21 Eylül 2009 Pazartesi

YAYINLANMIŞ BİLGİ VE BELGELERE GÖRE ERMENİ OLAYLARI KRONOLOJİSİ / 1921-2000 / 4

ASALA’DAN PKK’YA


14 OCAK 1921 - Zeytunlu Ermeniler, Göksun çevresinde eşkıyalığa devam ettiler.
Göksun yolu ile silahsız olarak Maraş’a gitmekte olan Pınarbaşı’nın Karakilise Köyü’nden Vahit oğlu Haydar ve arkadaşlarından dört kişi Kirazlıdere mevkiinde Ermenilerin saldırısı sonucu şehit oldu. Bir kişi de yaralandı. Susi Köyü’nden Tapukoğlu İbrahim’in çok miktarda hayvanı Bulgurlu Köyü’nden olup da Zeytun’a sığınmış olan Vartan oğlu Ohannes tarafından çalındı. Yine Göksun’dan Maraş’a buğday götüren Türkler, Suçatı mevkiinde Ermenilerin saldırısına uğradı. Buğdayları ve paraları alındı. Tanır Köyü’nden Hasan Bey’in hayvan sürüsünü Zeytun’a götürmek isteyen Ermeniler köy halkının yetişmesi üzerine bir keçiyi alarak kaçtılar. Çağılkan Köyü’nden bir çoban hayvanları ile birlikte Zeytun’a kaçırıldı.

25 OCAK 1921 - Antep, şanlı Türk Ordusu tarafından kurtarıldı. Buradaki Ermeniler, Fransızların peşine takılarak Suriye’nin içlerine göçtüler.

26 OCAK 1921 – Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir, Ermenistan’daki seferberlik dolayısıyla tasarladıklarını Genelkurmay Başkanlığı’na bildirdi.
Doğu Cephesi Komutanlığı tasarladıklarını:
“Eğer Ermenistan’daki seferberlik gerçekleşirse bunu savaş hali sayarak aradaki gidiş gelişi ve haberleşmeleri keseceği ve geçici olarak Türk işgali altında bulunan Ermeni topraklarındaki Ermeni halkının bölge dışına çıkarılacağı, askerlik çağında bulunanların da savaş esiri sayılarak gerilere alınmak suretiyle işe başlanacağı ve bunların Ermeni Başkomutanlığı’na bildirileceği” şeklinde arz etti.
Genelkurmay Başkanlığı bu teklifi kabul ettiği, durumu Dışişleri Bakanlığı’na ve Hükûmete de bildirdi ve diplomatik yönden işin araştırmasını istedi.

29 OCAK 1921 - Malta’da sürgünde bulunan Süleyman Nazif Bey, Malta Valisi Lord Plumer’e yazdığı mektubunda, “Bir gün gelecek ki, İngiliz milleti, kendisi adına yapılan bu gereksiz kabalıktan, keyfîlikten vicdan azabı çekecektir” dedi.

DELİL TOPLAYIN

08 ŞUBAT 1921 - İngiltere Başsavcılığı, Türk suçlular hakkında delil toplama konusunda Dışişleri Bakanlığı’nın dikkatini çekti.
Başsavcılık, 08 Şubat 1921 günü, Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir yazıda, “daha fazla gecikmeye meydan verilmemesi için, yerli Hristiyanlara zulüm yapmak suçundan yargılanacak Türk sürgünleri aleyhinde delil toplanmasının Yüksek Komiserlik’ten istenmesini” rica etti. Başsavcılık makamı olarak yalnız sekiz savaş suçlusu ile ilgilendiklerini, bunlar dışında kalan ve yargılanması istenen öteki sürgünler aleyhinde delil toplanmasının Yüksek Komiserliğe düşeceğini hatırlattı.

08 ŞUBAT 1921 – Antep, Fransız ve Ermeni çetecilerine teslim oldu.

11 ŞUBAT 1921 – Rus Kızıl Ermeni kuvvetleri Gürcistan’a saldırdı. Gürcü Hükûmeti Türkiye’ye müracaat etti.

12 ŞUBAT 1921 – Malta Valisi Mareşal Plumer, sürgünlerin suçları hakkında Londra’dan bilgi istedi.
Malta Valisi Mareşal Plumer 12 Şubat 1921 günü Londra’ya şunları yazdı:
“Halen burada (Malta’da) 115 tutsak var. Bunların çoğu prens, nazır, general, vali, mebus vb. gibi yüksek sosyal sınıflardan olan kimselerdir. Kimileri iki yıla yakındır, kimileri de bir yıl ile birkaç aydan beri tutukludur...
Bu tutsaklar suçlarını bilmiyorlar. Uğradıkları bu muameleyi İngiliz adalet ilkeleriyle bağdaştıramadıklarını durmadan bana bildiriyorlar...
Tutsaklardan bazıları, tutsaklara kötü davranmak, kırım, sürgün gibi suçlardan ötürü yargılanmak üzere buraya göndermişlerse de, kendileri sık sık bana başvurarak, İngiliz ilkelerine göre suçları ispat edilinceye kadar suçsuz sayılmaları ve ona göre muamele görmeleri gerektiğini söylüyorlar. Türkiye’de, karşı partilerce, Rumlar ve Ermenilerce, siyasi ve kişisel sebeplerle sık sık bu gibi suçlamalar (iftiralar) görüldüğünü belirtiyorlar. Kendilerinin bugünkü durumlarına, Türkiye’deki İngiliz makamlarının hizmetinde bulunan Ermenilerle Rumların sebep olduklarını ekliyorlar.
Bakanlara, Parlamenterlere ve başka kişilere gönderdikleri dilekçelerinin karşılıksız kaldığından ve kendi kendilerini savunma imkânlarının kendilerine tanınmadığından yakınıyorlar... Aleyhlerindeki delillerin özetini ya da hiç değilse ne ile suçlandıklarının kendilerine bildirilmesini istiyorlar ki, bunlara belki karşılık vereceklerdir.
Barış antlaşmaları onaylanmadan salıverilen ve yurtlarına geri gönderilmiş bulunan Alman, Avusturyalı ve Bulgar savaş suçlularının durumlarıyla kendi durumlarını çelişkili buluyorlar. Bu politikayı dinî bir zulüm olarak görüyorlar ve bunun yalnız Yakın Doğu’da değil, tüm İslam dünyasında da yankıları olacağını ileri sürüyorlar.
Bu durumda şunları öneririm:
a)Bazı mahpusların serbest bırakılabileceği yolundaki Yüksek Komiserliğin 09 Aralık 1920 günlü tavsiyelerinin hemen uygulanması.
b) “A” sınıfındaki sürgünlerin hangi suçla yargılanacaklarının ve delillerinin özetinin, uygunsa, kendilerine bildirilmesi.
c)Bu tutsakların ne zaman yargılanacaklarının bildirilmesi.”

17 ŞUBAT 1921 - Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir, Ardahan ve Artvin ile ilgili düşüncelerini Genelkurmay Başkanlığı’na bildirdi.
Doğu Cephesi Komutanlığı Rus-Gürcü silahlı anlaşmazlığından ileri gelen durumdan faydalanarak Üç Sancak’ın (Elviyei Selase/Kars-Ardahan-Batum) geri kalan kısmının da işgaline taraftar ise de, Ruslarla bozuşmak istemediği için, Batum ve dolaylarının işgali işini, sonradan Ruslarla anlaşmak üzere uygun bir zamana bırakmak, fakat Ardahan ve Artvin için şimdiden siyasi ve askerî teşebbüslere geçmek fikrindeydi.
Genel Kurmay Başkanlığı da Ruslarla bozuşmanın uygun olmayacağı hususunda aynı fikirdeydi.

18 ŞUBAT 1921 – Ermenistan’da Taşnaklar ayaklandılar. Erivan’da karşı ayaklanma yapan Taşnaklar, zayıf Kızılları atarak yeniden Taşnak Ermenistan Hükûmeti’ni kurdular.

SOVYETLER YAYILIYOR

19 ŞUBAT 1921 - Sovyet Rusya Gürcistan’a savaş ilan etti.

23 ŞUBAT 1921 - Gürcistan Hükûmeti Ardahan ve Artvin’i Türkiye’ye bıraktı. Ardahan ve Artvin Türk birlikleri tarafından geri alındı.

24 ŞUBAT 1921 - Ermenistan yeni hükûmet başkanı Simon Vratzyan’ı görmeye giden Ankara temsilcisi, “Ermenistan’ın kurtuluşu için sevincini” belirtir ve hükûmetinin Erivan’da kurulan “Millî Birlik Komitesi”ni destekleyeceğini söyledi. Vratzyan da Gümrü Antlaşması’ndan güç aldıklarını belirtti.

25 ŞUBAT 1921 - İngiliz gizli servisinden (entellijansından) Aubrey Herbert, küçük bir Alman kentinde, Talat Paşa ile parkta kısa bir parkta kısa bir konuşma yapar. Bu konuşmada Paşa’nın, Mustafa Kemal hareketine yardımcı olmak üzere İslam ülkelerinden destek aradığı, yurt dışında Müttefiklere karşı ciddî bir muhalefet hareketini örgütlediği ve kısa süre içinde Ankara’ya iltihak edeceğine dair haberler teyit edilecektir. Üstelik Talat Paşa, Türkiye’ye uygun bir barış andlaşmasına İngiltere imza koymadıkça, Pan-Turan ve Pan-İslam hareketlerini Londra aleyhine atağa kaldırılacağı yolunda tehdidini de yapmaktan kaçınmayacaktır. Talat Paşa’nın bu yürekli çıkışı İngilizleri tedirgin eder.

26 ŞUBAT 1921 - Mustafa Kemal Paşa, Philadelphia-Public Ledger muhabiri Clarence K. Streit'in sorduğu azınlıklar konusundaki sorulara cevap verdi.
Azınlıklar konusunda Mustafa Kemal Paşa'ya yabancı gazetecilerin sormuş oldukları sorular ne kadar anlamlı ise, aldıkları cevaplar da o derece milliyetçi ve insanîdir. Philadelphia-Public Ledger muhabiri Clarence K. Streit’in TBMM Reisi Mustafa Kemal'e 26 Şubat 1921 tarihinde sorduğu 19 soru arasında yer alan azınlıklar ile ilgili sorular ve cevaplar şöyledir:
“Soru 5: Türkiye'deki gayr-i Müslim unsurlar meselesi hakkında hükûmetiniz ne gibi bir suret-i hâl teklif eder'?
Cevap 5: Bu sorunun cevabı Misak-ı Millîmiz içinde mevcuttur.
Soru 6: Muharebe devam ettiği müddetçe hükûmetinizin Anadolu'daki Rumlara ve Ermenilere karşı meslek-i hareketiniz nedir?
Cevap 6: Müslim ve gayri Müslim Türk vatandaşları arasında hiçbir ayırım yapmıyoruz. Böylece Rumların ve Ermenilerin düşmanla birlikte vatana hıyanette bulunmadıkları müddetçe endişe edecekleri bir husus yoktur.”

LONDRA KONFERANSI

26 ŞUBAT 1921 - Ermeni delegeleri Bogos Nubar ve Aharonyan, Londra Konferansı’nda yaptıkları konuşmalarında, Sevr’in uygulanmasını istediler.
Konferans’ta konuşan Nubar ve Aharonyan Sévres (Sevr) antlaşmasının tam olarak uygulanmasında direttiler. Onlar, “Yeni Türkiye’nin Ermenistan’a saldırısı Sévres’i yıkmak içindir. Türkiye Ermenistan’ından Kafkasya’ya sığınmış 300.000 Ermeni yurtlarına dönmek için uygun zaman beklemektedirler.” Ermenilerin görüşü birleşik ve bağımsız bir Ermenistan’dır. Antlaşma’da Kilikya için ayrı bir statü sağlanmamış olduğundan buraya yeniden haklar tanımanın güç olacağını ileri süren İtilaf devletleri temsilcilerine Bogos Nubar Kilikya’da Ermenilerin azınlıkta değil, çoğunlukta olduklarını ileri sürüyordu. Ayrıca Gümrü Antlaşması’nın zor altında imzalandığını ve henüz onaylanmadığını bildiriyordu.

03 MART 1921 - Doğu Cephesi Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı’na, Ahıska ve Ahılkelek bölgeleri hakkında bilgi verdi.
Doğu Cephesi Komutanlığı:
“Bolşeviklerin Gürcistan’daki harekâtı dolayısıyla Ahıska halkının Ermenilerden zarar görmesi ihtimaline karşı Gürcü Hükûmeti’nin dikkati çekilmiş ve İslam halkının Gürcüler tarafından silahlandırılması istenilmiş olduğu, Ahıska halkı, bir Ermeni saldırısının korku ve telaşı içinde bulunduğu, bu sebeple; Ardahan’daki 2’nci Tümen Müfrezesinin (8’inci Alay) büyük kısmıyla Ardahan-Ahıska şosesi civarında ve Gürcü sınırı yakınında bir bölgeye hareketi ve 15’inci Süvari Alayı’nın da Zurzuna’ya (Çıldır’a) gitmesi için emir verdiğini” arz etti.

03 MART 1921 - Taşnak gazetesi “Azat Hayastan” Ermenistan ile Türkiye arasındaki yeni diplomatik ilişkilerin kurulduğunu müjdeledi.

03 MART 1921 - Orconikidze, Çiçerin’e gönderdiği telgrafında, Zengizor’da Türklerin Taşnaklara yardım etmelerinden yakındı.

TÜRK İLERLEYİŞİ

08 MART 1921 - Türk birlikleri Ahıska’yı işgal ettiler.

11 MART 1921 - Batum, Türk birlikleri tarafından işgal edildi.

14 MART 1921 - Türk birlikleri Ahılkelek’i işgal ettiler.

14 MART 1921 - Türk birliklerinin ilerlemesi karşısında, Sovyetler, sınırlar konusunda anlaşmaya varıldığını bildirdiler.
Sovyetlerin Kafkas Komiseri Orjonikidze, Kâzım Paşa’ya Moskova’da Türk delegeleriyle Ermenistan ve Gürcistan sınırları üzerinde anlaşmaya varıldığını bildirdiği zaman, Kâzım Paşa: “İşgalin sadece Müslüman halkı Ermenilerin zulümlerinden korumak ve bu yöreleri Sovyet-Gürcü savaşı felaketinden korumak için yaptığını” bildirmişti.

15 MART 1921 - Talat Paşa “Ermeni İntikam Komitesi” üyelerinden Ermeni Salomon Teyleryan tarafından Berlin’de öldürüldü.
Talat Paşa’yı uzun süreden beri takip eden “Ermeni İntikam Komitesi” üyelerinden Salomon Teyleryan, Talat Paşa’yı arkasından vurup öldürmüştü. Yakalanan katil Teyleryan mahkemeye çıkarılmış ve suçunu kabul etmişti.
Mahkemede Türkiye’deki Ermeni isyanlarından bahseden ve savunmasını bu şekilde yapan Teyleryan, işlediği cinayette haklı olduğunu ileri sürerken mahkeme, suçunu kabul eden bir katilin beraatine karar vermişti.
Teyleryan adındaki suçunu kabul etmiş bir katili beraat ettiren mahkemenin adaletli olmadığı, tam anlamıyla siyasi bir heyet olduğu belirtilmiştir. Zira o sırada iktidarda bulunan ve “Kızıl Papaz” adıyla anılan sosyalist Erzberger savcıya, katilin beraat ettirilmesini emretmişti. Savcı, katil Terleryan’ın ailesinin Türkiye’de kesildiğini iddia etmiştir. Mahkeme heyeti bu iddiayı göz önünde tutarak cinayeti işlediği sabit olan bir katili beraat ettirmiştir. “Kararın okunuşu sırasında mahkeme salonunda bulunan solcu Ermeniler ve Berlin’de toplanmış olan komünist tahrikçiler, mahkemenin verdiği neticeyi alkışlıyorlardı.”

MOSKOVA ANTLAŞMASI

16 MART 1921 - Türkiye ile Sovyet Rusya arasında Moskova Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ile Rusya Sovyetleri Sosyalist Federal Cumhuriyeti Hükûmeti, genişleme ve istila siyasetine karşı olan savaşımlarındaki dayanışmalarını ve iki milletten birinin karşılaşacağı zorlukların ötekinin durumunu da ağırlaştıracağını bilerek, aralarında her zaman dostluk ilişkilerinin ve her iki milletin karşılıklı çıkarlarına dayanan sürekli dostluk bağlarının yerleşmiş olmasını görmek özlemiyle bir Dostluk ve Kardeşlik Andlaşması yapmağa karar vermişler ve bu amaçla aşağıda yazılı yetkili temsilcilerini seçmişlerdir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Ekonomi Bakanı ve bu Meclis’te Kastamonu Milletvekili Yusuf Kemal Bey; Bu Hükûmet’in Millî Eğitim Bakanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Sinop Milletvekili Doktor Rıza Nur Bey ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Büyükelçisi ve bu Meclis’te Ankara Milletvekili Ali Fuat Paşa.
Rusya Sovyetleri Sosyalist Federal Cumhuriyeti Hükûmeti:
Dışişleri Halk Komiseri ve Tüm Rusya Merkez Yönetim Komitesi üyesi Jorj Çiçerin ve Tüm Rusya Merkez Yönetim Komitesi üyelerinden Celâl Korkmazof.

16 MART 1921 - Londra Konferansı’nda, siyasi esirlerin kendisine “yük” olmağa başladığını gören İngiltere Hükûmeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ile birlikte “esirlerin mübadelesi” antlaşmasını imzaladı.

.. MART 1921 - II. Kolordu Komutanlığı tarafından Kurmay Binbaşı İsmail Hakkı Bey Zeytun mıntıkasında inceleme yapmak ve durum hakkında rapor hazırlamakla görevlendirildi.

31 MART 1921 - Lord Curzon, İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Sir A. Geddes’e “dağıtımı yapılamaz” şifre ile gönderdiği telgrafında, Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhinde Amerika Hükûmeti’nde delil bulunup bulunmadığını öğrenmesini istedi.
Lord Curzon, İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Sir A. Geddes’e şu telgrafı çekti:
“Malta’da tutuklu Türkler aleyhinde delil hakkında:
Majesteleri Hükûmeti’nin eli altında, Malta’da, Ermeni kırımına katılmaktan sanık bir miktar tutuklu Türk var.
Kurbanların kaybolması, dağılması ve başka sebepler yüzünden, suç delillerini ortaya çıkarmakta büyük güçlüklerle karşılaşılıyor.
Amerikan Hükûmeti’nin elinde, kovuşturmaya yarayacak deliller bulunup bulunmadığının öğrenilmesini rica ederim.”

ZEYTUN

02 NİSAN 1921 - Binbaşı İsmail Hakkı Bey, Zeytun mıntıkasında yaptığı inceleme raporunu II. Kolordu Komutanlığı’na sundu.
Binbaşı İsmail Hakkı Bey’in 02 Nisan 1921 tarihinde II. Kolordu Komutanlığı’na sunduğu raporda şu görüşler yer alıyordu:
“Ermeniler Zeytun kasabasının yakınındaki kışla binası ile buna bitişik olarak kendileri tarafından inşa edilmiş olan evlerde oturmaktadırlar. Ermenilerin nüfusu bin sekiz yüz olarak tahmin edilmektedir. Bunların dört yüzü silah kullanabilir durumdadırlar. Ellerinde iki yüz silah, iki ağır makinalı, iki otomatik tüfek, yedi yüz kadar el bombası ve cephaneleri mevcuttur. Ermeniler Zeytun’un sekiz on km. uzaklarına kadar gidip tarla, bağ ve kereste işleriyle uğraşıyorlar. Bu esnada silah taşımıyorlar. Civar köylerden Türkler Zeytun’a gidip geliyorlar ve Ermenilere erzak satıyorlar. Saldırıdan korkan Ermeniler serbestçe ziraat ve ticaret yapamıyorlar. Bu sebepten iaşe hususunda zor durumdadırlar.
Ahali iki kısım olup, bir kısmı zengin diğeri fakir sınıfıdır. Zenginler rahat oldukları için devlete itaat edilmesini ve civar Türk köyleriyle iyi geçinilmesini istiyorlar. Fakirler ise sıkıntıda olduklarından her ne suretle olursa olsun bu vaziyetten kurtulmalarını bunun için gerekirse çarpışmaya girişilmesini savunuyorlar. Can emniyeti sağlandığı takdirde işleriyle uğraşacaklarını ima ediyorlar. Saldırıya maruz kalmayacakları temin edildiği takdirde, Zeytun kasabasına giderek yeniden inşa edecekleri binalarda oturmak istediklerini ifade etmektedirler. Kışlaya sığınmalarının amacı saldırıya karşı müdafaada bulunmak fikrinden kaynaklanmaktadır. Kışla binası iki kat olup taştan yapılmış sağlam bir binadır. Kışla binasının kapısı Ermeniler tarafından kerpiç ve taşlarla kapatılmış alt ve üst katlarda müdafaa için mazgal delikleri açılmıştır. Zeytun müfrezesinin bulunduğu Beşen Köyü Zeytun kışlasına altı km. mesafededir. Müfrezenin mevcudu efrat da vardır. Başıbozuk elbiselerinden dolayı Zeytun Ermenileri müfreze askerlerine çete gözü ile bakmaktadırlar. Efradın elbisesinin ayrılması, gerek Ermeniler gerekse civar köylüler üzerinde büyük bir tesir uyandıracaktır. Asker sevki için yollar ve köprüler müsaittir.”

15 NİSAN 1921 - Deutsche Allgemeine Zeitung gazetesi, Ermenilerin 1915 katliamlarını açık bir şekilde açıkladı.
Deutsche Allgemeine Zeitung gazetesinin 1921 yılına ait koleksiyonlarında şöyle bir yazı vardır:
“Ermenilerden çok bahsediliyor. Buna mukabil şiddetli kışta ölen üstün sayıdaki Türklerden hiç bahsedilmiyor. Yine baştan beri Ermenilerin Türklere yaptığı zulümlerden de, katliamdan da pek az bahsediliyor. Mesela çok defa bir köyün bütün Türk halkının gözleri Ermeniler tarafından çıkarılıyordu. 15 Nisan 1915’te Türk esirlerinin nakli için kullanılan vagonlar istasyonlarda günlerce ‘unutulmuştu.’ Bir süre sonra açılınca, Türk askerlerinin cesetleriyle dolu olduğu görüldü. Böyle düşmanlara karşı Türklerin ‘mazlum kuzu’ olmaları beklenemezdi ya ...”

16 NİSAN 1921 - Türk birlikleri, Moskova Antlaşması’nda tespit edilen sınır gerisine çekilmeye başladı.

MALTA’DAKİLERE HÜRRİYET

30 NİSAN 1921 - Malta’da sürgünde bulunan Ziya Gökalp ve 33 arkadaşı Malta’dan ayrıldılar. Ziya Gökalp ve arkadaşları 22 Eylül 1919’dan itibaren on dokuz aydan fazla sürgün hayatı yaşamışlardır.

03 MAYIS 1921 - Amerikalı 7 misyoner ile birlikte Kars’tan İstanbul’a gelen Mr. C.T. White, Amiral Bristol ile görüştü.
Bu misyoner de Türklerin Kars’ı ele geçirdikleri zaman katliam yapmadıklarını bildirdi. Türk subaylarını öldürmüş olan iki köy halkının katledildiğini ve bu köylerin tahrip edildiğini söyledi. Kars’ın işgalinden sonra ancak 30 kadar Ermeni’nin öldürüldüğünü açıkladı. Amerikan Yardım Teşkilatı’ndan Mr. McCallum’un 80 bin Ermeni’nin Türkler tarafından katledildiğine dair ABD’ye telgraf çektiği hakkında ne düşündüğünü Bristol’un sorması üzerine Mr. White cevap vermedi ve sıkıntısını belli etti.

17 MAYIS 1921 - Georges Valley imzası ile yayınlanan bir haberde, “Yunanlıların Bizans İmparatorluğu hayalleri Sakarya nehri üzerinde tükendi. Bu ne sersemce niyettir. Yunanlılar çocukça hayallerinden vazgeçmelidirler.” Dedi.

20 MAYIS 1921 – İngiltere Başsavcılığı, Dışişleri Bakanlığı’na, “Barış Antlaşması (Sevr) onaylanmadan Malta sürgünleri aleyhinde kovuşturma yapılamayacağını” bildirdi.

20 MAYIS 1921 - İngiliz gazetelerindeki haberde, “Türkler, savaş sırasında Ermenilere verilen topraklara sızmakta devam ediyorlar. Bu konuda Türk Hükûmeti iki milyon liralık bir yardımda bulunmuştur...” bilgisi verildi.

23 MAYIS 1921 – Genelkurnay Başkan Vekili Fevzi Paşa, Zeytun’daki Ermenilerin silahtan arındırılarak orada iskân edilmelerini bildirdi.
Erkân-ı Harbiyei Umumiye Reisi Vekili Fevzi Paşa, II. Kolordu Komutanlığı’na Zeytun kışlasının tahliye edilerek, daha önce Ermenilerin taarruz ve tecavüzlerinden zarar görmüş olup, bölgeyi terke mecbur kalmış olan İbrahimuşağı Aşireti’nin oraya yerleştirilmesini emretti. Bununla birlikte Ermenilerin silahtan arındırılarak şimdilik o civarda ikametlerine müsaade edilmesini, bu meselede silah kullanmamaya gayret edilmesini, ancak silah kullanma ihtimali olduğundan ona göre tedbir alınmasını, bunun için gerekli cephanenin gönderileceğini bildirdi.

İNGİLTERE CEZA PEŞİNDE

31 MAYIS 1921 - İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Başsavcılığa gönderdiği yazıda, Malta’da sürgün Türklerden hiç olmazsa 42 kişinin “Ermeni kırımından ötürü” cezalandırılmasını istedi.
İngiliz Dışişleri Bakanlığı, 31 Mayıs günü Başsavcılığa gönderdiği yazıda sürgünler aleyhinde delil bulmanın “son derece güç olduğunu” itiraf etti. Ama hiç değilse 42 kişinin “cezalandırılmasının siyasi bakımdan son derece arzu edildiğini” söyledi. Başsavcılığın görüşünü sordu. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Malta sürgünlerini cezalandırmak için çırpınıyordu. Bu işi prestij meselesi yapmıştı. Delil olmasa bile bu sürgünleri cezalandırmayı “siyasi bakımdan” gerekli görüyordu. İngiliz politikasının haklılığını ortaya koyma gibi önemli bir dava söz konusuydu. Lord Curzon, Başsavcılık’tan bir çeşit fetva almak için direniyordu.

02 HAZİRAN 1921 - İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Sir A. Geddes, Lord Curzon’a “dağıtımı yapılamaz” kayıtlı bir şifre telgrafla, Malta’daki sürgün Türklerin cezalandırılmaları konusunda olumsuz cevap verdi.
Büyükelçi Sir A.Geddes’in telgrafı şöyledir:
“Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda birçok soruşturma yaptım. Bana bugün bildirildiğine göre, Amerikalıların elinde, Ermeni sürgünü ve kırımı ile ilgili birçok belge vardır, ancak bu belgeler, olaylara karışmış kişilerle ilgili olmaktan ziyade, suçların işlenişiyle ilgilidir. Majesteleri Hükûmeti arzu ederse, kaynağı açıklanmamak kaydıyla, bu belgeler Büyükelçiliğimiz emrine verilecektir.
Anlatılanlara bakarak, bu belgelerin, Malta’da tutuklu Türklerin kovuşturulmasında delil olarak işe yarayabileceklerinden kuşkuluyum.”

15 HAZİRAN 1921 - Türk istihbaratı, bir Ermeni komitesinin, Yunanlılar ile işbirliği yaparak Türk ileri gelenlerine suikast yapacağını bildirdi.
Türk istihbaratı, 15 Haziran 1921’de, merkezi İsviçre’de olup, Paris’te ve İstanbul’da şubeleri bulunan bir Ermeni komitesinin, Yunanlılarla işbirliği yapmak suretiyle, Türk ileri gelenlerine suikastlar tertip etmek üzere, teşkilatlandığını bildirecekti. Teröristlerin ele geçen listesinde, İttihat ve Terakki’nin liderleri, bazı mülkî ve askerî erkân ve bu arada da Mustafa Kemal Paşa’nın adı geçiyordu.

MUTLAKA DELİL BULUN

16 HAZİRAN 1921 - Lord Curzon, Washington Büyükelçisi Sir A. Geddes’e Malta’da tutuklu Türkler aleyhinde deliller bulunması konusunda ikinci talimatını verdi.
Lord Curzon, Geddes’e gönderdiği talimatında:
“Ermenilere ve öteki yerli Hristiyanlara zulüm yapmaktan sanık olarak yargılanacak Malta sürgünlerinin” listesini gönderdi. Listedeki sürgünler hakkında kısaca bilgi ekledi. “Bu kimselerden herhangi biri aleyhinde tezelden Amerikan Hükûmeti’nden delil sağlayabilirseniz memnun olurum” dedi.

19 HAZİRAN 1921 - IX. Tümen Erkân-ı Harbiye Reisi Binbaşı Faik Bey, Maraş Ziraat Bankası Müdürü ve II. Kolordu’dan Teğmen Edip Beylerden oluşan heyet, barış yolunu bir kere daha denemeye karar vererek, Türk Hükûmeti’nin beyannamesini tebliğ etmek ve Ermenilerin teslim olmalarını sağlamak üzere Maraş’tan Zeytun’a hareket ettiler.
Beyannamede Zeytun Ermenilerine hitaben şöyle deniliyordu: “Ermeni milleti Hükûmet nazarında Osmanlı tebaası sayılır. Sizlerden başka bütün İslam ve gayrı Müslim ahali, Osmanlı kanunlarına riayetle, her neyi askerî mükellefiyet ve emirleri yerine getirmekte asla kusur etmedikleri halde, sizler Hükûmet’in kanunî isteklerini reddederek isyan etmektesiniz. Elinizde bulunması kanunen yasak olan silahları, İslam ahali gibi teslim ile askere ait olup da yine asker ikamet edecek olan kışlayı boşaltmanız, Fınıs nahiyesi köylerine yerleşmeniz veya iskân edilmek üzere Maraş’a gelmeniz hususlarını görüşmek için heyet gönderilmesi isteğini dikkate almadığınız anlaşılmaktadır. Bu hareketinize daha fazla müsamaha gösterilemeyeceğinden, son bir idarî tedbir olmak üzere, Hükûmet’in görüşünü teyiden sizlere bildirmek ve kesin cevap almak için heyet gönderilmiştir. Gönderilen heyetin açıklamalarını iyi karşılayarak silahlarınızı teslim ile kışlayı tahliye etmeniz istenmektedir. Aksi halde harekâta başlanacağı ihtar olunur.”

20 HAZİRAN 1921 - “İngiliz Ermeni Komitesi”nin reisi Aneurin Williams, Lord Curzon’a gönderdiği telgrafında güvenlerini bildirdi.
Ermeniler, diğer güçlerin arasında bir tek İngiltere’nin, Lozan’daki sözcülüklerini yapabileceğini kavramışlar ve delegasyona müracaatta gecikmemişlerdi. Daha konferans başlamadan “İngiliz Ermeni Komitesi”nin (British Armenia Committee) reisi Aneurin Williams, Curzon’a bir telgraf göndermiş ve burada “Türkiye’deki tebaaların bütün dostları, Ermenistan’ın özgürlüğü için size olan güvenlerini bildiriyorlar” demiştir. İngiliz Ermeni Komitesi içinde Viscount Bryce, Gladstone, Lord Robert Cecil gibi tanınmış politikacılar; Canterbury Başpiskoposu, Londra piskoposu gibi birçok kilise mensubu ve Profesör G. P. Gooch ve Arnold Toynbee gibi bilim adamları da bulunmaktaydı. Bu komite, “Filistin mandasında Yahudilere olduğu gibi” Ermeniler için de Londra’nın desteğini sağlamak üzere, Lozan’daki İngiliz delegasyonunu başvurular, ricalar ve muhtıralarla bombardımana tutacaktır. İngilizler, Ermenileri Türklere karşı koz olarak kullanalım derken, bu güçlerin ileride kendilerine nasıl dezavantaj olabileceğini göreceklerdir.

ZEYTUN’DA SONUCA ULAŞMA

20 HAZİRAN 1921 - Maraş’tan Zeytun’a gönderilen barış heyeti Fınıs nahiyesine geldi. Zeytunlu Ermenilerle görüştüler. Hükûmet’in beyannamesini bildirdiler.
20 Haziran’da Fınıs’a ulaşan heyet üyeleri, Ermenilere haber göndererek görüşmek üzere birkaç yetkilinin gelmesini istediler. Ermenilerden İsador, Vartan ve Strak adında üç kişi geldi. Hükûmet’in beyannamesi Ermeni heyetine verilerek, durum etraflıca anlatıldı ve teslim olmaları istendi. Ermeni heyeti verdiği cevapta, Hükûmet’in emirlerini yerine getirmeye hazır olduklarını bildirdi.

21 HAZİRAN 1921 - Maraş’tan Zeytunlularla görüşmeye gelen barış heyetinden Teğmen Edip Bey, Ermeni heyeti ile Fınıs’tan Zeytun’a geldi. Teğmen Edip Bey, beyannameyi Zeytunlulara okudu.

.. HAZİRAN 1921 - Zeytunlu Ermeniler, muhtar Strak imzası ile dört maddelik bir yazılı cevap verdiler. Ayrıca hükûmet adamları ve askerî yetkililerle görüşmek, bazı isteklerde bulunmak üzere kendilerinden bir heyetin Maraş’a götürülmesini talep ettiler. Bunun üzerine Teğmen Edip Bey Zeytun’dan geri döndü. Üç kişilik Ermeni heyeti de Maraş’a götürüldü.
Zeytun Ermenileri adına muhtar Strak tarafından verilen yazılı cevapta şu istekler ileri sürülmekteydi:
“a)Kışlanın birden bire tahliyesi halinde bunca zamandan beri Hükûmet’in merhametine bırakılmış olan evlatlarımız, harabeye dönmüş Zeytun kasabasında iskân edilemeyeceklerdir. Bu, bütün masumların telef olmasına sebep olacaktır. Evlerimizin oturulabilir hale getirilmesine kadar, bir müddet daha kışlada kalmamız gereklidir.
b)Ahalimizin çoğu Maraş’a gelmeyi ve orada yerleşmeyi arzu etmektedir. Fakat tarla ve bağlarımızın hasat vakti geldiğinden ve Maraş’ta iaşelerini sağlayamayacaklarından kendi yerimizde kalmamıza izin verilmelidir.
c)Elimizde bulunan on iki adet silahın ve bir miktar cephanenin, asayiş sağlanıncaya kadar vesika karşılığı bizde kalmasına müsaade edilmelidir.
d)İsteklerimizi her ne kadar yazılı olarak verdikse de doğrudan doğruya yetkililere iletmek istiyoruz.”

.. HAZİRAN 1921 - Zeytun’dan Maraş’a gelen Ermeni heyetine Türk Hükûmeti’nin kesin görüşü bildirildi. Ermeni heyeti geri döndü.

.. HAZİRAN 1921 - Zeytunlu Ermenilerin, Zeytun kışlasını tahkim etmek için etraftan taş ve toprak çektikleri gözlendi. Bu faaliyetler, onların teslim olmayacaklarını, asıl amaçlarının vakit kazanmaktan ibaret olduğunu gösteriyordu. Yapılan bütün teşebbüslerin sonuç vermemesi üzerine Genelkurmay Başkanı Vekili Fevzi Paşa yetkililere askerî harekâta geçilmesi emrini verdi.

25 HAZİRAN 1921 - Türk kuvvetlerinden 25’inci Alay, teslim olacak Ermenilerin iskânlarını sağlamak, teslim olmayacaklara karşı silahlı harekâtta bulunmak üzere Maraş’tan Zeytun’a doğru yola çıktı.
Türk yetkilileri, Antep’te bulunan ve Fransa’nın danışmanlığını yapan Ermeni hukukçu Rafael Kherlakian (Hırlakyan)’dan, Zeytun Ermenilerini kan dökülmeden teslim olmaları hususunda ikna etmesi için yardımcı olmasını istedi. Rafael Hırlakyan da Türk kuvvetleri ile birlikte Zeytun’a gitti.

26 HAZİRAN 1921 - Türk birlikleri, arabulucu Ermeni hukukçu Rafeel Hırlakyan (Kherlakian) ile birlikte Zeytun yakınlarına geldiler. Zeytunlulara teslim olmaları bildirildi.
Olayların birinci derecede şahidi olan ve bizzat yaşayan Hukuk Mektebi mezunu, Ermeni Rafeel Hırlakyan’dan dinleyelim. Rafeel Hırlakyan, II. Kolordu Komutanı Selahattin Bey’e sunduğu kendi imzasını taşıyan 01 Temmuz 1921 tarihli raporunda şu bilgileri vermektedir:
“26 Haziran akşamı Zeytun yakınlarına vardık. O gece ben ve bizimle Zeytun’a dönen Ermeni heyeti, 25’inciş Alay Kumandanı’nın (Binbaşı Hasan Bey) yanına çağrıldık. Kumandan Bey, Zeytunlulara hitaben tanzim etmiş olduğu beyannameyi okuduktan sonra, tebliğ etmem için bana verdi. Beyannamede, kışlanın ve silahların teslimi halinde, can, mal ve namuslarının korunacağı, iskânları için çadırlar getirildiği, istirahatlarının sağlanacağı belirtildikten sonra, kişinin, silahları hayvanlara yükleyerek, 27 Haziran Pazartesi öğleye kadar Alay karargâhına gelmeleri, aksi takdirde mukabele görecekleri belirtilmekteydi. Komutan Bey, benim 27 Haziran günü Zeytun’a hareket etmemi ve öğleye kadar kesinlikle karargâha dönmemi emretti.”


ZEYTUN’UN KURTARILIŞI

27 HAZİRAN 1921 - Ermeni hukukçu Rafeel Hırlakyan, Ermenilerin teslim olmaları için Zeytun’a gönderildi. Teslim olanlar Rafeel Hırlakyan ile birlikte döndüler.
Ermeni hukukçu, Zeytunlulara yaptığı teslim ol çağrısını şöyle anlatmaktadır:
“Sabah saat 6.30’da Zeytun’a vardık. Etrafta gördüğümüz herkese emen kışlaya gelmelerini bildirdik. Bizimle beraber askerin de geldiğini duyan halk büyük bir telaşa kapıldı. Zeytun büyüklerini topladım. Beyannameyi okudum. İtaat edilmesi halinde hiçbir kimsenin burnunun kanamayacağını, can ve mallarının korunacağını, istirahatlarının düşünüldüğünü, asayişi sağlamak için etrafa askerî kuvvetler yerleştirileceğini, harap evlerin tamiri için yardım edileceğini, hayvanları korumak için kendilerine vesikalı silah verileceğini, Zeytun’dan memnun olmayanların istedikleri yere gidebileceklerini, hatta millî sınırlar haricinde yaşamak isteyenlerin sınır dışına gönderileceklerini, herkese iyi davranılacağını, hak ve adaletten başka gaye güdülmediğini izah ettim. Maraş’tan dönen Ermeni heyeti de Türklerle yaptığı görüşmeler hakkında bilgi verdi. Maraş Hristiyanları reisi Rosaniler de itaat edilmesi hususunda ricada bulundu ve gördükleri iyi muameleyi anlattı.
Sükûnetle düşünülürken, Türk askerinin on dakikalık mesafeye kadar geldiği haberi umumî bir heyecan yarattı. Derhal kışlaya doldular. Kışlanın içi bir mahşer hâlini aldı. Durumun kendim için tehlike arz ettiğini hissettiğimden, sesimin yettiği kadar, tekrar itaat etmelerini, kendilerine hiçbir zarar gelmeyeceğini yeminle temin ettikten sonra, “ben gidiyorum, gelenler arkamdan gelsin” diyerek bayrağı elime aldım. 9.30’da kışladan çıktım. Kışlanın kapısına atılan iki silahlı, benimle gelecek olanlara mani oldu. Herkesin gelmesini temin amacıyla gayet ağır surette yürümeye başladım. Beni takip edenleri Türk askerî saflarına geçirdim. Alay Komutanı’na durumu anlattım. Alay Komutanı, teslim olanlardan, kışlada yakınları aile ve çocukları olanları ayırıp iade edileceklerini bildirmek üzere teslim olan Ermenilerden oluşan bir heyeti Zeytun’a gönderdi. Fakat heyet kışlaya kabul edilmedi. Heyet, Komutan Bey’e hitaben yazılı bir mektupla geri döndü. Mektupta kadın ve çocukların can ve namuslarının Hükûmet’e teslim edilmiş olduğu ve geri kabul edilmeyecekleri belirtilmekteydi. Kocaları ve yakınları ile birlikte dönmeleri halinde kabul edilebilecekleri teminatıyla, kadın ve çocuklar kışlaya geri gönderildiler. Kocaları ile birlikte gelenler bağ ve bahçede olup da olaylardan malumatı olmayanlar ile kışlanın dışında kalanlardan toplam beş yüz doksan yedi kişi o gün öğleden sonra salimen karargâha nakledildiler.
Her ne kadar çarpışmaya başlanmış ise de itaat etmeleri halinde evvelce vadedilen teminatlardan faydalanabileceklerine dair, kışladaki Ermenilere bir beyanname daha yazıldı. Kumandan Bey’in emri üzerine İsador Efendi, Zeytun rahibi ve benim tarafımdan da müşterek bir mektup yazıldı. Beyanname ve mektup rahip tarafından gönderildi. Bunu müteakiben ahalinin arzusu ile Maraş’a hareket etik. Yolda Ermenilerin görmüş olduğu iyi muameleye misal olmak üzere, kaybolan bir keçinin bulunması için dağlara müfrezeler çıkarılıp mutlaka bulunması, aksi takdirde bütün müfrezenin kurşuna dizileceği emri verildi. Yarım saat içinde keçi bulundu. Kadın ve çocuklar fazla yol alamadıklarından ve iki kadın yolda doğum yaptığından on saatlik mesafe dört günde alındı. Hatta gücü kalmayan bazı kadın ve çocuklar, Türk askerine ait hayvanlara bindirildi. Maraş’tan üç saat mesafeye kadar hepsine yiyecek gönderilmek suretiyle, haklarında askeriye tarafından bir kat daha lütuf ve insaniyet gösterildi.”

