret eden Yusuf Halaçoğlu, ''Buradaki rakamlara göre yorumlarsak eğer iddialara göre 1.5 milyon Ermeni öldürülmüşse 1 milyon 200 bin Ermeni'yi de üzerine koyarsanız 2 milyon 700 bin Ermeni yapıyor. Ermeni nüfusu 1 milyon 915 bindir o tarihte. Yalan söylendiği ortaya çıkıyor'' dedi.
''1.5 milyon safsatasını hala dillerine dolayan insanlar konuyu siyasallaştırıyor. Siz 1.5 milyon insanın nereye gömülebileceğini düşünüyor musunuz?'' diye soran Halaçoğlu, ''Eğer dozerlerle açsanız zor koyarsanız. Dozer yok o tarihte. 300 kişilik mezara koysanız 5 bin toplu mezar yapar. Anadolu'nun her yeri toplu mezar olurdu. Nehirlere atıldı diyorlar, hangi nehir alır? Yapmayın, bakın ABD Irak Savaşı'nda dünyanın bombasını yağdırdı, 150 bin insan öldü. Siz nasıl 1.5 milyon insanı öldürüyorsunuz. Sayı saymasını bilmiyorsunuz demektir bu'' şeklinde konuştu.

SORUMLULAR

15 NİSAN 2005 - Ermeni Dosyası: 1915’te Ne Oldu? 1915’in sorumlusu Talat Enver ve Cemal Paşa’dır.
Prof. Dr. Halil Berktay’a göre, Talat Paşa’nın dün yayımladığımız telgrafı, ‘katliamların nasıl bilinçli yapıldığının somut bir göstergesi. Bu telgrafın anlamı, olaya bağımsız ve vicdanlı bir biçimde bakan bütün tarihçiler için çok açık.’ Bir tarihçiler jürisi önünde Talat Paşa’nın telgrafına ilişkin tahlil ve yorumunu savunmaya hazır olduğunu söyleyen Prof. Berktay, Ermenilerin Ermeni oldukları için hedef alındığını savunuyor.
1915’te ne oldu?
- 1915’ten başlayarak 1915 ve 1916 yılları içinde gerçekten korkunç bir olay cereyan etti. O dönemde bütün iktidar Talat, Enver ve Cemal Paşa üçlüsündeydi. Bunu özellikle belirtiyorum; çünkü 1915’te yapılan işi bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ne teşmil edemeyeceğimiz gibi, o zamanki Osmanlı devletinin tamamına, hattá hükümetinin ve iktidar partisinin dahi tamamına teşmil etmek son derece zordur. Bu üçlünün iradesiyle, önce Tehcir Kanunu çıkartıldı. Bu yasa ile Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Ermeniler, sırf Ermenilikleriyle tanımlanmış bir şekilde, ilk önce bulundukları mahalde gözaltına alınıyorlar, mallarını ve mülklerini arkalarında bırakmaya zorlanıyorlar.
Ama bazı istisnalar var...
- Evet ama bu istisnalar, göçe tabi tutulan Ermeni nüfus kitlesi içindeki istisnalar. Burada önemli olan, Osmanlı’nın Ermeni tebasını oluşturan bütün kitlenin, sırf Ermeni oldukları için ideo-politik bakımdan şüpheli, hattá potansiyel düşman veya hain gibi görülmüş ve bu muameleye tabi tutulmuş olmalarıdır.
Peki ya sonra?
-Resmi tezler şöyle bir anlatım içinde gelişiyor: 1915’teki savaş koşullarında, Ermeni milliyetçileri özellikle doğu cephesinde ve gerisinde, Çarlık Rusyası ordularıyla işbirliği içindeydiler. Bu bağlamda yerel Türk-Müslüman nüfusa saldırarak çok fazla zarar verdiler. Dolayısıyla, savaş bölgesinin güvenliği açısından, zorunlu bir karar alınmış ve Ermeniler daha emin bölgelere göç ettirilmiştir.
Bunlar hem yasada hem de İttihat-Terakki’nin 1916 Kongre zabıtlarında yer alıyor...
-Elbette. Zaten ben de, bütün bunlar gerçek değildir demek istemiyorum. Ermeni milliyetçileri böyle faaliyetlerde bulunmuyorlardı, saldırılar düzenlemiyorlardı da demiyorum zaten. Ama bazı anlatımlarda, sanki uygulama, sadece savaş cephesi, yani Doğu Anadolu ile sınırlıymış gibi bir imada bulunuluyor. Diğer bazı anlatımlarda ise sanki Ermenilerin bir genel isyan hali varmış gibi imalarda bulunuluyor. Hepsi yanlış: 1914-15’te (1915 Nisanı öncesinde) bir Ermeni isyanı yoktu. Doğu Anadolu için bile kitlesel bir isyan hali söz konusu değildi. Ermeni komitacılarının faaliyeti de halk ile milliyetçi gerillaların ayırt edilemeyeceği bir kitlesellik boyutlarında değildi. Osmanlı devletinin Ermeni tebasının büyük çoğunluğu, masum yaşamını barış içinde sürdürüyordu.