27 HAZİRAN 1921 - Ermeniler tarafından işgal edilen Zeytun, Türk kuvvetleri tarafından Ermenilerden kurtarıldı. Teslim olan Ermeniler yanlarında bir tek silahtan başka silah getirmediler. Öğleden sonra Türk kuvvetleri teslim olmayan isyancı Ermenilere karşı silahlı harekâta başladı ve Zeytun kışlası topçu ateşine tutuldu.

29 HAZİRAN 1921 – Zeytun’da, gece şiddetli rüzgârdan ve karanlıktan istifade eden isyancı Ermeniler kışlanın batısındaki dereye indiler. Sulak dağının engebelerinden de istifade ederek güney istikâmetinde firar ettiler. İsyancı Ermeniler kaçarken kendileriyle birlikte gelmekten aciz olan soydaşlarını öldürdüler.

30 HAZİRAN 1921 - Ermeni isyancılarının firarından sonra, Zeytun kışlasında Ermenilere ait olup, ele geçirilen büyük ve küçükbaş hayvanlar ile diğer eşyalar yağmaya izin verilmeden mahallî yetkililere teslim edildi. Yine harekât sırasında ele geçirilen kiliseye ait kıymetli eşyalar, Ermeni delegesi Haçator Vartaban’a tutanakla teslim edildi.

03-04 TEMMUZ 1921 - Zeytun’dan firar eden silahlı Ermeniler, etraftaki Türk köylerini tehdit ettiler, cinayetlerine devam ettiler.
Zeytun’dan firar eden silahlı Ermeniler etraftaki Türk köylerini tehdit ediyorlardı. Nitekim 03-04 Temmuz günlerinde Sisne civarında Sarımsak dağında, Ermeniler rastladıkları üç Türk’ten birini şehit ettiler ve Türk kuvvetlerinin yetişmesi üzerine dağlara kaçtılar. Yine Ermenilerin saldırısı sonucu çıkan bir çarpışmada, Gökçeli Köyü’nden Kara İbrahim Ağa şehit oldu. Beşen, Ketman ve Sarıgüzel köyleri halkı askerî yetkililere müracaat ederek, kendilerinin ellerinde silah bulunmadığını, bu sebeple etrafta gezen Ermeni isyancılarının korkusundan vakit geçmekte olan ziraatlerini biçemediklerini bildirip tedbir alınmasını istediler. Fransız işgal bölgesine geçmek isteyen isyancı Ermeniler, Osmaniye yolunun Türk kuvvetleri tarafından tutulduğunu anlayınca üç kola ayrıldılar. Bir kısmı Sarımsak dağını terk ederek Fırnıs ve Sevikli taraflarına geldiler. Burada esir alınan on bir Ermeni’nin verdiği ifadeye göre, kaçan Ermenilerin sayısı dört yüz civarındaydı. Bunların iki yüz ellisi silahsız erkek, kadın ve çocuk, yüz ellisinin ise silahlı olduğu anlaşıldı.

07 TEMMUZ 1921 - Zeytun bölgesinde, bu güne kadar devam eden takipten sonra Ermenilerin otuz kadarı çarpışmalar sırasında hayatını kaybetti. Yüz kadar Ermeni esir alındı. Geri kalan kısmı ise Adana istikametine doğru Fransız işgal bölgesine geçmeyi başardı. Azılı Ermeni eşkıyası Çolakyan Aram da dağlardaki bu çarpışmalar sırasında öldü.

MALTA ESİRLERİNE DELİL YOK

13 TEMMUZ 1921 - İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Sir A. Geddes, Lord Curzon’a, Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhinde bulunacak delillerin mahkemede kullanılamayacağını bildirdi.
Ermeni kırımından ötürü yargılanmak üzere Malta’da tutuklu Türklerle ilgili olarak çalışma arkadaşlarımdan biri dün 12 Temmuz günü Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na gitti. Son savaşta Ermenistan’da yapılan zulümlerle ilgili Amerikan konsolosları raporlarını gözden geçirmesine izin verildi. Bu raporlar, Majesteleri Hükûmetinin amacına en çok yarayacak diye Amerikan Dışişleri’nce seçilmişti.
Üzülerek arz edeyim ki, bu belgelerin içinde yargılanmak üzere Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey yoktur. Gözden geçirilen raporlarda, söz konusu Türk görevlilerinden yalnız iki kişinin – Sabit Bey ile Süleyman Faik Paşa’nın- adları anılmaktaysa da raporları kaleme alanların kişisel düşüncelerini aşmıyor ve suç delili olabilecek hiçbir somut fiil gösterilemiyor.
Şunu da eklemekle onur kazanırım ki, Amerikan Dışişleri yetkilileri konuşma sırasında, verecekleri bilgilerin hiç birinin bir hukuk mahkemesi önünde kullanılmaması arzusunda bulunmuşlardır.
Bu bakımdan ve Amerikan Dışişleri’nin elindeki belgelerde hiçbir şekilde Türkler aleyhinde delil bulunamadığından... Korkarım ki, bu konuda yeniden Amerikan Hükûmeti’ne başvurmasından herhangi bir şey elde etme umudu yoktur.”

..TEMMUZ 1921 - Zeytun’un boşaltılmasından sonra, Ermenilerin tecavüz ve taarruzlarından dolayı eski yurtlarını terk etmeye mecbur kalmış olan Hacıibrahimuşağı Aşiret’i ve Beşen köyü halkı tekrar buraya yerleştirildiler.

16 TEMMUZ 1921 - Mustafa Kemal, dışarıdan gelecek aldatmacalara, propagandalara karşı Türk çocuklarına vasiyette bulundu.
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’de ileride azınlıklar arasında dış mihraklarca yönlendirilecek propaganda kampanyalarına karşı da, Türk gencinin hazırlıklı olması gerektiğini vurgular ve daha 16 Temmuz 1921 tarihinde şöyle der “Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken, onlara bilhassa varlığı ile hakkı ile birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlar ile mücadele lüzumu ve millî düşünceleri, tam bir imanla, her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârane müdafaa mecburiyeti aşılanmalıdır.”

ERMENİLER SOYKIRIM YAPTI

17 TEMMUZ 1921 - United Telegraph gazetesi, muhabirlerinin Ankara’da Mustafa Kemal ile Ermeni soykırımı konusunda yaptığı röportajı yayınladı.
United Telegraph gazetesini 17 Temmuz 1921 tarihli sayısında, gazetenin muhabiri Ankara’da Mustafa Kemal’e Türklerin Ermenilere soykırım yaptıklarına ilişkin sorusunu sorduğunda şu cevabı alır:
“Son zamanlarda Türklerin Ermenilere karşı soykırıma giriştikleri söylentileri bir takım yalan ve haksız suçlamalardan ibarettir. Bunların kesinlikle doğru olmadığına inanabilirsiniz. Bu gerçeğin kanıtlanması için tarafsız heyetlerin ülkemizde tam bir serbestlik içinde soruşturma yapmalarını memnunlukla kabul ederiz. Bununla ilgili olarak Ermenistan’daki Yakındoğu Amerikan Yardım heyetleri tarafından verilen en son raporların okunmasını salık veririz.”
Amerikalı gazetecinin bir başka sorusu da Ermenilerin Türklere karşı soykırım yaptıkları iddialarıydı ve cevap da şu olmuştu:
“Ermenilerin Türk halkına yaptıkları zulüm ve öldürme olayları ordularımızın Ermenistan üzerine harekete geçmesini zorunlu hale getirmiştir. Soykırım geniş şekilde olmuştur. Bu konuda kesin belgelere sahibiz. Bu belgelerin kopyalarını size ayrıca vereceğim.”

18 TEMMUZ 1921 - Gece saat 23 sıralarında Misak Torlakyan adlı Trabzon doğumlu bir Ermeni, Kafkas Sovyeti Dış Ticaret Temsilcisi ve Azerbaycan Cumhuriyeti İçişleri eski Bakanı Behbud Han Cevanşir’i Pera Palas Oteli önünde vurdu. Behbud Han kaldırıldığı İngiliz Hastahanesi’nde kurtarılamayarak öldü. Katil Misak Torlakyan ise İstanbul’u işgal altında tutan İngilizlere teslim edildi.
Behbud Han’ın kardeşi Cemşit Han Cevanşir, olayın en yakın tanığı idi:
“Geçen Temmuz ayının 18’inde takriben saat 23.30’da ben, iki biraderim ve yengemle beraber Tepebaşı bahçesinden çıkarak Pera Palas Oteli’ne doğru yürüyorduk.
Otele yaklaşmıştık ki, arkadan iki veya üç el ateş edildiğini duydum. Tabancayı atanın kim olduğunu bilmiyordum. Ben kardeşim Behbud’un önünde yürüyordum. Tabanca sesini duyar duymaz etrafa baktım ve bu esnada birisinin elindeki tabancayı ateşlemekte olduğunu gördüm. Biraderim katili yakalamak istedi. Fakat yaralı olduğu için başarılı olamadı. Yere düştü. Aynı zamanda “Beni kurtarınız... Kurtarınız...” diye bağırdı. Ben durmadan tabancasını ateşlemeye çalışan saldırganı zaptetmeye uğraşıyordum. Bir aralık mütecavizi yakaladım. Saldırgan o sırada bana da ateş etti. Sol gözümün yanından yaraladı. Polisin yetişmesine kadar küçük biraderimle ve yengemle birlikte kaçmak isteyen mütecavizi salıvermedik. Olay yerine önce bir Türk polisi geldi. Saldırganı polise teslim ettikten sonra biraderimin yanına gittim. Biraderim henüz hayatta idi. Kendisinde iki yara gördüm. Bunlardan biri göğsünün sağ yanında ve diğeri midesinin sol tarafındaydı. Biraderim hastahaneye ulaştırılmasından üççeyrek saat sonra vefat etti.

21 TEMMUZ 1921 - Cemal Paşa, Tiflis’te bir Ermeni tarafından öldürüldü.

21 TEMMUZ 1921 - Azerbaycan Dışişleri Komiseri Hüseyinov, Yusuf Kemal Bey’in 01 Temmuz tarihli notasına cevap vererek konferansın bir an önce toplanmasını beklediklerini, ancak bunun Ankara’da yapılamayacağını, daha önce de görüşülmüş olduğu gibi Kars’ta yapılması gerektiğini açıkladı.

24 TEMMUZ 1921 - Yusuf Kemal Bey, Gürcistan Dışişleri Komiseri A. Suanidze’ye konferans konusunda yazarak Ankara’da yapılmasını ister.

27 TEMMUZ 1921 - Talat Paşa’nın öldürülmesi olayında Alman subayların ifadesi alınmadı? Mahkemede tanıklık yapamayan Korgeneral Bronsart Schellendorf Ermeni tehciri ve Tehliryan davasındaki gerçekleri anlattı.
Korgeneral Bronsart Schellendorf, Türk Kara Kuvvetleri'nin Başkomutanı'ydı. Yakın dostu Talat Paşa'nın 1921 yılında Tehliryan adlı bir Ermeni tarafından öldürülmesi sonrasında görülen ve katilin bir celsede aklanmasıyla sonuçlanan davada tanıklık yapamamıştı. Schellendorf, gerçekleri anlatamamanın isyanıyla, aşağıdaki metni yazdı ve yazı 24.07.1921 tarihinde Deutsche Allgemeine Zeitung’da yayınladı. İşte Bronsart Schellendorf'un ağzından 24 Nisan’ı soykırımı anma günü ilan edenlere en güzel yanıt.
Tehliryan davasında, konuyla ilgili bilgisi olmayan veya sadece kulaktan dolma bilgisi olan kişiler tanık olarak dinlendi. Gerçeği gören görgü tanıkları ise davaya çağrılmadı. Ermeni zulmünün yaşandığı bölgede görev yapan Alman subayların ifadesi niye alınmadı? Mahkemeye isimleri bildirilen bu görgü tanıkları sonunda davaya çağırılmadı. Gerçeğin ortaya çıkmasına katkıda bulunmak için, elimde olmayan nedenlerle yapamadığım tanıklık görevimi, sonradan da olsa, bu yolla yerine getirmek istiyorum. Öldürülen Başvezir hakkında ileri sürülen Ermeni zulmü suçlamasını anlayabilmek için, önce geçmişe kısa bir göz atmak gerekir.
Ermeni zulümlerinin geçmişi, çok eskilere dayanır. Bu olaylar, Ermeni ve Kürtlerin, Rusya, İran ve Türkiye sınırlarında dar bir alanda yaşamaya başlamalarından bu yana sürekli yaşanmıştır.
Eskiden beri süregelen bu ihtilaf, Ermenilerin Büyük Savaş’ta Türkiye’nin doğusundaki il sınırlarında yaptıkları tehlikeli isyanlarla daha da büyümüştür. Bunun için özel bir neden ortada yoktu, çünkü Ermenilerin yeni parlamentoda hem sandalyesi hem de oyları vardı ve diğer halklarla eşit sosyal ve siyasi haklara sahiplerdi. İsyanların, başka mihraklar tarafından hazırlandığı, Ermenilerin yaşadığı bölgelerde ele geçirilen çok sayıda el ilanlarından, kışkırtıcı broşürlerden, silah, mühimmat patlayıcı madde ve benzeri malzemelerden anlaşılıyordu. Ayaklanmaların ardında kesinlikle, maddi destekte bulunan Rusya vardı. Konstantinopel'de üst düzey devlet görevlilerine ve subaylara yönelik bir Ermeni komplosu ise son anda ortaya çıkarıldı.
Eli silah tutan tüm Müslümanlar, Türk Ordusu’nda silahaltında olduğu için, Ermenilerin savunmasız halk arasında korkunç bir katliam yapmaları zor değildi. Çünkü Ermeniler, sadece Ruslar tarafından sıkıştırılan Doğu Ordusu’nun kanatlarını askeri açıdan zayıflatmakla kalmayıp, aynı zamanda bu bölgede yaşayan Müslüman halkının kökünü kuruttular. Yapılan zulümleri gören bir kişi olarak, şunu söyleyebilirim; Bu gaddarlık, daha sonra Türklerin Ermenilere karşı giriştiği iddia edilen zulmünden çok daha acımasızdı. İsyanın Türk İmparatorluğu'nun daha geniş bölgelerine yayılması nedeniyle, olayların önüne geçmek için jandarma devreye sokuldu. Dönemin İçişleri Bakanı Talat jandarmaya, zaruri hale gelen bu talimatı vermek zorunda kaldı. Durum çok acildi, çünkü ordu, iç bölgeyle olan hassas irtibatın kesilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve binlerce Müslüman, çaresizlik içinde Ermeni zulmünden kaçmaya başlamıştı. Bu kritik durum karşısında Bakanlar Kurulu, verdiği zor bir kararla, Ermeniler devlet için tehlikeli kişiler olarak ilan etti ve öncelikle sınır bölgelerinden uzaklaştırılması talimatını verdi. Onlar, savaşın dışında kalan, nüfus yoğunluğu az olan ve verimli topraklara sahip Kuzey Mezopotamya bölgesine nakledilecekti.
Talat, ileri görüşlü bir devlet adamıydı. O, kışkırtılan Ermenilerin, Rusların etkisinden ve Kürtlerle çekişmelerden kurtulup, yeni yerleşim bölgelerinde daha iyi yaşamalarını ümit ediyordu.

CEZALANDIRILAMAZLAR

29 TEMMUZ 1921 - İngiltere Başsavcılığı, Dışişleri Bakanlığı’na uzun bir cevap göndererek Malta’da sürgün bulunan Türklerin cezalandırılamayacağını bildirdi.
29 Temmuz 1921 günü, İngiliz Başsavcılığı, Dışişleri Bakanlığı’na uzunca bir yazı gönderdi: Cezalandırılmak istenen sürgünlere yüklenen suçların “yarı siyasi nitelikte olduğunu” tekrarladı. Delil bulunmadığını bulma imkânı da kalmadığını ekledi. Eldeki delillerle bu kimselerin mahkûm ettirilemeyeceklerini belirtti. Kısacası, İngiltere Başsavcılığı, Malta sürgünlerinin yargılanması için yeşil ışık yakmamıştı.
Bu yazı üzerine Dışişleri yetkilisi Mr. Edmons: “Bu yazıdan anlaşıldığına göre, (sürgünleri) mahkûm ettirme şansımız hemen hemen sıfırdır... Amerikan Hükûmeti’nin de bize hiçbir delil yardımında bulunamayacağını anladık” dedi.
“www.ermenisorunu.gen.tr” sitesinde de şöyle anlatılmaktadır:
29 Temmuz 1921'de. Kral Londra'daki Hukuk Danışmanları; Dışişleri listesindeki kişilere karşı yöneltilen suçlamaların yarı siyasi bir maliyet taşıdığına ve bu nedenle haklarında, harp sırasında İngiliz savaş esirlerine zulüm yapıldığı iddiasıyla İngiliz Hukuk Danışmanları'nın önerisi üzerine savaş suçlusu olarak tutuklanan Türklerden ayrı işlem yapılması gerektiğine karar vermişlerdir. Ayrıca, “Şimdiye kadar hiçbir şahitten, tutuklular hakkında yapılan suçlamaların doğru olduğunu kanıtlayan bir ifade alınmış değildir. Esasen, herhangi bir şahit bulunup bulunamayacağı da belli değildir, zira Ermenistan gibi uzak ve ulaşılması zor bir ülkede ve özellikle bu kadar uzun bir zaman geçtikten sonra şahit bulunması ne ölçüde zor olduğunu belirtmek dahi gereksizdir.”

31 TEMMUZ 1921 - Gürcistan Dışişleri Komiseri A. Suanidze, Yusuf Kemal Bey’in teklifine karşı konferansın daha önce teklif edildiği gibi Kars’ta yapılmasına hazır olduklarını bildirdi.

08 AĞUSTOS 1921 - Sovyet Rusya Dışişleri Bakanı Çiçerin, Yusuf Kemal Bey’in 01 Temmuz tarihli notasına cevap vererek Ankara’nın savaş meydanına yakınlığını öne sürerek konferansın Ankara’da yapılması önerisini reddetti

LORD CURZON

10 AĞUSTOS 1921 - Lord Curzon, İstanbul Yüksek Komiserliği’ne gönderdiği yazıda, Malta’da tutuklu bulunan Türkleri cezalandıramamanın ezikliği içinde olayları anlattı.
10 Ağustos 1921 günü, İstanbul Yüksek Komiserliği’ne gönderilen bir yazıda yenilgi açıkça kabul edilir. Malta sürgünlerini yargılamak için yapılan başarısız çalışmalar özetlendikten sonra şöyle denir:
“Delil yokluğunun yarattığı güçlükten başka, Sevr Antlaşması’nın 230. maddesi gereğince bir mahkeme kurulmasına Fransız ve İtalyan Hükûmetleri’nin katılmaları ihtimali de yoktur.
Bu şartlar altında anılan maddeyi uygulama umudunu pek göremiyorum... Majesteleri Hükûmeti, Anadolu’daki İngiliz tutsakları geri dönünceye kadar Türk tutsaklarını serbest bırakmaya her ne kadar razı olamayacaksa da, yukarıda anılan güçlükler sonucunda, Türkiye ile yapılacak genel bir anlaşma ile yerli Hristiyanlara zorbalıktan sanık olarak Malta’da tutuklu kırk üç Türk’ün salıverilmesini de düşünmek zorunda olduğunu hissediyorum.”

20 AĞUSTOS 1921 - Sovyet elçisi Natseranus, konferansın Kars’ta olmasını Ankara’ya teklif etti.

24 AĞUSTOS 1921 - Ermenistan SSC Dışişleri Halk Komiseri Mraviyan, Yusuf Kemal Bey’e toplanacak konferansta meselelerin görüşülmesi ve barışın yapılması dileğini bildirdi.

28 AĞUSTOS 1921 - Yusuf Kemal Bey, Natseranus’a gönderdiği cevapta, konferans teklifini kabul ettiğini bildirerek, konferans tarihi olarak Eylül’ün son haftasının uygun olabileceğini belirtti. Konferans için Kâzım Karabekir ile Mahmut Şevket (Esendal) Bey’in görevlendirildiğini ve görevlendirilecek temsilcilerin bildirilmesini istedi.

.. EYLÜL 1921 - Milletler Cemiyeti, Londra Konferansı kararları doğrultusunda bir karar alarak, Ermenilere Doğu Anadolu illerinde Türkiye’den ayrı bağımsız bir yurt sağlanmasına oy birliği ile karar verdi.
Milletler Cemiyeti tarafından alınan bu karar havadaydı. Ne sınırları belirli, ne de Türk Hükûmeti’nin görüşü alınmıştı. Öte yandan Ermeni komiteciler kaderleri üzerinde durmadan fikir değiştiren ve hayallerini yıkan bu tutumlardan sinirli idiler. Çünkü Fransa, Kilikya ve Güneydoğu Anadolu’da Ermeni komiteciler yararına olan varlığını, oradan çekmek zorunluluğu duymuştu. Böylece Ermeniler doğu illerinde Kâzım Karabekir Paşa’nın giriştiği harekâtla kaybettikleri üstünlüklerini, şimdi Fransız işgaliyle sağladıkları Kilikya’da da kaybetmek üzere idiler. Patrik Zaven Efendi’ye Başbakan Millerand’e “Kilikya’yı tutmak için en azından 100.000 Fransız askeri gerekmektedir. Fransa böyle bir yükü taşıyamayacağı için oradan çekilecektir. Ama Fransa Hükûmeti Ermenilerin haklarını korumada her çeşit önlemi alacaktır.” diyordu.

10 EYLÜL 1921 - Malta Valisi Lord Plumer, Türk sürgünlerinin 18 imzayla verdikleri protestoya ilgisiz kalmadı. Soruşturma açtırdı.

12 EYLÜL 1921 - Malta Kamp Komutanları’ndan Binbaşı W. R. Gatt, Türk sürgünlerin protesto ettiği konularda hazırladığı raporu Malta Garnizon Komutanı’na verdi.
Binbaşı W. R. Gatt, Garnizon Komutanı’na verdiği raporunda özetle şunları anlattı:
“On altı kişinin Malta’dan kaçması üzerine, öteki sürgünlerin dışarı çıkma izinleri kaldırılmış, Verdala kampından Polverista kampına götürülmeleri kararlaştırılmıştı. 07 Eylül günü 16 kişi Polverista’ya götürüldü. Ötekiler gitmek istemedi. Ancak kuvvet zoruyla götürülebileceklerini söylediler. Sürgünler pek yüksek rütbeli kişiler oldukları için kuvvet kullanmak uygun görülmedi. Düşünmeleri için kendilerine 24 saat mühlet verildi. 08 Eylül günü saat 15.30’da tutsaklarla yeniden konuşuldu. Yine gitmek istemediler. Saat 16’da muhafızlar arttırıldı. Bunun üzerine durum düzeldi. Yalnız 2700 Albay Cevat ile 2777 Albay Şevket direndiler. Bunun üzerine kollarından yakalanıp götürüldüler. Ama zor kullanılmadı. 2776 Rauf Bey ile 2803 Şevki Paşa, yanlarına iki muhafız verilmesini istediler. Muhafız eşliğinde götürüldüler. Öteki tutsaklar Teğmen Rizzo ile benim tarafımdan Polverista’ya götürüldüler...”

TÜRKLER ADİLDİR
19 EYLÜL 1921 - Mustafa Kemal Paşa, Hristiyan unsurlara adilane surette davranıldığını açıkladı.
Atatürk, dış güçler tarafından psikolojik savaşın piyonu haline getirilmiş bulunan azınlıkların, Osmanlı İmparatorluğu içindeki durumlarını da 19 Eylül 1921 tarihinde şöyle açıklamaktadır: “Hükûmetimizin ve milletimizin, Hristiyan unsurlara karşı adilane bir surette hareket etmekliğimiz, geleneklerimiz icaplarından ve dinimiz geleneklerindendir. Ve hakikaten Hristiyanlara adilane muamele edildiğine en büyük delil, memleketimizin her noktasında, en ufak köyünde bile, Hristiyan unsurların Müslümanlardan ziyade huzur ve refaha ve servete malik olmalarıdır. Eğer bunlar hakkında zulüm ile gasp ile adaletsizce muamele edilmiş bulunsa idi, elbette bugünkü hâl ve vaziyette bulunmamaları lazımdı. Bundan ötürü, bunun için başka bir delil ve sebep söylemeyi lüzum görmüyorum. Fakat bu Hristiyan unsurların haricin teşviki ile veyahut ekmeğini yediği toprağa nankörlük ederek millî varlığımızı zedelemek, bozmak teşebbüslerinde bulunacakların fenalıklarına set çekmek pek tabii ve zaruridir. Bugün en büyük, en kuvvetli ve en medenî milletlerin bu gibi meselelerde bize nispetle pek sert ve zorlayıcı muamelelere teşebbüs etmekte olduğu herkesçe bilinmektedir."
Atatürk’ün azınlıklar ve patrikhaneler hakkındaki görüşleri ise millî devlet anlayışı içerisinde değerlendirilmelidir. O, millî devlete geçiş yıllarında milliyetçilerin azınlıklar politikasını, “Milletçe kesin bir şekilde savunulması istenen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, devlet ve milletin mutlak olarak tam bağımsızlığı, ikincisi de vatanın ana topraklarında çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir.” sözleri ile formüle etmiştir. Şüphesiz, Atatürk bu ifadeleri ile daha o yıllarda azınlıkların ülke üzerindeki saltanatlarına son verilmesi gereğine işaret ediyordu.

20 EYLÜL 1921 - İngiltere’den Lord Curzon, Fransa’dan Poincare, İtalya’dan Kont Sforza Paris’te toplanarak Türkiye’ye verecekleri notayı görüştüler.

23 EYLÜL 1921 - İtilaf devletleri temsilcilerinin Paris’te hazırladıkları ve Türkiye’ye verecekleri notayı açıkladılar.

26 EYLÜL 1921 - Journal des Débats gazetesi, teslim olan Zeytun Ermenilerine yapılan insanî muameleyi görmezlikten gelerek, değişik ve hayalî olaylar anlattı.
26 Eylül 1921 tarihli Journal des Débats gazetesinin haberi şöyledir:
“23 Ağustos’ta Maraş’a getirilmiş olan altı yüz Ermeni, Türk Hükûmeti tarafından Saint-Stepanes Kilisesi’ne kapatıldı. Ertesi gün savaşta tatbik edilen sisteme göre sürgün edildiler. Amerikan Yakın-Doğu Yardım Komitesi’nin üyeleri hiç olmazsa bu sürgünlere yol yardımı yapmak istiyorlardı. Önce buna müsaade edilmedi. Nihayet epey yol katedildikten sonra her birine elli gr.lık ekmek verilmesine izin verildi. İhtiyarlar, kadınlar, çocuklar hepsi sürgün edildi. Hiçbirine binek hayvanı verilmedi. Yolculuk boyunca ilk gün on bir kişi öldü. Genç bir kadın Lezghi Köyü’nde jandarmalar tarafından bir Türk’e verildi. Bir başka kadın iki çocuğu ile öldü. Yaşlı bir kadın kervanla birlikte yürüyemediğinden jandarma darbesi altında öldü. Açlıktan perişan bir halde bulunan bir ihtiyar, su isteye isteye öldü. Fakat su verilmedi. On beş gün olmadan altı yüz kişi de ölmüş olacaktır. Bu bahtsız kişilere ekmek ve su verilmesi yasaklanmıştı. Şayet onlardan biri yolda bir köylüden yiyecek istese, pestili çıkıncaya kadar dövülüyordu.”
Haber burada bitiyor. Bu satırları okuyunca akla gelen ilk soru, bilgilerin nereden ve kimden alındığı sorusudur. Adı geçen gazetenin, bu soruya verebileceği cevap, “bir görgü şahidinden alınan bilgiye göre” olmaktan öteye geçemeyecektir. Çünkü anlatılan olayların aslı yoktur ve olmadığını da daha önce Ermeni yetkilisine (hukukçu Rafeel Hırlakyan’a) dayanarak verdiğimiz bilgiler teyit etmektedir.

KARS ANTLAŞMASI

13 EKİM 1921 – Türkiye ile Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında Kars Dostluk Antlaşması imzalandı.
Kars Antlaşması, 20. Madde’si uyarınca, onaylanmış ve onay belgeleri 11 Eylül 1922 günü Erivan’da verişilince yürürlüğe girmiştir. Moskova Antlaşması gibi, bunun Türkçe ve Rusça metinlerinin yanında, Fransızca metni de yasal bir referans belgesi olarak yayımlanmıştır.

20 EKİM 1921 - Fransa, Ankara TBMM Hükûmeti ile Ankara Antlaşması’nı imzaladı.
Ankara Antlaşması’yla savaşa son verilmiş, Fransa’nın işgalindeki Suriye ile Türkiye arasında sınır belirlenmiş ve daha sonraki ilişkiler için kimi ilkeler konulmuş, ancak Müttefiklerle bir arada çözümlenmesi gereken meseleler ister istemez geriye kalmıştır.
Ermeni kaynaklarına göre, Ankara Antlaşması ile Çukurova ve çevresinin Fransızlar tarafından boşaltılması sırasında 120.000’den fazla Ermeni Suriye’ye ve Lübnan’a kaçmış, 30.000 kadar Ermeni de Kıbrıs’a, Mısır’a ve İstanbul’a göç etmiş idi.

MALTA’YA VEDA

25 EKİM 1921 - Malta’da tutuklu bulunan Türkler, hürriyete doğru ilk adımlarını attılar. “Chrysantemum” ve “Montenol” adlı İngiliz gemilerine bindirilerek Malta’dan ayrıldılar.
İlk kurtulan Malta Valisi oluyordu. Türk sürgünlerine gelince, onlar da artık kurtuluş yolundaydılar. Kuyruk kuyruğa iki külüstür gemi Akdeniz’e açılmıştı. Daha iyice olan “Chrysantemum” gemisi önde gidiyordu. Bunda 17 yolcu vardı. “A” Sınıfı deniyordu. Bu on yedi kişi çoğunlukla paşalardan oluşuyordu. Adları şöyleydi:
2732 Tuğgeneral Süleyman Numan Paşa,
2756 Mithat Şükrü Bey,
2270 General Mürsel Paşa,
2772 General Cemal Paşa,
2773 General Cevat Paşa,
2275 Esat Paşa,
2776 Amiral Rauf Bey,
2782 General Sait Paşa,
2784 Süleyman Nazif Bey,
2792 General Refet Paşa,
2793 General Ali Paşa (Albay Kel Ali Bey),
2794 Senatör Seyit Bey,
2797 General Abdülselâmi Paşa,
2800 Mustafa Abdülhalik Bey,
2803 General Yakup Şevki Paşa,
2807 General Faik Paşa ve
2786 İslâm, Ali Sait Paşa’nın uşağı. (Üçüncü mevkide).
“B” Sınıfı adı verilen ve “Montenol” gemisinde yolculuk eden 42 sürgünün adlarıyla numaraları da şöyle sıralanmıştır:
2687 Veli Necdet Bey,
2696 Dr. Berki Bey,
2705 Hüseyin Kadri Bey,
2706 Rıfat Efendi,
2712 Hilmi Musa Bey,
2742 Zülfi Bey,
2767 Binbaşı Arif Bey,
2781 Numan Efendi,
2778 Albay Vasıf Bey,
2785 Celâl Nuri Bey,
2787 Ahmet Emin Bey,
2788 Muammer Bey,
2789 Hilmi Abdülkadir Bey,
2790 Mehmet Hasan Bey,
2791 Enis Avni (Aka Gündüz) Bey,
2795 Mehmet Kâmil Bey,
2798 Reşat Bey,
2799 Hacı Ahmet Bey,
2801 Albay Basri Bey,
2804 Murat Bey,
2805 Ali Cenani Bey,
2808 Ali Nazmi Bey,
2809 Binbaşı Nazmi Bey,
2810 İlyas Sami Bey,
2811 Atıf Bey,
2814 Binbaşı Burhanettin Bey,
2815 Salim Rıfat Bey,
2816 Mehmet Nuri Bey,
2817 Mehmet Ali Bey,
2819 Albay Mehmet Adil Bey,
2767 Albay Şevket Bey,
2768 Nuri Bitlisi Efendi,
2806 Andavallıoğlu,
2679 Yarbay Ahmet Tevfik Bey,
2680 Albay Mehmet Tevfik Bey,
2694 Yüzbaşı Cemal Bey,
2700 Albay Cevat Bey,
2707 Binbaşı Mazlum Bey,
2710 Binbaşı İbrahim Hakkı Bey,
2745 Yüzbaşı Tahir Bey ve
2820 Yüzbaşı Mehmet Şükrü Bey.

03 KASIM 1921 - Kafkas Sovyeti Dış Ticaret Temsilcisi ve Azerbaycan Cumhuriyeti İçişleri eski Bakanı Behbud Han Cevanşir’in katili Ermeni Misak Torlakyan İstanbul’da İngiliz Divanı Harbi tarafından yargılandı.
Bu davada otuzu savunma, onu itham olmak üzere 40 tanık dinlendi. “Torlakyan Davası” basit bir cinayet davası olmaktan çıkıp tam bir siyasî hesaplaşmaya dönüştü. Zira Behbud Han Cevanşir, Birinci Dünya Savaşı yıllarında çok kısa bir süre bağımsızlığa kavuşan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin İçişleri eski Bakanı’ydı. Vurulduğu sırada da Kafkas Sovyeti Dış Ticaret Temsilcisi olarak İstanbul’da bulunuyordu. Katil Misak Torlakyan ise Tiflis’te Ermeni Alayı’na gönüllü yazılmış, bilahare Bakü’ye gitmiş, oradaki olaylara karışmış, sonra da İstanbul’a gelerek bu “kahpe suikastı” düzenlemişti. İşte bu sebeple “Torlakyan Davası” tam bir siyasi yargılamaya dönüşüyordu. Üstelik İngiliz yargıçları önünde.

03 KASIM 1921 - İstanbul’da, Beyoğlu’nda Behbud Han Cevanşir’i öldüren Ermeni Misak Torlakyan hakkında İstanbul’daki İngiliz Divanı Harbi, cinayetten suçlu bulmakla beraber cezai ehliyeti olmadığına karar verdi.
1921 yılının 04 Kasım Cuma günü yayınlanan İstanbul gazeteleri Behbud Han Cevanşir’in katili Ermeni Misak Torlakyan hakkında İngiliz Divanı Harbi’nin, Türkiye Havass ve Reuter ajansı tarafından bildirilen aşağıdaki kararnamesini İstanbul halkına duyuruyordu:
“DERSAADET 3 (THR)-Torlakyan hakkındaki hüküm bugün ilan edilmiştir. Sanığın cinayet suçundan suçluluğu tasdik edilmiş ise de mahkeme “Merkezumum mühettalaşavir-i gayri menel” addetmişlerdir. (Cezai ehliyetinin olmadığını kabul etmişlerdir.)

.. KASIM 1921 - Gazeteler, Ermeni Patrikhanesi’ne kefaletle teslim edilmiş olan Behbud Han Cevanşir’in katili Misak Torlakyan’ın bir Yunan vapuruna binerek Pire’ye gitmek üzere İstanbul’dan uzaklaştığını duyurdular.

GERİ DÖNSÜNLER

.. KASIM 1921 - Fransa’nın Adana Konsolosu Laporte, Adana’dan İskenderun’a giden Sis Katogigosu’na, “... gidenler geri dönsünler...” dedi.
Fransa’nın Adana Konsolosu Laporte, Adana’dan İskenderun’a giden Sis Katogigosu’na Kasım 1921 yılı sonlarında mevcut durumu açıklarken, “Gelecek olan hükûmet adil olacak ve azınlıkların menfaatlerini koruyacaktır. Bunun için göç edenleri (Ermenileri) sefaletten ve mülklerini tehlikeye düşürmekten kurtarmak lazımdır. Bu sebeple, gidenler geri dönsünler... Kilikya’da Fransızlar sizler için 5.000 evladını toprağa verdi.” Demiş, ancak Sis Katogigosu ise tarihî yanılgılarını açıklarken “Hristiyanların hayatı tehlikeye atılamaz. Fransızların bize yaptıklarını takdirle anarız. Ama buna karşılık 30.000 Ermeni de mütarekeden beri Fransızlar için ölmüşlerdir.” diyerek Fransa’yı suçlamıştır.

29 KASIM 1921 - Sis Katogigosu, Paris’teki “Millî Ermeni Delegasyonu”na yazdığı mektubunda, Kemalistlerin katliam yapacağından korkulduğundan Ermeniler arasında paniğin başladığını ve Ermenilerin kaçmaya hazırlandıklarını belirtti.

06 ARALIK 1921 - Lozan’da umduğunu bulamayan İngiliz Ermeni Komitesi Başkanı Arneurin Williams’ın sitem dolu mektubuna verdiği cevapta İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, üzüntülerini bildirdi.
İngiliz Dışişleri Bakanlığı, artık dinamikleşmiş bir Atatürk Türkiye’sinin, ihtilalci Sovyet Rusya’ya karşı Ermeni Devleti’nden daha güçlü bir set, ya da tampon bölge oluşturacağında hemfikirdi. Bu çerçeve içinde Ermenilerin Lozan’dan elleri boş olarak ayrılmaları mukadder gözüküyordu. Başlarına gelecekleri anlayan Ermeni komiteleri ve benzeri militer veya diplomatik dernekleri Curzon’u bir kere daha protestolara boğunca, Dışişleri Bakanı, cevabî yazılarında diplomatik teşrifatın gerektirdiği nezaketi bir kenara bırakmak zorunda kalmıştı. Williams’ın başvurusunu aynen şöyle karşılayacaktır:
“Sizden böyle bir mektup gelmesi gerçekten son derece üzücü olmaktadır. Çünkü gerçeklere en az benim kadar vakıf olmanıza rağmen, İngiliz Hükûmeti’nin içinde bulunduğu durumu anlamamakta ısrar ediyorsunuz. İngiltere’ye güvene gelince, İngiltere itimadınızı sarsmak için ne yapmıştır, söyler misiniz? Ermeniler, bütün büyük güçler içinde, zannederim kendilerinin en iyi dostlarının ve en devamlı destekçilerinin Majesteleri’nin Hükûmeti olduğunu bilmektedirler. ... Fakat sizler bu ülkenin –ya da herhangi başka birisinin- Türkiye’nin lalettayin bir yöresini seçip, oradaki diğer bütün ırkları sepetleyerek, İngiliz süngülerinin çerçevesinde büyük miktardaki (Ermeni) muhacirleriyle yoğunlaştırmasını ve böylece İngiliz vatandaşlarından alınacak muazzam vergilerle, burada bir Ermeni millî varlığını teşkilatlandırmasını bekleyemezsiniz. Bunun düşüncesi bile ham hayalden öteye gitmez. ...”
İngiltere’nin Ermenileri desteklemekten vazgeçmesinin sebeplerinden biri de, Ermeni komitelerinin Mondros Mütarekesi’nden sonra Doğu Anadolu’da giriştikleri katliam karşısında duydukları infial olmuştur. Ermenilerin bilhassa 1915 ile 1920 yılları arasında gerek Doğu Anadolu ve gerek Kafkasya’daki Müslümanlara karşı uyguladıkları mezalim, ne kadar tatbikçileri tarafından saklanılmaya, hatta ters yüz edilip Müslümanların kıtalleri olarak Batı’ya yansıtılmaya çalışılmışsa da, dünyanın en iyi haber alan istihbarat servislerine kumanda eden İngiliz Hükûmet yetkililerini, sokaktaki hak gibi aldatmaları mümkün değildi.