KATLİAMLAR PLANLI MI?
Tehcir sırasında neler yaşanıyor?
-Bu tehcir öyle kayıpsız, katliamsız yapılmıyor. Dışarıdan baktığımızda muazzam bir telefat görüyoruz. Osmanlı topraklarında yaşayan 1.5 milyon Ermeni’nin, Türk devletinin tahminiyle asgari 300-400 bin kadarı, Ermeni diasporasının azami tahminiyle 1 milyon 200 bin kadarı ölmüştür. Üstelik bu insanlar, bir veya bir buçuk yıl içinde ölüyorlar. Orhan Pamuk bir milyon demiş, bana sorduklarında da ben belki 600 bin, belki 800 bin, belki 1 milyon diyorum. İsterseniz 300 bini kabul edelim, ne fark eder? Bu, korkunç bir rakamdır. Bu kadar kısa süre içinde, bu kadar insanın nasıl öldüğünü düşünmemiz lazım.
Nasıl ölüyor bu kadar insan bu kadar kısa süre içinde?
-Bugüne kadar Türkiye’nin resmi söylemi, bunların, deyim yerindeyse, ‘kazara’ öldüklerini iddia etti. 1915 Nisanı’ndan itibaren, en az 300 bin, belki 600 bin veya daha fazla ölüden söz ediyorsak, bu, dağınık köyler arasında iki tarafın paramiliter grupları tarafından yapılan çete savaşlarından çok başka boyutlarda bir olayın varlığını gösterir. Deniliyor ki, asla planlı katliam olmadı, katliam olduysa da kazara ve istenmeksizin, konvoylara saldıran çapulcular yüzünden oldu. Ayrıca salgın hastalıklar, açlık ve yoksulluk da telefata yol açtı...
Ama seferberlik koşullarında bütün bunlar da vardı...
- Var tabii, ama bu neyi halleder ki? Devlet, Ermenileri zorla göçürüyorsa ve sonra bu insanların önemli bir bölümü açlıktan ve susuzluktan ölüyorsa, bu bile çok ciddi bir şekilde devletin suçu kategorisine giriyor.
Peki bizzat Talat, Enver ve Cemal Paşa mı istedi bu katliamların yapılmasını?
-Evet, bunların emir ve talimatıyla yapıldığına dair ipuçları içeren belgeler var.
TALAT PAŞA’NIN TELGRAFI
Planlı katliam olduğunu gösteren belge var mı?
-Evet. Bakın şöyle bir tablo billurlaşmaktadır gözlerimizin önünde. Bu katliamların düzenleniş tarzının, yine resmî tezler için son derece rahatsız edici bir biçimde çok sayıda yerel gözlemcisi vardır. Bütün bunlar, ‘Ermeni propagandasıdır’ diye dışlanıyor. Bunun için ben uzun uzadıya binlerce belgeyi bulan bu gözlem ve tanıklıklar üzerinde hiç durmak istemiyorum. Benim bütün söyleşilerimde dile getirip tahlil ettiğim Talat Paşa’ya ait bir telgraf var. Bu telgraf, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün 1994 yılında yayımladığı ‘Osmanlı Belgelerinde Ermeniler’ kitabında yer alıyor.
Devlet tarafından yayımlanan bir kitapta yani...
- Bu telgraf, katliamların nasıl bilinçli yapıldığının somut bir göstergesidir. Bu telgrafın anlamı, olaya bağımsız ve vicdanlı bir biçimde bakan bütün bağımsız tarihçiler için çok açıktır. Ben on, yirmi, otuz, kırk, elli, yüz, yüz elli kişilik böyle bir jüri önünde, en titiz, noter tasdikli İngilizce ve Fransızca çeviriler temelinde, bütün devlet avukatı tarihçilere ve emekli diplomatlara karşı kendi yorum ve tahlilimi tek başıma savunmaya hazırım.
GÖNÜL ALMAK GEREKİR
Sorunun çözümü için sizin somut öneriniz nedir?
- Bence söylenebilecek biricik anlamlı şeyler dizisi şudur: ‘Evet, anlaşılıyor ki, 1915-1916’da böyle korkunç bir olay cereyan etmiştir. Bundan derin bir üzüntü duyuyoruz. Ancak bir kere bundan, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ilmen, aklen, vicdanen sorumlu tutulamaz. Osmanlı İmparatorluğu başka bir devletti, Türkiye Cumhuriyeti başka bir devlettir. İkincisi, 1915-16 bundan doksan yıl öncedir. Şimdiki nesillerin hafıza kuşağı içinde dahi yer almamaktadır. Bu, tarihsel bir olaydır, yani artık bir bilimsel araştırma ve tartışmanın konusudur. Bu meselenin Türkiye’de özgürce, kimse psikolojik terör bombardımanına maruz kalmadan tartışılmasını istiyoruz.’
Sizce işe yarar mı?
- Sözünü ettiğim bu önerilerle, yeni bir söz düellosuna girmek arasında çok büyük fark var. Türkiye’nin çeşitli söylemlerinde, 1915’te çok üzücü olaylar yaşandığına dair ifadeler zaten var. Ama bu öyle bir tavırla söyleniyor ki, samimi olduklarına inanmak mümkün değil. Ermenilerin de korkunç yara ve acıları olduğuna dair en ufak bir gönül alıcılık, en ufak bir samimiyet duygusu ve tonlaması yok. Dünya aptal değil. Bunun yerine artık gerçek bir samimiyeti geçirmek gerekiyor. Devletin suçu.
Bir kere devlet, Ermenileri yerlerinden yurtlarından göçürüyorsa ve sonra bu insanların önemli bir bölümü açlıktan ve susuzluktan ölüyorsa, bu bile çok ciddi bir şekilde devletin suçu kategorisine giriyor. Bunun ne kadarının kasıtlı, ne kadarının kasıtsız olduğunu bilmek mümkün değil.
Türkiye suçlanamaz.
‘Evet, anlaşılıyor ki, 1915-1916’da böyle korkunç bir olay cereyan etmiştir. Bundan derin bir üzüntü duyuyoruz. Ancak bir kere bundan, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ilmen, aklen, vicdanen sorumlu tutulamaz. Osmanlı başka bir devletti, Türkiye başka bir devlettir.’
Mustafa Kemal katliamı kınayanlar grubundandı.
Amerikalı bir gazetecinin Mustafa Kemal’le yaptığı söyleşi var bir de. Daha sonra öyle bir söyleşinin olmadığı iddia edildi...
-1926 yılında Los Angeles Examiner gazetesinde Mustafa Kemal’le yapılan bir röportaj yayınlanıyor. O sırada muhalif İttihatçılar yargılanıp idam cezalarına çarptırılmış durumda. Öyle anlaşılıyor ki, Amerikalı gazeteci bunun anlamını soruyor. Mustafa Kemal de, ‘Bizim bugün yargılamakta olduğumuz insanlar, geçmişte de Osmanlı İmparatorluğu’nun Hristiyan ahalisine karşı korkunç zulümlerin ve katliamların mimarları olan insanlardır’ diyor. 1980’lerde, Asala terörünün doruklarda olduğu ve Türk devletinin en defansif konuma çekildiği bir dönemde, Türkkaya Ataöv ve başkaları tarafından bu röportajın tamamen hayali olduğu iddia edildi. Mülakatın gerçek olduğu çok açık. Kullanılan ifade o kadar Mustafa Kemal ki, ayrıca siyasi zekâ o kadar Mustafa Kemal ki, Batı nezdinde meşruiyet arama anlayışı o kadar Mustafa Kemal ki, Los Angeles’ta oturan bir gazetecinin bunu hayalinden uydurabilmesi mümkün değil. Bu mülakattan biz Mustafa Kemal’in de Ermeni katliamlarını kınayanlar grubunda yer aldığını öğreniyoruz.
İki ülke insanı, ‘öteki’ni hangi kaynaktan tanıyor
TESEV ile HASA’nın anketi, iki ülke vatandaşlarının birbirlerine dair bilgilenme kaynakları konusunda da ilginç ipuçları veriyor. Buna göre, gerek Türkler gerekse Ermeniler, ‘öteki’ hakkındaki bilgilerini gazete-televizyon aracılığıyla ve tarih kitaplarından ediniyorlar. Ermenilerde bu oran yüzde 92.7’ye kadar yükselirken, Türkler’de yüzde 48’le sınırlı kalıyor. Ermenistanlı katılımcılar açısından dikkat çekici bir başka önemli kaynak ise eski kuşaklar ve aile büyükleri. Ermeni katılımcıların yüzde 58.1’i Türkiye ve Türklerle ilgili bilgilerini bu yolla ediniyor. Aynı konuda Türklerdeki oran yüzde 7.2.
Peki günümüzde mevcut Türkiye-Ermenistan ilişkileri nasıl değerlendiriliyor acaba? Durumu ‘çok kötü’ olarak nitelendiren Ermenilerin oranı yüzde 18.9, Türklerin oranı ise yüzde 6.6. İki ülke ilişkilerini ‘kötü’ olarak değerlendiren daha geniş bir dağılım gösteriyor. Türkler’de bu oran yüzde 30.8, Ermenilerde ise yüzde 60.4.

ÜRPERTEN BELGELER

15 NİSAN 2005 - Tüyler ürperten belgeler.
Genelkurmay'ın arşivindeki 1915 tarihli belgeler, soykırım iddiaları peşinde koşan Ermenilerin Van çevresinde yaptıklarını ortaya koyuyor.