06 ARALIK 1921 - Sait Halim Paşa, Roma’da Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.

.. 1921 - Gregoryan (Apostolik) Kilisesi, Sis’ten (Kozan’dan) ayrılarak önce Adana’ya, oradan da Halep’e taşındı.


TÜRKLER ERMENİLERE YARDIM ETTİ

08 OCAK 1922 - İngiliz gazetesi Thames’te yayınlanan bir haberde, Türklerin, açlık içindeki Ermenilere yardımcı olduğu yazıldı.
Haber şöyledir:
“Kâzım Karabekir Paşa açlık içinde çırpınan Ermenistan’a birkaç vagon mısır ve ayrıca vagonlarla hububat göndermek suretiyle yardımda bulunmuştur. Ayrıca paşanın temsilcisi Kadri Bey, birçok lokomotif ve vagon ile nakil vasıtaları da sevk ederek Ermenilere yardımcı olmuştur. Birkaç bin Ermeni esirinin Canik civarında açlık içinde bulunduklarına dair bildirilen haberlerin de her türlü asıl ve gerçekten uzak olduğunu, Erivan’daki Ermeni hükümeti muhabirimize ifade etmiş olup...” açıklamalar böyle devam eder.

DOĞRU ÇÖZÜM

01 MART 1922 - Mustafa Kemal, TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşması’nda Ermeni meselesine değindi.
“Efendiler! Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin dâhili idare ve siyasette düsturu, Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun birinci maddesiyle misakı millimizin birinci ve beşinci maddelerinde kati ve sarih olarak gösterilmiştir. …
Harbi Umumi esnasında bu cihetlere iltica etmek mecburiyetinde kalan doğu illeri ve kurtarıcı halkından dörtte biri memleketlerine hareket etmiştir. Bunların hemen yarısı yurtlarına ulaşmıştır. Ahiren kurtarılan Adana ve Gaziantep mültecileri memleketlerine iade olundular….
Türkiye-Rusya antlaşması, Rusya’nın müttefiki olan diğer devletlerle yaptığımız mesut antlaşmaların birincisidir.
Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Sovyet Cumhuriyetleriyle Moskova Antlaşması esasları dairesinde Kars’ta 13 Teşrinievvel tarihli antlaşmayı imzaladık. Bu antlaşma ile doğuda hukuki bir şekil alan fiili durumumuz da Sevr Antlaşmasının uygulanamaz olduğunu gösteren vakayiden biridir.
Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşmasıyla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu.”

06 MART 1922 – Mustafa Kemal, yabancı propagandaya karşı içerde uyanık olunmasını işaret etti.
Mustafa Kemal Atatürk, yurdu parçalamaya azmetmiş olan Batılı büyük devletlerin propaganda içerikli faaliyetlerine ve azınlıklar üzerindeki çalışmalarına dikkati çekmektedir. O, gerek milli mücadele günlerinde, gerekse 1923-1938 yılları arasındaki inşa döneminde, iç politikayı millî birlik ve beraberlik içinde, Türk Milleti'ni yüceltmek biçiminde görmüştü. Millî Mücadele'nin en çetin günleri yaşanırken, TBMM'nin 06 Mart 1922 tarihli gizli oturumunda şöyle diyordu:
“Asıl olan dâhili cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahirî cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki müsellah cephesidir. Bu cephe; tezelzül, tebeddül edebilir, mağlup olabilir. Fakat bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren dâhili cephenin sukûtudur. Bu hakikate bizden ziyade vakıf olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Filhakika, kaleyi içinden almak, dışından zorlamaktan çok kolaydır. Bu maksatla, şahıslarımıza kadar temasa gelebilen müfsit mikropların, vasıtaların mevcudiyetini iddia etmek caizdir.”

16 MART 1922 - Lord Curzon, Dışişleri Bakanımız Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey ile görüşerek Kars ve Ardahan’ın Ermenilere verilmesini istedi.

22 MART 1922 – Paris’te toplanan İtilaf devletleri (İngiltere, Fransa ve İtalya) Dışişleri Bakanları, Osmanlı Devleti ve Yunanistan hükûmetlerine bir mütareke teklifinde bulundular.

OSMANLI DEVLETİ’NE BARIŞ ŞARTLARI

26 MART 1922 - Paris’te toplanan İtilaf devletleri Dışişleri Bakanları, Osmanlı Devleti’ne ikinci bir nota vererek barış şartlarını bildirdiler.
Sevr anlaşmasının Ermenilere verdiği haklar kalkmış ve bağımsız bir Ermenistan’ın yerine, Londra Konferansı’nda ilk defa resmen söylenmiş olan “Ermeni Millî Yurdu Projesi” geçmiştir.
İngilizlere göre bu ocağın Kilikya’da, Fransa’ya göre ise doğu illerinde kurulması uygun görülüyordu. Konferans’ın Ermenilere ilişkin kararı şöyleydi:
“Ermenilerin durumu, bu milletin uğradığı müthiş yıkımlar ve müttefiklere savaşlardaki yardımları dolayısıyla, özel olarak göz önüne tutulmalıdır. Bundan ötürü azınlıkların korunmasından başka Ermenilerin yıkımlarına son verilmek üzere, Milletler Cemiyeti’nden bir Millî Ocak kurulması için yardımda bulunması rica olunur.”
Bu kararla, 1920 Sevr Anlaşması hükümleri, 1922’de Londra’da kabul edilmiş olan şekli ile birlikte Ermeniler ve Ermenistan’a ilişkin kararlar ve şartlar birbirinden ayrılması aşamaları sağlanmıştır. Paris Bakanlar Kurulu Konferansı da işi, sonunda Milletler Cemiyeti’ne vermiştir.

02 NİSAN 1922 – Erzurum’da küçük bir Ermeni topluluğu olduğu halde, Lloyd George’un önerisiyle San Remo Konferansı’nda bu ilin Ermenilere verilmesi kararlaştırıldı. Sınırlarının çizilmesi de Başkan Wilson’a bırakıldı.

05 NİSAN 1922 - Ankara Hükûmeti, Paris’te toplanan İtilaf devletleri Dışişleri Bakanları Konferansı’nın yaptığı barış teklifine karşı teklifini bildirdi.
Millî Devlet, karşı tekliflerini bir nota ile yaptı: Mütareke esas itibariyle kabul ediliyor fakat tahliye işi ile birlikte yapılması elzem addolunuyordu. Mütareke Anadolu’nun boşaltılması için gereken 4 ay süreli olacak, bu süre sonunda barış görüşmeleri sonuçlanmamışsa mütareke kendiliğinden üç ay uzatılacaktı.
Boşaltma, mütareke ile başlayacak ilk on beş gün içinde Eskişehir-Kütahya-Afyonkarahisar bölgesi boşaltılacak ve mütareke başlangıcından itibaren dört ay içinde İzmir dâhil bütün işgal altındaki arazi boşaltılacaktı.
Bu mütareke önerimiz kabul edildiğinde barış önerilerini tetkik için üç hafta içinde delegelerimizi kararlaştıracak şehre yollamaya hazır olduğumuzu bildirdik. Buna İtilaf devletleri 15 Nisan 1922’de olumsuz cevap verdiler.

ERMENİ CİNAYETLERİ

17 NİSAN 1922 - Bahattin Şakir Bey, Berlin’de, Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.
Bahattin Şakir ve Cemal Azmi’nin endişe ettikleri bir husus vardı: Talat Paşa’nın katlinden sonra Ermeni komitecileri karısı Hayriye Hanım’a da bir kötülük yapmasınlar.
Bu yüzden, Hayriye Hanım’ı vatana dönmesi için zorluyor, Berlin’in tehlikeli olduğunu kendisine defalarca anlatıyorlardı. Zavallı kadın, kocasının yattığı topraklardan uzaklaşmanın yaratacağı yalnızlık duygusuna esir gibiydi. Bir türlü Berlin’den ayrılmak istemiyordu.
1922 senesinin 17 Nisan günü yanlarına Dr. Rüsuhi Bey’i de alarak yine Hayriye Hanım’ın evine gelmişlerdi.
Sonra hep beraber sokağa çıkmışlar, Cemal Azmi Bey’in Uhlandstrasse’deki evine yönelmişlerdi.
Yollar tenhaydı. Sıcak bir geceydi. Talat Paşa’nın öldürülmesi üzerinden henüz bir yıl kadar geçmişti. Hatırası çok tazeydi.
Dört kişilik grup konuşa konuşa yürürlerken arkalarından telaşla yaklaşan ayak seslerini duymuşlar, fakat pek endişe etmemişlerdi. Tam sokağın köşesini dönecekleri sırada ardarda ve çok yakından gelen silah sesleri ortalığı karıştırdı. Dört el ateş edilmişti ve kaldırımda Bahattin Şakir’le Cemal Azmi’nin cesetleri kanlar içinde yatıyordu.
Her şey göz açıp kapayana kadar olmuştu.
Hayriye Hanım’la Rüsuhi Bey boşu boşuna “imdat!” diye haykırıyorlardı. Katiller köşeyi dönmüşler, ortadan yok olmuşlardı bile.
Onlar profesyonel kaatil idi: Yani Ermeni komitecisiydiler.

22 TEMMUZ 1922 - Bahriye eski Nazırı Cemal Paşa ve yaverleri Nusret Bey ile Süreyya Bey Tiflis’te Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.

29 AĞUSTOS 1922 - Fransız ve İngiliz gazetelerinde, Georges Valley imzası ile yayınlanan “Yunanistan Mektubu” başlıklı haberde, “Hükümdara yakın çevreler, Kral Konstantin’in bu yılki büyük Ortodoks paskalya törenini işgal edeceği İstanbul’da kutlayacağını doğruladılar.” haberi verildi.

14 EKİM 1922 - TBMM çıkardığı özel bir kanunla, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i “Millî Şehit” olarak kabul etti.
TBMM 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla kendisini “Millî Şehit” olarak kabul etti.
Boğazlıyan’da bir mahalleye yıllar sonra “Kaymakam Kemal Bey Mahallesi” adı verildi. Aynı kasabada 1962’de Kemal Bey’in adını taşıyan bir İlkokul açıldı. Müdürün odasında “Millî Şehit”in resmi asılıdır.

ERMENİ PATRİK VEKİLİ SAMPAT EFENDİ

23 EKİM 1922 – Ermeni Patrik Vekili Sampat Efendi’nin Refet Paşa’yı ziyaret haberi Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlandı.
Ankara’da yayınlanan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi 23 Ekim 1922 tarihli nüshasında şu haberi veriyordu:
“İstanbul, 21-İstanbul yeni bir hadise karşısında bulunuyor. Bugün Ermeni Patrik Vekili Sampat Efendi, Refet Paşa’yı ziyaret ederek Ermeniler namına arz-ı ubudiyet ve sadakat eylemiş ve Ermeni milletinin iğfal edilerek binlerce sene beraber yaşadıkları bir millete karşı gayet fena bir mevkide bırakıldığını söylemiştir.”
Aynı kilise, çok değil, daha iki üç yıl evvel, Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in ve diğer memurların asılması için en büyük gayreti göstermemiş miydi?
Daha eskilere giderek, Kumkapı nümayişini hazırlayanların başında İstanbul Patriği İzmirliyan’ın bulunduğunu hatırlamamak mümkün müydü?
Aynı kilisenin, İstanbul’daki Türklerin ellerinden mallarını mülklerini almak için yaptıkları, Ferit Paşa Hükûmeti üzerinde nüfuz kullanma denemelerine girişerek çeşitli tazminat isteklerinde bulundukları unutulmuş mudur?
Fakat Türk şimdi kuvvetliydi: “Arz-ı ubudiyet ve sadakat” edilmesi lazımdı.
Türk’ün zayıf olduğu bir zamanı kullanmak gerekiyordu.

02 KASIM 1922 - Ermeni Patrik Zaven Efendi, bir heyetle Refet Paşa’yı ziyaret etti.

03 KASIM 1922 - İstanbul’da yayınlanan gazetelerin haberlerinde, Ermeni Patrik Zaven Efendi bir heyetle Refet Paşa’yı ziyaret ettiği yer aldı.
03 Kasım 1922’de İstanbul gazetelerinde yayınlanan haber şöyledir:
“Ermeni komitecilerinin harekâtı hakkında Hükûmet gerekli tedbirleri almıştır. Ermeni Patriki Zaven Efendi dün bir heyetle Refet Paşa’yı ziyaret ederek bu denli zararlı fikirleri taşıyan kişileri lanetledikleri bildirilmiştir.” başlıklarından sonra haber şöyle devam ediyordu: “İstanbul’da bir karışıklık çıkarmak amacıyla Taşnaksutyun komitesine bağlı kimi Ermenilerin şehrimize geldiğini ve hükümetin gerekli önlemleri aldığını Anadolu Ajansı’nın bir telgrafına dayanarak dünkü nüshamızda duyurmuştuk. Yaptığımız araştırma sonunda gerçekten de böyle bir davranışta bulunulduğunu, hükûmetin haber alması üzerine gerekli tedbirlere girişildiğini öğrendik. Hükûmet güvenliğin sağlanmasında son derece uyanık bulunmaktadır. Huzur ve güvenliği sarsacak herhangi bir davranış, daha başlangıcında ezilecektir.”

10 KASIM 1922 - İngiltere’nin Amerika Büyükelçisi, Amerika Dışişleri Bakanı ile Ermeni meselesini görüştü.
Büyükelçi, Ortadoğu konusunda İngiliz planına katılmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne başvurunca; Bakan, Londra’ya uyup Türkiye’ye, savaşa girmeye hiç niyetleri olmadığını hatırlatacaktır. Bu cevap üzerine Elçi, Paris’teki Barış Konferansı’nda Amerika Birleşik Devletleri’nin oynadığı rolü hatırlatacak ve “Amerika’nın isteklerine gösterilen saygı dolayısıyla yapılan ertelemenin bugün çıkan zorluktaki sorumluluk payı geniştir” diyecektir. Elçi’ye göre, Londra, manda istememişti; bu fikir Başkan’ındı. İngiltere burada Amerikan işbirliği sağlanacağı ümidiyle Washington’un projelerine saygı göstermişti. Türkiye’de karşılaştıkları sıkıntıların faturasının kendilerine çıkarılmasına Amerikan Dışişleri Bakanı dayanamayacak ve Elçi’ye “Manda istemiyorduk deyiminiz, toprak almak istemediğinizi mi, yoksa savaştan kazanılan topraklardan hiçbir şey istemediğinizi mi, yani toprak ilhakı peşinde olmadığınızı mı anlatıyor” diye soracaktır. Elçi bu soruya doğrudan bir karşılık veremeyecektir! Yalnız, mandaların yüklediği ağırlıktan ve İngiltere’nin bu yükleri, Amerika’nın da katılacağı ümidiyle yüklenmiş olduğundan dem vuracaktır ve sitemle şimdi İngiltere’nin yalnız bırakıldığını hatırlatacaktır. Buna karşılık Bakan da burada bir sorumlu varsa, onun da Avrupa’nın emperyalist diplomasisi olduğunu vurgulayacaktır.

ERMENİLER LOZAN’DA

.. KASIM 1922 - Ermeniler, Lozan Konferansı sırasında boş durmadılar. Büyük devletlere müracaat ederek Ermeni delegelerinin de konferansa kabul edilmelerini istediler.
Lozan Konferansı sırasında Ermenilerin diplomatik teşebbüsleri devam etti. Bu sefer, Türkler mağlûp değil, galip olarak Konferans’a iştirak ediyorlardı. Buna rağmen, Ermeniler, senelerden beri yaptıkları propagandadan medet umarak hâlâ isteklerini devam ettiriyorlardı.
1922 yılının Kasım ayında önce İngiltere, Fransa ve İtalya hükûmetlerine birer mektupla başvuruluyor. Ermeni isteklerinin de Konferans’ta dinlenmesi, hatta Ermeni delegelerinin Konferans’a kabul edilmesi isteniyordu.
Aynı günlerde Lozan Konferansı’na da bir muhtıra verilerek Ermeni istekleri ileri sürülüyordu.
Muhtıra verildikten sonra Aharonyan, Hadisyan ve Naradunkyan adındaki Ermeniler Lozan’a geliyor ve orada bir büro kuruyorlardı. Bu bürodan yürütülen temaslarla, batılı devletlerin delegeleri ikna edilmeğe çalışılıyor, görüşmeler birbirini takip ediyor, Ermeni Muharipler Cemiyeti de bu çalışmalara katılıyordu.
Sinapyan ile Paşalıyan adındaki Ermeniler de Türk delegesi İsmet Paşa ile görüşüyorlar ve “Ermenilerin yerlerinden sürülmüş olduklarını” iddia ediyorlardı.
İsmet Paşa:
“-Ermeniler seyahati severler, ekseriya yerlerini bırakarak İstanbul’a giderler,” diye cevap veriyordu.
Ermenilerin ileri sürdükleri görüşlerin bazılarını İsmet Paşa anlamaz gibi görünüyor veya gerçekten anlamadığını söylüyordu. Ermeni meselesi diye bir şey bilmediğini, esasen Türklere ve Ermenilere ait meselelerin anlaşmalarla halledilmiş olduğunu belirtiyordu.
Ermenilerin isteklerinin Konferans gündemine alınması için yapılan teklifler kabul olunmayınca, hiç olmazsa yardımcı komisyonlarda dinlenmeleri istenildi. Bu mümkündü, ama Türk heyeti bu komisyona iştiraki reddediyordu.
Ermeniler, yardımcı komisyonda uzun uzun içlerini döktüler, nutuklar verdiler, raporlar sundular. Fakat hiçbir netice elde edemediler.
Ve protestolar savunarak Lozan’dan ayrılmağa mecbur kaldılar.

27 KASIM 1922 - ABD Başkanı Wilson’un Ermenistan’ın sınırlarını açıklaması üzerine, Lloyd George, bunun pek zor bir konu olduğu kanaatini bildirdi.

12 ARALIK 1922 - Lozan Konferansı’nın bu günkü oturumunda, ABD delegesi Child, Türkiye’de bir “Ermeni Yurdu” istedi.
Lozan Konferansı’nda Amerika Delegasyonu, Filistin’de Yahudilerinkine benzer biçimde, Türkiye’de bir “Ermeni Yurdu” kurulması için ısrarlı çaba göstermiştir. Konferans’ın 12 Aralık 1922 tarihli toplantısında “Ermeni Yurdu” isteyen ABD Delegesi Child şöyle konuşur:
“... Olaylar, bütün dünyaca bilinmektedir. Bu olaylar dünya için bir utanç olduğu kadar, aynı zamanda uygarlığa karşı da bir meydan okumadır. ... Amerika Birleşik Devletleri halkı adına bu Konferans’ın bunların güvenlik içinde yaşayabilecekleri toprak parçaları elde etme yollarını bulmaksızın Lozan’dan asla ayrılmaması gerektiğini ısrarla belirtmek isterim.”

LORD CURZON

12 ARALIK 1922 - Lord Curzon, Ermenilerin avukatlığını üstlenerek, Konferansta, Ermenilerle ilgili bir konuşma yaptı. Lord Curzon’un bu konuşmasına İsmet Paşa gereken cevabı vermiştir.
12 Aralık günü başkanı bulunduğu “Ülke ve Askerî Meseleler Komisyonu”na “Azınlıklar Meselesi”ni getirdiğinde Curzon, Müttefiklerin Savaş’a Ortadoğu’daki azınlıkların korunması ve kurtarılması için girdiklerini iddia ederek, Milletler Cemiyeti himayesinde etkili bir sözleşme ile bu taahhütlerin yerine getirilme zamanının geldiğini belirtti.
Lord Curzon’un konuşması şöyledir:
“Ermenilere geçiyorum. ... Bunlar yalnız birkaç nesilden beri düşkünleşmiş olup uygar dünyanın dostça üzüntü ve dehşetine yol açmış olan kıyıcılıktan dolayı değil, fakat gelecekleri konusunda kendilerine verilmiş olan garanti sebebiyle de ayrıca göz önüne alınmalıdırlar. Şimdi bir Sovyet Cumhuriyeti olan Erivan adındaki eski Rus bölgesinde güya bir Ermenistan Cumhuriyeti vardır ki, bana söylediklerine göre yaklaşık 1.250.000 nüfusu olup her taraftan gelen göçmenlerle öyle sıkışık bir hal almıştır ki, artık daha fazlasını barındıramaz.
Diğer taraftan Kars, Ardahan, Van, Bitlis ve Erzurum Ermenileri tamamen yok edilmiştir. Fransızlar Kilikya’yı boşalttıklarında bu ilin Ermeni halkı telaş ve heyecana kapılarak Fransızları izlemiş ve şimdi İskenderun, Halep, Beyrut şehirlerinde ve Suriye sınırı boyunca dağılmış bir durumdadırlar. Sanıyorum ki, önceleri yaklaşık 3.000.000 kişiye varan halktan şimdi Türkiye Asya’sında aşağı yukarı 130.000 kişi kalmıştır. Yüz binlercesi Kafkasya’ya, Rusya’ya, İran’a ve dolaylarına yığılmışlardır.
Lozan’a geldiğimden beri bu yetenekli ve zeki ırkın dağılmasından etkilenen Ankara Hükûmeti’nin, Ermenilerin tekrar Anadolu’ya dönerek yerleşmelerine eğilimli olduğunu öğrendim. Böyle bir hareket, düşünceme göre Türkiye’nin lehine olacaktır. Türk Temsilciler Heyeti’nin bu konuda bize güvence verdiğini duymakla sevineceğim. Herhalde ilerdeki Türk Hükûmeti’nde ve gerek Küçük Asya’da gerekse Avrupa’da güvenlik ve korumaları için anlaşmaya özel maddeler konması gerekecek büyük ölçüde bir Ermeni halkı olacaktır.
Şimdi bir Millî Ermeni Yurdu kurulması için aynı zamanda gerek Ermeniler ve gerekse onların bütün dünyada bulunan dostları tarafından yapılan isteğe değineceğim. Bu kadar kuvvetli bir kişiliği ve acı da olsa bu kadar ilgi çekici bir tarihi bu derece belirgin bir millî düşüncesi olan bir milletin kendi topraklarında yerleşmeye özlem duyması pek doğaldır. Eğer, zaten Erivan Cumhuriyeti’nde böyle bir toprağa sahip oldukları ileri sürülüyorsa bu bölgenin yoksul, çok fazla kalabalık bulunduğu ve orada bulunan yönetimin pek çok Ermenice beğenilmemekte olduğu karşılığı verilmek gerekir.
İşte bu suretle, birçok kereler olduğu gibi Türkiye’nin ister kuzeydoğu illerinde, ister Kilikya’nın güneydoğu sınır boylarında olsun, Asya’daki toprağının bir kesiminde Ermenilere istedikleri toprakları vermesi istenmektedir.
Durumu belki bu umudun gerçekleşmesini öncekinden daha da güçleşmiştir. Fakat biz Türk Temsilciler Heyetinin bu konuda görüşlerini öğrenmekten mutlu olacağız.”
Ayrıca Lord Curzon, bu meseleleri ayrıntılarıyla incelemek ve kesin önerilerini sunmak üzere ikinci derecede bir komisyon kurulmasını istemiştir.
Mr. Barer ve Marki Garoni de aynı temeller üzerinde düşüncelerini açıklamışlardır.

12 ARALIK 1922 - Türk delegasyonu başkanı İsmet (İnönü) Paşa, Lord Curzon’un konuşmalarına cevap verdi.
İsmet (İnönü) Paşa, bu konuşmalara ve iddialara karşı şu konuşmayı yapmıştır:
“... Bundan ötürü Türk Hükûmeti ve milleti, kuralsız ve sürekli, ancak sabrı tükendikten sonra cezalandırmaya ve aynen karşılık vermeye zorunlu kalmış olduğundan, Ermeni unsurunun Türkiye İmparatorluğu’nda uğradığı bütün felaketlerin sorumluluğu tamamen Ermenilere aittir.1909’daki Adana olayları ve Genel Savaş’ın başlangıcında birçok Türk illerinde ortaya çıkan isyanlar, aynı korkunç hareketlerin devamından ibarettir.
Yukarıda sözü geçen olaylar ve var olan belgelerden de anlaşıldığı gibi, Hristiyan unsurlar, yüzyıllardan beri içinde rahat ve refahla yaşadıkları ülkenin cömertliğini kötüye kullanmadıkça Türkler bunların hukukunu hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir. Türk Hükûmeti ve milletinin insanî olmayan hiçbir hareketinden şimdiye kadar şikâyet etmemiş olan Musevî Cemaati’nin gösterdiği örnek, Rumlar ve Ermeniler hakkındaki üzücü olayların suçunu doğrudan doğruya bunlara ait bulunduğunu kanıtlamaya yeter. Bundan dolayı, tarih bize, azınlıklar konusunda iki temel sebebin gözden kaçırılmamsını öğretiyor.
Önce bazı devletlerin azınlıkları koruma bahanesiyle ülkenin iç işlerine karışma isteği konusundaki dış siyasi sebep ve istenilen karışmanın özellikle önce kışkırtma yapılması ve karışıklıklar çıkarılarak gerçekleştirilmesi.
İkincisi, böylece desteklenen azınlıkların bağımsız devletler kurmak için kurtuluş eğilimi ve isteklerinin bilinmesi konusundaki iç siyasi sebep.
Türkiye’deki azınlıkların çektikleri bu iki sebep yüzünden olduğundan bunların düzeltilmesinin -Müttefik devletlerce içtenlikle arzu olunduğu takdirde- bu sebeplerin etkisini azaltmaya bağlı olduğu açıktır.”
Bu konulardaki açıklamalarını sürdüren İsmet Paşa bu konuşmada Ermenilerle ilgili olarak şöyle demiştir:
“Ermenilere gelince, Türkiye ile Ermenistan arasında yapılan anlaşmalarla sağlamlaşmış iyi ilişkiler, yakındaki Ermeni Hükûmeti tarafından yapılacak herhangi bir kışkırtma imkânını ortadan kaldırmıştır.
Diğer taraftan Türkiye’de yaşamaya karar veren Ermeniler iyi yurttaş olarak yaşamak gerektiğini artık göz önüne almış olmalıdırlar.”

25 ARALIK 1922 - Ankara Hükûmeti Başvekili Hüseyin Rauf Bey, Lozan Konferansı’nda gündeme getirilen konular hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gizli oturumunda bazı önemli açıklamalarda bulundu. Burdur Milletvekili İsmail Suphi Bey de, azınlıklar meselesinde mübadele istedi.
Başvekil Hüseyin Rauf Bey konuyu Meclis’e getirerek, gizli celselerde bazı önemli açıklamalarda bulunur. 25 Aralık 1922’deki oturumda, diğer noktaların yanı sıra “kapitülasyonlar”a değinen Başvekil, büyük güçlerin “eski usulün yerine diğer bir usulü ikâme” etmeye çalıştıklarını belirtecektir. Azınlıklar konusunda da ciddî anlaşmazlıklar olduğunu vurguladı. Açılan müzakerelerde gidişin tehlikeli olduğuna temas eden mebuslar arasında Burdur’dan İsmail Suphi Bey, azınlıklar meselesinde göçün ve karşılıklı nüfus mübadelesinin en doğru çözüm olacağını ima ederek:
“Rumların İstanbul’da kalmasına tahammül edemeyeceğimiz gibi, Ermenilerin de İstanbul’da kalmasına tahammül edemeyiz. Rumlara git, Ermenilere otur demek, Rumların bıraktığı enam ve erzakı sen otur yalnız başına ye iç demektir. Onların ekmeğine yağ sürmektir. Pekâlâ biliyorsunuz ki, İstanbul’da erbab-ı ticaret Rumlar’dan ve Ermeniler’dendir. Rumlar gittiği gibi Avrupa fabrikalarının mutavassıtları, vekilleri, Ermeniler olacaklardır. Mütareke’den sonra İstanbul’da Türk tüccarları yalnız % 2 komisyonla iş görmeye kanaat ediyorlardı. Fakat onu bile bulamıyorlardı. O da dellallik idi. Bütün mallar Ermeniler vasıtasıyla geliyordu. Amerika ve İngiliz fabrikaları bütün vekâletlerini Ermenilere verdiler. Binaenaleyh, Ermenileri ibka etmek demek, bütün servetimizi Ermenilerin ağzına doldurmak demektir. Rumların gitmesinden Ermeniler müstefit olacaklardır. Bizim için (ise) zarar mutlaktır.”

ERMENİLER KOMİSYONDA

26 ARALIK 1922 - Ermeni liderleri, Lozan’da, komisyon sorularına cevap verdi.
Ermeni liderleri komisyonun sorularına şöyle cevap verdiler:
“Sir H. Rombold- Ermeni ocağını ve Türk ilişkilerini nasıl düşünüyorsunuz?
Aharonyan- Arzu ettiğimiz ocak aynı zamanda Türkiye’den ayrı ve bağımsız olmalıdır. Fakat müttefiklere kolaylık olmak üzere Türklerin çıkarlarını sağlamlaştıran biçimler de hazırdır. Sözgelimi Britanya sömürgeleri rejimi gibi. Sanırım ki, Norodonkyan da bu konuda aynı düşüncededir.
Norodonkyan- Bu konuda biraz önce raporumu okumuştum.
Rombold- Erivan sınırlarının gelişmesi ve Ermeni yurdu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu takdirde iki Ermenistan olmaz mı?
Aharonyan-Ermenistan Cumhuriyeti’nin gelişmesi, orada Sovyet rejimi bulunduğuna göre güç iştir. Şu halde Türkiye tarafından zaptedilmiş olan Kafkas Ermenistan’ında yeni bir Ermeni ocağı kuruluşu bir şey sağlamaz. Biz Başkan Wilson’un çizdiği sınırları da istemiyoruz. Yalnız bir kesimle yetiniyoruz. Eski Ermenistan konusuna gelince, Bulgaristan ve Doğu Rumeli’de uygulanan statü size bir örnek olabilir.
Rombold- Sizce en elverişli toprak parçası neresi olabilir? Haritada gösterebilir misiniz?
Aharonyan haritada Rize ve Hasankale’den geçen, Erzurum’u dışarıda bırakmak suretiyle Muş’a inen ve içerisine Van gölü yöresini alıp İran sınırına dayanan bir sınır çizdi.
Rombold- Bu sınırlar içerisine 700.000 göçmen yerleştirilebilir mi? Bunların hepsi de Türkiye Ermenileri midir?
Aharonyan- Evet Türkiye Ermenileridirler ve bu topraklara yerleştirileceklerdir.
Rombold- O halde Türkiye’de hiç Ermeni kalmayacak mı?
Aharonyan- Bir kere Ermeni yurdu kurulduktan sonra Ermenilerle Türkler arasında kuvvetli bir barış ve dostluk doğacak ve Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler iyi vatandaşlar olacaklardır.”

29 ARALIK 1922 - ABD, geri dönecek Ermenilerin mallarının kendilerine ya da mirasçılarına verilmesini, Konferansa sundukları bir bildiri ile istediler.

30 ARALIK 1922 - ABD Delegasyonu, Azınlıklar Altkomisyonu Başkanlığı’na “Ermeni Yurdu” taslağını sundu.
ABD Delegasyonunca benimsenen bu taslak, Ermeni-Amerikan Derneği temsilcisi George Montgomery tarafından hazırlanmış ve Amerikan Protestan Kiliseleri Federal Meclisi temsilcileri Barton ve Peet’in tam desteğiyle sunulmuştur. ABD Delegesi Grew’a göre, bu adamlar, Ermeni sorununda “ABD kamuoyunu oluşturan başlıca örgütleri” temsil etmektedir.
Taslakta, Ermeni Millî Yurdu’nun Suriye ile Türkiye arasında Kilikya bölgesinde kurulması istenmektedir. Bölgenin Fırat’ın Batısı’nda Elbistan’a kadar genişletilebilmesi umulmaktadır. Burası, Milletler Cemiyeti’nin yönetiminde, kendi jandarma gücüne sahip özerk bir bölge olacaktır. Kaçan Ermeniler, eski yerlerine değil, buraya yerleştirilecektir. Protestan Kilisesi Temsilcileri Barton ve Peet, “Bu nitelikte bir çözümün, ABD halkının hemen oybirliği ile desteğini kazanacağına kuşku duymamaktayız. Oysa Ermenileri, oturdukları eski yerlerine göndermek Amerika’da sert tepkilerle karşılaşabilecektir.” Demektedirler. Montgomery de, “Lozan Konferansı’nın Ermeni Millî Yurdu için yeterli büyüklükte bir toprak parçası ayırması şartıyla, ABD Başkanı’nı 20 milyon dolarlık bir parayı Hazine’den ödünç vermeye yetkili kıldığını” Konferans’a bildirir. ...
Müttefiklerce tam destek gören “Ermeni Millî Yurdu” önerisi, Türk Delegasyonunun en sert biçimde karşı çıkmasıyla önlenebilmiştir.

İNÖNÜ, ERMENİ YURDU TEKLİFİNE KARŞI ÇIKTI

31 ARALIK 1922 - Lozan Konferansı’nda, Türk Delegasyonu Başkanı İsmet (İnönü) Paşa, ABD’nin Ermeni Yurdu teklifine karşı çıktı.
İsmet Paşa’nın konuşması şöyledir:
“Halen Türkiye’de bulunan Ermenilere gelince savaşın uzun yıllardan önce görmüş olduğumuz gibi, bunların Türk yurttaşlarıyla çok iyi geçinerek, çalışkan ve müreffeh bir surette hayatlarını sürdürmelerine engel yoktur.
Türk Temsilci Heyeti, barışın siyasi muhteviyatı, acıyı def ettikten ve Ermeni meselesini bir geçim yolu veyahut siyasî bir silah olarak kabul ederek dışarıda çalışan komiteleri ortadan kaldırdıktan sonra Türklerle Ermenilerin karşılıklı, tam bir içtenlik içerisinde, savaşın kendilerinde açtığı yaraların iyileştirilmesini düşüneceğine inanır.” dedikten sonra, Ermeni yurdu hakkında da şu nokta kesin olarak ileri sürülmüştür.
“Lozan’da bulunduğundan beri bütün ilgililere tekrar etmiş olduğu gibi, Türkiye’de kalmak isteyen Ermenilerin, kendilerine karşı tamamen lütufkâr olacak, geçmişteki olayları umumiyetle unutacak olan Türk yurttaşlarıyla kardeşçe yaşayabileceklerini komisyon huzurunda belirtmekten memnunluk duyarım. Öte yandan Türkiye sınırlarından bir kesimini Ermeni yurdu oluşturmak üzere boşaltmayı, Türkiye’nin parçalanması için yeni bir girişim olarak kabul etmekteyim. Hâlbuki böyle davranışların haksızlığı ve imkânlı olmadığı kaç kere kanıtlanmıştır. Türkiye’nin Doğu illerinde ve Kilikya’da Türk çoğunluğunun bulunmadığı ve her ne ad ve biçimde olursa olsun Anavatan’dan ayrılabileceği sanılacak bir karış toprağı yoktur.”

01 OCAK 1923 - Lozan Konferansı delegelerinden Trabzon Milletvekili Hasan Bey, Meclis’te, Lozan’daki gelişmeler konusunda bilgi verdi.
01 Ocak 1923’te Meclis’e Lozan’daki gelişmeler hakkında açıklama yapmak üzere kürsüye çıkan heyet azalarından Trabzon mebusu Hasan Bey, “Ermeni Yurdu” meselesine temas ederek, büyük güçlerce bu konuyu “ciddiye” almadıklarını ve bu davada “samimi” olmadıklarını söyledi. Devamla;
“Onlar Ermenilere karşı efkârı umumiyenin tahtı tesirinde birçok şeyler yapmak mecburiyetinde bulunuyorlar. ... Bu şekilde vaki olan teklife karşı bittabî lazım gelen cevaplar verilmiştir. Bugün Ermenistan namiyle bir memleket mevcut olduğunu ve müstakil Ermenistan’ı ilk defa meydana getiren, ilk defa tanıyan Türkiye olduğu ve bugün Ermenistan’la komşu muamelatı cereyan etmekte olduğu ve yine bugün muahedei sulhiye mevcut olduğunu ve Türkiye dâhilinde hiçbir Müslüman veya Türk’ü bir yerden kaldırıp da Ermenilere bir yurt verilemeyeceğini söyledik.” demiştir.

ERMENİ YURDU İSTEMEK HAKSIZLIK

09 OCAK 1923 - Ryan, İstanbul’da Henderson’a gönderdiği yazıda, Türkiye’den Ermeni yurdu adı altında bir toprak parçası kopartmanın haksız, hem de uygunsuz (impracticable) olacağını yazdı.

23 OCAK 1923 - İstanbul’da Henderson, Ryan’a verdiği cevabında,“Türkleri hiç sevmem” dedi.
İstanbul’dan Henderson şu cevabı veriyordu:
“Doğrusunu istersen, ben Türkleri hiç sevmem; Fakat yine de sonuçlandırıcı politikalardan, onlarla dost olmaktan, onları kullanmaktan yanayım. Ancak, tabii bir köşeye çekilip, ‘Hey, sizin şeytanlıklar peşinde olduğunuzu biliyoruz ve biz sizi durdurmaya da çalışmayacağız’ diyemem. Ben hoşgörü siyaseti taraftarıyım ve Türklerle hiç olmazsa dost olmaya çalışacağım. Böyle bir siyasetin sonunda mutlaka içine düşeceğimiz bir çukuru kazmaya değil de, Britanya İmparatorluğu’na büyük yardımlarda bulunacağına inanıyorum.”

31 OCAK 1923 - Müttefikler, Türk Heyeti’ne Barış Andlaşması’nın diğer bölümleri ile birlikte “Türkiye’de Adaletin Yönetimine Dair Bildiri Tasarısı” sundular.
Bu tasarıya göre, Türkiye’de en az beş yıllık bir süre için “hukuk danışmanları kurulu” meydana getirilecektir. Daha ayrıntılı bir şekilde ele alınacak olursa, Türk Hükûmeti, ikisini Türk Adalet Yönetimi görevlilerinden, üçünü de La Haye Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’nın asıl ya da yedek yargıçları arasından seçeceği, beş üyelik bir komisyon kuracaktır. Bu komisyon, Türk Hükûmeti’ne adaylar sunmakla görevli olacaktır. Türk Hükûmeti, bu adaylar arasından Adalet Bakanlığı’na bağlı ve İstanbul, İzmir, Samsun ve Adana Mahkemeleri’yle İstinaf Mahkemesi ve Yargıtay’da görevli olmak üzere, yeter sayıda hukuk danışmanı seçecekler. Barış Antlaşması yürürlüğe girer girmez, Türk Hükûmeti, ayrıca, ilgili çeşitli Türk yönetim kurumlarının görevlileri ile İstinaf Mahkemesi’ne ve Yargıtay’a atanmış hukuk danışmanlarından meydana gelen bir Danışma Komitesi de kuracaktır. Bu komite, Türkiye’de kanunları, adalet yönetimini ve cezaevleri rejimini çağdaş şartlara uydurmak için gerekli reform tasarılarını hazırlamakla görevli olacaktır.
Söz konusu Müttefikler tasarısı, yukarıda verildiği hatlar içinde kabul edilip uygulamaya konulsa idi, o zaman büyük güçler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Himaye Sistemi’nden daha mütekâmil (gelişmiş) Türkiye’nin iç işlerine karışma imkânı elde etmiş olacaklardı.

21 ŞUBAT 1923 - Lozan Konferansı’nın kesilmesinden sonra İsmet Paşa, Meclis’te yaptığı konuşmasında, konferans ile ilgili açıklamalarda bulundu.

RIZA NUR’UN AÇIKLAMASI

02 MART 1923 - Lozan Konferansı’nın bugünkü oturumunda Türk Heyeti’nin ikinci delegesi Dr. Rıza Nur Bey, karşılaştığımız güçlükler konusunda açıklamalarda bulundu.
Rıza Nur Bey, tabiiyet, ekalliyetler, rehineler, memleketimizin her tarafından Yunanlıların sivillerden toplayıp götürdüğü akıbeti bizce meçhul olan kimseler ve Yunan elinde bulunan harp esirleri, adlî kapitülasyonlar ve genel af meselelerinin müzakereleriyle Lozan’da bizzat meşgul olduğunu hatırlatarak bunlardan bahsedeceğini söylemiş ve konferansta karşılaştıkları müşkilatı şöyle izah etmişti:
“İngilizler kendi menfaatlerini ve harp zamanında kendileriyle beraber hareket edenleri Amerika ve Japonya gibi uzak olanları, daha sonra Avrupa’da tarafsız olarak kalanları ve Yunanlılardan sonra Ermeniler, Kidani ve Asuriler ve bir takım devletleri olmayan cemaat teşkil eden insanları getirmişler ve hepsini önümüze sürmüşlerdi. Bunların başlarında Lord Curzon bulunmuştu. Bunlar hep birden üzerimize hücum etmişlerdi. Biz her hücumlarında, her meselede mukavemetin azami imkânı ne ise onu göstermişizdir. Evvela karşımıza Sévres muahedesiyle çıkmışlardı. Hatta yalnız Sévres antlaşmasıyla değil, aleyhimize daha yeni maddeler de ilave edilmişti. Bunların hepsine göğüs germiş ve bu devreyi atlatmıştık. Baktılar ki, bu suretle olmadı, bir inkıta devresi olsu, başka türlü olamaz, birden bire tam bir serbest hale geçilemez demişlerdi. Biz de geçilir dedik. İş mücadeleye binmiş ve dayanmış kalmıştı. Bundan ileriye gidememişizdir. Nihayet bize bir muahede projesi vermişlerdi ki, onun içinde üç kısım madde vardır. Bir kısmı iki tarafça halle iktiran eden, bir kısmı da her iki tarafça münakaşada, muallakta kalandır. Ve diğer bir kısmı da hiç bilmediğimiz, ifa edeceksiniz diye elimize verilen maddelerdir”

07 TEMMUZ 1923 - Sovyetler, Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı bir vilayet olduğunu ilan etti.
Ermeniler’in istekleri şimdilik suya düşmüş oldu.