Eski Van yeniden kuruluyor.
Belgelerde, Van'ın Özalp ve Saray ilçelerinde Ermeniler tarafından bazı kadınların hamileyken karınlarının deşildiğini, bazılarının çocukları ile tandırda yakıldığı, genç kızların tecavüz edilip öldürüldüğü, erkeklerin ise kurşun ve süngü ile katledildiği gözler önüne seriliyor.
Genelkurmay Başkanlığı, Askeri Tarih ve Stratejik Etüt ve Denetleme Başkanlığı arşivlerinde bulunan 1914-1918 tarihleri arasındaki belgeleri, “Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri” adıyla yayınladı.
Arşivde bulunan Özalp Kaymakamı Kemal'in imzasını taşıyan 04 Mart 1915 tarihli bir belge, Ermeni mezaliminin boyutlarını ortaya koyuyor.
Söz konusu belgede, Ermenilerin Van'ın Özalp ilçesindeki Sarıköy'de yaptıkları katliamda 41 erkeğin süngü ve kurşunla, bazılarının da “dövülerek, karnı yarılarak ve kesilerek” öldürüldüğü belirtiliyor.
Kayıtta, köydeki İso'nun kızı Güllü'nün “memesinin kesildiği”, İbo'nun eşi Silo'nun kızı Sülni'nin “karnı yarılarak çocuğunun çıkarıldığı ve tandıra atıldığı” ve çok sayıda kadına tecavüz edildiği bildiriliyor.
Belgede, ayrıca Özalp ilçesinin Tepedam köyünde Ermenilerin erkeklerin büyük bölümünü süngü ile katlettikleri, kadınlara ise tecavüz ederek öldürdükleri kaydediliyor.
“KENDİ KIZINI BOĞAZLAMAYA ZORLANDI”
Özalp Kaymakamı Kemal'in gerçek incelemeleri sonucu hazırladığı 15 Mart 1915 tarihli bir başka belgede ise Saray'ın Yamanyurt köyünde Miha'nın eşi Fato'nun üç çocuğu ile boğazlandığı, Belecek'te Hanım Hatun'un “Antranik adlı çete reisi tarafından tecavüz edildikten sonra beraberinde götürüldüğü”, Keçikayası köyünde Hacı Molla Sait'in ”kendi kızını eliyle boğazlaması için zorlandığı ve her teklifte uzuvlarından biri kesilerek şehit edildiği” bildiriliyor.
Belgelerde ayrıca Saray ve Esedboyu camilerinin ahıra dönüştürüldüğü, birçok medrese öğrencilerinin Hristiyanlığı kabul etmeye zorlandığı kaydediliyor.
"BABA VE ANNELER ÇOCUKLARININ ETİNİ YEMEYE ZORLANDI”
Bir başka belgede ise Özalp'in Boyaldı köyünde yaşanan “insanlık dışı vahşet”e işaret ediliyor.
Sözkonusu belgede, Nezu Hatun'un tandırda yakılan iki torununun etini babasına ve annesine yedirmek üzere zorlandığı, bunu yapmak istememeleri üzerine öldürüldükleri, Nezu Hatun'un ise gördükleri karşısında aklını kaybettiği bildiriliyor.
Belgelerde, Ermeni çetecilerinin Osmanlı'nın darda kalacağı bir anı kollayarak çok önceden isyan planları yaptığını ortaya koyarken, Hınçakyan Komitesi Kilis Şubesi Başkanı Agop Basmaciyan'ın 09 Ocak 1913 tarihli Hatay Samandağı'nın Eriklikuyu köyündeki sözde Ermeni müfrezesine gönderdiği yazıda, “...Türkiye'nin içine düştüğü bugünkü olağanüstü karışık durumu, Ermeni meselesinin siyasi gündemde yeniden söz konusu olması, zihinleri çok meşgul etmektedir. Biz Ermeniler, özellikle Hınçakyanlar, hazırlıklı ve uyanık bulunarak faaliyetlerimizi hızlandırmalıyız” sözleri dikkati çekiyor. Basmaciyan'ın aynı gün Samandağı Yoğunoluk'taki müfrezeye gönderdiği yazıda ise “Faal, becerikli ve sağlam öz yapılı arkadaşların katılmasıyla müfrezelerimizi çoğaltmalı ve takviye etmeliyiz. Kendinizi koruma konusundaki çalışmalarınız artmalı” görüşüyle Ermeni planları gün yüzüne çıkıyor.
“ERMENİLERİN SİLAHLANIP ÇETE KURMA KARARI”
Bitlis Valisi Mustafa Bey'den gelen 18 Eylül 1914 tarihi şifrede ise Ermeni aydınlarının “Türk ordusunun ilerlemesi durumunda itaate devam edilmesi, Türk ordusunun geri çekilmesi halinde de silahlanıp çete halinde gelen şeylere el konulması ve ilişkileri kesme” yönünde bir karar alındığı belirtiliyor.