LOZAN’DA TÜRK TEZİ KABUL OLDU

24 TEMMUZ 1923 – Lozan’da Türk tezi kabul oldu. Antlaşmada Ermeni kelimesi dahi geçmedi.
Lozan Barış Antlaşması’nda Türk tezi kabul edilerek Ermeni vatandaşlarımızın hiçbir ayrıcalık gözetilmeden Türkiye’nin ayrılmaz bir parçası şeklinde yaşamaları tam bir vatandaşlık hukuku içerisinde mutlu olmaları sağlanmıştır.
Lozan Antlaşması’nda “Ermeni” kelimesi hiçbir yerde geçmiyordu. Böylece, İngiltere, Fransa ve Rusya yaklaşık 50 yıldır Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırdıkları Ermenileri bağımsızlık ve muhtar (özerk) Ermenistan aldatmacası ile emperyalist amaçları doğrultusunda kullanmışlar, sonra da onları Anadolu’da yüzüstü bırakarak çekilip gitmek zorunda kalmışlardır...

06 AĞUSTOS 1923 - Amerikan Hükûmeti, Lozan (Lausanne) Barış Konferansı’na “gözlemciler” göndererek Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ile bir dostluk ve ticaret antlaşması imzaladı. Bu antlaşmada Ermenilerden söz edilmiyordu.
Lozan Andlaşması Amerika’da Ermeni taraftarı çevrelerde fırtına kopardı. Amerikan Hükûmeti Ermenileri yüzüstü bırakmış olmakla itham edildi. Zaten, Gümrü Barışı’nın ertesi günü, yani 03 Aralık 1920’de Kafkasya’daki Ermeni Devleti’nin Sovyet Cumhuriyeti olduğu resmen açıklanmıştı. Bağımsız Ermenistan kurmak ümidini kaybeden Ermeniler, bundan sonra, faaliyetlerini Türk-Amerikan Andlaşması’nın Senato’da tasdik edilmesini engellemeye yönelttiler. Cerard ve Kardaşyan’ın başında bulunduğu dernek adını “American Committe Opposed to the Lausanne Treaty” (Lausanne Andlaşması’na Muhalif Amerikan Komitesi) şeklinde değiştirerek çalışmalarına hız verdi. Yayın faaliyeti artırıldı; tanınmış siyaset, iş ve din adamlarının adı geçen andlaşma aleyhinde görüşlerini toplayan broşürler bastırıldı ve çeşitli grupların Senato’ya protesto mektupları göndermeleri sağlandı.
Türk-ABD andlaşmasının lehinde olan Amerikalılar da teşkilatlanarak karşı propagandada bulundular. Ancak, onlar Ermeni taraftarları kadar nüfuzlu kişiler değillerdi.
Antlaşma Amerika Senatosu’na 1924 Martı’nda sunuldu. Fakat gündeme alınması 1926 yılı sonuna kadar gecikti. Senato’da 18 Ocak 1927’de yapılan oylamada 34 aleyhte ve 50 lehte oy kullanıldı. Ne var ki, Andlaşma’nın tasdiki içi 2/3 çoğunluk gerekiyordu. Oylamada 6 oy eksik çıkmıştı. Bu yüzden Türk-ABD Andlaşması yürürlüğe girmedi.

ERMENİ MİLLETVEKİLİ

.. 1923 - Ermeni asıllı Münib Boya, Van milletvekili olarak meclise girdi.

25 ŞUBAT 1924 - İngiltere Avam Kamarası’nda, Ermeni sempatizanlarının hükûmeti eleştirmeleri üzerine, İşçi Partisi milletvekillerinden Yarbay T. Williams, yaptığı konuşmasında, “..büyük devletler karışmazsa, Ermenilerle Türkler anlaşabilirler” dedi.
İşçi Partisi milletvekili Yarbay T. Williams’ın konuşması şöyledir:
“Rusya ilk olarak ve tamamen siyasi maksatlarla Ermenileri piyon olarak kullanmaya başlayıncaya kadar, Ermenilerle Türkler birbirlerine yüzyıllarca iyi muamele etmişlerdi. Ruslar Ermenilerden Hristiyan olarak faydalanmışlardır. (Komitelerin faaliyetleri sonunda) bir kıtali kaçınılmaz yapan şartlar oluştuğunda Yakın Doğu durumlarından ve dinlerinden tamamen habersiz olan bu ülke halkı hemen Ermenilerin, Hristiyan oldukları için öldürüldükleri kanaatine kapılırlardı. Hâlbuki gerçeğin bununla hiç ilgisi yoktu. Onlar, kendi hükümetlerine karşı bir ayaklanmayı kışkırttıkları için tedip edilmişlerdi. Oluşturulan şartlar, aynen son zamanlarda İrlanda’dakilere benzemekteydi. Bir kere bu şartlar oluşturulduktan sonra, artık kim olursa olsun şiddetle bastırmaya mecbur olursunuz. Bu bakımdan ne derece anlamlı olursa olsun, herhangi bir şekilde bağımsız bir Ermenistan kurmayı amaçlayan bir eylemi protesto ederim. Bu konuda zaman zaman alınan mektuplar bize bazı gerçekleri hatırlatıyor. Bunlar “Allah aşkına, bizi Türklerle yalnız bırakın. Bizi yalnız bırakırsanız, biz onlarla yan yana yaşayabilir, anlaşabiliriz” demektedir. Bunun tamamiyle gerçek olduğuna siz sayın üyeleri temin ederim. Eğer bizler (İngiltere başta olmak üzere büyük güçler) işe müdahale etmeyi bırakırsak, Ermeniler pekâlâ Türklerle anlaşabilirler.”

04 MAYIS 1924 – Mustafa Kemal, New York Herald gazetesi muhabirinin sorularını cevapladı.
Mustafa Kemal, 04 Mayıs 1924 tarihinde de, New York Herald Gazetesi'nin muhabirine verdiği demeçte, Patrikhaneler, Kiliseler ve Ermeniler hakkında şunları açıklıyordu:
“... Patrikhanelerin hiddetini tahrik etmeden usul-i tedrisimiz tebdil edilemezdi. Bunlar muavenet maksadıyla daima yabancı hükûmetlere müracaat ediyorlardı... Rum Ortodoks ve Ermeni Patrikhaneleri vasıtasıyla idare usulümüz, diğer kilise idareleri ihdasını elzem kıldı... İmparatorluk sınırı dâhilinde her millet kendi dilini ve dinini talim ederdi. Fakat bu mektepler ihanet projelerine hizmet ettiler. Ermeniler, Türk hâkimiyeti altında, açıkça müstakil bir kraliyet lehinde çalışıyor, yabancı anasırın fiili muavenetiyle hayallerini hiz-i fiili isale için mütemadiyen entrikalarda bulunuyorlardı... Türkiye'de mektepler ve kiliseler tahrikâtın ocağı idi.”
Mustafa Kemal Atatürk, Erzurum Kongresi’nden itibaren azınlıklar konusunda sarf ettiği bütün bu ifadeleri ile büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak için kullandıkları metotların yeniden kullanılmasına sebep olacak bütün yolların ortadan kaldırılmasının zaruretine işaret ediyor ve azınlıkların Türkiye’de herhangi bir vatandaş ile eşit hak ve vazifelere sahip olacağını da ilave ediyordu.

LÜBNAN VATANDAŞLIĞI

31 AĞUSTOS 1924 - Fransız yönetimi, Anadolu’dan ve özellikle Adana, Maraş ve Antep illerinden Lübnan’a göç eden Kilikya Ermenilerine “Lübnan Vatandaşlığı” hakkını verdi.
Anadolu’dan Beyrut’a gelip yerleşen Ermeniler kendi mahallelerini, kendi okullarını, hastahanelerini, kiliselerini, sosyal ve politik derneklerini kurarak, Lübnan’ın siyasi mukadderatında etkin bir rol oynama gayretine giriştiler. Beyrut’a ilk gelen Maraş Ermenileri kısa zamanda kendi kasabalarını kurarak, Beyrut nehrinin doğu kıyısında, arsalar ve bahçeler satın aldılar. Sis (Kozan), Adana, Amanos (Gâvur Dağları) ve Van Ermenileri, Beyrut’un kuzeydoğusunda bulunan Bourdj Hammound banliyösünü kurdular.

..NİSAN 1925 - Yunanistan’daki Ermeni komiteleri militanlarından Manok Manokyan Mustafa Kemal’e suikast teşebbüsünde bulundu.
1925 Nisan’ında Yunanistan’daki Ermeni komiteleri militanlarından Manok Manokyan Selanik’ten hareketle İstanbul’a gelmiş, diğer iki işbirlikçisi de İskenderun ve Adana yoluyla kendisiyle Ankara’da buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Ancak, Türk güvenlik kuvvetlerinin yerinde müdahalesi ile Manokyan yakalandı.

05 MAYIS 1925 - Yunanistan’daki Ermeni komiteleri militanlarından olup Mustafa Kemal’e suikast için gelen ve yakalanan Manok Manokyan’ın cezası infaz edildi.

28 EKİM 1925 - Türkiye’deki İngiliz Büyükelçisi Lindsay, Londra’ya yazdığı raporunda, azınlıkların durumuyla açıklamada bulundu.
İngiliz temsilcisi, Yahudiler ve Ermenilerin kendi istekleriyle bu antlaşmanın (Lozan) sağladığı haklardan feragat etmeyi ve tamamıyla Müslüman çoğunluğun tabi olduğu yasaların kapsamına alınmayı düşündüklerini yazıyordu. Aynı yazıda İngiliz Büyükelçisi, ilk bakışta bu eğilimin Türk Hükûmeti veya başka yetkili çevreleri tarafından dikte ettirildiği akla gelse bile, Fransız ve İtalyan meslektaşlarının da kendisi gibi, bu ihtimali destekleyecek herhangi bir delil bulamadıklarını itiraf ediyordu.

AMİRAL BRİSTOL

23 KASIM 1925 - Amiral Bristol, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı raporunda, Türkiye’nin azınlıklar meselesine yaklaşımını anlattı.
Akla gelebilecek soru, Türkiye’deki azınlıkların çok milletli Osmanlı İmparatorluğu’ndan millî Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişi nasıl karşıladıkları, söz konusu rehabilitasyon süreci içinde kendilerine sağladıkları hakları yeterli görüp görmedikleridir. Büyük güçlerin Türkiye’deki temsilcileri de kendilerini bu konulara teksif etmişlerdir. 23 Kasım 1925’te Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı bir raporda Amiral Bristol, Türkiye’nin son günlerde uyguladığı çağdaşlaşma ve batılılaşma programının azınlıkların durumu üzerinde önemli tesirlere sebep olduğunu kaydediyordu. Bristol, raporunda, yeni yeni Türkiye’deki azınlıkların önünde iki alternatifin kaldığını, bunlardan birinin “Laikleşmeye adapte olmak”, diğerinin ise “ülkeyi terk etmek” olduğunu yazmaktadır. Türkler’in aynen Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi, dini, bir vicdan meselesi olarak görerek, onu kişinin özel hayatına bırakmak eğiliminde olduklarını ifade etmektedir. Bristol’e göre, Türklerin bu yaklaşımı mantıklıdır, onun da ötesinde övgüye layıktır. Gelecekte Türkiye’deki azınlıkların batılılaşma ve çağdaşlaşma süreçlerinin tesiriyle, yavaş yavaş Türk millî kültürü içinde eriyeceklerine de inanmaktadır.

.. KASIM 1925 - Lozan Antlaşması’nın 42’nci Maddesi uyarınca, üç azınlık temsilcileriyle (Musevi, Ermeni, Rum) Türk yetkililerinden kurulu cemaat komisyonları, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde Müslüman olmayanların şahsî ve ailevî durumlarının geleneklerine göre düzenlemeler yapmak üzere oluşturuldu.

.. 1926 - Meşhur Kutup kâşifi Nansen, Cemiyet-i Akvam delegesi olarak bir heyetle Ermenistan’ı dolaştı.
Meşhur Kutup kâşifi Nansen, Cemiyet-i Akvam delegesi olarak bir heyetle 1926’da Ermenistan’ı dolaştıktan sonra, yazdığı eserin sonunda şu sözleri söylemek zorunda kalmıştır:
“Avrupa politikasına karıştırılan Ermeni halkına yazık oldu. Bir Avrupa diplomatı tarafından adının hiç ağza alınmaması kendisi için daha hayırlı olurdu.”
Ermeni tarafını görmüş ve dinlemiş olan bu adam biraz da bizim Doğu vilayetlerimizde dolaşsaydı, eserindeki plan yanlışlarını da yapmaz ve Ermenilere “Türkleri seviniz ve onlarla eskisi gibi kardeşçe yaşayınız” derdi.

16 MAYIS 1926 - Kürtler ve Ermeniler Ağrı’da isyan ettiler.
Ağrı isyanı 16 Mayıs 1926’da başlamış ve kısa aralıklarla dört yıl devam etmiştir. Bu isyanın tertipçisi Rus, İngiliz ve Fransız desteğiyle kurulan Hoybun (Kürt-Ermeni) Cemiyeti’dir.
Şeyh Sait isyanından sonra Celâlli, Hasenan, Cibran ve Hayderan aşiretlerinin ileri gelenleri, hükûmet kuvvetlerinden kurtularak Ağrı Dağı’na sığınmışlar ve bu dağın eteklerini kendi kontrollerine almışlardı.
Hoybun Cemiyetinin planını çizdiği ve tertiplemiş olduğu bu isyanın çıkarılacağı bölge ise Şıhlı Suyu ve Gölünün kuzeyi, Çengel geçidi doğusu, Ahuri’nin kuzeyi ve İran sınırı olarak tespit edilmiş ve isyanın merkezi olarak da Ağrı Dağı seçilmiştir.
.........
Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Yusuf Tayo ve avanesinden müteşekkil isyancı grup, Doğu Bayazıt’ın Muson bucağının Kalacik Köyünden hayvan ve öteberi çalarak Ağrı Dağı’na götürmüşler, bundaki maksatları kendilerini takibe gelecek olan jandarma müfrezesini bu bölgeye çekerek jandarmalarla yapacakları müsademeyle isyanı başlatmaktı.
16 Mayıs 1926’da isyancıları takip için Doğu Bayazıt’tan hareket eden Jandarma Alayı, Zarova ile Aşağı Demirkapı arasında bir gösteriş harekâtı yaparak, asileri bu bölgeye çekmiş, aynı günün akşamı bir jandarma müfrezesi Ağrı Dağı’na çıkarak asilerin bulunduğu tepelere varılmış.

AĞRI DAĞI OPERASYONU

17 MAYIS 1926 - Jandarma birlikleri Ağrı Dağı’nda isyancıları çevirmiş, ancak başarılı olamamışlardır.
Jandarma müfrezesi 17 Mayıs 1926’da sabah isyancılara karşı taarruza geçmiş, bu zaman içerisinde Demirkapı bölgesinde bulunan diğer bir isyancı kuvveti de jandarmalarla çarpışmaya başlamış, müsademe esnasında alayın sol tarafından Serdarbulak ve Gevgene istikâmetinden gelen İran’ın Sakanlı ve Kızılbaş aşiretlerinden müteşekkil kuvvetli bir asi grubu da isyancılara katılmıştır. 6 saat süren çarpışmalardan sonra alay mecburen çekilmeye başlamış, gece yarısından sonra perişan bir şekilde Bayazıt’a varabilmiştir.
Alayın bu başarısızlığının sebebi, Doğu Bayazıt hudut subayı aracılığı ile İran hudut subayına, yakında Ağrı Dağı’nda bir hareket yapılacağını ve İran’ın bu hareketten kuşkulanmamasını bildirdiği için, gereken baskın sağlanamamış. Çünkü İran hudut bölgemizde bir ayaklanmanın çıkmasını istemekte ve arzulamakta idi. Bunun en güzel örneği de İngiliz ve Ruslar tarafından silahlandırılan Sakanlı ve Kızılbaş aşiretlerinin İran’dan gelerek isyancıların yanında yer almasıdır. Harekât sırasındaki başarısızlığın diğer bir sebebi de Ağrı Dağı’ndaki köylülerden bir kaçının güvenilir zannedilerek bunların kılavuzluğundan faydalanmak istenmesidir. Bu kılavuzlar esasında isyancılar lehine casusluk yaptıklarından, jandarma birliği bu feci akıbete uğramıştır.
Ağrı Dağı çevresinde aylarca devam eden bu çarpışmalar sırasında, isyancılar sıkıştıkları zaman, serbestçe İran’a gidiyorlar, bir müddet sonra tekrar Ağrı Dağı eteklerine gelip jandarmalarla çarpışmalarına devam ediyorlardı. ...
Hükûmet kuvvetleri, ... Ağrı Dağı’nın uzantısı olan Yeşil Tepe’yi işgal etmiş, daha sonra Yeşil Tepe’nin güneyinde bulunan Şeyh Mirza Köyü ve Demirkapı, Türkmen, Çiftlik istikametine doğru yürüyerek, buralarda isyancılarla yaptıkları çarpışmalardan sonra, bu bölgeleri de isyancılardan temizlemiştir. Hükûmet kuvvetlerinin bu başarıları karşısında bozguna uğrayarak dağılan isyancılar kaçmaya başlamışlardır.
.........
İngiliz, Rus, Fransız ve İran’ın açıktan açığa desteklemiş oldukları bu isyan da böylelikle bastırılmış ve bir hıyanetin önüne daha geçilmiştir.

13 HAZİRAN 1926 – Türkiye’deki azınlıkların durumu içinde, kendi durumlarını görüşmek üzere Ermeni cemaati toplantılarına başladı.
13 Haziran ile 17 Ekim arasında on beş toplantı yapan Ermeniler, Türk Adliye Vekâleti’ne başvurarak, İsviçre medeni kanununun getirdiği laik düzende ayrıcalık istemenin yersiz olduğunu, bilahare Lozan Antlaşması’nın azınlık haklarından vaz geçtiklerini bildirdiler. Amiral Bristol’ün tespitlerine göre de Ermeniler, söz konusu davranışlarında “samimiydiler”. Türk Hükûmeti ile olan ilişkilerinde bir daha yabancıların müdahale etmesini arzulamıyorlardı. Zaten Bristol, azınlıkların Lozan’da kendilerine tanınan haklara kıyasla, Türk adalet sisteminde daha rahat edeceklerinden emindi. Çünkü Yüksek Komiser’e göre, azınlıklar Lozan’la iktifa etselerdi, Türkiye’nin kabul ettiği yeni medenî kanunun nimetlerinden yararlanma imkânları olmayacaktı.

03 KASIM 1926 - Le Temps gazetesi yazarı Paul Gentzion, azınlıkların “hayalî bir desteği tercih etmek yerine, oturmakta oldukları ülke kanunlarının koruyuculuğunu kabul etmeyi daha uygun bulduklarına” dikkati çekti.
Türkiye’de yaşayanlar arasında tarihte ilk defa hukuk birliğinin tesis edildiğini vurgulayan Gentzion’a göre, artık her azınlıktan ayrıcalıklı ve başına buyruk bir varlık meydana getiren kötü bir sisteme son veriliyordu. Bundan böyle ise, yazar emindir ki, biri ötekinden ayrı yaşayan hiçbir topluluk, artık üstün kişilik iddiasında bulunmayacak. Artık devlet içinde devlet, millet içinde millet düşüncesine son verilecek. Bu ülkenin değişik unsurlarını yeniden kardeşlik, anlaşma ve işbirliği duyguları birbirine bağlayacak.

18 OCAK 1927 - Amerikan Senatosu’nda yapılan oylamada, 06 Ağustos 1923’te imzalanan Türk-Amerikan Lozan Antlaşması kabul edilmedi. Oylamada 34 ret oya karşı 50 kabul oy alındı. Üçte iki çoğunluk sağlanamadığı için andlaşma yürürlüğe girmedi.

ABD İLE DİPLOMATİK İLİŞKİ

17 ŞUBAT 1927 - Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) ile İstanbul’daki Amerikan Diplomatik Temsilcisi Amiral Bristol arasında nota alıp verişi suretiyle iki devletin normal diplomatik ilişki kurması sağlandı.

14 EYLÜL 1927 - Ermeni militan Mercan Altunyan, Mustafa Kemal Atatürk’e suikast girişiminden önce yakalandı.
14 Eylül’de Mercan Altunyan adlı terörist ve yarım düzine arkadaşı, daha Dolmabahçe’de Atatürk’e ulaşamadan Yıldız Gazinosu’nda Türk güvenlik kuvvetleri tarafından sıkıştırılacaklardır. Silahlı çatışma sonucu iki terörist vurulacak, bu arada iki polis de hayatlarını kaybedeceklerdir. İngiliz sefirine bakılırsa, suikastı perde arkasından Türkiye’nin Batı ile giderek artan yakın ilişkilerinden kaygılanan Moskova düzenlemiştir.

.. 1929 - Gregoryan (Apostolik) Kilisesi, Halep’ten Beyrut’un Antilyas semtindeki binasına taşındı.
Ancak, Kilise yer değiştirmesine rağmen, Ortaçağ’daki “Kilikya=Sis Kilisesi” adını değiştirmemiştir. Yetki alanı Lübnan (Beyrut), Suriye (Şam, Halep) ve Kıbrıs (Lefkoşe) ile sınırlı idi.

ZEYLAN İSYANI

02 HAZİRAN 1930 - Zeylan isyanı başladı.
Tendürük, Bozdağ ve Gürgür dağlarında sıcak bir yaz gecesi atlılar geziyor, kurulan tam 507 çadıra yığınak yapılıyordu. Van’ın Erciş ve Muradiye ilçelerinde, Ağrı’nın Patnos ve Diyadin ilçelerinde, Bendirme suyu bölgesinde de benzeri hazırlıklar yürütülüyordu.
Güneş Tendürük, Bozdağ ve Gürgür’ün tepelerini kızıla boyarken 02 Haziran 1930 şafağında silahlar konuşmaya başlıyordu; altı aşiret Kürt muhtariyetini ve Ermeni devleti kurmayı istiyordu...
Ermeni Abraham Paşa, Ercişli Seyyid Abdülvehap, kardeşi Seyyid Ressül, Halit ve kardeşi Ferzende, Tahir Asaf, Said, Kör Hüseyin Paşa oğullarından Mehmet ve Nadir, Şeyh Abdurrahman Emin Paşa oğullarından Burhan ve Ömer, Şaki Dinamolu, Şaki Burundu’nun elebaşılık ettiği isyan başlamıştı.
Van’daki Zeylan ve Celâlî aşiretleri, Muş’taki Hayderan ve Banukî aşiretleri, Siirt’teki Bekıran ve Bitlis’teki Adaman aşiretlerinden oluşan 1500 kişilik isyancı kuvvetlerle 18’inci Piyade Seyyar Alayı, 4’üncü Süvari Alayı, Seyyar Jandarma Taburu arasındaki şiddetli çarpışma gece-gündüz 3 ay sürdü.

18 EYLÜL 1930 - Zeylan isyanı bastırıldı.
18 Eylül’de bastırılan isyan sırasında Şıkkanlı Aşireti ile çevre köylerden oluşan 300 kişilik milis kuvveti de askerî birlikler yanında yer almıştı. Bunların yanı sıra Derviş Bey de aşireti ve silahlı adamlarıyla isyancılarla vuruşmak için askerî birliklerin safında yer almıştı.
Taşnak ve Hoybuncular bir Ermeni devleti, Doğu’daki diğer aşiretler de Kürt muhtariyetini sağlamak amacıyla İran’dan gelen Ermeni Abraham Paşa’nın başkanlığında silaha sarıldığında, bir baba ve oğullarının adı da, tarihin iki karşıt sayfalarına geçiyordu; Ahlâtlı Kör Hüseyin Paşa, Atatürk ile birlikte Millî Mücadele’ye katılmış, Mirliva (Tuğgeneral) rütbesini taşımıştı. Bu babanın oğulları olan Mehmet ve Nadir ise 1930’ların isyancıları safında, Cumhuriyet kuvvetlerine karşı çarpışıyorlardı.
14 elebaşının yürüttüğü isyanı, bölge halkından bir kısmı da desteklemiş, böylece Çakırbey nahiyesi de ateş ve kana bulanmıştı.
İsyanın bastırılması görevi 9’uncu Tümen Komutanı’na verilmişti. ...
18 Eylül’de silahlar susarken sonuç şöyleydi: İsyancıların bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı Batı illerine sürülmüş, bazıları da İran’a kaçmıştı. ..

PROF. MİNASYAN: BİZ TÜRK’ÜZ

19 KASIM 1932 - İstanbul’da çıkan Ermeni Jamanak gazetesi, Amerika’da bulunan Prof. Minasyan’ın “Biz Türk’üz” başlıklı makalesini aynen yayınladı.
Ermeni bilginleri kendilerinin Türk oldukları hakkında hayli yazılar yazmaktadırlar. Amerika’da Kaliforniya’da bulunan Prof. Minasyan’ın Ermenice Mişak Gazetesinde yazdığı “Biz Türk’üz” başlıklı makaleyi İstanbul’da çıkan Ermeni Jamanak gazetesi 09.11.1932 tarihli nüshasında aynen yayımladı. Özeti şudur: “Ermeniler ve Türkler; müşterek vatan kardeşleriyiz. Ve aynı ırka mensubuz. Türkler ve Ermeniler, birlikte öz medeniyetimize (geleneklerimize) dönmeliyiz. Ermeni ve Türk yeni nesline öğretmeliyiz ki aynı ırka mensubuz. Irkın sesi Türk ve Ermeni kalplerinde aksetmelidir. Türk ve Ermeni müşterek vatanı olan Anadolu’da birçok milletler ve medeniyetler geçmiştir. Fakat asıl cihana medeniyet saçan Türk ırkı ve medeniyeti olduğu görülüyor. Alp ırkına mensup olan bizlerin yaptığımız hizmetlere göre Ari vesairenin hizmeti hiçtir. Kan, ırk ve geçmiş medeniyetin bir olduğu anlatılır ve şuurumuz da uyanırsa Tarih kongresinde büyük verim verecektir.
Ermenilerin yapması lazım gelen şeyler şunlardır: Basınla Türk sevgisi telkin olunmalıdır. Dışardan gelen kültürlerle iki millet birbirine benzemez olmuştur. Her iki milletin medeniyetleri toplanıp birbirine yaklaşmalıdır. Türk-Ermeni yemeği, aile hayatı ve muamelesi birdir. İtikatlarda birçok birlikler vardır. Rumlarda ise tamamıyla zıttır. Medeniyet eserleri (şehirler, kaleler, yollar, evler aynıdır). Eskiden bir Ermeni bir yere giderken ailesini Türk evine, Türk de aynı şekilde Ermeni evine bırakırdı.
Ermeniler bir zamanlar kendilerin Acemlerle bir sanırlardı. Sonraları büsbütün ayrı bir ırk sandılar.
Hâlbuki Ermeniler Türklerle aynı ırktandırlar.”

24 ARALIK 1933 – Ermeni Piskoposu Gevond Turyan, New York'taki Ermeni Kilisesi'ne bir ayini idare etmek için geldiğinde, Taşnak teröristleri tarafından sözde davaya ihanet ettiği gerekçesi ile bıçaklanarak öldürüldü.
Ermeni Kilisesi'nin, Ermenilerin ruhu olduğunu, çeşitli yazarların ifadeleri ile daha önce belirtmiştik. Ermeni Piskoposu Gevond Turyan'ın haftalık bir Ermeni dergisi olan Dadjar'da yayınladığı makaleleri daha sonra bir kitapta toplanmış ve 1917 yılında İstanbul’da basılmıştır. Bu kitapta yer alan bilgiler, Ermeni Kilisesi'nin bir itirafnâmesi niteliğinde olup, Ermeni Komiteleri'nin, Patrikhane'nin ve Ermeni Cemiyetleri'nin gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır.
Ermeni tarihçileri ve yazarları, Gevond Turyan'ın bu kitabını kasıtlı olarak kullanmazlar, görmezlikten gelirler. Bu gerçekçi Ermeni din adamı savaş sonrasında, soydaşlarının yarattığı ortamdan huzursuz olmuş ve 1922 yılında Amerika'ya göç etmiş, ancak buradaki Taşnak basınında birçok defalar eleştirilmiştir. Nihayet, 24 Aralık 1933 tarihinde New York'taki Ermeni Kilisesi'ne bir âyini idare etmek için geldiğinde, Taşnak teröristleri tarafından sözde davaya ihanet ettiği gerekçesi ile bıçaklanarak öldürülmüştür.

MUSA DAĞ’DA KIRK GÜN

..1934 - Franz Werfel'in, “Musa Dağ’da Kırk Gün" adlı romanı, ABD'de İngilizce yayımlandı.

15 ARALIK 1935 - Pangaltı Ermeni Kilisesi'nde toplanan bir grup Ermeni, Franz Werfel’in, “Musa Dağ'da Kırk Gün” adlı eserini “Türk milleti hakkında iftiralarla dolu olduğu” gerekçesiyle yaktı.

..1936 - İstanbul’da, Artin Çelebi “Biz Türk’üz” adlı bir eseri yayınladı.
1936’da 28 sahifelik bir risale olarak İstanbul’da yayımlanan “Biz Türk’üz” adlı eser Artin Çelebi’nindir. Burada “Ermeniler ve Türkler ırkdaştırlar” tezi dil, tarih ve kültür bakımından incelenmiş ve Rus Çarı Büyük Petro (1706 yılında) ilk fesat elini Ermenistan’a sokmuş olduğu açıklanmıştır.
Ermenilerin nasıl bozulduğunu ve sonunda Çarlık Rusya’sı uğrunda başlarına ne belâlar geldiğini birçok resim ve özel eserlerden ve vesikalardan alarak bu eserimde gösterdim. Burada kısaca söyleyeyim ki Babil’den gelenleri de Doğu Anadolu’daki yerli olanları da, Trakya’dan gelenleri de hepsi aynı ırktandır. Fakat dil ve daha çok din ayrılığı ve hepsinin üstünde de büyük devletlerin kendi menfaatleri uğruna Ermenileri bir alet olarak kullanmaları ve bu uğurda hesapsız para harcamaları ve asılsız idealler uydurmaları, Ermeniler arasında zayıf seciyeli veya komitacı ruhlu insanları çileden çıkarmıştır. Bunların bir kısmı kalemleriyle şiirler, destanlar, hatta beyitler yazarak Ermeni halkının ruhunu zehirlemişler, komiteci kısmı da silahlarıyla Ermeni halkını kan ve ateş tufanı yaratmaya sürüklemişlerdir.

.. 1936 - Franz Werfel'in, “Musa Dağ’da Kırk Gün” adlı eserinin Fransa'da yayımlanması, Türk basınının tepkisini çekti

.. 1937 - Cevat Rıfat Atilhan, “Musa Dağı” adında kitap yazarak, Franz Werfel'in eserinin gerçekleri yansıtmadığını bildirdi.

.. 1937 - Werfel'in, “Musa Dağ’da Kırk Gün” adlı eserinin filme alınmasının engellenmesi, ABD Dışişleri Bakanlığı nezdinde gündeme geldi.

BERÇ TÜRKER MİLLETVEKİLİ

.. 1943 - Ermeni asıllı Berç Türker Keresteci, Afyonkarahisar milletvekili oldu.

.. 1945 - Ermenistan yönetimi, Karabağ’ın Ermenistan’la birleştirilmesinin daha iyi ekonomik sonuçlar doğuracağını bahane ederek Sovyet yöneticilerine müracaatta bulundular. Fakat Azerbaycan yöneticileri tepki gösterince sonuçsuz kaldı.

27 KASIM 1945 - Eçmiyazin Katogikosu VI. Çörekciyan Kevork, üç büyüklere yani Stalin, Truman ve Atli’ye Ermeniler konusunda bir muhtıra gönderdi.
Eçmiyazin Katogikosu VI. Çörekciyan Kevork, Stalin, Truman ve Atli’ye gönderdiği 27 Kasım 1945 tarihli muhtırada şöyle diyordu:
“Ermeni kilisesinin başkanları olan Katogigoslar ve patrikler, yüzlerce yıllardan beri, devletler katında Ermeni milletini temsil etmişler ve onun dileklerini, ıstıraplarını ve davalarını duyurmuşlardır.
Sovyetler Birliği, Büyük Britanya ve Amerika gibi üç demokrat ve hürriyet sever büyük devletlerin, fenalık ve istibdada, faşizme ve nazizme galebe çaldıkları ve milletlerin varlıklarının çözümlendiği şu anda Türkiye’den kovulan ve bütün dünyada sefil olan Ermeni milletinin haklı olarak kanlı davasını büyük devletlerin adaletine arz etmektedir.” diyen Katogigos Efendi, ne kadar iddia, yalvarma, abartma varsa, onları Ayastephanos Antlaşması’ndan başlatarak uzun uzun anlattı.

.. ARALIK 1945 - Ermeniler, Washington’da “Ermenilere Adalet” adlı bir örgüt kurdular.
Bu örgüt yayınladığı beyannamede Sovyetler Birliği’nden de yardım isteyerek Wilson’un çizdiği sınırların doğusunda kalan toprakların Sovyet Ermenistan’ına katılmasını istiyordu. Eski komiteler 26.000 km²’lik Sovyet Ermenistan’ının bütün Ermenilere yetmeyeceğini iddia ederek Türkiye’de ikinci bir Ermenistan kurma hayalinde idiler. Sovyetler Birliği Hükûmeti, bir yandan dünya Ermenilerini bu topraklarda barındıracağını iddia ederek onları davet ederken, şimdi de Amerika’da örgütlendirdiği kuklalarla doğu illerini Sovyet Ermenistan’ına katma tezini işlemeye girişti.

RUSLAR LÜBNAN’DA

.. OCAK 1946 - Ruslar, Suriye ve Lübnan’da Ermenileri öne sürerek çalışmalarını kolaylaştırıyorlardı.
Suriye ve Lübnan’daki zayıf hükûmetler, Rusların bu ülkelerde de, Ermenileri öne sürerek rahatça çalışmalarını kolaylaştırıyordu. Sovyet Elçisi Solod, Şam Konsolosu Kırıf ve Beyrut Konsolosu Ahanafor, Ermeni okulları açıyorlar, buralara kendi ajanlarını öğretmen olarak yerleştiriyorlar, ayrıca 30 bini Lübnan’da olmak üzere kalabalık bir beşinci kol teşkil ediyorlardı.
Lübnan’da kurulan Komünist Partisi’nin başına Rusya’nın emri ile Hrant Devyan adında bir Ermeni getiriliyordu.
1946 Ocağı’nın son haftasında, Beyrut’ta bulunan bir Rus diplomatı, Suriye, Lübnan ve Hatay Ermenileri adına gelen bir takım Ermeni komitecileriyle görüşmeler yapıyor ve emirlerinin yerine getirilmesini istiyordu.
“Lübnan Ermeni Millî Komitesi” adına Güvenlik Konseyi’ne bir telgraf çekiliyor, Kars ve Ardahan’ın Sovyet Ermenistan’ına verilmesi isteniyordu.
Lübnan, Ermeni komitecilerinin ve onların arkasındaki Rus ajanlarının üssü haline gelmişti.
Bu gayretler 1946 sonbaharına kadar devam edecektir.
“Ermeni Haklarını Müdafaa” adı ile kurulmuş bir komite ile Ermeni Millî Konseyi, New York’ta 800 kişilik bir ziyafet vererek, Ermenilerden “gasbedilmiş” toprakların iadesini ve Birleşmiş Milletler’e başvurulmasını kararlaştıracaktır. İstenen vilayetler Kars ve Ardahan’dan başka Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis’tir.
Aynı sırada, Erivan’da bir toplantıya katılan İngilizlerden Bochon, Türklerin Ermenileri katlettiğini en basit bir İngiliz’in bile bu gerçeği bildiğini, memleketine dönünce bu hakikatin İngiliz kamuoyu tarafından kabul edilmesi için çalışacağını söylüyordu.
Amerika’daki Ermeniler Konseyi “Ermeniler Ne İstiyor?” adıyla bir broşür yayınlayarak taleplerini tekrarlayacaktır.
Yine 1946’da “Türk-Ermeni Meselesi’ni Müdafaa Komitesi” adlı bir kuruluş tarafından 21 devlet delegelerine muhtıra verilecektir.
Bu faaliyetler ne zaman durulacaktır?
Rusların Türkiye’den toprak koparamayacaklarını anladıkları güne kadar... Türk Hükûmeti’nin kararlı tutumu karşısında Ruslar gerilemiş, Amerikalıların da meşhur Rus hayranlığından sıyrılmaları ve Türk politikasına destek olmaları, Ermeniler namına yapılan toprak isteme işini geriye bırakılmıştır.

16 MAYIS 1946 - Lübnan Ermeni Millî Komitesi, Güvenlik Konseyi’ne bir telgraf göndererek, Türkiye Ermenistan’ını kurtarıp, Sovyet Ermenistan’ına katılmasını istediler.


ERMENİ İSTEĞİ SOVYETLERE

.. HAZİRAN 1946 - Paris’teki Türkiye Ermenistan’ı müdafaa komitesi başkanı emekli General Pranad, dört büyüklere bir dilekçe vererek, istedikleri toprakların Türkiye’den ayrılarak Sovyet Ermenistan’ına bağlanmasını istedi.

17 HAZİRAN 1946 - New York’taki Ermeni haklarını müdafaa komitesi ve Ermeni millî konseyi toplandı.
Burada da ileri sürülen tez, doğu illerini Türkiye’den alıp Sovyet Ermenistan’ına katmak arzusu tekrar edildi. Yalnız isteklerinde sınır konusunda berrak bir fikirleri olmadığı görülüyordu.

23 ARALIK 1947 - İ. Stalin’in imzaladığı bir kararla Ermenistan’daki Azerbaycanlılar, Azerbaycan’a göç ettirildiler. Göç edenlerin Karabağ bölgesine yerleşmek istekleri bile reddedildi. Ermenistan’da Azerbaycanlılardan boşaltılan 476 köy ise 1975 yılına kadar kullanılmadan boş kaldı.