4'ncü Ordu Komutanlığı'na gönderilen 05 Mart 1915 tarihli bir yazıda ise “Düşman gemisine firar ederken Adana Dörtyol'da yakalanan Agop'un ifadesinde, Türkiye'de rahat olmadıklarını, bölgelerinde askerin kuvvetinin ve toplarının bulunmadığını, küçük bir kuvvet gelirse kendilerine silahlı olarak katılacaklarını ve Türkleri katledeceklerini, düşman gemilerine bildirmek üzere gönderildiği anlaşılmaktadır” deniliyor.
Zeytun'da (Süleymanlı-Maraş) 14 Mart 1915'te Ermenilerin hapishaneye saldırarak jandarmaları şehit etmelerinin ardından yayınlanan bir tebliğnamede ise Ermenilerin tüm bu saldırılarına karşılık, “Halktan hiçbir ferdin Ermenilere ve diğer vatandaşlarımıza karşı tecavüzkâr ve aşağılayıcı muamelede bulunmamalarına özen gösterilmelidir. Bunun gibi gerek Ermenilerden gerek diğer kişilerden, ülkenin asayişini bozacak girişimlerde bulunanlar hakkında yalnız hükümet kuvvetleriyle birleşilmeli ve hiçbir şekilde halkın müdahalesine meydan verilmemelidir” deniliyor.
“ÇETELERE ORDU GERİSİNDE FAALİYET ÇAĞRISI”
Ermenilere karşı vatandaşlara “sağduyu” çağrısı yapılırken, Mart 1915 tarihli bir başka belgede, Kafkasya'dan gelen Taşnak delegeleri Erzurum'da katıldıkları bir toplantıda, “Türk ordusu ricat eder yahut ilerleyemeyecek duruma gelirse, çetelerin, derhal ellerindeki programa uygun olarak ordu gerisinde faaliyete geçmeleri” yönünde karar alıyor. Sivas olayı sonrası askeri mahkemeye çıkarılan Ermenilerin ifadelerine ilişkin bir belgede ise “Van, Bitlis, Erzurum, Şebinkarahisar ve ikinci derecede olmak üzere Sivas, Kayseri ve Diyarbakır'da seçim yaparak, buralarda genel müfettişler, savaş komutanları, çete reisleri tayin ve tespit edildiğini, seferberlik ilanında bütün Taşnak şubelerine, 13 yaşına kadar olan erkeklerin komiteye üye olarak kaydedilip silahlandırılmalarının emir ve tebliğ olunduğunu” belirtiliyor.
VAN'DAKİ TAŞNAK KOMİTESİNE SİLAH VE CEPHANE YARDIMI
Van Taşnak komitesine Minaryan tarafından Ermenice yazılan bir mektupta ise “Bizce ve sizce malum olan mal, istediğiniz yol ile size doğru yola çıkarıldı (silah, cephane, bomba kastediliyor). Şimdi size tehlikesiz bir surette mal göndermek zordur. Yollar tutulmuş olmasına rağmen sınırlarda çarpışmalar başlamıştır. Harekette olan kuvvetler, ordunun (asker) cins ve numaraları hakkında yazınız (Türk ordusu hakkında bilgi istiyor)” ifadelerine yer veriliyor.
Başkomutanlığa 22 Nisan 1915'te Hasankale'den gönderilen bir şifreli yazıda ise Ermenilerin Sivas'ta ve Van'da ayaklandığı, diğer illerdekilerin de uygun zamanı kolladığı belirtilerek, “Ermenilerin iddia ettikleri gibi misilleme veya jandarmaların zulüm ve düşmanlığına karşı kendilerini korumak niyetinde olmayıp, saldırmak vaziyetinde olduklarını aynen göstermektedir. Silahaltında bulunan Ermeni askerlerinin firarı ve Osmanlı ordusunun harp halinde bulunduğu sırada Van'da ortaya çıkan ayaklanma ve Sivas'ta görülen ayaklanma belirtileri, Ermenilerin devlete ihanet ederek, düşmanla ortak hareket ettiklerini ve düşmana yardım ve hizmet ettiklerini ispat etmiştir. Devlete sadık halk incitilmeden, devlete karşı silahlı isyan eden hainlere acınmamasına karar verilmiştir” deniliyor.
ERMENİLERİN NAKİL VE SEVKLERİ
Belgeler arasında yer alan 31 Mayıs 1915 tarihli Bakanlar Kurulu kararında, harp bölgelerine yakın yerlerde oturan Ermenilerin bir kısmının ordu harekâtını zorlaştırdığı, erzak ve askeri malzeme nakliyatını güçleştirdiği, düşmanla işbirliği yaptığı ve birlikte hareket etme emelinde olduğu, ayrıca düşman saflarına katıldığı, yurtiçinde askeri kuvvetlere ve masum halka silahlı saldırılarda bulunduğu, düşmanın deniz kuvvetlerine malzeme sağladığı, müstahkem mevkileri düşmana gösterdiğinin tespit edildiği belirtiliyor.
Belgede, Van, Bitlis, Erzurum, Adana, Sis ve Mersin'in merkezi hariç, Adana, Mersin, Cebeli Bereket, Kozan livaları, Maraş'ın merkezi hariç Maraş sancağı, Halep'in merkezi hariç İskenderun, Beylan; Cisrisugur, Antakya ilçelerinin kasaba ve köylerinde oturan Ermenilerin Musul vilayeti ve Zor sancağına, Urfa'nın merkezi hariç Urfa'nın güney kısmına, Halep vilayetinin doğu ve güneydoğu kısmına ve Suriye'nin doğu kısmına nakillerine karar verildiği bildiriliyor. Belgede, şöyle deniliyor: "Ermenilerden gönderilmesi gerekenlerin, gidecekleri yerlere rahat bir şekilde taşınmaları ve ulaştırılması ile yolculukları boyunca istirahatlerinin sağlanması, can ve mallarının korunması ve tespit edilen yerlere vardıklarında kesin olarak yerleştirilmelerine kadar göçmenler ödeneğinden iaşeleri sağlanacak, daha önce sahip oldukları mali ve ekonomik durumları oranında, kendilerine emlak ve arazi dağıtılacaktır. Muhtaç olanlara devlet tarafından evler inşaa edilecek, çiftçilere tohumluk, meslek sahiplerinden ihtiyacı olanlara alet ve edevat dağıtılacaktır. Ayrıldıkları yerlerde kalan eşya ve mallarının ya da bunların değerlerinin karşılığı kendilerine aynı şekilde verilecektir.”

15 NİSAN 2005- Erdoğan'dan 'Komisyon kuralım' daveti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan'a mektup göndererek, 1915 dönemine ait gelişme ve olayları incelemek amacıyla ortak bir komisyon kurulması yolundaki önerisini resmen iletti.
Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, Erdoğan mektubunda, ''dünyanın hassas bir bölgesinde ortak bir tarih ve komşu coğrafyayı paylaşan Türk ve Ermeni halklarının uzun yıllar bir arada yaşadıklarını, ancak ortak tarihlerinin bir bölümüne ilişkin yorum ve değerlendirme farklılıklarının bulunduğunu'' vurguladı.
Mektubunda, ''geçmiş yıllarda iki halka acı hatıralar bırakan bu farklılıkların bugün de iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini kolaylaştırmayan bir rol oynadığını'' kaydeden Erdoğan, bu görüşlerin ana muhalefet partisi lideri Deniz Baykal tarafından da paylaşıldığını belirtti.
Erdoğan mektupta, iktidar ve ana muhalefet partisinin ortak önerisi olarak Türk ve Ermeni tarihçi ve uzmanlarından oluşan bir grubun 1915 dönemine ait gelişme ve olayları sadece Türk ve Ermeni arşivlerinde değil, ilgili üçüncü ülkelerde yer alan tüm arşivlerde araştırarak, bulgularını uluslararası kamuoyuna açıklamalarını teklif etti.
Dışişleri Bakanlığı açıklamasında şöyle denildi:
''Başbakan Erdoğan, bu yönde bir girişimin hem tarihin tartışmalı bir bölümüne ışık tutacağını, hem de Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesine hizmet edecek bir adım oluşturacağını kaydetmiş, gelecek nesillere dostça ve daha barışçı bir ortam devretmeyi amaçlayan bu önerinin Ermenistan tarafından kabul göreceğine ilişkin ümidini izhar etmiş ve kabul gördüğü takdirde, önerinin ayrıntılarını görüşmeye Türkiye'nin hazır olduğunu bildirmiştir.''

17 NİSAN 2005 - İsim isim Ermeni katliamı.
Başbakanlık Devlet Arşivleri, 1910-1922 yılları arasında Anadolu'da 523 bin 955 Türk'ün Ermeni çeteleri tarafından katledildiğini ortaya koydu. Ermeni çetelerin katliamları tarih, yer ve isim olarak tek tek açıklandı.
Ermeniler, yıllardır sözde soykırımı iddialarıyla dünya kamuoyunu yanlarına çekmeye çalışırken, resmi belgeler, Ermeni çeteler tarafından 1910-1922 yılları arasında Anadolu'da 523 bin 955 Türk’ün katledildiğini gösteriyor.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç. Dr. Yusuf Sarınay,“Tarihimizle yüzleşince, kendi kayıp ve acılarımızla karşılaşıyoruz” dedi. Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak tarihin bir noktaya hapsedildiğini ve herkesin 1915 yılına kilitlendiğini kaydeden Sarınay, “Sorun bu tarihte başlamıyor. 1915 bir sonuçtur” diye konuştu.