.. 1948 - Tarihte yapılan soykırımlar incelendiği zaman, Türklerin, soykırım yaptığına hiçbir zaman rastlanamaz.
Soykırım kavramı: 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme ile tanımlanmıştır. Sözleşmenin 2’nci maddesine göre soykırım; millî, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle; Grup üyelerinin öldürülmesi, Grup üyelerinin Fizik ya da akıl bütünlüğünün ağır biçimde zedelenmesi, grubun fiziksel varlığının tümü ya da bir bölümü ile yok edilmesi sonucunu verecek yaşam koşulları içinde tutulması, grup içinde doğumları engelleyecek önlemler alınması, bir grup çocukların başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden herhangi birine başvurulmasını kapsamı içine alır. Soykırımda planlı, devlet politikası haline gelmiş eylemler söz konusudur
Konuyu soykırım sözleşmesi açısından yorumladığımızda, tarihteki bazı olaylara değinmeden geçilemeyecektir. Soykırım gibi vahim bir insanlık suçunun işlenebilmesi için o milletin tarihinde bu suça yatkınlık gerekir. Bir fert için suça eğilimlilik nasıl bir özellik ise, toplumlar için de öyledir. Türk tarihi incelendiğinde soykırıma ve asimilasyona rastlanamaz. Kısa bir tarih gezintisi yaparak, Osmanlının yayıldığı coğrafyayı hatırladığınızda Osmanlının; Avrupa da Viyana önlerine kadar; Afrika da, Akdeniz'e sahil tüm Kuzey Afrika’yı; Ortadoğu’nun tamamını ve Arap yarımadasını uzun yıllar yönetimi altında tuttuğu görünür. Bu süre asgari 200-400 yıl arasıdır. Bu coğrafyadaki, hangi halkın yok edildiği söylenebilir? Anadolu’da şeri hükümlerin hâkim olduğu dönemde, en eski Hristiyanlık mezhebi Süryanilik, tavus kuşuna ateşe tapan Yezidilik gibi inançlar yaşatılırken, 1800'lü yıllarda şer hükümlere aykırı olmasına rağmen Anadolu’da kiliseler açılmıştır. Hatta kardeşlerden biri Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa iken, diğer kardeş Makarije Sırp Kilisesine Patrik tayini edilmiş ve Sırp halkını diriltmiştir. Avrupa'daki mezhepler mücadelesi döneminin soykırımlarını, uzak doğuda dili değişen halkları (Hindular-Peştun), komple dili ve dini değişen Afrika’yı, Güney Amerika'yı görürüz.
Türk yönetimi hâkim olduğu yörelerde diğer kültür ve soylara sahip halklarla yaşamaya alışıktır. Belki de bu tarihinde uzun süre farklı kültürlerle bir arada yaşamanın kazandırdığı bir özelliktir.
Türk devlet geleneğinde adalet vardır, kültürlerin yaşatılması vardır ancak, katliam ya da soykırım yoktur. Bu konuyu. Justin McCarthy'nin “Ölüm ve Sürgün” isimli kitabı açıkça ortaya koyulmaktadır. Bu kitapta, Balkan ve Kafkas halklarının ölümden kurtulmak için Osmanlı yönetimine nasıl sığındıklarını görürüz Yine Osmanlı yönetimini soykırımla suçlayanlara sormak gerekir: 1469 yılında İspanya ve Portekiz'den Musevi ve Müslümanlar, 1680 yılında Tökeli İmre ve adamları Macaristan'dan. 1711 yılında Rakoczi Ferençh ve adamları, 1849 yılında Layoş Kosuth ve 2000 kişilik Macar grubu. İsveç Kralı Şarl ve 1500-2000 kişilik adamları. 1841 ve 1856 yıllarında Polonya'lı Prens Chartorski. 135 bin kişilik ordusuyla Ekim 1917'de Rus komutan Vrangel, hatta Troçki ölümden soykırımından kurtulmak için nereye sığındılar? Tabii ki Osmanlı ülkesine. 1915 yılında “Sözde Ermeni Soykırımı”nın yapıldığını iddia edenler, 1930'lu yıllardan itibaren Polonya ve Almanya kökenli Musevilerin Türkiye'ye sığındıklarını bilmiyorlar mı? Sözde Ermeni soykırımından 20-25 yıl gibi kısa bir süre geçmiş iken, soykırım yaptığı iddia edilen bir milleti kurtarıcı olarak görenler, neden Türkiye'yi tercih etmişlerdir acaba?
Bugünkü insan hakları normlarını ihtiva eden 1478 tarihli Fermanı ile ülkesi insana sahip oldukları tüm değerleri yaşama, yaşatma ve yeni nesillere nakletme imkânı veren Osmanlı Padişahı Fatih'ten yaklaşık 550 yıl sonra Balkanlardaki soykırım ve asimilasyonları hatırlayalım. Bu ferman ile dili, dini, kilisesi, okulu vs. güvence altına alınan Balkan milletleri; homojen toplumlar oluşturma adına XXI’nci yüzyıla girildiği bir dönemde Boşnakları, Arnavut asıllı Müslümanları, Makedonları ve Bulgaristan Türklerini yurtlarından söküp atmışlardır. Bugün bizi soykırım ile suçlayanlar, aylarca süren katliamları görmezlikten gelmiş, ırzına geçilen her yaştaki kadının feryadına kulaklarını tıkamıştır. Balkan halkları ile Batılı kimyasal silah üreticilerinden temin ettiği hardal gazı ile soykırıma kalkışan Saddam’ın elinden kaçan Irak halkı, yine Türkiye'ye sığınmıştır. Türk insanı sınırlı imkânlarına rağmen, ekmeğini paylaşmış, mazlum halklara tarihin her döneminde kucak açmıştır. Türk insanının, Osmanlı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer milletlere-devletlere örnek olacak temiz sicili budur.
Prof. Justin McCarthy de ABD Temsilciler Meclisinde yaptığı Savunma Bilgilendirme konuşmasında, l’nci Dünya Savaşı'nda Türklerin de büyük acılar yaşadığını ancak bu acıları yüreğinde saklamayı tercih ettiğini şu sözlerle ifade etmiştir: “...Savaşlarda her şeylerini kaybedenlerin akıllarında intikam duygusu yer etmiştir. Yeni Türkiye Cumhuriyetini bu duyguların yönetmesi halinde daha çok fazla ölüm olayı yaşanacaktı. Mustafa Kemal Atatürk hükümeti bu nedenle geçmişteki kayıpları görmezden gelen ve eski düşmanlarla barış imzalayan bir politika ortaya koymuştur. Türk hükûmeti, Ermenilere ve diğerlerine karşı Türk davasında baskı yapılmasının eski nefretleri canlandıracağını ve savaşa davetiye çıkaracağını hissetmiştir. Bu yüzden Türkler dertleri ile ilgili hiçbir şey söylememişlerdir. Bu, o dönem için alınabilecek en doğru karardı. Hiç kimsenin Türkler adına konuşmaması ise bu noktadaki olumsuz sonucu oluşturmuştur... Yapmadıklarına inandıkları bir şeyden dolayı haksız yere eleştirilen Türklerin ne düşünmesi gerekiyor...”
Justin McCarthy’nin konuşması karşısında, siyasi nedenlere dayalı tavırlarını değiştirmeyen ABD'li Temsilciler Meclisi üyelerini ve ileride aynı şekilde hareket etmesi muhtemel diğer kişileri tarih hiçbir zaman affetmeyecektir. İnsanlık: elbet bir gün sağduyulu tarih yazarlarının gün ışığına çıkarıp sergileyeceği gerçeklerle aydınlanacaktır. Aksi takdirde Atatürk'ün dediği gibi “Değişmeyen hakikatler, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet kazanacaktır.”

AZERBAYCANLILARA TEHCİR

10 MART 1948 - İ. Stalin’in imzaladığı bir kararla Ermenistan’daki Azerbaycanlılar, Azerbaycan’a göç ettirildiler. Göç edenlerin Karabağ bölgesine yerleşmek istekleri bile reddedildi. Ermenistan’da Azerbaycanlılardan boşaltılan 476 köy ise 1975 yılına kadar kullanılmadan boş kaldı.

.. 1956 - Lübnan’a taşınan Gregoryan Ermeni Kilikya=Sis Kilisesi’nin yetki alanı Yunanistan (Atina), İran (Tebriz, Tahran, İsfahan), Kuzey Amerika (New York) ve Kuveyt olarak genişledi.

27 EKİM 1957 - Mığırdıç Şellefyan, 27 Ekim seçimlerinde, Demokrat Parti listesinden İstanbul milletvekili seçildi

19 EYLÜL 1960 - Ermeni milletvekilimiz Zakar Tarver öldü.

KIBRIS NERE, ERMENİ MESELESİ NERE?

24 ARALIK 1964 - Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kipriyanus Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde “Ermeni Meselesini” ortaya atarak Türkiye aleyhine karar çıkarmaya çalıştı.

09 NİSAN 1965 - Başpiskopos Bogos Kireçyan’ın, Ermenilerin Beyrut’ta, Türkiye aleyhine yaptıkları yürüyüşler münasebetiyle verdiği beyanat, Hürriyet gazetesinde yayınlandı.
Başpiskopos’un Hürriyet gazetesinde yayınlanan beyanatı aşağıdadır:
“Bu memleketi herhangi bir Türk gibi vatanımız sayıyoruz. Burada doğduk, burada vatanî vazifemizi yaptık. Bizim cemaatimiz burada barış ve sükûn içinde mesut yaşamaktadır. Biz Türk Bayrağı altında yaşıyoruz ve bu bayrağın savunucularıyız.
Beyrut’ta vukubulan veya yapılması düşünülen ve tertip eseri olduğuna kani olduğumuz mitingler asla fayda sağlamaz ve manasızdır. Bu mitingler buradaki Ermeni vatandaşların huzurunu asla bozmaz. Zaten onlarla alakamız yoktur.
Bogos KİREÇYAN- Başpiskopos”

09 NİSAN 1965 – Başpiskopos Yardımcısı Ohennes Colakyan, Ermenilerin Beyrut’ta, Türkiye aleyhine düzenledikleri gösterilerin benimsenmediğini ifade eden beyanatı Hürriyet gazetesinde yayınlandı.
Başpiskopos Yardımcısı Ohennes Colakyan’ın demeci şöyledir:
“Muhterem Patrik’in fikirlerine aynen iştirak ediyorum. Yedeksubay olarak askerliğimi yaptım ve kendimi bu yurdun evladı olarak sayıyorum. Siyasi olaylar insanlara daima zarar vermiştir.
Ohennes COLAKYAN- Başpiskopos Yardımcısı”

RUMLAR KIŞKIRTIYOR

09 NİSAN 1965 – İstanbul eski Senatörü Berç Turan’ın, Türkiye dışında yaşayan Ermenilerin öne sürdükleri iddiaların gerçek olmadığı ve Rumlar tarafından kışkırtıldıkları hususunda yaptığı açıklama Hürriyet gazetesinde yayınlandı.

Berç Turan’ın beyanatı şöyledir:
“Türkiye benim vatanımdır. İnsan olarak yaşadığım memleketin sevinç ve ızdıraplarına memnuniyetle iştirak ederim. Kıbrıs davası, burada biz Ermeni vatandaşlarının da davasıdır. Ermeni ırkdaşlarımı Türkler aleyhine kışkırtmak isteyen Rumların bu hareketi Türkiye’de yaşayan 70 bin Ermeni’nin huzurunu kaçıracağını sanmam. Burada yaşayan bizler tam manasıyla hür, mesut ve eşit haklara aynı bir Türk vatandaşı gibi sahibiz. Bu huzurumuzun ne sebeple olursa olsun bozulmasını istemiyoruz. Ben Türk vatandaşı olarak parlamentoya girmiş bir kimseyim ve bütün benliğimle kendimi bu memleketin evladı sayıyorum. Biz Ermeniler Rumların tahriklerine asla alet olmayacağız ve Kıbrıs politikasında her zaman Türkiye’nin yanında olacağız.
Berç TURAN
Yüksek Mühendis ve 1962-1964 dönemi İstanbul Senatörü.”

09 NİSAN 1965 – İstanbul Çapa İç Hastalıkları Mütehassısı Doç. Dr. Karabet Arman’ın, yurt dışındaki bazı Ermeni gruplarınca, sözde Ermeni katliamının yıldönümü olarak kabul edilen ve 24 Nisan’da yapılması düşünülen yas gününe karşı çıkarak yaptığı beyanat Hürriyet gazetesinde yayınlandı.
Doç. Dr. Karabet Arman’ın beyanatı şöyledir:
“Bugün burada yaşayan Ermeniler her türlü hakka, hatta yedeksubay, milletvekili, senatör olma hakkına bile sahiptirler.
Türk Ermenileri buradaki kardeşlik düzeninin bozulmasını asla arzu etmiyorlar. Yarım asırlık tarihin derinliklerine çoktan gömülmüş ve unutulmuş bir hadisenin tekrar alevlendirilmek istenmesi, bir politik cinayettir. Bazı menfaatperestler, siyaset adamları, azınlıkları kendi çıkarlarına alet ederek tahrik etmişlerdir. 24 Nisan’da yapılması düşünülen yas günü de, entrikacıların bir tertibidir. Kipriyanu Kıbrıs davasında yeni bir entrika çevirmek niyetindedir.
Biz Türkiye’deki Ermeniler hiçbir zaman politika oyunlarına alet edilmek istemiyoruz. Dış memleketlerdeki Ermeni ırkdaşlarımıza son sözümüz şudur: Rahatımızı, huzurumuzu gölgelemeyin, başka ihsan istemiyoruz.
Doç. Dr. Karabet ARMAN
Çapa İç Hastalıkları Mütehassısı”


LÜBNAN’DAKİ ERMENİLERİ RUMLAR ALDATIYOR

10 NİSAN 1965 - Guraba Hastanesi doktorlarından Doç Dr. Vahe Aleksanyan’ın, Lübnan’da Ermenilerin Türkiye aleyhine tertipledikleri gösterileri eleştiren beyanatı Hürriyet gazetesinde yayınlandı.
Doç. Dr. Vahe Aleksanyan’ın beyanatı şöyledir:
“Lübnan Ermenilerinin bu yersiz anma töreni kimseye bir şey kazandırmaz. Sebepleri ne olursa olsun biz Türkiye’de kanunların mutlak himayesi altında ve saadet içinde yaşıyoruz ve bu gibi hareketleri esefle karşılıyoruz. Şu ve bu maksatla yapılan Rum tertipleri bazı Ermenileri aldatabilir ve yanlış yola sevk edebilir. Temenni edelim ki; maziye karışmış bir olayı anma töreni veya yas günü olarak hortlatmak şişirilmiş bir yalandan ibaret kalsın ve Lübnanlı Ermeniler bir kere daha dıştakilerin aleti olmasın.

Doç. Dr. Vahe ALEKSANYAN
Guraba Hastahanesi Mütehassısı”

10 NİSAN 1965 - Mobil Oil AŞ Mühendisi Noryan Altunyan’ın, Ermeniler tarafından tertiplenen mitinglerin Rum tertibi olduğu, Türkiye’de yaşayan Ermenilerin Türklerle eşit haklara sahip olduğu ve bu tür olayların bir yarar sağlamayacağı konusunda yaptığı açıklama Hürriyet gazetesinde yayınlandı.
Noryan Altunyan’ın açıklaması şöyledir:
“Bu olaylar bir Rum tertibidir. Bundan kimseye bir fayda gelmez. Biz Ermeniler, Türkiye’de hiçbir memleket azınlığının elde edemeyeceği eşit haklara sahibiz. Şurası muhakkak ki Beyrut’ta veya başka bir yerde Ermeni ırkdaşlarımın tertip edecekleri mitingler ufak olaylar olarak sönüp gitmeye mahkûmdur.
Tarihin küflü yapraklarını karıştırmakla Kıbrıs Rumları’nın haris menfaatlerine alet olmakla hiçbir şey elde edilemeyeceğini dışta yaşayan Ermenilerin düşünmeleri gerekir.
Noryan ALTUNYAN
Mobil Oil AŞ Mühendisi”

10 NİSAN 1965 - İstanbul Kuyumcular Cemiyeti Başkanı Dirar Şen’in, Türkiye’de yaşayan Ermenilerin rahat ve hür olduğu ve Türkiye dışındaki Ermenilerin kandırıldığı hususunda yaptığı açıklama Hürriyet gazetesinde yayınlandı.
Dirar Şen’in açıklaması şöyledir:
“Rumların tertibine kapılan dışarıdaki Ermeni ırkdaşlarımın eski defterleri karıştırıp bir anma töreni yapmaya kalkmaları, düpedüz aptallıktır. Türkiye’de böyle bir tertip düşünen Ermeni, varsa ki sanmıyorum; herkesten önce ben kafasını koparırım. Dışarıdaki Ermeniler aldatılabilirler. Ama bizler burada öylesine rahat ve hürüz ki.
Dirar ŞEN
İstanbul Kuyumcular Cemiyeti Başkanı”

HANGİ MAZİYİ UNUTTUK?

10 NİSAN 1965 - Agop Keşişyan’ın, 24 Nisan tarihinin Türkiye dışında yaşayan Ermenilerce “Ermeni Katliamı” yıldönümü olarak kabul edilip kutlanmasına karşı çıkmakta, 500 yıllık dostluğu kışkırtıcılar bozduğunu ve Ermenilerin Osmanlı idaresinde en yüksek görevlere geldiğini olaylar sebebiyle basına yaptığı açıklaması Hürriyet gazetesinde yayınlandı.
Agop Keşişyan’ın açıklaması şöyledir:
“Rumların kışkırtması ile 24 Nisan tarihinin Ermeni katliamı günü olarak Beyrut’taki Ortodoks Kilisesi tarafından ilan edilmesi hepimizi üzüntüye gark etti. Daha dün denecek kadar yakın bir tarihte Türk Hariciye Vekili Gabriel Noradunkyan değil miydi? İmparatorluk zamanında Maliye Nazırı Agop Paşa değil miydi? Nafıa Vekili Hallacyan değil miydi? Posta Telgraf Nazırı Oskan Efendi değil miydi? Darphane Nazırı Gazes Artin değil miydi? Ey gafiller hangi maziden bahsediyorsunuz? Hangi maziyi unuttuk? Aslında mazide böyle bir olay yoktur. Devletin kanunlarına aykırı hareket eden bütün vatandaşlar gibi Ermenilere de o zaman cezalar verilmiştir.
Bütün Avrupa devletlerinin Türkiye’ye hücum ettikleri bir sırada iki paralık Taşnakların Kâzım Karabekir Paşa’ya oynadıkları oyun ve bu kanunsuz hareketlerinden dolayı cezalandırılmaları katliam mıdır?
Agop KEŞİŞYAN
Tüccar”

24 NİSAN 1965 – Ermeniler, “Tehcir Kanunu”nun çıkarılışının 50’nci yılında, Türkiye aleyhinde propagandalara ve tedhiş hareketlerine yeniden başladılar.
Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde, çeşitli şehirlerde “katliam sırasında hayatlarını kaybeden Ermenilerin hatırasını anmak için” dikilmiş 16 abide vardır.
Bunlardan dördü Sovyet Ermenistan’ında, üçü Lübnan’da, üçü Amerika Birleşik Devletleri’nde, geri kalanlar da Suriye, Mısır, Brezilya, Bulgaristan ve İtalya’dadır. Son olarak Marsilya’da dikilen anıtla birlikte Fransa da bu ülkelere katılmış bulunmaktadır.
Bilhassa 1965’ten sonra yeni bir intikam fırtınası Ermeni komitecilerini Türkiye aleyhinde harekete geçirmiştir.
Zira 1965 Tehcir Kanunu’nun çıkarıldığı 1915’in 50’nci yılına rastlamaktadır.
Mitingler, yürüyüşler, toplantılar, broşürler, beyannameler, nutuklar... Bu tarihten sonra kesifleşmiştir.
1965 sonrası Ermeni propagandasında komitecilerin başı olarak yine bir papaz ortada görünmektedir: Kilikya Katogikosu I. Horen.
Habeşistan’ın başkenti Adis-Ababa’da, 1965’in Ocak ayında yapılan kiliseler arası bir toplantı, bu I. Horen’le, Makarios’un bir araya gelmelerine ve Türk aleyhtarı kampanya hususunda fikir birliğine varmalarına yaramıştır. Yani, dinî kisve altında mükemmel bir politika ve komitecilik tezgâhtarlığına girişilmiştir.
Ermeni Cismanî Meclisi adı ile anılan heyet, 1965 Nisan’ının büyük yaygaralarla Türkiye aleyhine bir propaganda aynı olmasına karar verdi. Tehcirin 50’nci yıl dönümü, dünyanın her tarafındaki Ermeni kiliselerinde anılacaktı. Enformasyon Merkezi, dünyanın dört bucağına, tehcir sırasındaki hadiseleri Wilson teklifini ve Sevr Andlaşması’nı bastırarak sevketti. Adana ve civarı Ermenilerinin (bu ne demekse) halk temsilciliği tamir edildi ve bahçesine bir dua yeri yaptırıldı. Ermeniler, her Pazar günü gelip burada, tehcir sırasında ölenler için dua edeceklerdi. Dinî törenler siyasi propaganda havası içinde yürütülüyordu. Ermeni okullarında tarih dersi olarak okutulan tehcir bahsi genişletilip ön plâna çıkarılacak ve “Türkiye’deki Ermenistan”ı gösteren haritalar bastırılıp dağıtılacaktı.
Bunların hepsi yapıldı.
Fakat sade o kadar değil, Lübnan’ın 100.000 kişilik Kamil Şamun stadında büyük bir dinî ayin tertiplendi. Tanınmış Lübnan gazetelerinde yazılar yazdırıldı. Gazete ilaveleri hazırlandı. Afişler bastırılıp duvarlara asıldı. Gülbenkyan Salonu’nda “İnsan kasabı” olarak tanınan komiteci Antranik’in adını taşıyan bir temsil oynandı.
Propagandanın Lübnan cephesinde bunlar olurken, Fransa’da, İngiltere’de, Amerika’da ve Brezilya’da da çalışmalar hızlandırıldı.
Türkiye’nin Fransızlar tarafından işgal edilen bölgelerine gönüllü olarak savaşmaya gelip de hayatta kalanların kurdukları “Eski Ermeni Muharipleri Derneği” önce Paris’te bir basın toplantısı tertipledi. Sonra Ermeni kilisesinde bir “ruhanî” ayin yapıldı. Aynı akşam eski muharipler Paris sokaklarında yürüyüşe geçti. Meçhul asker abidesine çelenk konuldu.
Londra’da ise bir yürüyüş tertiplendi. Yürüyüşe katılanlar ellerinde pankartlar taşıyarak Türk Büyükelçilik binasının önünde gösteriler yaptılar. Pankartların birinde “Türkler 1,5 milyon Ermeni’yi 1915 yılında katlettiler” gibi sözler yazılıydı.
Brezilya’da da yürüyüşler, tiyatro gösterileri ve dinî ayinler tertiplendi.
Fakat en büyük faaliyet sahası olarak Amerika seçilmişti.
24 Nisan 1965 tarihli New York Times gazetesinde, Amerikan vatandaşı tanınmış 82 Ermeni’nin imzası bulunan büyük bir ilan yayınlandı. “Nisan 24, 1915- Bir Milletin Ölüme Mahkûm Edildiği Gün” başlığını taşıyan ilanda alışılageldiği üzere, Ermeni katliamından bahsediliyor, hak ve adalet isteniyordu.
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Amerika Birleşik Devletleri’ni ve Fransa’yı ziyaretleri sırasında da Ermeni komitecileri boş durmamışlardı, gazetelere ilanlar vererek, beyannameler yayınlayarak, kendi gazetelerinde yazarak Türkler aleyhindeki propagandalarını hızlandırmışlardı.
Anıtlar dikilerek, dualar edilerek açılan kampanya, Sunay’ın gezilerinden sonra da devam ettirildi.
Washington’daki Türkiye Büyükelçiliği’nin önünde patlatılan bombanın failleri yakalanamadı.
İlk Ermeni Cumhuriyeti’nin, Beyrut’taki bir hastanede yatan Başkanı Simon Vratzian’ın sözlerine Ermeni taraftarı gazetelerde tesadüf edildi: “Birleşmiş Milletler, bağımsız Türk topraklarını da içine alan bir Ermenistan vücuda getirilmeliydi.”
Başbakanlığı sırasında Amerika’yı ziyaret eden Prof. Dr. Nihat Erim’in bu gezisini fırsat bilen Ermeni komitecileri yeni hazırlıklar yaptılar. 1915’i ancak Doğu Anadolu’da Ermenilere yer verilirse unutabileceklerini bildiren beyannameler dağıttılar.

SAO PAULO DA ERMENİ KORUYUCUSU

24 NİSAN 1965 - Brezilya’nın Sao Paulo kentinde, Ermeniler tarafından Türkiye aleyhine gösteri düzenlendi.

24 NİSAN 1965 - Petrol Kralı Gülbenkyan’ın, Türkiye’de rahat sakin ve huzur içinde yaşayan Ermenilerin dış tahriklere kapılarak geçmişteki hataları işlemeyecekleri hususundaki açıklaması Hürriyet gazetesinde yayınlandı.
Gülbenkyan’ın açıklaması şöyledir:
“Eski olayların canlandırılmasını hiçbir kimse arzu etmemektedir. Zaten bu gibi tahrikler “içeriden” değil “dışarıdan” gelmektedir. Fakat eminim ki hiçbir Ermeni bu kabil dış tahriklere alet olmayacaktır. Hepimiz Türkiye’de doğduk. Anavatan olarak Türkiye’yi bildik. Bugün Türkiye’deki Ermenilerin Türklerden hiçbir farkı yoktur. Huzur içinde, rahat, sakin bir hayat sürmektedir. Hiçbir şekilde dış politik oyunlara kurban olmayacaklardır.
GÜLBENKYAN
Petrol Kralı”

26 NİSAN 1965 - Massachusetts Senatörü Edward Kennedy, Kongre’de Ermeniler lehinde bir konuşma yaptı.
Massachusetts Senatörü Edward Kennedy’nin 26 Nisan 1965’te Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’nde yaptığı konuşma:
“Bay Başkan, 25 Nisan 1965, Ermenilere karşı girişilmiş ve bu cesur ırkın 1,5 milyon ferdinin katliamı ile sonuçlanmış mezalimin başlangıcının ellinci yıldönümüydü. Bu suretle Massachusetts’te ve ülkemizin her tarafında bulunan Ermeniler, insan haklarına bağlılıklarını bir kere daha teyit ettiler.
Ermeni meselesi, gerçekten bugünün çok hassas ve canlı bir konusudur. Gerek tatbikat, gerek kavram olarak, tek bir ferdin haklarına karşı girişilen en küçük bir tecavüze bile kılı kırk yaran bir titizlikle ihtimam ve dikkat gösterilmesi gereken Amerika gibi bir milletin topyekûn zulme tabi tutulması veya imhası karşısında azamî nefret ve istikrah göstermemiz gerekeceği elbette aşikârdır.
Ancak, bizim gibi, kendini istiklal ve fert hürriyetlerine adamış olan bir millete yaraşan, Ermenilere zulüm ve işkencelerle dolu bu “gözyaşı ayı”nı sadece düşünmek ve hatırlamak değil, istikbalde de bu gibi alçakça fiillerin tekerrür etmemesini sağlama hususuna azami gayret göstermek ve önleyici düşüncelerimizi bu konuya hasretmektir.
Massachusetts’teki Ermeni halkına, tazim programları sırasında gösterdikleri vakardan, memleketimize kazandırdıkları zarif ve entelektüel eserlerden dolayı en samimî hayranlıklarımı ifade ederim. Ayrıca, ülkemizdeki ve bütün dünyadaki Ermeni halkına insan hakları ve adalet uğrundaki mücadelelerinden dolayı duygularına bütün kalbimle iştirak ederek tazimlerimi sunmak isterim.”

.. 1967 - Gazeteci Torkom İstepanyan, “Hepimize Bir Bayrak”ta, bir askerlik hatırasını, bir makale olarak yayınladı.
Torkom İstepanyan’ın makalesi şöyledir:
“KARDEŞLİK BAĞLARI
Ben Atatürk devrinde yetişmiş, onun ilkeleriyle benliğe ermiş gayrimüslim bir Türk vatandaşıyım. Beni Atatürk ilkelerine yaraşır bir şekilde anlayan aynı zamanda bütün şefkatiyle bağrına basmış olan asker ocağında, Mehmet’i, Koço’yu, Yako ve Nubar’ı talimde, nöbette karavana başında her an samimi bir kardeşlik havası içinde ayrılmaz bir bütün olarak görürsünüz. Teneffüs ettiğiniz o temiz hava sizi, asil Türk Milleti’nin hiçbir fark gözetmeksizin bütün vatandaşlarla her sahada el ele kardeşçe yaşadıkları gerçeğine layıkıyla inandırmağa kâfidir.
O kutsal ocakta öyle anılarım var ki, bilhassa onların birinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Vatani vazifemi ifa ederken bir gün işlemiş olduğum bir suçtan dolayı o zaman yarbayım bulunan, sonra ise Cumhurbaşkanı olan Sayın Cemal GÜRSEL’in huzuruna çıkarıldım. O anda kendilerinden işlemiş olduğum suçun karşılığı olan cezamı beklerken, Yarbayım bir baba şefkatiyle şöyle dedi: “Oğlum bu ocakta henüz yenisin, şimdi sana hak ettiğin cezayı verecek olursam belki kendi kendine; bak, gayrimüslim olduğum için Yarbay beni cezalandırdı dersin. Sırf bu düşünce ile bu defaya mahsus olmak üzere seni cezalandırmayacağım.” O gün gayri ihtiyari gözleri yaşartan Sayın Cemal GÜRSEL Paşa’nın Türk’e has bu asil jesti, bugün bana şu satırları yazma imkânını sağlamış bulunmaktadır.
Torkom İSTEPANYAN
Gazeteci.”

ONLAR DA SENİN KARDEŞİN

..1967 - Gazeteci Torkom İstepanyan, “Hepimize Bir Bayrak”ta Ermeni tehciri konusunda kendi sürgün hayatı ile ilgili bir makale yayınladı.
Torkom İstepanyan’ın makalesi şöyledir:
“SÜRGÜN
1915 tarihinde biz gayrimüslim Türk vatandaşları dış tahrik ve tesirler sonucu sürgün olarak Simav’a geldiğimiz gün ora halkından ilk işittiğimiz cümle aynen şu olmuştu:
“Ahuu Uma bacı baksana gâvur gâvur dedikleri de bizim gibi insanlarmış.” Asaletini ırkından tevarüs etmiş olan bu saf ve temiz insanlar dört küsür senelik sürgün hayatımız süresince bizleri yalnız bir kardeş gibi bağrına basmakla kalmayıp, ayrıca Aristo’nun çok evvel söylemiş olduğu “işbirliği demokratik hayatın mutlak şartlarından biridir.” sözlerini de layıkıyla gerçekleştirmesini bildiler.
Kafilemiz Simav’a geldiği gün zaptiyeler bizi eskiden böceklik olan bir hana yerleştirdiler. Burada tahminen 6 ay kaldığımız halde henüz yerli halkta hiçbir temas sağlamış değildik. Bizleri ilk defa birbirimize kaynaştıran şu olaylar oldu.
Bir gün yalnız başıma hanın önünde oynarken üç Müslüman çocuğu yanıma gelip beni oyuna davet ettiler, ben ise onlarla oynamamak için direniyor, bir taraftan da “ben sizinle oynamam” diye bağırıyordum.
O anda sesimi duyup hanın kapısında görünen annem bana: “Oğlum onlar da senin kardeşindir, neden onlarla oynamak istemiyorsun?” dedikten sonra bizi yanına çağırıp hanın iç durumunu işaret etti. Ve şöyle konuştu: “Şayet sizler büyüdüğünüz zaman çocuklarınızın böyle acıklı manzaraları görmelerini istemiyorsanız bu yaşta birbirinize sımsıkı sarılınız ki bir daha hiçbir yabancı tahrik ve tesiri sizi birbirinizden asla koparmasın.” O gün annemin işaret ettiği manzara aynen şöyleydi: Bir sürü sefil ve perişan insan çoğunu taşıyamadıklarından yolda terke mecbur oldukları eşyalarından ancak Simav’a kadar getirebildikleri kilim ve çuvalların üzerinde gündüz olduğu halde uyumaya çalışıyorlardı. Gündüz olduğu halde diyorum, bunun sebebini yanımdaki çocuklar değil, fakat ben çok iyi biliyorum. Çünkü anneme ne zaman karnım acıktı desem o “uyumaya çalış oğlum, uyuduğun zaman açlığını hissetmezsin” derdi.
Annem konuşmasını bitirince ben de çocuklarla elele tutuşup alana doğru koşmaya başladım. Bugün bütün samimiyetimle ifade edebilirim ki, beni çocuklarla oynamaya yönelten amil, annemin sadece “onlar da senin kardeşindir” cümlesi olmuştu, çünkü henüz diğer sözlerini değerlendirecek yaşta değildim. Bir süre sonra hana geldiğim zaman, annemi handa bulamadım. Teyzeme nerede olduğunu soracaktım ki, o an bir bando arabası gelip hanın kapısında durdu ve arabanın asker olan sürücüsü hana girip ismen teyzemi çağırdı. Teyzem dışarı çıkıp arabada oturmakta olan bir hanımefendiyle bir müddet görüştükten sonra geri gelip ailemizi topladı ve arabaya bindirdi. Hareket eden arabamız bir müddet sonra önü bahçeli çok güzel bir binanın önünde durdu, o ana kadar olanlardan hiçbir şey anlamamıştım, ancak içeri girince annem olayı şöyle özetledi. Bir müddet önce hanın kapısındaki konuşmayı garnizon komutanı Mustafa Bey’in ailesi arabadan dinliyor ve annemin sözlerinden o derece mütehassis oluyor ki bu durumu derhal beye anlatıyor. Bunun üzerine bey de ailemizi evinde misafir etmeye karar veriyor. Bizim bu eve taşınmamızdan bir hafta sonra zaptiyelerle bizden bir genç kadın arasında müessif bir olay cereyan etti. Bu olaya tanık olan halk önce bu olaya sebebiyet veren zaptiyeyi bir hayli tartakladıktan sonra doğruca garnizon komutanlığına gidip bu olayı şu sözlerle protesto ettiler: “Dış tahrik ve tesirler sonucu acıklı bir duruma düşmüş olan bu perişan insanlar, biz Simavlılara emanet edilmişlerdir. Bu itibarla onlara yapılacak herhangi bir tecavüz ve hareketi bize yapılmış addedeceğiz, hülasa emanetimize asla hıyanet etmeme azim ve kararındayız.”
Bu konuşmalardan sonra Simav halkını etrafında toplayan garnizon komutanı bugün dahi harfiyen hatırladığım şu konuşmayı yaptı: “Aziz ve muhterem Simavlılar bu asil hareketinizden dolayı şu anda sizlerle ne kadar iftihar etsem az olacaktır. Esasen biz Türklerden de ancak böyle bir hareket beklenirdi. Çünkü Türk’ün en büyük hasletlerinden biri zayıfa yardım, diğeri ise konukseverliktir. Şimdi her türlü övgünün üstünde olan bu tutumunuzdan cesaret alarak diyorum ki, arzu edenler benim gibi onlardan bir aileyi evinde misafir edebilir, bu kararımı da onlara inanmış bir kimse olarak alıyorum.”
Komutanın bu konuşmasından sonra handa tek bir aile kalmamıştı. Artık Müslim ve gayrimüslim iki toplum da aynı çatı altında yaşamaya başlamıştı. Yerli halkın bu Türk’e has tutumu ise bizleri bütün gücümüzle iş sahalarına çekti. O tarihte erkekler askere alınmış olduğundan birçok işler kadınlara bırakılmıştı.
Bunun için de önce tarlalardan işe başlandı, artık her gün Ayşe’yi, Permine’yi, Tasula’yı tarlalarda yan yana çapa vururken görürdünüz. Her ne kadar ellerinde ayrı ayrı çapaları vardıysa da bu çapalar bir tek ideal uğruna toprağa vuruluyordu. Bu çapaların sesleri ise kulaklarına mesut yarınlarının müjdesini fısıldıyordu. Bu o an kızgın güneşin kavurduğu yüzlerden toprağa damlayan terlere dahi ehemmiyet vermeden, bir tek çapa fazla vurabilmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Eminim ki, bu kutsal manzara en az insanlar kadar Tanrı’yı da sevindiriyordu. Kısa bir süre sonra Simav halkı ham yününü bir daha vilayete götürüp ucuz fiyata satmadı. Kendi yıkadı, taradı eğirdi, boyadı ve gece gündüz durmadan çorap, hırka ve buna mümasil yün eşya örmeye koyuldu. Bu faaliyetler sonucu ise kasabamız birçok iş kolunda adeta kalkınmış bir durumdaydı. Bence bu durumu sağlayan başlıca amil, bu ortamı hazırlayan zihniyetti. Yani fertlerin vatanım dedikleri o mukaddes varlık uğruna her çeşit sakat tutumdan uzak kalarak, topyekûn güç birliği yapmış olmalarıdır. Çünkü kişiler yiğit olsunlar, bilgin olsunlar, erdemli olsunlar kişilikleri içinde kalmışlarsa bir topluma erememişlerse gerçeğin ölçüsüyle “Ergenlik”ten yoksundurlar. İşte bu yüzden ne kadar güçlü olursa olsunlar bir toplumun sağlayabileceği başarılardan her zaman mahrum olurlar.
Bu kardeşlik havası böylece sürüp giderken bir gün Genel Merkezin “Gayrimüslim vatandaşlar üç gün zarfında vilayetlerine dönmek mecburiyetindedirler” genelgesi Simav’da bir matem havası yaratmıştı. Matem havası yaratmıştı diyorum çünkü bu emrin ilanından sonra Simav’da gülen bir çehreye rastlamak mümkün değildi. Acaba neden bu emir yerli halkı da en az bizim kadar üzmüştü? Çünkü onlar, aramızdaki din farkına rağmen, bu farkın iki toplum arasında kısa zamanda yer etmiş olan bir kardeşlik havasını yok etmeye asla yeterli bir sebep olmadığına iman etmiş kimselerdi.
İşte bu inancın etkisiyledir ki; ayrılanlar terk edecekleri yerde varlıklarından bir parçasının kaldığına, kalanlar ise kendilerinden bir şeyin gittiğine samimiyetle inanmış bulunuyorlardı. Bu itibarla da ayrılış töreni gözyaşları içinde birbirlerine iyi temennilerle tam bir kardeşlik havası içinde son buldu. Şu anda Tanrı’dan en büyük dileğim; bu kardeşlik havasını hepimizin vatanı olan bu topraklar üzerinden asla eksik etmemesidir.
Torkom İSTEPANYAN
Gazeteci.”