18 NİSAN 2005 - Ermeni Çeteleri 523 Bin Türk’ü Katletmiş.
Ermeni diasporası sözde soykırım için dünyanın dört bir tarafında propaganda yapadursun, resmi belgeler Ermeni çetelerin Anadolu’da yaptıkları katliamları tek tek ortaya koyuyor. Başbakanlık arşivlerindeki belgelere göre 1910-22 yılları arasında Anadolu’da 523 bin Türk, Ermeni çetelerin kurbanı oldu.
Ermeniler, yıllardır sözde soykırımı iddialarıyla dünya kamuoyunu yanlarına çekmeye çalışırken, resmi belgeler, Ermeni çeteler tarafından 1910-1922 yılları arasında Anadolu’da 523 bin 955 Türk’ün katledildiğini gösteriyor. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç. Dr. Yusuf Sarınay,‘Tarihimizle yüzleşince, kendi kayıp ve acılarımızla karşılaşıyoruz’ dedi.
1915 BİR SONUÇ
Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak tarihin bir noktaya hapsedildiğini ve herkesin 1915 yılına kilitlendiğini kaydeden Sarınay, ‘Sorun bu tarihte başlamıyor. 1915 bir sonuçtur’ diye konuştu. Ermeni çetelerin Anadolu’da yüz binlerce Türk’ü katlettiğini bildiren Sarınay, şunları kaydetti:
ETNİK TEMİZLİK
‘Ermeniler bir devlet kurmak için Fransız, İngiliz ve Rusların vaat ettiği topraklarda bir çoğunluk oluşturamamış. Bu, büyük devletler tarafından da dile getirilmiş. İşte bu nedenle, çoğunluk oluşturabilmek için, belirli bölgelerde sistematik katliam yapmışlar.’

19 NİSAN 2005 - Türkiye'nin önerisine Ermeni tarihçiler ne diyor?
24 Nisan'a doğru Türkiye ve Ermenistan'da "1915 tartışması" yoğunlaştı.
Her iki tarafta da derin önyargılar ve haksızlığa uğramışlık duygusu var. Her iki tarafın milliyetçileri de bu tarih üzerinden politika yapıyor.
Bir de çözüm arayanlar var. Onlar her iki tarafta da hırpalanmayı göze alarak, tarih bilinciyle tarihi aşmayı öneriyor. Ve bu sayede her iki tarafta da "halet-i ruhiye" yavaş yavaş değişiyor.
Müge Göçek Boğaziçi Üniversitesi'nde sosyoloji okuduktan sonra ABD'ye, Michigan Üniversitesi'ne gitmişti.
Ronald Grigor Suny de orada Chicago Üniversitesi'nde profesördü.
1989'da tanıştılar. Müge, Ron'un tanıştığı ilk Türk'tü. Ortak kültürün mirası, önyargılara ağır bastı, anlaştılar.
1999'da Müge, Ron'u bir konferans için Türkiye'ye davet etti. Önce çekindi Ron; hatta annesi asla gitmemesini söyledi. Endişeyle geldi Türkiye'ye... Koç Üniversitesi'nde bir konferans verdi.
Anlattıklarının ilgiyle dinlendiğini fark etti.
Dönüşte Müge ile Ermeni ve Türk tarihçileri buluşturacak bir platform kurmaya karar verdiler.
WHATS (Türk-Ermeni Uzmanlar Atölyesi) böyle doğdu.
"Soykırımı tanısınlar"
Önce Ermeni tarihçileri davet ettiler.
İlk akla gelen isim diasporanın önde gelen tarihçilerinden Richard Hovannisian'dı. Radikal görüşleriyle tanınan Hovannisian "Bir şartla gelirim" dedi:
"Katılacak Türkler soykırımı tanıdıklarına dair yazılı belge verirse..."
Oysa Müge, çözümü zorlaştırdığı için "soykırım" sözcüğü kullanmıyordu.
Ron, Müge'den önce tepki gösterdi:
"Böyle bir koşul konursa ben bile imzalamam."
İlk toplantı 2000'de Michigan'da radikaller olmadan yapıldı. Liberal Ermeni tarihçiler, kendilerini protesto eden milliyetçileri "ırkçılık"la suçladı. Ermeni akademisyenler arasında büyük tartışma yaşandı.
Ardından ilginç bir gelişme oldu.
2001'de Hovannisian yine bir üniversitenin davetiyle Türkiye'ye geldi. Türk tarihçilerle tanıştı. Gerginlik yaşanmadan tartışabildiklerini gördü.
Bir sonraki toplantı onun da katılımıyla yapıldı.
Şimdi WHATS'ın gelecek toplantılarının İstanbul'da ve Erivan'da yapılması planlanıyor.
"İnkârcılar"
Tanışıp konuşmanın hikmeti bu...