.. 1967 - Gazeteci Torkom İstepanyan’ın, “Hepimize Bir Bayrak”ta, 1915 Ermeni tehciri ile ilgili olarak Simav’da yaşadığı olaylarla ilgili olarak bir hatırası yayınlandı.
Gazeteci Torkom İstepanyan’ın hatırası şöyledir:
“İNSANI SEVİNDİREN
Ölümü çocukluğuma rastladığı için minnet borcumu ancak rahmet okumakla ödeyebildiğim çok muhterem doktorum Simav Askeri Tabibi Hüseyin Bey’i derin saygı ile anıyorum.
Simav’a gelip hana yerleşmemizden takriben 10 gün sonra şiddetli bir dizanteriye tutuldum. Bu hastalık beni çok feci sarsmıştı. Bu durumun karşısında imkânsızlıklar içinde kıvranan ve tevekkülle her an ölümünü bekleyen anneme bir gün teyzemin şöyle dediğini işittim.
“-Kardeşim biliyorum sen yapamazsın fakat ben şimdi çocuğu alıp dışarı çıkacağım, belki çocuğa yardımını esirgemeyecek bir doktor bulabilirim.”
Bu sözleri söyledikten sonra beni sırtlayıp hanın kapısından dışarı fırladı. Saçları darmadağınık, yalınayak meçhul istikametlere doğru ıssız sokaklarda koşuyordu. Bu vaziyette hayli koştuktan sonra ilk karşılaştığı kadına o civarda bir doktorun bulunup bulunmadığını sordu. Bunun üzerine kadın eliyle biraz ileride bulunan cumbalı bir evi işaret ederek: “İşte şu karşıki bina Askeri Tabib Yüzbaşı Hüseyin Bey’in evidir; fakat orada hastanıza bakıp bakamayacağını bilmem” dedi. Bu son cümle teyzemi tereddüde düşürmüş olacaktı. Zavallı kadın biraz durakladı, sonra da her an ölüme biraz yaklaşan beni düşünmüş olacak ki yeni bir hızla evin kapısına yaklaştı ve heyecandan titreyen parmaklarıyla kapının demir tokmağını bir iki kere hafifçe vurdu. Birkaç saniye sonra açılan kapıda bir asker göründü. Teyzem tam konuşmak üzereyken merdiven başından askere hitaben gür bir ses duyuldu:
-“Oğlum hastayı çabuk yukarı al...”
Doktor iyice muayene ettikten sonra teyzeme dönerek:
“Kızım üzülmenize hiçbir sebep yok, hastanızı kısa zaman sonra (Pencereden karşıki ağaçları işaret ederek) şu gördüğün ağaçların tepesinde göreceksin” dedikten sonra reçetemi yazmaya başladı. Doktor reçetemi yazarken teyzem de doktorun biraz evvelki sözlerinin etkisiyle yaşaran gözlerini silmek için mişonunun cebinde mendil aramaktaydı. O an teyzemi cebini karıştırırken gören doktor, onun cebinde mendil değil de para aradığını sanmış olacak ki, ona:
“Kızım çabuk elini çıkar cebinden, çünkü sizin durumunuzda olan kimselerden asla para kabul etmem” dedi.
Benim asîl doktorum, şayet istemiş olsaydınız o an size ödemek için acaba teyzemin cebinde para var mıydı? Esasen annem bu sebepten beni doktora götürmeye cesaret edememişti.
Doktor reçeteyi askere verip ona “oğlum şimdi madamla birlikte eczaneye gider ilaçları yaptırırsın ve eczacıya parasını benim ödeyeceğimi söylersin” dedi.
İlaçları alıp hana döndüğümüz zaman teyzem olayı harfiyen anneme anlatınca, annemin ağzından bu güne kadar asla unutamadığım ve beni de manevi bir etki altında tutan şu kelimeler çıktı:
“İnsanların dindaşlarını dahi boğazlamakta olduğu şu sırada Simav isimli bir kasabada bir Türk doktoru, o günün tabiriyle bir gâvur kopiline hayat vermek için maddî ve manevî yardımını esirgememektedir.”
Tanrı’m bu ne ilahi bir ruh olgunluğu, şayet bir gün dünyamızı idareyle görevli kişiler böyle bir ruha erişecek olursa işte o zaman insanoğlu birbirini boğazlamaya değil de sadece yardım için koşacaktır ki bu da insan âleminin tarih boyunca varmayı arzu ettiği biricik hedefidir.
Esasen bütün peygamberlerin “birbirinizi seviniz” demiş olmaları da bu gerçeği sarahatle teyit etmektedir.
Kaleme aldığım bu birkaç satırla muhterem doktoruma olan minnet ve şükran borcumu şayet bir nebze ödeyebildiysem ne mutlu bana.
Bana bütün insanları sevmeyi öğreten asil doktorum, nur içinde yat.
Torkom İSTEPANYAN
Gazeteci. “

ATATÜRK’Ü SEVMEK MİLLÎ BİR İBADETTİR

.. 1967 - Gazeteci Torkom İstepanyan’ın, “Hepimize Bir Bayrak”ta, Kurtuluş Savaşı yıllarında Kuvayi Milliye’nin Adapazarı’ndaki çalışmaları ile ilgili hatıraları yayınlandı.
Torkom İstepanyan’ın hatıraları şöyledir:
“KUVAYİ MİLLİYE ADAPAZARI’NDA
Kemal Paşa’nın Adapazarı’ndan ayrılışından bir müddet sonra vatan semalarını tekrar kara bulutlar kaplamıştı. İç ve dış düşmanlarımız henüz kati darbeyi yemedikleri için vatanı parçalama gayreti içindeydiler. Bunun sonucu olarak da bir müddet sonra Adapazarı düşman işgali altına girdi. O tarihte ben annemle gitmemiş olup, Adapazarı’nda teyzemin yanında bulunmaktaydım.
İşgal durumumuz bir müddet devam ettikten sonra bir sabah silah sesleriyle uyandık. Bu sesler Kuvayi Milliye’nin Adapazarı’na girdiğini bildiriyordu. Bu durum ise gayri ihtiyari biz gayrimüslimleri büyük bir endişeye sevk etmişti. Çünkü böyle anlarda daima kurunun yanında yaşta yanardı. Bu endişenin tesiriyle o sabah bütün ev halkı salona toplandık. Hatırladığıma göre o gün Madam Atina ve kızı Mariya’da misafireten bulunuyorlardı. İlk şaşkınlık anlarımız geçince teyzem şöyle konuştu:
“Ben de biliyorum ki vahim anlar geçiriyoruz. Telaşlanmamaya imkân yoktur. Şu anda sizden ricam Kuvayi Milliye mensupları içeri girince gayet sakin bulunmanızdır” dedi.
Teyzem konuşmasını bitirince salonda bir sessizlik hüküm sürdü. Biz bu sessizlik içinde kaderimizin bizi nereye sürükleyeceğini beklemekteyken kapıya vurulan darbeler bu sükûnu bozdu ve teyzem aşağı inip kapıyı açtı...
Kapının açılışından birkaç saniye sonra da başlarında kalpak, omuzlarında martin taşımakta olan dokuz heybetli insanın salona girişini gördük.
Bu olay onu çok korkutmuş olacak ki o zaman henüz altı yaşında bulunan yeğenim Nubar Şirinyan (1940 tarihinde vatanî görevini ifa ederken ölmüştür.) “-Ağabeyler biz bir şey yapmadık” diye bağırdı. Bu masum ses bir anda odanın atmosferini değiştirdi. O ana kadar sağa sola emirler veren kafilenin başı ki sonra isminin Sarıların Cumali olduğunu öğrendim. Tahminen 1.90 boyu, heybetli görünüşü ile aniden yeğenimi kucakladı ve bir taraftan yanaklarını okşarken, mütemadiyen de “korkma oğlum size bir şey yapmayacağız ki” diyordu. O böyle konuşurken o masum çığlığın etkisiyle olacak yaşaran gözlerinden birkaç damla gözyaşının yanaklarından yuvarlanıp gür bıyıkları arasında kaybolduğunu gördük.
İnsanların birbirini boğazlamakta olduğu bu günde tasavvur dahi edilmeyecek bu asil hareket bir anda salonda mevcut bütün gözlerin yaşarmasına amil oldu. O gün bizi himayesine alan bu insan kişi sonra da münasip bir zamanda ailemizin salimen İstanbul’a gelmesini sağladı.
Adapazarı’ndan İstanbul’a geldiğimiz zaman henüz çocuk denecek bir yaşta olduğum halde şu kanaate varmıştım:
Kudret sahibi olanlar zalim olabilirler, fakat kudret sahibi olduğu halde zalim olmama, ruhun ilahi bir olgunluğa eriştiğini gösterir. Bu bakımdan Tanrı da bu kullarının, müdafaadan aciz bulunan bizlere göstermiş oldukları asil hareketi görüp onlara yardımını muhakkak ki esirgemeyecekti.
Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde İstiklal Savaşı’yla Türk Milleti Tanrı’nın da yardımıyla çok kısa zamanda iç ve dış düşmanlarımıza katİ darbeyi indirerek zaferi elde etti. Bu büyük galibiyetin yaratıcısı olan Ulu Önder‘e Türk Milleti’nin sonsuz bağlılığı en güzel ifadesini eski Cumhurbaşkanı ve Ata’nın yakın arkadaşı Sayın Celâl Bayar’ın bu ifadesinde bulmuştur: “Atatürk’ü sevmek, millî bir ibadettir...”
Evet bu millî ibadete hepimiz can-ı gönülden katılıyoruz.
Torkom İSTEPANYAN
Gazeteci. “

28 HAZİRAN 1967 - Lübnan Antilyas Katogigosu I. Horen bir Avrupa gezisine çıkarak, Hristiyanlık tarihinde ilk defa Vatikan’ı ziyaret eden bir Gregoryen Katogigosu olarak Papa ile görüştü. I. Horen bilahare Cenevre’deki Dünya Kiliseler Birliği’ni ziyaret etti.

25 TEMMUZ 1968 - Başpiskopos Şinork Kalustyan’ın Ermeni meselesi konusundaki sözleri Yeni İstanbul Gazetesi'nde yayınlandı.
Başpiskopos Şinork Kalustyan’ın sözleri şöyledir:
“Biz, Türk vatandaşı olarak, Türkiye ile ilgili her konuda ancak vatanımızın menfaatine uygun hareket ederiz.
Yalnız Amerika’da değil, nerede olursa olsun, Türkiye aleyhinde bir hareket muhakkak ki bizi müteessir eder. İnsanlar bugün geçmişe değil geleceğe bakmak durumundadırlar. İnsan olarak kardeşçe yaşamak hepimizin gayesi olmalıdır. Gerek şahsen, gerekse cemaat olarak bizler vatanımıza bağlıyız. Vatanımızın kalkınması ve refahı için daima dua ederim.
Şinork KALUSTYAN
Başpiskopos.”

KATOGİGOSLAR

.. 1968 - Eçmiyazin Katogigosu I. Vasgen, Amerika Birleşik Devletleri’ni ziyaret etti. Sadece Washington ve Chicago valileri ile görüşebildi.

10 NİSAN 1969 - Lübnan Antilyas Katogigosu I. Horen Amerika Birleşik Devletleri’ni ziyaret etti. Başkan Nixon ve yardımcısı tarafından kabul edildi.
Antilyas Katogigosu I. Horen, New York havaalanında ABD adına temsilcilerin de bulunduğu kalabalık bir topluluk tarafından karşılanmış, Başkan Nixon ve yardımcısı tarafından kabul edilmiştir. I. Horen, Başkan ve yardımcısına bir “üstünlük nişanı” olarak kabul edilen “Kilikya Büyük Haç Nişanı”nı takmış, yaptığı konuşmada da Amerikan Ermeni Davası (Hai Tahd)’na sahip çıkmasını istemiştir.

24 NİSAN 1969 - Londra’da, Türk Elçiliği önünde Ermeniler tarafından gösteri yürüyüşü tertip edildi.

02 MAYIS 1969 - Kadıköy’de, Baharettin Dedeşan adlı bir ülkücü, Hayko Gulis adlı bir Ermeni tarafından öldürüldü.

31 MAYIS 1969 - Dr. Andresiyan’ın bir hatırası Hergün Gazetesi’nde yayınlandı.
Dr. Andresiyan’ın hatıratı şöyledir:
“1915 yılında Haydarpaşa Askerî Hastahanesi’nde yatıyordum. Çünkü askerlik görevimi Türk Ordusu’nda yaptım. Bütün Ermeniler Türk Ordusu’nda yurtları için Müslüman kardeşleri ile birlikte omuz omuza savaş veriyorlardı. Ben Sultan Abdülhamit devrini yaşamış bir insanım. Osmanlı yönetiminden ve Müslümanlardan gördüğümüz alakayı, yakınlığı ve bir yurttaşın göreceği itibarı unutmadık. O günden bugüne genç Türk Cumhuriyeti’ne miras kalan da aynı alaka, yakınlık ve itibardır. Bunları bilmemezlikten gelmek ve insanların gözünden kaçırmağa çalışmak hakşinaslık olmaz.
Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun her döneminde devletin hizmetinde olan biz Ermeniler, aramızdan çıkan hainlerin ve Türkiye dışı Ermenilerin bu yıkıcı propagandaları karşısında derin üzüntü duyuyoruz... Bizim yaşıtlarımız hem Osmanlı dönemini hem Cumhuriyet dönemini yaşadı ve her iki dönemde de o topraklar üzerinde kendimizi bir gün bile yabancı hissetmedik. Çünkü bizi yabancı yerine koyan kimse çıkmadı. Fransa’daki ve başka ülkelerdeki aptal Ermeni ırkdaşlarımız hariç.
Dr. Andresiyan.”

TÜRKİYE BİR BÜTÜNDÜR PARÇALANAMAZ

07 OCAK 1970 - Ayakkabıcı Kirkor Günbeyan’ın Türkiye Ermenileri konusundaki sözleri Son Havadis Gazetesi’nde yayınlandı.
Kirkor Günbeyan’ın sözleri şöyledir:
“TÜRKİYE BİR BÜTÜNDÜR PARÇALANAMAZ
Ermeni camiasını tahrik dünyanın çeşitli yerlerinde zaman, zaman yapılır. Bizler Türk vatandaşlarıyız. Türk vatanının bütünlüğünün korunması için askerlik yaparız, vergi veririz. Türkiye’nin kalkınması için çalışırız. Türkiye vatandaşları arasında dil, din, ırk farkı gözetilmemektedir. Türkiye bir bütündür, parçalanamaz. Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlıyız ve başka bir yere gitmeyi de hiçbir zaman düşünmeyiz...
Kirkor GÜNBEYAN
Ayakkabıcı.”

07 OCAK 1970 - Tüccar Hayık Varver’in Türkiye’deki Ermeniler konusundaki konuşması Son Havadis Gazetesi’nde yayınlandı.
Hayık Varver’in sözleri şöyledir:
“BİZ TÜRK’ÜZ
Biz, Türkiye’nin ekmeği suyu ile büyüdük. Buradan gitmek gibi bir niyetimiz olsaydı, şimdiye kadar çoktan giderdik. Bizim ismimiz Ermeni ama kendimiz Türk’üz. Ermenistan’daki Ermeniler bizi Türk diye kabul ederler. Ermeni olarak kabul etmezler. Daha yakın geçmişte oradan gelen bir dini lider bize, bulunduğunuz memlekete sadık kalın şeklinde tavsiyede bulunmuştur.
Hayık VARVER
Tüccar.”

08 OCAK 1970 - Ermeni Patriği Şinork Kalustyan’ın, Türkiye’deki Ermeniler konusundaki bir demeci Son Havadis Gazetesi’nde yayınlandı.
Patrik Şinork Kalustyan’ın demeci şöyledir:
“Biz kendimizi Türkiye Cumhuriyeti’nin ayrılmaz parçası sayarız. Memleketimizin dışında herhangi bir teşekkülün veya şahısın yurdumuz aleyhine bulunduğu hareketi tasvip etmez ve cephe alırız. Türk Ermenileri olarak herhangi bir davamız ve şikâyetimiz yoktur. Tek idealimiz ancak, Türkiye’nin kalkınması yolunda durmadan çalışmaktadır. Asırlar boyu dinî ve kültürel gelişmemizi sağlayan Türk Milleti’nin bekâsı için dua ederim.
Şinork KALUSTYAN
Ermeni Patriği.”

10 OCAK 1970 - Gazeteci Levon Panos Dabağyan’ın, Ermeni meselesi konusundaki “Komünistler Şunu Bilhassa Bilsinler ki” makalesi Son Havadis Gazetesi’nde yayınladı.
Gazeteci Levon Panos Dabağyan’ın yazısı şöyledir:

“KOMÜNİSTLER ŞUNU BİLHASSA BİLSİNLER Kİ
Türk Ermeni’si içinde kendilerine uşak olabilecek bazı zavallıları bulabilirler. Bu her milletten de çıkar. Fakat Türk Ermeni’sini hiçbir zaman yekvücut olarak elde edemeyeceklerdir. Bizler vatanımız Türkiye’ye her şekilde bağlıyız. Dinen GREGORYAN, milletçe Türk’üz bu böyle bilinsin!
Türkiye’yi ikinci vatan olarak kabul edenlere de açıkça cevabımız şudur:
Kendisini Türk hissetmeyen, içlerinde başka milletlerin sevgilerini taşıyanlara, beğendikleri yere gidebilmeleri için, Türkiye’nin kapıları ardına kadar açıktır. Çekip gitsinler!
Türkiye Türk olanların, Türklüğü ile gurur duyanların ülkesidir. Türk Ermeni’si cemaat olarak başka şekilde düşünenlere gereken dersi vermiştir. Her zaman verecektir.
Bizler macera aramıyoruz. Vatanımız Türkiye’de huzur içinde yaşıyoruz.
Şer kuvvetleri gereken dersi aldılar. Şunu gördüler ki:
Dış akımlara daima karşı olan Türk Ermeni’si Türk’tür ve Türk olarak kalacaktır.
Levon Panos DABAĞYAN
Gazeteci.”

14 OCAK 1970 - Öğretmen ve Gazeteci Garbis Muradyan’ın Türkiye’deki Ermeniler kon usundaki sözleri Son Havadis Gazetesi’nde yayınlandı.
Garbis Muradyan’ın sözleri şöyledir:
“Echmiadzin’de bulunduğumuz müddet esnasında bir Türk vatandaşı olmakla iftihar etmiş ve Türkiye’deki Ermenilerin gördükleri yakın alâka ve sevgi, kendi mektepleri, kendi kiliseleri ile Devletin himayesi altında hür ve rahat hiçbir kimse tarafından gölgelendirilmesine tahammül etmedikleri, Türk Bayrağı altında hepimiz Türk olduğunu defalarca ve iftiharla söylemiştim. Hatta bu beyanlarım Sovyet vatandaşı Ermenileri bizim namımıza memnun etti.
Garbis MURADYAN
Öğretmen ve Gazeteci.”

08 NİSAN 1970 - Ermeniler, Beyrut’ta Türk Haftası’nın açılışını önlediler.

.. 1970 - Lübnan Antilyas Katogigosu I. Horen, doğum yeri olan Kıbrıs’ı ziyaret etti. I. Horen, Makarios’a “Kilikya Haçı”nı vermesi, yüzyıllardır aralarında derin anlaşmazlıklar bulunan Ermeni Gregoryen ve Grek Ortodoks Kiliseleri arasında uzlaşma, işbirliği ve ittifak ortamı doğurmuştur.

İLK CİNAYET

28 OCAK 1973 – Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir, Mıgırdıç Yanıkyan adlı bir Ermeni tarafından öldürüldü.
Amerika’nın Los Angeles şehrinin 100 km. kuzeyine düşen 75 bin nüfuslu Santa Barbara şehrinin ünlü Biltmore otelinin özel konuklar için ayrılmış olan küçük yemek salonunda iki Türk gencinin canlarına kıyılmıştır.
Ev sahibi durumunda olan yaşlı Ermeni’nin tuzağına düşerek bu özel salonda yemek yerine, beyinlerinden kurşun üstüne kurşun yiyen Türk gençleri, 1924 doğumlu Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ile yardımcısı 1942 doğumlu Bahadır Demir olmuşlardır.
Gazeteci Doğan Uluç’un bu katil Ermeni ile yaptığı röportaj ve diğer olaylarla ilgili yazısı aşağıdadır:
“Ermeni terörizminin “Baba”sı Gourgen Yanıkyan cinayetleri üzerinden tam 28 yıl geçti. Ermeni diasporası terörüne yeşil ışık yakan Yanıkyan 1973 yılında 27 Ocak günü zenginler kenti Santa Barbara’daki villasına hileyle davet ettiği Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile yardımcısı Konsolos Bahattin Demir’i kurşunlayarak öldürdü.
Cezaevinde buluştuğumuz Yanıkyan, “Çok kimsenin röportaj teklifini geri çevirdim. Türk konsoloslarının ölümüyle ilgili yazılarının tercümelerini okudum. Ancak bizden biri böyle tarafsız yazar diye ilk kez seninle görüşme yapıyorum” dedi. Kökenimde Ermeni olmadığını, iki cinayetini de tasvip etmediğimi söyledim. Kaliforniya’da San Louis Obispo cezaevinde demir parmaklıklar arkasındaki iki saate yakın görüşmemizde 70’lik Yanıkyan Osmanlı sarayından çalınma bir tabloyu Türkiye’ye hediye edeceğini belirterek Baydar ve Demir’i nasıl villasına getirdiğini, pusuya düşürdüğü iki konsolosu “Merhaba” dedikten sonra tabancayla öldürdüğünü ayrıntılarıyla anlattı. Soğukkanlı Ermeni katille görüşmemizi iki Ermeni filme çekerken, ses kaydı da aldılar. Ayrılmadan önce, “Yaşantınız muhtemelen cezaevinde noktalanacak. Takvim yapraklarını geri çevirmek mümkün olsa gene de Türk diplomatlarını öldürür müydünüz?” şeklindeki soruma hiç beklemeden, “Bu işi sinirlendiğim bir anda yapmadım ki. Planlaması yıllar sürdü” yanıtını verirken gülüyordu.
Yanıkyan cezaevinde 8 yıl yattıktan sonra tedavisi olmayan hastalığı nedeniyle serbest bırakıldı ve kısa süre sonra 1984 yılında öldü. Ama Ermeni diasporasına kanlı bir miras bırakmıştı. Yanıkyan cinayetleri Ermeni terörizmine “Start” verdi. Başta Asala (Gizli Ermeni Ordusu) olmak üzere beş tedhiş grubu 1975’te Viyana ve Paris’ten başlayarak çeşitli Avrupa ülkeleri, Amerika, Ortadoğu ve Avustralya’daki 60 kadar diplomat ve resmi temsilcilerimize suikastlar düzenleyip öldürdüler. Ermeni tedhişi, kesin bilinmeyen nedenlerle 1980’li yılların ortasında aniden sona erdi. Ardından Türkiye’nin karşısına PKK illeti çıkıverdi.
Ermeni toplumları arasında sözde Ermeni soykırımından ötürü Türklere yönelik hınç ve intikam duygularının bitip, tükeneceğini düşünmek safdillik olur.1965’de Londra’da bir kilisede üzerime yürüyen Ermenileri, 1982’de Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan’a Sasunyan’ın işlediği cinayetini izlerken cadde ortasında üç Asala militanının kameramı alıp götürmeleri, hayattan ümidini kesmiş 50’yi aşkın hastayı ilaçla öldüren “Ölüm Doktoru” lakaplı Jack Kevorkyan’la röportajımda Türklere beslediği nefreti anlatması gibi pek çok olaya karıştık. New York’ta ofisinde tanıştığım bir Ermeni yayıncı, “Seni çok sevdim, bir hafta sonu bize yemeğe gel” dedikten sonra, “Türkler hakkında ne düşünüyorsun?” soruma verdiği cevabı ne zaman hatırlasam tüylerim ürperir: “Mümkün olsa dünyadaki bütün Türkleri buraya toplar, üzerlerine benzin döker yakarım.”
1915 olaylarını Ermeni kökenlilerin oy nüfuzuna sahip olduğu ülkelerle çatışıp, boykotlara başvurma yerine uluslar arası akademisyenlerle yerli ve yabancı arşivlerin araştırılıp gerçeklerin ortaya çıkarılması ve buna paralel olarak Ermenistan’la gerçekçi bir diyalog yürütme yoluyla ele alınmasında yarar var. Batı dünyasında Türkiye’nin en sıcak ilişkiler içinde olduğu ABD’de de Ermenilerin sözde soykırımı kabul ettirme çabaları giderek yaygınlaşıyor. Halen 50 eyaletin 24’ünde meclisler, soykırımın cereyan ettiğini karara bağladılar. Aralarında New York, New Jersey, California ve Massachusetts dâhil yedi eyalette “Soykırımı” lise tarih kitaplarında okutuluyor.
Sözde soykırımın resmen yaygınlaşmasından sonra Ermeni diasporasının hedefi Batı ülkelerinin desteğiyle 1915 olayları sorumluluğunu Türkiye’ye kabul ettirmek olacak. Belki de Asala yeniden hortlatılacak. Bu meseleyi Fransa’ya boykot çağrısında bulunarak kapatmaya çalışmak kor ateş üstüne havlu atmaya benzer. Diğer ülkelerin aynı yolu seçmeyeceğini kimse garanti edemez. Ankara’nın ciddi ve tutarlı bir sözde soykırımı politikası çizme zamanı geldi.”

28 OCAK 1973 - Ermeni katil Mıgırdıç Yanıkyan, “Evet ben öldürdüm!” dedi.
“Evet, ben öldürdüm! Bilerek öldürdüm, isteyerek... Aylarca önceden planlayarak öldürdüm! Onlar düşmanımızdı; Türk’tü onlar... Onun için öldürdüm, intikam almak için!”
28 Ocak 1973 günü, Amerika’nın Santa Barbara şehrindeki Biltmore Oteli’nin müdürlerinden Barton Clapp’a bu sözleri söyleyen yaşlı adam:
-“Lütfen polisi arar mısınız?” dedi.
Sonra kendisine uzatılan telefon ahizesine kısacık iki cümle fısıldadı:
-“Biltmore Oteli’nde iki Türk’ü öldürdüm. Gelip beni tevkif ediniz!”

MIGIRDIÇ YANIKYAN

28 OCAK 1973 - Ermeni katil Mıgırdıç Yanıkyan, cinayeti işlemeden önce kaleme aldığı 118 sayfalık açıklamasında, cinayeti işleme sebepleriyle birlikte, Ermeni kan emiciliğini de anlatmıştır.
Yanıkyan, oturup 118 daktilo sahifelik bir yazı yazıyor ve Kaliforniya’da yayınlanan “California Courrirer” gazetesine gönderiyordu. Gazetenin editörü George Mason, mektubun, cinayetin işlendiği gün postaya verildiğini bildiriyor ve metnini açıklıyordu:
Yanıkyan, mektubunun bir bölümünde şöyle demekteydi:
“Sizler bu mektubu okuduğunuz zaman ben yeni bir savaş biçimi icat etmiş ve bunu uygulamaya koyulmuş bulunuyorum. Önden gidiyorum, bütün Ermeniler peşimden gelsin. Bunu yapacaklarına eminim. Çağımız gösteriyor ki artık sonuç almanın tek yolu şiddet eylemlerinden geçiyor. Ermenilerin uzun uykularından uyanmalarının ve kaba Türklerden onların anlayacağı dille konuşarak haklarını anlamalarının vakti geldi. Türk Hükûmeti ile bu dünyada hiçbir millet münasebet kuramamalı. Türk Hükûmeti’nin temsilcisi sıfatıyla dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan bütün kişiler yok edilmeli.
Bunun için de yazarlık kariyerime son veriyorum. Bu karara varmam yıllarca sürdü. Planlarımı yapmak da birkaç aylık vaktimi aldı. Fakat şimdi bütün gemilerimi yaktım. Artık dönmek yok. Yaşamam için de bir sebep kalmadı.”
Bütün dünyayı yeniden saran tedhiş salgınının, Mıgırdıç’a ilham vermiş olmalıydı. Cumhuriyetin ilanından sonra doğmuş bir Mehmet Baydar, bir Bahadır Demir pekâlâ öldürülebilirdi. Dünyayı karanlık bir bulut gibi çepeçevre saran tedhiş salgınına iki Türk pekâlâ kurban edilebilirdi. Ermeni davası için her şey geçerliydi.
Hiç şüphe etmemeli, bu Mıgırdıç denilen eli kanlı adam tam bir komitecidir. Hınçak olsun, Taşnak olsun, isterse hiç biri olmasın, tam bir komiteci. Çünkü komiteci denilen adam genizlerine kan kokusu sinmiş, kılı kıpırdamadan insan boğazlayan, vicdanını ve merhamet duygusunu eski bir paçavra gibi benliğinden söküp atmış adam demektir.

28 OCAK 1973 - Ermeni katil Mıgırdıç Yanıkyan, Newspress gazetesine bir yazı göndererek, Ermenilerin Türk katili olduklarını açıklamıştır.
Katil Mıgırdıç Yanıkyan, cinayeti işlediği gün Santa Barbara’da çıkan Newspress gazetesine gönderdiği aşağıdaki mektupta, her şeyle birlikte Ermenilerin melun ve menfur emellerini de açıklamış bulunuyor:
“Yıllardan beri düşünüp taşınıyorum, her şeyi uzun zamandan beri gece gündüz planladım, ama suçu işleyeceğim, sonra da teslim olacağım. Böylece dünyanın dikkati Ermeni kavminin hikâyesi ve Türklerin katliamları üstüne toplanmış olacak. Bu yeni biçimde bir savaşın başlangıcıdır. Artık bütün köprüleri yıkıyorum. Benim için dönüş yok. Uğrunda yaşayacağım bir şey kalmadı. Şimdi yazıyı kesip ilk adımı atmak için eyleme geçiyorum.”

28 OCAK 1973 - Ermeni katil Mıgırdıç Yanıkyan, yakalandıktan sonra karakolda ilk ifadesini verdi.
Soğukkanlı katil, polis müdürlüğündeki vazifeli memurları hiç üzmedi. İfadesi gayet açıktı, her şeyi itiraf ediyordu:
-“Adım Mıgırdıç Corc Yanıkyan, Ermeni’yim. Erzurum’da doğdum. Türkler, tehcir sırasında ailemi öldürdüler. Rusya’ya gittik. Ailemin geri kalanları da orada öldürüldü. Bundan sonra dünyanın çeşitli yerlerini dolaştım, nihayet Amerika’ya gelip yerleştim. Din ve felsefe konularında kitaplarım yayınlanmıştır. Komisyonculuk yaparım”.
Amerikan Federal Tahkikat Bürosu’nun (FBI) kayıtları da bu ifadeyi doğruluyordu. FBI’nın bilmediklerini ise Yanıkyan tamamlamaktaydı.
Mıgırdıç Yanıkyan, Ermeni Hınçak Komitesi’nin en faal üyelerinden biriydi. Daha yirmi yıl önce, Santa Barbara gazetelerine verdiği bir mülakatta, Türklerin, ailesini imha ettiklerini, bu yüzden onlara büyük bir düşmanlık beslediğini belirtmişti. Türklerden intikâm almak için yeni bir eyleme girişmek gerektiğini çoktan beri düşünüyordu. On dokuzuncu yüzyılın sonlarından beri sürdürülen Türk aleyhtarı propaganda bu suretle çok güçlü bir görünüş kazanacaktı.
Yanıkyan, bu kindar komiteci, bir Türk diplomatının öldürülmesi dolayısıyla dünya kamuoyunun Ermeni meselesiyle yeniden ilgileneceğini umuyordu. Uzun uzun düşündükten sonra bu korkunç tuzağı hazırlamıştı. 1972’nin Ekim ayı başlarında Los Angeles’teki Türk Başkonsolosluğu’na başvurarak, elinde II. Abdülhamit’in suluboya bir portresi ile imzalı bir Osmanlı banknotu bulunduğunu, bunları Türkiye’ye hediye etmek istediğini bildirmişti. Yoo, katiyyen para istemiyordu. Sadece manevi bir haz duyacaktı, o kadar! Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar durumdan Ankara’yı haberdar etmişti. Kültür Müsteşarlığı’nın bağlı bulunduğu Devlet Bakanlığı’nda istek incelenmiş ve memnuniyetle kabul edilmişti. Üstelik Mıgırdıç Corc Yanıkyan’a teşekkür edilmesi de istenmişti. Çünkü bu bağış sonunda Resim ve Heykel Müzemizdeki koleksiyonlar zenginleşmiş olacaktı.
Mıgırdıç Yanıkyan, Santa Barbara’da oldukça şöhret kazanmıştı. Sık sık dini eserler yayınlardı. Emlak komisyonculuğunda çok zengin olmuştu. Aslında, bu havalide oturan Ermenilerin çoğunun hali vakti yerindeydi. İnci ve narenciye ticareti yaparlar, bir de Los Angeles’in çöp endüstrisini ellerinde bulundururlardı. Amerika’da “çöp” gerçekten bir sanayi haline gelmişti. Bu yoldan kazanılan paraların büyük bir kısmı Türkiye aleyhindeki Ermeni propagandası için harcanmaktaydı.
Nasıl harcanırdı bu paralar?
Rusya Ermenistan’ındaki Eçmiyazin Katogikosluğu’ndan, Beyrut’taki Ermeni Kilisesi’nden “ruhanî” liderler sık sık Amerika’ya davet edilir, büyük salonlar kiralanır, papazlar, piskoposlar konuşturulur, dinleyicilerin taşınması için otobüsler kiralanır, Amerikan gazetelerine gayet pahalı ilanlar verilir, nüfuzlu kimselere ziyafet çekilir, broşürler bastırılır, dağıtılır, hülasa koyu bir propagandanın tozundan dumanından geçilmezdi.

BÜYÜKELÇİMİZİ GERİ ÇAĞIRDIK

14 ŞUBAT 1973 - Ermenilerin Marsilya’da bir kilise avlusuna diktikleri Türkiye aleyhtarı anıt ve buna izin veren Fransa’nın tutumu dolayısıyla durumu protesto ettik. Türkiye Büyükelçisi bir süre yurda döndü.

22 ŞUBAT 1973 - Avukat Agop Binyat’ın, Mıgırdıç Yanıkyan’ın Santa Barbara’da iki Türk Diplomatını öldürmesi üzerine yaptığı açıklama Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlandı.
Avukat Agop Binyat’ın açıklaması şöyledir:
“Şaşkınlık içindeyim. İnanamıyorum. Tarihten hâlâ ders almamış sözde yazar bir manyağın işlediği cinayete inanmak istemiyorum.
Tek kelime ile acım büyüktür. Bu ifademin, samimiyet derecesini, 27 seneye yakın siyasî hayat arkadaşlarım, 24 seneye yakın mensubu bulunduğum İstanbul Barosu’nun üyeleri, İstanbul Adliyesi’nin güzide hâkimleri ve mensupları, belediyemizin rahmetli Haşim İşcan dönemindeki meclis üyeliğim fırsatı ile İstanbul Belediyesi camiası ve bütün beni şahsen ve yakınen tanıyanlar takdir buyururlar.
İnsanlık adına menfur cinayetten utanç duyuyorum. İnsanlık adına caniyi lânetliyorum.
Vatanım ve mensubu bulunduğum Türk Milleti’nin iki değerli evlâdının şehit edilmesi sonucu aile efradı ve yakınlarının ve Türk Milleti olarak duyulan elim acıya bütün varlığımla iştirak ediyorum.
Bu samimi hislerime Türkiye Ermenilerinin istisnasız iştirak ettiğine ve onların da hislerine tercüman olduğumdan emin olarak şehitlerimizin ailelerine en içten taziyelerimi arz ediyor ve menfur cinayeti dünya kamuoyunda şiddetle tel’in ediyorum.
Avukat Agop BİNYAT.”

20 TEMMUZ 1973 - Türk Başkonsolosunu ve yardımcısını öldüren Ermeni cani Mıgırdıç Yanıkyan, müebbet hapse mahkûm edildi.
Bu çifte cinayet, Ermeni tedhişçileri için bulunmaz bir fırsat oldu. Ermeni-Amerikan Dostluk Derneği, Yanıkyan’a en iyi avukatları tutmak için harekete geçti. Maksat, bu yaşlı adamı kurtarmaktan çok davayı bir siyasi gösteri haline dönüştürmekti. Duruşmalarda tercümanlığı Ermeni asıllı roman yazarı William Saroyan’ın amcası Aram Saroyan yaptı.
Mahkeme sırasında, Mıgırdıç Yanıkyan’ın, bu cinayeti, ailesinin Türkler tarafından öldürülmesini unutmadığı için işlediği, bu bakımdan Ermeni katliamının mahkemece incelenmesi gerektiği ileri sürüldü. Hâkimler Heyeti bu siyasî teşebbüsü dikkate almadı. Fakat duruşmanın yapıldığı günler, adliye binasının önü ve koridorları, Mıgırdıç lehine gösteri yapan Ermeni gençleriyle dolup taştı. Türk temsilcileri duruşmalara giremediler. Kocası Türk olan Amerikalı bir kadın duruşma sırasında tuttuğu notları, Konsolosluğa bildirmek suretiyle davanın gidişinden resmî makamlarımızı haberdar etti.
Bu notlara göre, mahkemede yargılanmak istenen Yanıkyan değil, sanki Türkiye idi. Yanıkyan’ın Türkiye ve Türkler hakkındaki ağza alınmayacak beyanları uzun uzun dinlenmiş, bunlar radyolarda, televizyonlarda yayınlanmıştı. Zabıtlara geçen bu sözleri gazeteler de yayınlamaktaydı.
Savcı:
-“Bırakın konuşsun,” diyordu, her sözü ile Türklere olan kinini açığa vuruyor. Cinayeti bilerek ve isteyerek işlediğine dair bundan iyi delil olur mu? İki kişi öldürüp sanık sandalyesine oturan bir kimse, bu memlekette elini-kolunu sallayarak dolaşamaz. Çok iyi bir alet seçmişler. Adam 78 yaşında. Yine de hür olabilmesi için en az 93 yaşına kadar yaşaması gerek. Bence Yanıkyan ile birlikte ona bu işi yaptıranların da burada olması lazım.
Fakat bütün ifadeler, söylenen muazzam bir propagandanın temel malzemesi olarak kullanılıyordu. Bir televizyon yayınında muhabir:
-“Maksadınıza erişebilecek misiniz?” diye soruyordu. “Türkiye’nin milletlerarası bir mahkemede yargılanmasını sağlayabilecek misiniz?”
Evet, gaye buydu. Türkiye yargılanacak, tazminat ödemeye mahkûm edilecek ve topraklarından bir kısmını Ermenilere terk edecekti.
Türk Konsolosluğu da bu sırada devamlı tehdit altındaydı. Konsolos, emniyet makamlarına başvurarak konsolosluğun polis tarafından korunmasını istemişti. Emniyet makamları bunu kabul ediyorlardı. Hay hay, memnuniyetle! Yalnız böyle bir muhafıza Türkiye’nin resmî temsilciliği saat başına 9 dolar ücret ödemeliydi. Bu, resmî bir cevaptı.
Duruşmaların sonunda jüri, Yanıkyan’ı suçlu buldu. (Zaten kendisi saklamıyordu ki; iki diplomatı öldürdüğünü daha ilk saniyeden itibaren itiraf edip duruyordu.) Yargıç John Westwick kararı açıkladı: Mıgırdıç Corc Yanıkyan taammüden adam öldürmekten birinci derecede suçlu bulunmuş ve müebbet hapse mahkûm edilmişti. Eyalet kanunlarına göre idam cezası verilmesi zaten mümkün değildi. Yanıkyan 7 yıl yattıktan sonra cezasının kalan kısmının affedilmesi için adlî makamlara başvurabilecekti.
27 Ocak’ta başlayan facianın birinci perdesi, böylece altı ay sonra 20 Temmuz 1973 günü kapanıyordu.
Kanlı olayların yeniden, nerede ve ne zaman tekrarlanacağını bilmek ise kimsenin harcı değildi.

23 TEMMUZ 1973 - Ermeni cani Mıgırdıç Yanıkyan’ın savunma avukatının yeniden mahkeme açılması yolundaki isteği, yargıç John Westwick tarafından reddedildi.

AHDE VEFA

15 ARALIK 1973 - Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in kabri Mülkiyeliler Birliği tarafından yaptırıldı. Adına “Anıt-Mezar” denildi.

24 MART 1974 - Belçika televizyonu, bu günkü yayınında, Türkiye’nin doğu illerinden bir kısmını Ermenistan sınırları içinde gösterdi.

02 NİSAN 1974 - 1914’te Zeve’de şehit edilen iki bin Türk’ün hatırasına 29 metre yüksekliğinde bir anıt dikildi ve adına “Zeve Şehitliği” adı verildi.

28 HAZİRAN 1974 - Chicago Kiliseler Federasyonu tarafından Chicago Televizyonu’nda dinî muhtevalı “Everyman” adlı ve Ermenilik konusu işlenen seri programı yayına koydu.
Taraflı bazı sorulara dayandırılan ve bir mülâkat şeklinde yürütülen programa objektiflik havası verilmek ve bu suretle kamuoyunu etkilemek amacı ile biri Ermeni, ikisi ABD’li ilim adamı ve sözde soykırım şahidi bir Ermeni kadın iştirak ettirilmiştir. Konuşmacılar genelde malum Ermeni iddialarını tekrarlamışlar ve bir gün Sovyet Ermenistan’ının Komünizm boyunduruğundan kurtulması halinde, arkasının geleceğini belirterek, Ağrı Dağı çevresindeki (sözde) Ermeni topraklarını Tanrı’nın bir gün kendilerine vereceğine inandıklarını, bunun için aralarındaki anlaşmazlıkları bırakarak işbirliği yapmalarını ve Türkiye’ye karşı birlikte mücadele vermeleri gerektiğini beyan etmişlerdir.

ERMENİLERE TEHDİT

.. HAZİRAN 1974 - Ermeni komitecileri, Paris’teki Türk-Fransız Dostluk Derneği’nin başkanı, ünlü mücevherci Tosunyan’a tehdit mektupları göndererek “Vaktiyle Talat’ın başına gelenleri sen de yaşayacaksın, bir köpek gibi sokakta öleceksin” demişlerdir.

.. EKİM 1974 - Yunan Dışişleri Bakanı Bitsios, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Kıbrıslı Rumlar ile Ermeniler konusunu dile getirdi.
Yunan Dışişleri Bakanı Bitsios, 1974 Ekim’inin son günlerinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, sözü Ermeni meselesine getirmiş ve:
“-Kıbrıslı Türkler, Rumlar ve Ermeniler kaderlerini insaf kaideleri içinde tayin etmek imkânına sahip olmalıdırlar,” demişti.
Kıbrıs meselesinin bütün dünyayı ilgilendirdiği sırada, Ermeni propagandası da boş durmamış, Ada’daki savunmasız Türk kadınlarının ve çocuklarının vahşice katledilmesi olaylarını görmezlikten gelerek, Türklerin Ermeni tehciri sırasında olduğu gibi, yine zalimce davrandıklarını dünya kamuoyuna duyurmaya çalışılmıştır.

ASALA

01 OCAK 1975 - Beyrut’taki “Dünya Kiliseler Konseyi” bürosuna bombalı saldırı yapıldı. Saldırıyı Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu (Asala) üstlendi.
01 Ocak 1975 tarihinde Beyrut’taki “Dünya Kiliseler Konseyi” bürosuna yaptığı bombalı saldırı ile adını ilk defa duyuran Asala, Marksist-Leninist ideolojiyi kabul etmekte, kurulacak Ermenistan için verilen mücadelenin “Milletlerarası Devrimci Hareketi’nin bir parçası olduğunu ve bu meselenin “silahlı mücadele” ile çözüme kavuşacağını savunmakta ve yayınladığı bildirilerinde amaçlarını şöyle açıklamaktadır:
a)“Ermenistan” kurmak (Asala, işgal altındaki Ermeni topraklarından Doğu Anadolu vilâyetlerimizi kastetmekte, Sovyet Ermenistan’ını “kurtarılmış bölge” olarak kabul etmektedir.)
b)Topraklarına döndüğünde, Ermeni halkına en azından kendi kaderini tayin tanınmasını sağlamak,
c)“Katliam”ın tarihi bir gerçek olarak Türkiye tarafından kabulünü temin etmek,
d)Türkiye’yi “katliam” sebebiyle tazminat ödemeye zorlamak.

20 OCAK 1975 - ASALA örgütü kuruldu.
Sovyetler Birliği’nin gizli haber alma servisi olan KGB’nin 13’üncü bölümünde görevli Ermeni Anatoli Burutens, ASALA’nın kurulmasını sağlayan kişidir. KGB’nin yurt dışı bir operasyonu doğrudan yapmadığı ve daima aracı örgütler ve istihbarat servisleri kullandığı bilinmektedir. Ermeni teröristlerin eğitimi ise, Filistin davası FKÖ’nün prensiplerinden ayrı yollarla yürümekte olan bir gruba Sovyet yanlısı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne yaptırılmaktaydı. Ancak bu teşkilat şimdi Arafat’ı devirebilmek için FKÖ’yü parçalamaya girişti ve ilave Sovyet desteği sağlayabilmek için uğraşıyor. Arafat’ın Türkiye’ye karşı terörist eğitilmemesi için FKÖ’ye defalarca talimat vermemesine rağmen bu teşkilat Sovyetlerin verdiği emirle Ermeni gençlerinin beynini yıkamaya ve onları gözü dönmüş katiller olarak yetiştirmeye devam ediyor. Nitekim İsrail işgalinden önce Anatoli Burutens Beyrut’a giderek Ermeni çeteleri konusunda temaslar yapmıştı.

20 ŞUBAT 1975 - Beyrut'taki THY bürosu bombalandı. Olayı, Gizli Ermeni Ordusu Esir Yanikiyan Gurubu üstlendi. Olay yerine bırakılan mektupta, “Ermenilerin haklı davasında emperyalistlere karşı mücadele edileceği, eylemlerin Türkiye, İran ve ABD'yi hedef alacağı, bu bombalama eyleminin de bir başlangıç olduğu” bildirildi.

04 NİSAN 1975 - Ermeni Patriği Şinork Kalustyan’ın Türkiye Ermenileri konusundaki sözleri Milliyet Gazetesi’nde yayınlandı.
Ermeni Patriği Şinork Kalustyan’ın sözleri şöyledir:
“Biz kendimizi bu vatanın hakiki evlatları olarak, onun ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz. Vatanımıza ve vatandaşlarımıza gelebilecek olan herhangi bir acılı, üzüntülü durum, bizim de acımıza ve üzüntümüze neden olacaktır. Ermeni vatandaşları bu vatanın iyi ve kötü günlerinde kader birliği etmekte kararlıdırlar. Esasen Cumhuriyetin ilanından bu yana geçen 50 yıllık sürede Ermeni vatandaşlar, kendi tavır, hareket ve tutumlarıyla bunu kanıtlamışlardır.
Şinork KALUSTYAN
Ermeni Patriği

ABD’NİN İÇ YÜZÜ

16 NİSAN 1975 - Amerikan Temsilciler Meclisi, 24 Nisan tarihini, Ermenilere karşı işlenen “İnsanlık Dışı Suçları Anma Günü” olarak kabul etti.

20 NİSAN 1975 – Türkiye’nin Beyrut Basın Danışmanı’nın otomobili Ermeni teröristlerce havaya uçuruldu.

24 NİSAN 1975 – Ermeni tehcirinin 60’ıncı Yıldönümü olduğu iddiasıyla Ermeniler gösteriler düzenlediler, şiddet hareketlerinde bulundular.
Ermeni tehcirinin 60’ıncı Yıldönümü olduğu iddiasıyla çıkan Ermeni propagandası, gösteriler tertip etmiştir. Bu arada şiddet hareketleri de ihmal edilmemiş, Beyrut’taki Türk basın temsilcisinin arabası havaya uçurulmuştur.
Fakat düzenlenen yürüyüşler tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Rum ve Yahudi cemiyetleri tarafından perde arkasından desteklenen yürüyüşlere New-York’ta 500, Londra’da 100, Paris’te 200, Lefkoşe’de 200, Lâhey’de 11 kişi katılmıştır. Türkler aleyhinde bastırdıkları broşürler ve gazetelerde yayınladıkları ilanlarla diğer masraflar için Rumlar, Ermeni “ruhanî” liderliğine 300 bin dolar yardımda bulunmuşlardır.

ELÇİLERE SUİKAST

22 EKİM 1975 - Viyana Elçimiz Daniş Tunalıgil Ermeni teröristlerin düzenledikleri bir suikast sonucu öldürüldü.
Türkiye'nin Viyana Büyükelçisi Daniş Tunalıgil, büyükelçiliği basan 3 terörist tarafından şehit edildi.
22 Ekim 1975 tarihinde, otomatik silahlı 3 kişi, Türkiye’nin Viyana Büyükelçiliği'ne girerek kapıdakileri etkisiz hale getirdikten sonra Büyükelçi’nin makam odasına girdiler. Burada Daniş Tunalıgil’e Türkçe, “Siz Sefir misiniz?” diye soran ve “Evet” cevabını alan saldırganlar, Tunalıgil’i otomatik silahlarla taradılar. Tunalıgil, olay yerinde can verdi. 3 terörist, hızla binayı terk ederek, bir otomobille uzaklaştılar.

24 EKİM 1975 – Paris Büyükelçisi İsmail Erez, otomobiliyle elçiliğe dönerken şoförü Talip Yener ile birlikte Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.
Türkiye'nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez ve makam şoförü Talip Yener, büyükelçilik yakınlarında katledildi. Büyükelçi Erez'in makam aracı, yerel saatle 13.30 sıralarında Büyükelçilik yakınındaki Seine Nehri üzerindeki Bir Hakeim Köprüsü’nde pusuya düşürüldü. İsmail Erez ve makam şoförü Talip Yener, otomatik silahlarla taranarak öldürüldü. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi.

.. KASIM 1975 - Doç. Dr. Karabet Arman tarafından, Viyana ve Paris Türk Elçileri’nden Daniş Tunalıgil ile İsmail Erez’in kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürülmeleri münasebetiyle kaleme aldığı yazı Surp Pırgıç Dergisi’nde yayınlandı.
Doç. Dr. Karabet Arman’ın yazısı aşağıdadır:
Türkiye’deki Ermeniler Türk Vatandaşı olarak Türk vatandaşları gibi huzur içinde yaşıyor ve kanunun himayesi altındadırlar ve hiçbir zaman dış siyasi cereyanlarla bağ kurmamışlardır ve kurmayacaklardır. Onların siyasi emellerine de alet olmayacaklardır.
Türkiye Ermenileri bunlara karşı çıkacaktır. Onlar ki Türkiye’nin huzurunu bozmaya çalışmaktadırlar.
Türkiye Ermenileri bu seri cinayetleri tiksinti ile karşılar. Ayrıca bu gibi olayları daima Ermenilere mal etmeye çalışan siyasi çevreleri kınarız.
Doç. Dr. Karabet ARMAN
Çapa İç Hastalıkları Dâhiliye Mütehassısı.”

CİNAYETLER DEVAM EDİYOR

16 ŞUBAT 1976 - Beyrut Büyükelçiliği Birinci Kâtibi Oktay Cerit Ermeni teröristler tarafından öldürüldü. Bir salonda otururken, Ermeni terörizminin kurbanı oldu. Saldırıyı ASALA üstlendi. ASALA ilk kez bu cinayetle adını ortaya attı.

05 MAYIS 1976 - Gazeteci Agop Sivaslıyan’ın Türkiye Ermenileri hakkındaki yazısı Politika Gazetesi’nde yayınlandı.
Gazeteci Agop Sivaslıyan’ın yazısı aşağıdadır:
“Ayrı ayrı bilmezlermiş önceleri bu memleketin insanları. Baba ile oğul gibi, ana kız gibi kardeş kardeş, bacı bacı yaşarlarmış yabancılar girmeden aralarına. Ondan sonra başlamış günlerin acıları.
Dikkat edildiğinde görülüyor ki Türk’ü ve Ermeni’yi ilgilendiren konular çoğu kez başkalarınca oluşturulup dünya kamuoyuna sergilenir ve bunu sömürme çabaları sürdürülür.
Gazeteci Agop SİVASLIYAN.”

14 MAYIS 1977- “Yeni Ermeni Direnişi (NAR)” ilk defa Paris’teki Türk Turizm Bürosu’nu bombalayarak adlarını duyurdular.
Yeni Ermeni Direniş Teşkilatı’nın başında meşhur “Balyan Ailesi”nden Harutin Balyan adında bir halı tüccarı vardır.
65 yaşlarında uzunca boylu, dolgun yapılı, beyaz tenli ve siyah gözlü olan Balyan’ın yardımcısı ise “Samuel Manuşakyan”dır. Eczane sahibi olan 60 yaşlarındaki Manuşakyan gür beyaz saçlı, zayıf yapılı ve başkanı gibi uzun boyludur.
Örgüt adresi: Paris Rue Blue nu: 107 olan Yeni Ermeni Direniş Teşkilatı Merkez Yönetim Kurulu sekreterliğini, Abraham Kostanyan, veznedarlığını ise Rupen Safayan yürütmektedir. Yönetim Kurulu üyesi 65 yaşlarında Şamlı Levon Yakupyan’dır.
Yeni Ermeni Direniş Teşkilatı Sosyalist bir teşkilattır. Eğitim kampı, genel merkeze 40 kilometre mesafedeki Schelette Köyü yakınlarındadır. Örgütün Merkez Yönetim Kurulu dışında en tanınan militanı da 40-45 yaşlarındaki Doktor Viken Aleksanyan’dır.

.. MAYIS 1977 - Antilyas Katogigosluğu’nun Kuzey Amerika Doğu Bölümü Başpiskoposu Karekin Sargisyan, Beyrut’a gelerek, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen Ermeni dinî liderlerinin huzurunda, rahatsız olan I. Horen’in yardımcılığı (Katogigos Naibliği) görevine getirildi.
Karekin Sargisyan, seçimden sonra yaptığı konuşmada, Birinci Dünya Savaşı ve onu izleyen yıllarda Türk Hükûmeti’nin iki milyon Ermeni’ye soykırım uyguladığını iddia etmiştir.
Karekin Sargisyan göreve başladıktan sonra üç ana konu üzerinde çalışmaya başlamıştı. Bunlar:
1-Kilikya Katogigosluğu’nun Ermeni Davası‘nda üzerine düşen önemli görevleri tespit etmek,
2-Kilikya Katogigosluğu makamının, Eçmiyazin Katogigosluğu ana makamı ile olan ilişkilerinin temel özelliklerini belirlemek,
3-Katogigos’un bütün yetkililerinin Yardımcı Katogigos (Katogigos Naibi) tarafından kullanılması hususu idi.

30 MAYIS 1977 – Yeşilköy ve Sirkeci’deki patlamaları “28 Mayıs” adlı bir Ermeni örgütü üstlendi.

VATİKAN’DA CİNAYET

09 HAZİRAN 1977 - Vatikan Büyükelçisi Taha Carım Ermeni teröristler tarafından katledildi. Büyükelçilik ikametgâhının önünde iki teröristin açtığı ateş sonucu öldü. Saldırıyı bu kez "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi.

03 OCAK 1978 - Ermeniler, Londra’daki Kıbrıs Türk Bankası ile Brüksel’deki Türk Ticaret Ataşeliği’ne bomba attı.

02 HAZİRAN 1978 - Madrit’te, Büyükelçi Zeki Kunaralp’ın eşi Necla Kunaralp Ermeni teröristler tarafından öldürüldü. Bu saldırıda, emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu da öldürüldü.
Türkiye'nin Madrit Büyükelçisi Zeki Kuneralp'in makam aracına 3 terörist tarafından ateş açıldı. Arabada bulunan büyükelçinin eşi Necla Kuneralp ile emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu, hayatlarını kaybettiler. Saldırıyı "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgüt üstlendi. Bu olayda, ilk kez bir yabancı da Ermeni teröristlerin Türklere yönelik saldırısı sırasında öldü. Makam Şoförü İspanyol Atonyo Torres, teröristlerin kurşunlarına hedef oldu.

13 HAZİRAN 1978 - Yedikule Ermeni Hastahanesi Başhekimi Doç. Dr. Karabet Arman’ın, Ermeni Meselesi ile ilgili makalesi Tercüman Gazetesi’nde yayınlandı.
Doç. Dr. Karabet Arman’ın makalesi şöyledir:
“BU MELODRAMIN MİMARLARI KİMLERDİR?
Hakikaten Ermenilerin çok talihsiz kara alın yazıları var. Ermeni milleti tarih boyunca savaşlar istilalar, iç savaşlar geçirerek devamlı surette haysiyetini idame ettirmek için asırlar boyu mücadele, etmeye mecbur kalmıştır. Ne yazık ki Ermeniler bugüne kadar mücadele etmeye ve üzülmeye mecbur kalmaktadırlar.
Osmanlı İmparatorluğu devrinde Türk-Ermeni ilişkileri en güzel devrini yaşamıştır. Osmanlı Tarihi’nin her sayfasında bir Ermeni paşasının, bir Ermeni sefirinin, bir Ermeni umum müdürünün ismine rastlamak mümkündür. Ne yazık ki birçok devletler Ermenilerin bu saadetini kıskanmış onlara bu huzur ve refahı çok görmüş ve kendi milletinin şahsî çıkarları için tek millet, tek vücut halinde yaşayan Türk-Ermeni kardeşliğini bozmak için ellerinden geleni yapmış, silah vermiş, ajanlar, misyonerler, kurmay subaylar göndermiş ve Anadolu’daki Ermenilere hayalî vaatlerde bulunarak ayaklandırmaya muvaffak olmuşlardır.
Hüsranla biten acı netice malûm, neticede kaybeden, ağır darbeyi yiyen zararlı çıkan iki kardeş millet olmuştur. Anadolu’daki Ermenilerin başına birçok felaketler geldiği zaman onları kışkırtan Ermenilerin hamisi pozunda olan milletlerin temsilcilerinin yegâne yaptıkları iş üzüntü ifade eden sahte bir yüzle olayları seyretmek ve bol bol fotoğraf çekmek olmuştur.
Tarih tekerrürden ibarettir derler, maalesef Osmanlı İmparatorluğu devrindeki siyasi entrikalar bugün tekrar sahneye konmak istenmektedir.
Tekrar birçok milletler, azamî gayreti sarfetmekte ve Ermenileri kendi adlarına yem olarak kullanarak bulanık suda balık avlamak istemektedirler.
Muhtelif memleketlerde birçok seneden beri müdafaasız insanları sokak ortasında öldürtmektedirler ve bu cinayetler Ermenilere atfedilmektedir.
Viyana’da, Paris’te, Beyrut’ta, Vatikan’da en son Madrid’de aynı hunhar cinayetler tekerrür etti. Sokaklarda Ermeni davası ile ilgisi olmayan, belki de Ermenileri seven pek çoğu 1915’te doğmamış olan müdafaasız insanlar kurşunlanarak acımasız eller tarafından öldürüldüler...
1915’te olduğu gibi yine bazı devletler tekrar Ermeni Türk ilişkilerinin bozulması için azamî gayreti sarf etmektedirler. Kanaatıma göre, bunların yegâne arzusu, memlekette, Türkiye’deki Ermenilere karşı bir nefret uyandırmak, bazı nahoş hadiseler yaratmak, belki de bir iki kilise birkaç okula karşı bir saldırı tertiplemek ve 1915’te yaptıkları gibi bu devlet temsilcileri sahte üzgün bir yüz ifadesi ile bu olayların resimlerini çekmek ve 1915’in resimlerini nasıl icabında arşivlerden çıkartıp kullanılıyorsa, şimdi de bu resimleri gerekli zamanlarda gerekli yerlerde Türkler aleyhinde delil olarak kullanmak istemektedirler.
Başka bir deyimle, bazı ülkeler kendi tezlerini müdafaa edebilecek bir senaryo hazırlamışlar, bunu filme almak istemektedirler ve bu film için Ermenileri figüran olarak kullanacaklardır.
Türk Ermenileri için çok sevindiricidir ki, hükümetimiz, Türkler ve Ermeniler üzerinde oynanan bu oyunun ilk günden farkına varmıştır. Bu gibi üzücü olaylarda her zaman gereken tedbirleri süratle almakta ve devletin koruyucu kanatlarını bütün Ermeni müesseseleri üzerine gererek Türk ve Ermenilerin düşmanlarının ekmeğine yağ sürebilecek bazı nahoş hadiseleri önlemektedir.
Doç. Dr. Karabet ARMAN
Yedikule Ermeni Hastahanesi Başhekimi.”

PROPAGANDA

02 AĞUSTOS 1978 - Dış Propagandalarla Mücadele Derneği üyelerinin Türkiye’de azınlıklara baskı yapıldığı hususundaki propagandaya karşılık basına yaptıkları açıklama Tercüman Gazetesi’nde yayınlandı.
Açıklama şöyledir:
“Türkiye’de gördüğümüz eşitliği hiçbir yerde tatmadık. Türk vatandaşı olarak Müslümanlar’la bir ayrılığımız yok. Üstelik emel, duygu birliğimiz var. II. Dünya Savaşı’nda ateş, kan dünyayı sarmışken Türkiye’deki azınlıkları Türk Devleti korumayı bilmiştir. Üstelik o zamanlarda bile Amerika’da yaşayan Museviler’den daha rahat yaşayanlardandık.
Avukat Agop BİNYAT
Şalom Gazetesi Muhabiri Moşe GROSMAN
Marmara Gazetesi Muhabiri Yervant GOBELYAN.”

.. 1979 - Fransa'nın Marsilya şehrinde, “Ermeni Kin Anıtı” dikildi. Fransız Bakan Joset Comitte, anıtın açılış törenine katıldı

15 NİSAN 1979 - Yunan Hükûmeti, Atina’nın Nea Simirna meydanında “Ermeni İntikam Anıtı”nın dikilmesine izin verdi

19 NİSAN 1979 - Yedikule Ermeni Hastahanesi Başhekimi Doç. Dr. Karabet Arman’ın, Ermeni Meselesi ile ilgili bir yazısı Günaydın Gazetesi’nde yayınlandı.
Yedikule Ermeni Hastahanesi Başhekimi Doç. Dr. Karabet Arman’ın yazısı şöyledir:
“30 yıl üniversitede görev yaptığım sürece rektörlerden, dekanlardan, hocalarımdan ve tüm üniversite öğretim üyelerinden hiçbir gün hiçbir ayrıcalık görmediğim gibi hepsinin de azınlıklardaki ayrıcalık düşüncesini samimiyetle kınadıklarını gördüm.
Yaşamı boyunca tanıdığım, yakın dostluk kurduğum ve bugüne değin dostluk bağlarımızın devam ettiği valiler, emniyet müdürleri, yüksek rütbeli subaylar, bakan ve devletin yüksek makamını işgal edenlerle yaptığımız samimi görüşmelerde, hiçbirinde Ermeni’ye karşı olumsuz bir düşünceye rastlamadığım gibi, hepsinin, herkesin müşterek fikir olarak;
Türklerin Ermenileri sevdiğini, ülkede Türk-Ermeni ayrıcalığının olmadığını, Ermenilerin tamamen Türk örf ve adetlerine uyduğunu, Türk kültürüne katkıda bulunduğumuz tarih boyu Anadolu’da Ermeniler ile Türklerin kardeşçe yaşadıklarını, bugünkü devlet büyüklerimizden pek çoğunun anne ve babalarının Anadolu’daki komşuları, akrabaları, aile dostları olan Ermenilerle kardeş gibi yaşadıklarını, pek çoğunun bugün bile Avrupa’ya gittikleri zaman orada karşılaştıkları Ermenilerden, Türk olduklarını anladıkları zaman sıcak bir yakınlık gördüklerinden sitayişle bahsettiklerine daima şahit olmuşumdur.
Biz atalarımızın da yaşayıp ölmüş oldukları bu topraklarda, özgürce ve barış içinde yaşamayı en büyük değer olarak görüyoruz. Zira onu kaybeden ülkelerin nasıl perişan olduklarına ve felaketlerden kendilerini kurtaramadıklarına, hatta yokolduklarına bugün de, yaşayan misalleriyle şahit olmaktayız. Biz boş hayaller peşinde koşmak istemiyoruz. Ve herkesin yalnız kendi çıkarı için kullandığını bildiğimiz ve gördüğümüz kendi aklını bizim veya bir başkası için kullanmasını da istemiyoruz. İşte bizim atalarımız da böyle düşünerek en gerçekçi yolun ATATÜRK yolu olduğuna inanarak, bu toprakların kurtarılmasında ona yardımcı oldular. Ermeniler bu inanç ve anlayışla Türk Kurtuluş Savaşı’na katkıda bulundular. Atatürk’ten İstiklal Madalyası alan ve asker olan atalarımızla övünüyoruz. Biz onların çocukları, gene aynı yoldayız. Bu itibarla, Türkiye’yi bölmeye yönelik her türlü girişimlere geçmişte olduğu gibi, bugün de iltifat etmiyoruz ve bunları üzüntüyle izliyoruz. Biz inanıyoruz ki, dünyanın en güzel yerinde Allah’ın bir lütfu olan bu topraklarda insanca barış ve sükûn içinde güvenle yaşamamız ancak bağımsız ve güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti ile kabildir. Tarihte kültürel bağlarla bağlı olduğumuz laik ve demokratik genç Türkiye Cumhuriyetinin ebediyen yaşamasından başka bir düşüncemiz yoktur. Bu düşüncemi sadece Türkiye’de yaşayan değil öyle umuyorum ki, Türkiye menşeli olup dünyada yaşayan bütün Ermeniler de paylaşırlar.
Doç. Dr. Karabet ARMAN
Yedikule Ermeni Hastahanesi
Başhekimi

24 NİSAN 1979 - Gazeteci Levon Panos Dabağyan’ın Türk Ermenileri konusundaki sözleri Tercüman Gazetesi’nde yayınlandı.
“Ermeni milleti, tarihi varlığını tamamen Türk milletine medyundur. Şayet Türkler bizleri külliyen yok etmek isteselerdi, bu mesele Selçuklular döneminde çoktan sonuçlanmış olurdu. Türk Ermeni Patriği dahil, 30’u aşkın kilise ve yine 30’u aşkın okul ve diğer kuruluşların varlığını acaba Allah’tan sonra kime medyunuz!.. Ali Osman Hanedanı’na değil mi?.. Bunu hangi vicdanlı ve şuurlu Ermeni inkâr edebilir!..
Gazeteci Levon Panos Dabağyan”

BEN TÜRK ERMENİ’SİYİM

02 MAYIS 1979 - Gazeteci Levon Panos Dabağyan’ın Ermeni Meselesi ile ilgili bir makalesi Son Havadis Gazetesi’nde yayınlandı.
“Ancak şu var ki, bir Ermeni olarak tarihi ve günümüzdeki varlığımı Türk Milleti’ne borçluyum. Binaenaleyh, Türk Millî bütünlüğüne hizmet etmek ve yüce Türk Devleti’nin varlığı üzerinde titremek en azından ırkî borcumdur. Asırlar boyu ekmeğini yediğim himayesini gördüğüm aziz Türk Milleti’ne ihanet, ne şahsıma ne de ırkıma şeref getirmez. Kaldı ki ben bir Türk Ermeni’siyim, kanım, ruhum Türk’lükle yoğrulmuştur. Dolayısıyla, Türkiye ve Türk insanının içine düşmüş olduğu bu zor dönemde tamamen sessiz kalamazdım!..”

04 MAYIS 1979 - Gazeteci Levon Panos Dabağyan’ın Ermeni Meselesi ile ilgili bir makalesi Son Havadis Gazetesi’nde yayınlandı.
“Ermeni kendi tarihini okuyabilecek olursa, Türk ırkı ile olan yakın bağlarını açıkça gösterecek: Ermenistan’ın bizzat Bizanslılar tarafından yok edilmiş olduğunu öğrenecek ve Selçuklu Türklerinin Ermenilere karşı olan itimat ve samimiyetlerini öğrendiği zaman, büsbütün hayrete düşecektir. Çünkü günümüz Ermenilerinin çoğunluğu bu meseleleri katiyen bilmez. Bütün bunlar, Türkiye’ye karşı gizli emeller besleyen bir takım devletlerin işine gelmez.”

TÜRKİYE’DE RAHAT VE HUZUR İÇİNDEYİZ

06 MAYIS 1979 - Gazeteci Levon Panos Dabağyan’ın Ermeni Meselesi ile ilgili bir makalesi Son Havadis Gazetesi’nde yayınlandı.
“Bizler yetişen hemen her nesile; ıstırap ve ümitsizlik hislerinden gayrı hemen hiçbir şey vermemekteyiz. Yakın tarihte işlemiş olduğumuz korkunç bir hatayı tersinden göstererek onları aldatmaktan gayrı hiçbir şey yapmamaktayız!.. Bu durum Ermeni milletine ne kazandırır? Türkiye içinde ve Türkiye dışında bulunan Türk Devleti’nin ezelî ve ebedî düşmanları bizleri dün nasıl kendi menhus gayelerine alet etmişlerse, günümüzde de aynı metotları uygulamaktadırlar.
Sorarım sizlere! Dünyanın hangi ülkesinde Türkiye’deki kadar rahat ve huzur bulmuşuzdur? Dünyanın hangi ülkesinde Ermenilere, Türkiye’deki kadar namütenahi haklar bahşedilmiştir? Halen, Türkiye içinde otuzu aşkın kilise ve yine otuzu aşkın okula sahibiz. Bunun adı tek kelime ile “Millî kuruluşlardır.” Bu gibi kuruluşlara, hangi Hristiyan ülke müsaade etmiştir? Hangi Hristiyan ülkede bu derece önemli haklara sahip olabilmişizdir? Hemen hiç birisinde bu yoktur. Yine sorarım sizlere, Türkiye’deki “Ermeni ve Lusavoriçagan Patriğini” kim kurmuştur? Günümüzde varlığını sürdürebilen bu mukaddes makamın kurucusu kimdir? Türk değil mi?.. Evet Türk’tür. Şayet Türkler bizleri asırlar boyu hemen her hususta himaye etmeseydi, bütün dünya üzerinde: Ermeni lisanı, Ermeni kültürü diye bir şey kalabilir miydi?.. Asla kalmazdı. Çünkü Türk’ün dışında bulunan hemen her devlet, bizleri kendi potasında eriterek, bunlara karşı bizler ne yaptık? Hepimiz de biliyoruz: Din kardeşlerimiz olan (!) Hristiyan Emperyalistlerin zehir kusan vaatlerine kanarak, yüce Türk Devleti’ne baş kaldırdık. Yani öz Türkçe’si, “Vatana ihanet ettik.” Acıdır ama doğru olan budur. Bütün buna rağmen yine de yüce Türk Milleti bizleri bağrında barındırmaktan geri kalmadı ve halen de öyledir.”

06 MAYIS 1979 - Gazeteci Levon Panos Dabağyan’ın Ermeni Meselesi ile ilgili bir makalesi Son Havadis Gazetesi’nde yayınlandı.
“Unutulmasın ki, Türk’ün düşmanı bizlerin de düşmanıdır. Koca Osmanlı İmparatorluğu’nu yenip tüketen cihan emperyalistleri bu menhus gayelerine erişebilmek için bizleri en alçak şekilde kullanmış ve sonra felaketimiz karşısında omuz silkip geçmişlerdir... Şayet sizler Ermeni’yseniz ki, bunda hiçbir şüphem yoktur. O halde, bu müşterek düşmana karşı mücadeleye katılın. Ermeni insanı bu derece sünepe ve yaşantısı için başka devletlerin yardım ve himayesine sığınacak kadar körleşemez!.. İçimizde bulunan ve başka devletlere karşı duyduğu hayranlık yüzünden devamlı olarak onların propagandasını yapan ve gerçekleri gizleyen bir takım parazitlerin çanına ot tıkamanın zamanı artık çoktan gelmiştir!.. Bu sebeple, cemaatimizin kilit noktalarına yerleşmiş bulunan bir çok iblisin ipliğini pazara çıkarmanın, her şeyden önce “millî bir görev” olduğu inancındayım!.. Dış ülkelerden Türkiye’ye gelen ve hemen her gelişlerinde bizlerin içine zehir tohumları saçan iblisler, bundan böyle gayelerinde muvaffak olamayacaklardır.
Ulu Allah’ın yüce inayetiyle, art niyetli düzenbazların gizli ve maksatlı entrikalarına karşı, bizlerin de gayet güçlü olan bir silahı vardır ve bu silah yüce Türk Millet ve Devleti’nin eşsiz adalet anlayışı ve yine eşsiz önsezisidir. Bu güçlü silahın karşısında hiçbir şer kuvveti dayanamaz. Dayanamadığı gibi de, er veya geç cehennemi boylar. Yeter ki bizler ümitsizliğe kapılmadan, imanla Türk Devleti’ne güvenelim.
Dış dünyada yaşayan Ermeniler, bizlere gıpta ile bakmaktadırlar. Çünkü onların hiç birisi, Türk Devleti’nin bizlere bahşetmiş olduğu kültürel imkânlara sahip değillerdir.”

KARDEŞÇE YAŞIYORUZ

06 MAYIS 1979 - Yazar Torkom İstepanyan’ın Ermeni Meselesi ile ilgili bir makalesi Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlandı.
“TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
Ancak bilinen bir gerçek varsa o da bizim yüzyıllardan beri Türklerle kardeşçe yaşamamızdır. Örf ve adetler, yemekler, şarkılar bakımından birbirimize öyle kaynaşmışız ki adeta tek topluluk olmuşuz.
Dünya kamuoyu önünde memnuniyetle ifade edebiliriz ki bu gerçek en güzel ifadesini asırlara dayanan Türk Ermeni kardeşliğinde bulmuştur. Bu kardeşliğin başlangıcı XI. Yüzyıl ortalarına dayanır. Şöyle ki, 1064’de Pakraduni Ermeni Krallığı’na Bizanslılar tarafından son verilince, Bizans zulmüne dayanamayan Ermeniler, can ve mal emniyetlerini güvence altına almak amacıyla Eğin taraflarına gelip, merhametin yanı sıra konukseverliği de dünyaca bilinen Türklerin himayesine sığındılar. Bu devre onlar için huzur oldu. Vatanlarına sımsıkı bağlandılar. Türkler tarafından bunlardan bazılarına sımsıkı bağlandılar. Türkler tarafından bunlardan bazılarına “Amiral”lik unvanı verildi. Böylece ilk Türk Ermeni dostluğun temeli atılmış oldu. Bu kardeşliğin en güzel kanıtı da bugün dünyanın dört bucağına serpilmiş olan Ermeni toplumunun günümüze kadar varlığını sürdüren Türkçe kökenli soyadlarıdır. Örneğin, Dünya Ermenilerinin Ruhani reisi Katogigos Muhterem Vazgen I. Soyadı Balcıyan’dır. (Romanya doğumlu olduğu halde.)
Bu kardeşliğe yakın tarihimizde düşürülen gölgeye de değineceğim.
Çıkarlarını Türk-Ermeni dostluğuna gölge düşürmekte arayan müşterek düşmanlarımızın art düşünceli politikacıları ne yazık ki, bu kardeş toplulukları birbirine kırdırma siyasetini gerçekleştirmiştir. Kol kola yürüyen omuz omuza haysiyet mücadelesi yapan İmparatorluğun evlatları, birbirine hançer çekmiştir.
O günlerde her iki tarafın liyakatsiz önderlerinin müşterek düşmanlarımızın ülkemizde sergiledikleri oyunlara alet oluşu ne yazık ki, her iki tarafı da telafisi imkânsız zararlara sokmuştur. Üzülerek belirtmek isterim ki, bugün de yurdumuzda aynı oyun başkaları için oynanmaktadır. Türk milleti ve onun yanı sıra “Türkiye’ye bölünmez bir bütündür” diyen Atatürk’ümüzün ilkeleri doğrultusunda kenetlenmiş olan kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, oynanmak istenen bu oyunları bozacak kuvvet ve kudrettedir.
Bu yazım sebebiyle, yurt dışında bazı kimseler belki beni “satılmışlıkla” suçlayacaklardır. Şunu kesinlikle bilsinler ki damarlarımda en az kendileri kadar Ermeni kanı mevcuttur. Bu kanım da o kadar temiz kalmış ki, beni gerçekçi yapmıştır. O gerçek de şudur ki, bizler burada kilise ve okullarımızla her türlü manasız kinlerden uzak tam bir özgürlük ortamında yaşantımızı sürdürmekteyiz.”

KAN KOKAN KONGRE

03-06 EYLÜL 1979 - Ermeniler Paris’te kongre düzenlediler.
“1’nci Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi” Paris'te 03-06 Eylül. 1979 tarihinde toplanmıştır. Bu kongreye ASALA önemli bir güçle katılmış ve kongrede etkin rol oynamıştır. Kongre, Fransa'daki Ermeni ihtilalci güçler üzerinde etkili olmuş, özellikle terör örgütlerine katılma sağlanmıştır. Bu kongrenin amacı; Dünyadaki Ermenilerin bir fikir etrafında., bir bayrak altında toplanması ve örgütlenmesiyle, siyasi ortamın değerlendirilip toprak taleplerine yönelinmesi şeklinde özetlenebilir.
Kongrede önemli öneriler şunlardı:
a-Parti ve mezhep çekişmelerine son verilmeli bir “Merkez Komite” kurulmalıdır.
b-Diaspora Ermenilerinin asimilasyonuna son verecek önlemler alınmalıdır.
c-Eylem ve uygulamalarda ihtiyaç duyulan askeri teorisyenlere ve stratejistler sağlanmalıdır.
Bu kongrede alınan kararlar:
1-Pan Ermenizm hareketi hızlandırılacak, Ermenilik kavramı Diaspora çerçevesinde politize edilecek ve dünyada bir “Ermeni gücü” yaratılacaktır.
2-Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ndeki Ermenilerin, Ermeni sorunlarına yardımcı olmaları imkânları araştırılacak ve gerekli katkıların sağlanmasına çalışılacaktır.
3-Toprak istek ve talepleri doğrudan Türkiye'den yapılacaktır.
4-Ermeni kilisesi milli karaktere kavuşturulacaktır.
5-Bir Ermeni Bankası kurulması çalışmaları başlamalıdır.
6-Merkez Büroları kurulmalı, yayın ve haberleşme imkânları geliştirilmelidir.
Paris Kongresi sonunda, şiddet eylemleri ve terör olayları arttı. ASALA yeni kanlar sağlayarak güçlendi. Bütünleşme çabalarında etkinlik görüldü. Silahlı eğitim faaliyetleri çeşitli merkez ve yerlerde artırıldı.

12 EKİM 1979 – Lahey’de, Hollanda (Amsterdam) Büyükelçimiz Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler Ermeni teröristler tarafından öldürüldü. Olayı bu kez hem “Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları” hem de ASALA ayrı ayrı üstlendi.

17 EKİM 1979 - Topkapı Ermeni İlkokulu Kurucusu Kandilli Ermeni Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı Dikran Kevorkyan’ın, Ermeni Meselesi ile ilgili olarak “ÖÇ ALLAH’INDIR” KELAMINI UNUTANLARA LANET OLSUN yazısı Hürriyet Gazetesi’nde yayınlandı.
“ÖÇ ALLAH’INDIR’ KELAMINI UNTANLARA LANET OLSUN
Lanet olsun kahpece kurşun sıkan ellere,
Lanet olsun Türk’ün yâd ellerdeki temsilcilerine alçakça kurşun sıkan ellere,
Lanet olsun “Öç Allah’ındır” kelamını unutanlara,
Lanet olsun 60 yıllık kini unutmayanlara,
Lanet olsun bir cinayeti bir telefonla üstlenenlere,
Lanet olsun cinayetlerinin günahını başkalarına atanlara,
Lanet olsun vatandaşlık haklarının tümüne sahip Ermeni asıllı Türkleri kahreden canilere,
Lanet olsun Türk’ün sabrını taşıran, efkârı umumiyesini tedirgin edenlere,
Lanet olsun Atatürk neslinin insan severliğini, medenî görüşünü takdir etmeyen nifak odaklarına,
Ve lanet olsun sevgi ve barışa gönlünü kapatıp, kin ve nefreti körükleyenlere...
Dikran Kevorkyan
Topkapı Ermeni İlkokulu Kurucusu
Kandilli Ermeni Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı.”

PARİS

22 ARALIK 1979 - Türkiye’nin Paris Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan, Ermeni terör canileri tarafından Paris’te öldürüldü. Bu olay, Ermeni terörizminin Paris'teki ikinci saldırısı oldu. Olaydan sonra haber ajanslarına telefon eden bir kişi, Roma, Madrit ve Paris’teki eylemlerden "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı örgütün sorumlu olduğunu bildirerek, “Türk Hükûmeti Ermenilere hak tanımadığı için Avrupa'daki Türk diplomatlarını öldürüyoruz” dedi.

.. OCAK 1980 - Elazığ Havaalanı’na inmek isteyen bir uçak, Ankara’ya indirildi. Daha sonra bu uçağın Ermeni kaçakçılarına ait olduğu anlaşıldı.
1980 Ocak ayında Elazığ Havaalanı yer kontrol sinyal aldı...
Bir Boeing 707 iniş izni istedi... Uçağa Ankara rotası verildi... Esenboğa mecburi iniş için hazırlandı. Boeing indi Esenboğa’ya. Koca uçaktan sadece mürettebat çıktı.
-“Motor yandı...”
Kaza diye olay önce fazla büyümedi. Mürettebatın Türkiye’yi gizlice terk ettiği de uzun süre ortaya çıkmadı... Esenboğa’nın bir köşesinde neredeyse unutulup gidecek koca uçak.
Sonunda araştırılmaya geçildi... Boeing 707 büyük bir şebekenin kaçakçılık teknesiydi. Silah taşıyordu... Amerika’da kurulu United Trade İnternationale Şirketi’ne ait olduğunu gösteren bir kayda rastlanıldı önce... Shirly Adams Saghan adlı bir kadın sahibi görünüyordu... Araştırıldı, kadın Ermeni... Biraz daha deşildi Serkis Garabet adı çıktı. İpin ucu ele geçince gerisi çorap söküğü gibi geldi. Uçağı Vahe Ohannes Köylüyan adlı Ermeni kaçakçı yönlendiriyordu.
Vahe Ohannes Köylüyan Ermeni mafyasının veliaht liderlerinden birisiydi... Kuveyt’ten Amerika’ya geniş bir kaçakçılık alanı vardı. Ovenco adı ile çeşitli ülkelerde şirketler kurmuş işini yürütüyordu... 12 Eylül Harekâtı’ndan sonra Türkiye’deki rahatı kaçmış, Ortadoğu’ya atlama taşı yapmak için kendisine Kıbrıs’ı seçmişti. Rum yönetiminin göz bebeği olan Vahe Ohannes Köylüyan, Türk tarafında da dostlar edinmişti. Kuzey Kıbrıs’ta önemli kişilerle ortaklıklar kuran “Vahe Bey” Trans Anatolian Şirketi ile Ortadoğu’ya adadan hava taşımacılığı yapma peşindeydi...
Vahe’nin Kıbrıs’ta işbirliği yaptığı kişilerden birisi de Mancini adlı mafya lideriydi. Mafya İngiliz uyruklu İtalyan Mancini’yi Kıbrıs’a temsilci olarak yerleştirmişti... Vahe Ohannes Köylüyan Antepli ortakları ile işini yürütüyordu Kuzey Kıbrıs’ta...

06 ŞUBAT 1980 - Büyükelçi Doğan Türkmen Bern’de, Ermeni teröristlerin saldırısı sonucunda yara almadan kurtuldu.

13 ŞUBAT 1980 - Bern Büyükelçisi Doğan Türkmen’e ateş açan Ermeni terörist Kilimciyan, Fransa‘da yakalandı.

KAN KARDEŞİ

08 NİSAN 1980 - ASALA, Sayda toplantısında, Kürtlerle Ermeniler arasında benzerlik olduğunu iddia ederek Kürtleri kan kardeşi olarak ilan etti.
PKK ile Ermeni işbirliği ortaya çıktı.
Terör örgütü PKK’nın 21-28 Nisan 1980 tarihini Kızıl hafta olarak ilan etmesi ile Ermenilerin 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anması ve toplantılar yapması,
08.04.1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütlerinin ortak basın toplantısı düzenleyerek toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlaması ile çevreden alınan tepki üzerine ilişkilerini illegal alanda gizli olarak sürdürmeleri kararlaştırılmıştır. Toplantı akabinde 09.11.1980 tarihinde Strasburg Başkonsolosluğumuza, 19.11.1980 tarihinde Roma THY Büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırıların PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmesi,
Terörist başı Abdullah Öcalan’ın Ermeni Yazarlar Birliği tarafından büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı onur üyeliğine seçilmesi,
Ermeni Halk hareketinin bünyesinde terör örgütü PKK’nın birçok Avrupa ülkesinde yaptırdığı gibi Kürdistan Komitesi oluşturması,
04 Haziran 1993 tarihinde Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü Merkezinde bir toplantı yapılması.

17 NİSAN 1980 – Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel’in makam aracına Ermeni teröristler tarafından ateş açıldı. Türel ve koruma görevlisi Tahsin Güvenç saldırıdan yaralı olarak kurtuldular.

19 NİSAN 1980 - ASALA, Marsilya Türk Konsolosluğu'na roketatarlı saldırı düzenledi.

31 TEMMUZ 1980 - Atina İdari Ataşemiz Galip Özmen ve 14 yaşındaki kızı Neslihan Özmen Ermeni teröristlerin silahlı saldırısı sonucunda acımasızca katledildiler. Galip Özmen'in eşi Sevil Özmen ve oğulları Kaan Özmen olaydan yaralı olarak kurtuldular. Saldırıyı bu kez ASALA üstlendi.