Salzburg'da 3 gün izlediğimiz toplantı daha çok liberal tarihçilerle milliyetçiler arasındaki çekişme ile geçti.
Türk hükümetinin "Tarihçiler buluşsun" çağrısı da tartışıldı. "İnkârcılar"ı (bu, soykırımı tanımayanlara verilen ad) da tartışmaya katmanın ortamı politikleştireceği endişesi dillendirildi.
Toplantıda liberal Ermeni tarihçilerden, bir dönem Ermenistan Devlet Başkanı Leon Petrosyan'ın danışmanlığını da yapmış Gerard Libaridian'a Türkiye'nin önerisini sordum:
"Bu olumlu bir adım" dedi. Ancak bu işin devlet tarafından atanmış tarihçilerle yapılmaması gerektiğini söyledi. Böyle olmasının, işin içeriğini gölgeleyeceğinden endişeliydi. "Ermeni tarafı bunun hangi koşullarda gerçekleşebileceğini incelemelidir" dedi.
Muhtemelen Erivan'dan da benzer bir cevap gelecek.
Soykırımın tanınmasının buluşma için bir önkoşul olmayacağı anlaşılıyor.
Diyalog kapıları açılıyor. Açıldıkça iki tarafta da farklı sese tahammül artıyor ve tartışmanın zemini doğuyor.
Dileriz 90. yıl buna hizmet eder.

PAMUK SİYAHA BEYAZ DİYOR

20 NİSAN 2005 - Pamuk, 'siyaha beyaz, beyaza siyah' diyor.
İşadamı Kamhi, "Soykırım iddiaları Musevileri rahatsız ediyor. Bu iddiaları üretmek için tarihçi olunmalı" dedi
Türk iş dünyasının önde gelen isimlerinden Jak Kamhi, "Ermeni soykırımının sözde olduğunu iddia ediyorum" dedi. Kamhi, Platin dergisine yaptığı açıklamada, "1’inci Dünya Savaşı'nda Türkiye'yle savaşan ülkeler, azınlıkları ayaklandırmak için silah yardımı yaptı, bu olay da kışkırtmalar sonucunda yaşandı" ifadesini kullandı. Ermenilerin 17. yüzyılda İran'dan kaçıp Türkiye'ye geldiğini belirten Kamhi, şunları söyledi:
"Komşu ülkelerdeki Ermeni ve Kürt grupları, devlet kurmak ya da daha çok toprak elde etmek için bir savaş içindeydi. Çarpışmalar, komşu devletlerdeki azınlıklar ve devletlerin katkısıyla Osmanlı topraklarında cereyan etti. Ne yazık ki, bu olayda Türkiye'de yaşayan Ermeni aileler güneye kaçarken, yollarda özerklik isteyen birçok Kürt'ün ve çetenin hücumuna uğradı. Bu olay bir soykırım değildir. Yaşanan Musevi soykırımına benzetmek mümkün değil. Musevilerin katliamı, sadece kökenlerindendi."
Museviler de rahatsız.
Kamhi, Ermeni hükûmetlerinin Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olma arzusuna, Ermeni lobilerinin engel olduğunu savundu. Kamhi, "Bu işi körükleyenlerin duracağını sanmıyorum. Sözde Ermeni soykırımı, Musevi diasporasının da sorunu oldu. Ermenilerin soykırım iddiaları Musevileri çok rahatsız ediyor. Eski İsrail Başbakanı Şimon Peres, ABD'de soykırım yasasının çıkmasına engel oldu" diye konuştu.
Kamhi, yazar Orhan Pamuk'un, "1 milyon Ermeni öldürüldü" sözlerini de şöyle eleştirdi: "Bazı insanlar siyaha 'beyaz', beyaza 'siyah' der. Pamuk da onlardan biri. Bu iddiaları üretmek için tarihçi olmak gerekiyor. Kaldı ki Bernard Lewis gibi dünyanın en önemli tarihçileri bunun bir soykırım değil, ayaklanma olduğunu söylüyor" şeklinde konuştu.

1 yorum:

  1. İsmet İnönü’ye türlü-çeşitli iftirâ atan “milliyetçi, mâneviyatçı, mukaddesatçı” kesim, şu Tehcir işini (suçunu) de Komünist Enternasyonal üzerine neden atmaz, anlaşılır gibi değildir. Oysa Tehcir bu cemiyetin hesaplarına fevkâlade uygundur. Alman hükumeti suçunu geçen sene kabul etti, geriye karanlık tek bir nokta kalıyor: bunu bir avuç Alman (Enternasyonal mensupları) istedi diye yapar mı? O bir-avuç-Alman üç sene sonra Rusya’da ihtilal yapacak kadar güçlü olduklarına göre, neden olmasın? At HALAÇOĞLU, suçu Komünist Enternasyonal’in üzerine at! Boş atar, dolu tutarsın.

    YanıtlaSil