ASALA – KÜRT KARDEŞLİĞİ

..AĞUSTOS 1980 - Galip Özmen’i şehit eden Ermeni cinayet örgütü yayınladığı bildiride “…savaşımızı Kürt güçlerle el ele sürdüreceğiz” dedi.
Galip Özmen’i şehit eden Ermeni cinayet örgütü şöyle bir bildiri yayınladı:
“Burası Ermeni Gizli Kurtuluş Ordusu... Ordumuzun çetecileri Türk Diplomatının öldürülmesi sorumluluğunu üstlenmektedir. Savaşımız, Türkiye’deki gerici güçlere, Nato’ya, tüm Emperyalist güçlere ve bizi desteklemeyen ve ilericiliğe set çekmeye çalışan Ermenilere karşı atılmış yeni bir adımdır.. Bu savaşımızı baskı altında yaşayan Türk halkını ve vatanımızı kurtarıncaya kadar, Kürt güçlerle el ele sürdüreceğiz.”

05 AĞUSTOS 1980 – Lyon'da, Ermeniler tarafından konsolosluğun basılması sonucu Kadir Atılgan, Ramazan Sefer, Kavas Bozdağ ve Hüseyin Toprak adlı vatandaşlar yaralandı.

26 EYLÜL 1980 - Paris Büyükelçiliği’nin Basın Danışmanı Sevinç Bakkalbaşı, Ermeni teröristlerin silahlı saldırısı sonucu yaralandı ve kısmen felç oldu.

10 KASIM 1980 - ASALA örgütü, Strasburg Türk Konsolosluğu'na bir saldırı düzenledi.

SİDNEY

17 ARALIK 1980 - Sidney Başkonsolosu Şarık Arıkyan ile koruma polisi Engin Sever Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.

04 MART 1981 - Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat Moralı ile Din Görevlisi Tecelli Arı, Çalışma Ataşeliği’nden çıkıp arabaya binecekleri sırada 2 teröristin saldırısına uğradılar. Moralı saldırı sırasında hayatını kaybederken, Din Görevlisi Arı, ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede öldü. Saldırıyı ASALA üstlendi. Bu olay ile Ermeni terörizminin, Paris'teki üçüncü katliamı oldu. Türkiye, Türk diplomatlarını etkin bir şekilde korumadığı için Fransa'ya protesto notası verdi.

02 NİSAN 1981 - Türkiye'nin Kopenhag Çalışma Ataşesi Cavit Demir, oturduğu apartmanın asansöründe uğradığı silahlı saldırıdan yaralı olarak kurtuldu.

09 HAZİRAN 1981 - Türkiye'nin Cenevre Başkonsolosluğu Sözleşmeli Sekreteri Mehmet Savaş Yergüz, evine gitmek üzere konsolosluktan ayrıldıktan hemen sonra uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Saldırıyı ASALA üstlendi. Olaydan sonra yakalanan Lübnan uyruklu Ermeni terörist Mardiros Camgozyan, 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.

YİNE PARİS

24 EYLÜL 1981 - Paris Güvenlik Ataşemiz Cemal Özen, Paris Başkonsolosluğu’nu basan Ermeni teröristler tarafından vurularak öldürüldü. Başkonsolos Kaya İnal ise yaralanmıştır.
Türkiye’nin Paris Başkonsolosluğu ile Kültür Ataşeliği’nin bulunduğu bina 4 Ermeni terörist tarafından işgal edildi ve 56 Türk rehin alındı. Teröristlerin kısa süre sonra istekleri de belli olmuştu. “Türkiye’de siyasî tutuklu 12 kişinin salınarak Paris’e getirilmesi.”
Teröristlerin Türk Konsolosluğu’nu işgali sırasında Başkonsolos Kaya İnal ve Güvenlik görevlisi Cemal Özen Ermeni saldırganlara müdahale etmek istemiş ancak yaralanmışlardı. Özen şehit düşmüştü. İsteklerini kabul ettiremeyen teröristler, işgalden 15 saat sonra Fransız polisine teslim oldu.
Olayı Ermeni terör örgütü Asala üstlendi.
Paris Başkonsolosumuz Kaya İnal, yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır:
“Vurulduktan sonra 6 saat can çekiştim. Güvenlik görevlisi arkadaşım Cemal Özen ise benim kadar şanslı değildi. Saldırıdan sonra 4 yıl daha aynı odada, aynı masada bir Türk diplomata yakışır şekilde tüm şerefimle çalışmaya devam ettim. Hiçbir yere kaçmadım. Evet ağır yaralı olarak zor kurtuldum. Sağ ciğerimi ve dalağımı kaybettim ama vücudum yine de sağlam.”
Türkiye'nin Paris Başkonsolosluğu ile Kültür Ataşeliği'nin bulunduğu binayı işgal eden 4 ermeni terörist, 56 Türk görevli ve vatandaşı rehin aldı. Teröristler, kendilerine müdahale etmek isteyen güvenlik görevlisi Cemal Özen'i öldürdüler, Başkonsolos Kaya İnal’ı yaraladılar. Ermeni teröristler, Türkiye'de siyasi tutuklu 12 kişinin salınarak Paris’e getirilmesini istediler. İsteklerinin kabul edilmeyeceğini anlayan teröristler 15 saat sonra polise teslim oldular. Türkiye, Fransa'yı bir kez daha uyarırken, Fransa da saldırıyı kınadı. Olayı ASALA üstlendi. Saldırıyı gerçekleştiren 4 ermeni terörist, Vasken Sakosesliyan, Kevork Abraham Gözliyan, Aram Avedis Basmaciyan ve Agop Abraham Turfanyan, 31 Ocak 1984'de Fransa’da 7'şer yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkemenin sonucu Türkiye'de büyük tepkiyle karşılandı.

12 EKİM 1981 - Dabağyan, Son Havadis gazetesinde yayınlanan yazısında, Ermeni Komitacılarının İttihat ve Terakki ile yaptığı anlaşmada samimi olmadığını açıkladı.
Bir Ermeni yazar Jöntürklerin Ermeni Komitacıları’yla yaptıkları ittifakın Türkiye açısından zararını şöyle ortaya koyuyor:
“İttihatçılar ile Taşnaklar arasında gerçek bir samimiyet içinde ittifak olabilir mi? Tabii ki olamazdı. Çünkü Ermeni Komitacıları’nın kendilerine ideal olarak seçtikleri yol, hem her bakımdan zayıflamış durumda bulunan Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak koparmak ve Doğu’dan Batı’ya kadar uzanan muazzam bir Ermenistan meydana getirebilmekti. Gerçi bu tamamı tamamına hem bir hayal mahsulü idi ve gerçekleşmesine asla imkân yoktu. Ama onlar bu ideale tam manada inanmışlardı. Binaenaleyh böylesi bir komite ile İttihatçıların tam bir uyum içerisinde çalışabilmesi elbette ki her bakımdan imkânsızdı... İttihatçıların bu meselede işledikleri en büyük hata, siyasi gayelerle harekete geçmiş bulunan komitacılarla ittifak peşinde koşmaları olmuştur. Hâlbuki tamamı tamamına dış ülkelerden kaynaklanmış ve Türkiye içinde çöreklenmiş bu gibi kuruluşların kökünü kazımak ve diğer taraftan böylesi kuruluşların kahredici kıskacından kurtarmak ve cemaati kendi kaderini kendi tayin edebilecek duruma getirmek gerekirdi. Sultan Abdülhamit Han, bu babda kesmen de olsa muvaffak olmuştu. İttihatçılar ise, daha önce zuhur etmiş olan hadiselerden de misaller alarak daha başarılı bir taktik uygulayabilir ve ‘Ermeni Meselesi’ni temelden hal edebilirlerdi. Ama böyle yapmadılar. Bilakis Taşnaklar ile ittifak yolunu seçerek hayli kan kaybetmiş ve ölmeye yüz tutmuş olan canavara taze kan verdiler. Böylesine yanlış ve mantık almaz bir politikanın nasıl bir ürün vermiş olduğunun cevabını biz değil, bizzat tarih versin.”

ROMA

25 EKİM 1981 - Türkiye'nin Roma Büyükelçiliği İkinci Kâtibi Gökberk Ergenekon, yolda yürürken saldırıya uğradı. Ergenekon, olaydan hafif yaralarla kurtuldu.
Gökberk Ergenekon arabasına baktı... Karşı kaldırımın kenarında park ettiği yerde... Çevresinde de “sakinlik” hâkim. Ergenekon’u bekliyor... Genç adam yürüdü otosuna doğru...
Sakallı, elinde torba o sırada caddenin başında biri belirdi... Via Woprmanni’den girdi Dei Normanni’ye... Spor kıyafeti ile herhangi bir İtalyan işçisi gibiydi... Sakin seri adımlarla taa Ergenekon’un hizasına kadar geldi...
Ergenekon, anahtarı arabanın kilidine uzatıyordu...
Göz göze geldiler... Ergenekon’un gözünde şimşek çaktı...
“İşte beni tedirgin eden.”
Sakallının eli torbaya daldı... Kara, kapkara bir tabanca...
Namluyu görünce geri sıçradı Ergenekon... Kurşun sağ omuzuna değdi geçti... Vücudu öne kaydı... Sol omuzu yandı birden... Kurşun delmişti. Gökberk namlunun hızına yetişme çabasında yaralandığına aldırmıyor bile, eli beline gitti... Üçüncü kurşun bu sırada saplandı sol bileğine... Ergenekon silahını çekti, saldırganı vurdu...
Sakallı kanlarını akıta akıta kaçmaya başladı, Ergenekon peşinde... Siren sesleri gelmeye başladı... Ergenekon kan içinde halsizleşiyor... 750 metre kovaladı adamı.
San Giovanni Hastanesi’nde bileğindeki kurşun çıkartıldığında kendisine yapılan saldırıyı Ermenilerin üstlendiğini öğrendi...
Monte Melkonyan’dı onu vuran...
Kaçtıktan sonra barınağına döndü o da... Ermeni Gençlik Binası’na... Hemen yaralarını sardılar.
-“Polis bulur seni, hemen Marsilya’ya gitmelisin...”
Biraz toparlanınca Dimitri Giorgiu pasaportu ile Fransa’ya doğru yola çıktı.

06 KASIM 1981 - Marsilya’da, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin 61. yıldönümü münasebetiyle, Fransız millî Parlamentosu Başkan vekili Guy Ducolonne başkanlığında bir kutlama töreni düzenlenmiştir. Ducolonne, buradaki konuşmasında, “Fransa’nın yıllardır Ermenilerin besledikleri emellere destek olduğunu ve bunun başında soykırımın kabulünün geldiğini” kaydettikten sonra, “20. yüzyılın ilk soykırımının kabul edilmesi yönünde Fransa Hükûmeti teşebbüste bulunmalıdır” şeklinde bir de büyük laf etmiştir. Ayrıca “Türkiye’deki Ermeni azınlığın varlığını korumak için teşebbüslerde bulunmak da ülkemizin geleneğidir” cümlesi ile de beter bir gaf işlemiştir.

19 KASIM 1981 – Ermeni teröristler, Viyana’da uluslararası memurumuz Enver Ergun’u öldürdüler.

ERMENİ=KÜRT ÖĞRENCİLER

27 KASIM 1981 - Avrupa’da bulunan “Ermeni Öğrenciler Birliği” ile “Kürt Öğrenci Derneği”, Londra’da ortak bildiri yayınladılar

..ARALIK 1981- Marsilya’da yayınlanan Armenia adlı gazetede Ermeni örgütlerinin niyetini açıklar: “1915 soykırımından kaçabilen Ermeniler, yıllarca barışçı yollardan soykırımın kabulünü ve kınanmasını istemişlerdir. Milletlerarası adalet sisteminin gevşekliği, bu gün de Türk yetkililerinin tarihi gerçekleri inkâr ve tahrif etmelerine yol açmaktadır... Bizim yanımızda olan Fransa gibi ülkelerin temsilcilerinin cesaretini kırmayalım... Ayrıca şunu vurgulayalım ki biz terörist değil milliyetçi direniş örgütüyüz.”

19 OCAK 1982 - Fransız Danıştayı “Türkiye’de Ermenilere baskı yapılmıyor” şeklinde bir karar aldı.

28 OCAK 1982 - Los Angeles’te, Başkonsolos Kemal Arıkan, Ermeni terörist Harry Sasunyan ve Kirkor Saliba tarafından öldürüldü.

12 ŞUBAT 1982 - Türkiye Ermenileri Patriği Şinork Kalustyan “Her Türk vatandaşı gibi Türkiye Ermenileri de Türk Ordusu’nun ve Türk Devletinin himayesinde huzur ve emniyet içinde yaşamaktadırlar. Beynelmilel terörün Ermeni ismi altında yurt dışında Türk Diplomatları’na karşı işlediği menfur cinayetlerden dolayı Türkiye Ermenileri büyük üzüntü duymaktadır.” şeklinde konuştu.

21 ŞUBAT 1982 - Prof. Dr. Feridun Uzluk tarafından bulunan “İslam ahalinin Duçar oldukları Mezalim hakkında Vesaike Müstenit Malumat” adını taşıyan eseri Konya İl halk Kütüphanesine hediye etti. 1919 yılında ikinci defa basılan bu eserin yazarı belli değildir.

02 NİSAN 1982 - Massachusetts Eyalet Valisi E. J. King, Ermeni soykırımı yalanlarına katılarak, eyalet meclisi asılsız Ermeni soykırımını kınayan bir karar aldı.

OTTOWA

08 NİSAN 1982 - Türkiye’nin Ottowa’daki (Kanada) Ticaret Müşaviri Kani Güngör, sabah evinin önünde 4 Asala mensubu tarafından vuruldu.
Kani Güngör’ün vücuduna iki mermi isabet etti. Birisi omuriliğini delip geçti.
... Kani Güngör Ermeni terör örgütünün kurşunları nedeniyle tam 19 yıldan bu yana Ankara’da felçli yaşıyor. Boynundan aşağısı tutmuyor.
Kani Güngör, ... şöyle diyordu:
“Kanada’da sedye üzerinde mahkemeye çıktım. Ermeni çetesinin Zucker isimli avukatı, 1915 yılındaki Ermeni soykırımından söz ediyordu. Ben o tarihte henüz doğmamış olduğumu söyleyince ‘Ne yapalım, bunun intikamını almak için vurulanlardan bir tek sen sağ kaldın, o yüzden sana soruyorum’ dedi.”

24 NİSAN 1982 - Yeni Ermeni Direniş Teşkilatı Dortmund’da Türklere saldırdılar.

24 NİSAN 1982 - California’da iddia edilen Ermeni soykırımının 67. yıldönümü münasebetiyle eyalette bayrakların yarıya indirilmesini emreden Vali George Brown, yayınlanan beyannamesinde şöyle demiştir: “Tarih geçmiş olayların bizim tarafımızdan yorumlanmasıdır. Dünya tarihinin en kalabalık dönemlerinden biri, 1915’te 1,5 milyon Ermeni’nin soykırımı ile yaşanmıştır. Hitler, Yahudi ırkını imhaya karar verdiği zaman, Ermeni tecrübesine işaret etmiş ve bu faciaya kimin ne dediğini sormuştur.”

24 NİSAN 1982 - Fransa İçişleri Bakanı ve Marsilya Milletvekili Gaston Deffere, Marsilya’da yaptığı konuşmasında, Ermeni davasını bütünüyle desteklediğini ilan etti. Gaston Defferre, bir başka gün, Bouches du Rhone bölgesinden gelen Ermeni dernekleri temsilcilerine hitaben yaptığı bir konuşmada da “Türk hükûmetinden “1915 soykırımını kabul edilmesini isteyen” bu karar tasarısını, Avrupa Parlamentosundaki Fransız Sosyalist grubuna kendisinin telkin ettiğini, tasarının benimsenmesi halinde milletlerarası alanda büyük bir adım atılmış olacağı ve bundan sonra Ermenilerin Unesco ve Birleşmiş Milletler seviyesinde yeni eylemler bekleyebilecekleri de açıklanmıştır.

BOSTON

04 MAYIS 1982 - ABD'nin Boston Bölgesi Fahri Konsolosu Okan Gündüz Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.

07 HAZİRAN 1982 - Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay öldürüldü.

21 TEMMUZ 1982 - Türkiye'nin Rotterdam Başkonsolosu Kemal Demirer'e konutu önünde silahlı saldırı düzenlendi. Demirer, olaydan yara almadan kurtulurken, saldırgan yaralı olarak yakalandı.
Rotterdam’da 1982 Temmuz’u...
Sabah saat 08.30 ... Hollandalılar yaz tatili için Akdeniz kıyılarındalar... Caddeler tek tük dolu... Onlar da işlerine giden insanlar...
Endrachtseweg Caddesi’ndeki dört kişi o gün Hollanda’nın en tedirgin insanları hiç kuşkusuz... Araçların akıp gittiği yolun kenarındaki kaldırımlarda ikişer ikişer ayrılmış karşılıklı bekliyorlar... Yanlarında birer torba var, sırtlarına asılı... Torbalarda otomatik silahlar...
Türk Başkonsolosu’nun otomobili görüldü caddenin başında...
Saat 08.45...
Başkonsolos Kemal Demirer makamına geliyor...
Şoför Park Otel’in önüne geldiğinde irkildi...
-Saldırı!...
Otomobil caddede görününce torbadan silahları çıkarmıştı kaldırımdakiler... Beyrut’taki kampta eğitildikleri gibi aracı kıskaca alacak biçimde hazırlandılar... Namlular hedefe döndü...
-Koltuğa yatın efendim...
Türk Başkonsolosu’nun şoförü eğitilmiş koruma görevlisiydi... Her an tetikteydiler...
Şoför gaza dokundu...
Otomobilin burnu dikildi... Kaldırımdakiler bastı tetiğe... Otomatik silahların kurşunları namludan fırladılar, doğru Başkonsolos’un otomobilinin camlarına...
“Çapraz ateş...”
Otomobil zırhlı ve kurşungeçirmez...
İlk anda elliden fazla kurşun çarpıp sekti otomobilden... Ne Başkonsolos, ne de şoföre ulaşamadılar... Şaşkın saldırganların barikatını yarıp geçtiler bir anda...
Polisten siren sesleri “şaşkınların” kulaklarına ulaştı...
“Kaçalım...”
Saldırıyı unutup parktaki otomobillerine koştular... Caddeyi lastik sesleri doldurdu... Onlar gözden kaybolmadan, polis yetişti... Kovalamaca başladı...
Volmarjin Caddesi’nde sıkıştılar... Trafikten kaçamıyorlar... Atladılar aşağı... Sokak aralarına dağılıp kurtulacaklar... Polis kararlı bırakmıyor... Çatışma başladı sonunda...
Saldırganların planı var... “Bir fedai çıkacak, kaçış yolu tıkanırsa polisi göğüsleyecek...”
Planı uyguladılar... Üçü kaçarken dördüncü polise kurşun yağdırmaya başladı... Vurdular onu... Yaralı ele geçti... Öteki saldırganlar kayboldu ortadan...

22 TEMMUZ 1982 - Ermeni canilerin saldırısına uğrayan Rotterdam Başkonsolosu Kemal Demirer, Ankara’ya gönderdiği raporunda saldırı hakkında bilgi verdi.
Saldırıya uğrayan Başkonsolos Kemal Demirer ertesi gün şifre ile raporunu bildirdi.
“Saldırganların üzerinde Türk pasaportları var... Sahte pasaportlar... Lübnan’da bir matbaa sahte pasaportumuzu yapıp teröristlere veriyor, bilginize...”
Ankara’da, Başkonsolos’un raporu değerlendirildi...
“Araştıralım şu işi Lübnan’da...”
ASALA Beyrut’tan eyleme yolladığı militanlara pasaport sağlamakta pek güçlük çekmiyordu... Rumlar, Yunanistan, Suriye gönüllü pasaport veriyordu ASALA’ya... Ankara bu “işleri” tespit etmişti... Şimdi de Türk pasaportu ile dolaşıyorlardı işte...
Karar verildi Lübnan’a adam gönderilecek...

ERMENİLER GÖZ BOYUYOR

.. TEMMUZ 1982 - Le Figaro gazetesinde “Ermeniler Göz Boyuyor” başlığıyla bir yazı yayınlandı.
Fransa’da terörün büyümesinin halk arasında, Sosyalist iktidara karşı bir güvensizliğin başlamasına sebep olduğu ve Fransa içişleri Bakanı Gaston Defferre’nin Ermeni terör örgütleriyle anlaşma yaptığı yolunda basında haberler çıkmaktadır. Le Figaro gazetesinde “Ermeniler Göz Boyuyor” başlığı altında yer alan bir makalede özetle şu görüşler belirtilmektedir: “Ermeni terörizmi şimdi tam bir göz boyama oyunu peşinde... Emperyalizme ve Siyonizm’e karşı mücadele ettiğini ileri süren Ermeni teröristlerin artık maskeleri düşmüş ve gerçekler ortaya çıkmıştır. Çünkü bir süredir Türkiye’deki PKK örgütüyle ilişki kuran Asala’nın Marksizm’e nasıl boyun eğdiği de görülmüştür. Asala için Georgios Kaşıkyan ne pahasına olursa olsun kurtarılması gereken önemli bir tutuklu değildir. Ama Asala onun, Fransız polisi tarafından sorguya çekilerek Ermenilerin, Filistinliler ve Kıbrıslı EOKA’cılarla ilişkilerinin ortaya çıkarılmasından endişe etmektedir. Nasıl ki, ASALA Beyrut’ta Filistinlilerin desteği olmadan yaşayamazsa Paris’teki teröristler de mahalli destek görmeden ayakta duramazlar. Teröristlerin büyük bir çoğunluğunun Lübnan’dan geldikleri doğrudur ama Paris’teki hükûmetin onlara geniş çaplı bir destek sağladığı da gözlerden uzak tutulamaz.”

07 AĞUSTOS 1982 – ASALA’ya bağlı 2 terörist Ankara Esenboğa Havalimanında düzenlediği silahlı baskında 8 kişi öldü, 72 kişi yaralandı. Bu, Ermeni terörizminin Türkiye’deki ilk eylemi oldu.

10 AĞUSTOS 1982 - Artin Penik adlı Ermeni, Esenboğa katliamından duyduğu üzüntüyü dile getirerek, kendini yakmak suretiyle Ermeni terörünü lanetledi

27 AĞUSTOS 1982 – Ottowa Askerî Ataşemiz Albay Atilla Altıkat, Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.

.. AĞUSTOS 1982 - Bulgaristan Başkonsolosluğu Burgaz İdarî Ataşesi Bora Süelkan, Bulgaristan’daki Türkiye’ye zarar veren kaçakçılara aman vermemekte idi.
12 Eylül sonrası Anadolu’daki kaçak yolları bir bir kesilmeye başlayınca “Bulgaristan’dakiler” huzursuzlaştı.
Varna’daki villada Vezir kardeşler “çıkış yolu” arıyorlar...
Reşit Vezir ve Şaban Vezir Kintex’in muteber adamları...
Henri Aslanyan ne ise Avrupa’da Kintex için, Vezir kardeşler de aynı şekilde değerli Ortadoğu bağlantılarında... Vezir kardeşler Suriyeli... 1970 başlarına kadar Türkiye’nin güney illerinde kamp kurmuşlar, sonra sınır dışı edilmişlerdi...
-“Tedbir almazsak yakacak bizi Türkiye...”
Şaban Vezir villanın koca odasına sığamıyor, bir aşağı bir yukarı sinirini yenmeye çalışıyor...
-“ASALA’ya haber edelim baksın icabına...”
Reşit Vezir suikast peşinde:
-“Neydi o bizim için soruşturma yapanın adı?..”
-“Bora... Bora Süelkan...”
-“Elçilikten değil mi?..”
-“Konsolosluk görevlisi.”
Şaban Vezir kardeşine döndü:
-“Ben bir Suriye’ye gideyim...”
Burgaz’daki Türk Konsolosluğu’nun İdarî Ataşesi Bora Süelkan tek tek tespit ediyordu Türkiye’ye zarar veren silah tacirlerini... Şaban Vezir’in Suriye’ye gittiğini de tespit etti. Konsolos’a bilgi verdi...
Ataşe, “adamının” kendi eceli için pazarlığa gittiğini tahmin etmiyordu bile... Halep’e geldi. Muhaberattan kendisini Agop Agopyan ile görüştürmelerini istedi. Agopyan Beyrut’taydı. Haber ettiler geldi.
-“Sen meraklanma Vezir... “
-“İş bitene kadar silah gönderemem haberiniz olsun.”
Geri döndü Şaban Vezir.
Üç gün, arkasından üç kişi geldi Beyrut’tan Bulgaristan’a...

TÜRKLER DÜŞMANIMIZ DEĞİLMİŞ

08 EYLÜL 1982 - Gazeteler, Esenboğa’daki katliamın sorumlusu Ermeni terörist Leon Ekmekçiyan’ın ifadesini yayınladı. Leon Ekmekçiyan ifadesinde, “Türkler bizim düşmanımız değilmiş... Türkler bize cani diye tanıtılmıştı... ama cani olmadıklarını şimdi anlıyorum...” dedi.
Beyrut yakınlarındaki Eşkin Dağı’nda bulunan ASALA Askerî Kampı’nda eğitilip, şartlandırılarak masum insanları öldürmek üzere Türkiye’ye gönderilen Leon Ekmekçiyan, idama mahkûm olacağını bile bile şöyle diyordu:
“Kanımın bana verdiği ve ruhumdan kopan hislerimin dile getireceğim. Mukaddes kitaba el basarım ve ölen kardeşimin mezarının toprağına el basarak derim ki, söyleyeceğim sözleri baskı altında sarf etmiyorum. 1915 olayları hakkında bizim büyüklerimiz bize o şekilde öğrettiler ki, Türkler kanımızı emmişler. Hâlâ Türkiye’de Ermeni meselesi var. Türkler Ermenilerin sonunu getirecek bir yol izliyorlar. 24 yaşına kadar ben bu fikirlerle büyüdüm. Beynim yıkandı. Büyüklerim bana bu hususları telkin ettiler. Şimdi menfaatleri için böyle davrandıklarını anlıyoruz. Şimdi anlıyorum ki, Türkler bizim düşmanımız değilmiş. Bizim düşmanımız bizim tarihimizi yazanlarmış. Şimdi oluşan teşkilatlar, memleketi kurtarma iddiasındalar. Sekiz sene önce refah ve huzurlu yaşarken, sekiz yıllık partiler, teşkilatlar, memleketi kurtaracağız diye bizim huzurumuzu bozdular. Bu yol memleketin kurtarılması için takip edilecek bir yol değildi. 24 senelik beyin yıkanışlığının ve 30 gün kaldığım Türkiye’de gördüklerim ve bana yapılan muameleler gerçeği anlamama yardımcı oldu. Türkler bize cani diye tanıtılmıştı. Ama Türklerin kim olduklarını, cani olmadıklarını şimdi anlıyorum. Türklerin masum çocuklarını ve kadınlarını öldüren, kanını döken bana; bu asil millet kanını vererek hayatımı kurtardı. Ermeni milletine söyleyeceğim çok şeyler var.
Bu sözlerim, aynı zamanda benim gibi yanılgı içinde olan arkadaşlarım içindi. Benim ricam Ermeni milletinin uyanması, sebepsiz olarak iki milleti birbirine düşüren ve ölüme doğru Ermeni milletini sürükleyen teşkilatlar için konuşacağım. Benim ruhumdan kopan çığlıklarla dile getirmek isterim ki, Ermeni milletini aydınlığa değil, kendisini ölüme sürükleyen teşkilat ve partiler uyansınlar. Türkiye’de kaldığım süre içinde Ermeni milletini yegâne seven milletin, Türk milleti olduğunu gördüm. Bizlere telkin edilen hususların yalan olduğunu anladım. Eğer 1915’te bizlere karşı bir haksızlık yapılmışsa, bugün aynı haksızlığı biz nasıl yapabiliriz?.. Bugünkü olaylar, 1915 olayları değildir. Benim dileğim odur ki, Ermeni milleti içinde bulunduğu uykudan uyanarak benim gibi gençleri hataya ve yanlışlığa sürükleyen köpekleri içinden temizlesin. Bize anlatılan şeyler mesnetsiz şeylermiş. Milletime Türk milleti ile kardeşçe yaşamalarını telkin ediyorum. Onların yarın ki nurlu yolu, Türk milleti ile iyi münasebetler içinde olmaları sayesinde gerçekleşecek.
Yeniden yemin ederim, bu sözleri hiçbir baskı ve telkin altında söylemiyorum. Ben bugün Türk adaletinin önündeyim. Kendimi bir kere değil, on kere idama mahkûm kabul ediyorum. Aynanın önünde kendime baktığım zaman kendimi bir katil olarak görüyorum. İdama mahkûm edilsem bile, idam edileceğim güne kadar Ermeni milletini yanlış yola sevk eden teşkilatlara karşı geleceği haykıracağım ve onlarla mücadele edeceğim. Bana bahşedilen lütuflar için şükranlarımı arz ediyorum.”

08 EYLÜL 1982 – Esenboğa’daki katliamın sorumlusu Leon Ekmekçiyan’ın ASALA ve aldatılmış Ermeni gençlerine yazdığı bir mesajı yayınlandı.
Leon Ekmekçiyan, Esenboğa’daki katliamın sorumlusu idi ve idama gitmeden önce ASALA katilleri ile aldatılmış Ermeni gençlerine içinde bir mesaj göndermek gelmişti. Türkiye Radyo ve Televizyonları’nda da kendi sesi ile yayınlanan Ekmekçiyan’ın mesajı şöyle idi:
“Sevgili arkadaşlar,
Ne yazık ki, ben bütün hayatım boyunca bize anlatılan sahte sözlere ve yalan tarihe inanmıştım. Bugün bizim vatanın kurtarılmasının ismi altında çalışan bu örgütlerin eskiden bizim başımızda olan Taşnaklardan hiçbir farkının olmadığını yeni uyanan gerçeklere ve şimdi hissettiklerimle tespit ettim.
Benim bu düşüncelerimi takip ediniz. Çünkü bizim Ermeniliğin mezarı şimdi kazılıyor. Bizim satılmış yöneticilerimiz tarafından 24 yıllık hayatımda bize öğretilen fikirler benliğime o kadar yerleşmiş ki, Türkiye’de bir ay bulunmam bunu bana hissettirdi.
Bunu size anlatacağım. İyi dinleyiniz. Bize düşman denilen Türklerle 3 gün yaşadım ve gördüm ki, bizim düşmanımız bizim büyüklerimiz ve bizim tarihi yazanlardır. Buna inanın ve bu yanlış yoldan ellerinizi çekin. Sizi seven ve sizin iyi olmanızı isteyen Türk halkı ile kardeşçe yaşayın. Çok acısı, suçsuz insanların ölümüne sebep olduğum için vicdanım daima beni rahatsız edecektir. Benim sizden kardeşçe ricam şudur ki, siz de benim yaptığım yanlışlığı yapmayın. Çünkü sizin vicdanınız da benim gibi rahatsız olacaktır. Benim sizden ikinci ricam ve en gereklisi şudur ki, sizin ailenizin ve Ermeniliğin yarınki hayatı aydınlansın. Size bu konuda aklıselim ve başarı temenni ederim.
Ben bu mektubu yazan Leon Ekmekçiyan’ım. Bütün hayatım boyunca bizi yanıltan köpeklere karşı bütün gücümle çarpışacağım. İşlediğim cürümden dolayı önce ben vicdanımı temizleyeceğim. Türk adaletinin bana vereceği bu hakkı ben alacağım.
Abou Raşit (Leon Ekmekçiyan)

Mektubu yazdıktan sonra, aklıma mühim bir şey geldi. Beni iyi dinleyin. Zannetmeyiniz ki, bu mektubu zorbalıkla yazdırdılar. Yine iyi dinleyin. Mukaddes Kitap’ın ve kardeşimin mezarının toprağı üzerine yemin ederim.”

BULGARİSTAN

10 EYLÜL 1982 - Bulgaristan Başkonsolosluğu Burgaz İdarî Ataşesi Bora Süelkan Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.
Ceplerinde Lübnan pasaportları vardı ve bu pasaportlarda Arap isimlerine sahip oldukları görülüyordu...
İkisi kadın üç ölüm makinesi Ermeni’ydi...
Bora Süelkan’ı takip ettiler.
Tatil günüydü. Bora Süelkan evinden çıkıp alışverişini yaptı. Oturduğu bloğa geri döndü.
Saat 14.40 olmuştu. Süelkan otomobilinden indi; elinde paketleri binanın girişine yürümeye başladı. Ermeni katil bir anda karşısında bitti...
7.65 Valter tabancanın namlusu Süelkan’a uzandı. Ermeni arka arkaya bastı tetiğe, tam altı el ateş etti. Üç kurşun saplandı Türk diplomata. Katil kurşunları bitince önce tabancasını attı yere... Silahı kullandığı elindeki plastik eldiveni çıkardı. Sonra cebindeki mesajı da kanlar içindeki diplomatın üstüne atarak kaçmaya başladı. Çevrede olayı gören tek tük insan da donup kalmıştı gördükleriyle... Katil biraz ilerdeki beyaz renkli Lada otomobile bindi... Direksiyondaki kız bastı gaza, uzaklaştılar...
Geride kalan kâğıtta cinayeti ASALA’nın işlediği yazılmıştı...
Lada kaçtı gitti... İçindekilerin izine rastlanmadı...

08 OCAK 1983 – Lizbon İdari Ataşemiz Erkut Akbay’ın, Ermeni teröristler tarafından 07.06.1982 tarihinde şehit edildiği sırada yaralanan eşi Nadide Akbay vefat etti.

29 OCAK 1983 - Ermeni terörist Levon Ekmekçiyan, 1982 yılı Esenboğa baskını nedeniyle Ankara'da idam edildi.

.. 1983 - Antilyas Katogigos’u I. Horen öldü. Yerine Katogigosluk Makamı’na II. Karekin adı ile Karekin Sargisyan geçti.
II. Karekin adıyla Katogigosluk Makamı’na oturan Sargisyan, genelde politikasını, anti-Türk çalışmalar üzerine inşa etti. Onun bu yoldaki çalışmalarını dört noktada toplamak mümkündür:
1-Lübnan-Beyrut’u, Rusya dışında, dünya Ermenilerinin dinî ve siyasi merkezi haline getirmek,
2-Ermeniler arasında toparlayıcı, yönlendirici güçlü liderlik problemini çözümlemek için, “Kilikya Hanedanı” soyundan gelen dinî bir liderin şahsında yeni bir lider yaratmak,
3-“Kilikya Görüşü”nü, Dünya Ermenilerinin dinî ve siyasi ideolojisine çerçeve olarak kullanmak. Başka bir ifade ile İstanbul Ermeni Patrikliği ve Eçmiyazin Katogigosluğu dışında en güçlü kilise cemaati görüntüsünü yaratmak,
4-Kilikya Katogigosluğu’nun kontrolünde bulunan diğer ülkelerdeki Ermeni cemaatlerini anti-Türk propaganda ile beslemek ve milletlerarası platformda Ermenilerin sözcüsü olarak görünmek.

BELGRAT

09 MART 1983 - Belgrat Büyükelçisi Galip Balkar ve makam şoförü Necati Kaya, 2 Ermeni terörist tarafından silahlı saldırıya uğradılar. Necati Kaya öldü. Ağır yaralanan Büyükelçi Galip Balkar ise 11 Mart’ta hayatını kaybetti. Harut (Kirkor) Levonyan ve Rafi (Aleksandr) Elbekyan adlı iki Ermeni militan tarafından Türkiye'nin Yugoslavya Büyükelçisi'ne düzenlenen suikast sırasında, yoldan geçen bir Belgratlı da öldü. Ermeni teröristler, 09 Mart 1984’te 20’şer yıl ağır hapis cezasına çarptırıldılar.

07 MAYIS 1983 - Hürriyet gazetesinde, “Hainin İtirafı: TİKKO Genel Sekreteri Haydar Akgün Konuştu: “ASALA ile birlikte çalıştık” başlıklı haberde, TİKKO’nun ilkokul öğretmeni olan genel sekreteri Haydar Akgün, “Rusya tarafından kurulan ve Moskova’nın finanse ettiği ASALA ile çalıştıklarını...” itiraf etti.
TİKKO Genel Sekreteri Ali Haydar Akgün şunları anlatıyordu:
“Yurt içinde de zaten bunlar bizim örgütümüzde barınırdı. Son olarak Suriye’nin başkenti Şam’daki büyük toplantı yapıldı. Bu toplantıların birincisine bizim örgütümüzün temsilcisi olarak Hüseyin Balkır, ikincisine ise Hasan Aksu katıldı. Bunların yanı sıra ASALA’nın lideri, Mihri Belliciler ve PKK diye bilinen Apocular örgütünün lideri Abdullah Öcalan toplantıda bulundu. Toplantının sonunda, bu örgütler Ermenilerle iş ve eylem birliği kararını aldı. Yurt dışında öldürülen Türk temsilcilerinin katilleri arasında Ermeniler kadar bu örgütlerin de militanları vardır. Şam yakınlarında kamplarda ASALA, TİKKO, PKK ve Mihri Belli taraftarları birlikte eğitim görmektedirler. Eğitimler Sovyet subayları ve KGB ajanları tarafından yapılmaktadır.
ASALA, Rusya tarafından kurulmuş olup, Moskova tarafından finanse edilmektedir.”

14 TEMMUZ 1983 - Brüksel Ataşemiz Dursun Aksoy Ermeni teröristler tarafından şehit edildi. Saldırıyı ASALA üstlendi.

15 TEMMUZ 1983 – Asala mensubu teröristler, Paris’te Orly havalimanını ve THY’nin Orly havalimanı bürosuna bombalı saldırı düzenledi. İkisi Türk, ikisi Fransız, biri de Amerikan uyruklu olmak üzere 5 kişi öldü, 60 kişi yaralandı.

15 TEMMUZ 1983 - ASALA liderleri Lübnan’da birbirine girdiler. Agop Agopyan, isyan eden Viken Ayvazyan ve Katsık Havaryan isimli iki militanı öldürttü. Monte Melkonyan ve Alex Komşuyan isimli diğer iki lider ise kaçarak Agopyan’ın katliamından kurtulmayı başardılar.

20-24 TEMMUZ 1983 - Ermeniler, İsviçre Lozan’da, İsveçli Ermeni papazı ve Taşnak mensubu James Karnusyan’ın organize ettiği II. Dünya Ermeni Kongresi’ni düzenlediler.
Kongreye başkanlık yapan Taşnak mensubu papaz James Karnusyan, hedeflerini; bütün dünyaya dağılmış bulunan Ermenileri millî kurtuluş doğrultusunda siyasî bir hareket şeklinde örgütlemek, örgütlenmiş Ermeni toplumunun devletler ve Birleşmiş Milletler tarafından tanınmasını sağlamak, Türkiye ile diyalog kurmak ve Türkiye’ye soykırım iddialarını kabul ettirmek, Ermenilerin Anadolu’ya dönme imkânını ve Türkiye’nin Ermenilere tazminat ödemesini sağlamak şeklinde açıkladı. Ayrıca, Ermenileri “Tek bir vatan, tek bir dava, tek bir mücadele” için birleşmeye çağırarak, kongrenin, Ermenilerin siyasî, dinî ve coğrafî bölümlerinin giderilmesi amacı ile yapıldığını ilan etti.
Lozan Kongresi önemli gelişmeler sonucunda toplandı. Terör büyük boyutlara vardırılmış, dünya kamuoyu giderek Ermenileri ve teröristleri kınama durumuna gelmişti. Özellikle toplu katliam şekline varan eylemler başta Ermeniler olmak üzere bütün dost, tarafsız hatta müttefik güçleri bile tedirgin etmekteydi. Bu durumlar karşısında “Ermeni siyasi görüşlerini birleştirmek ve tek doğrultuda hareket etmelerini sağlamak” amacıyla Lozan Kongresi toplandı. ASALA bu kongreye katılmadı. Şiddet yanlıları ise azınlıkta kaldı. Kongre sonunda Taşnaklarda ve ASALA’da bölünmeler görüldü. Alt terör tim ve grupları zaman zaman başıboş yeni örgütler şeklinde harekete giriştiler. Ve büyük bir kısmı tasfiye edildi. Tutuklandı, mahkûm edildi.
Kongrede önemli konu ve öneriler şunlardı:
a-Bir kurucu heyet oluşturulmalı, temel politikalar saptan-malı, toprak taleplerinin esasına ilişkin görüşler belirlenmeli, bu istek bir esasa bağlanmalı.
b-“Milliyetçi, demokratik düşüncede bir ulusal kurtuluş hareketi oluşturulmalı.”
c-Bu kongreler, Dünya Yahudi Kongreleri’ne benzer ve onun gücünde, demokratik parlamenter bir niteliğe ulaştırılmalıdır.
Bu kongrede alınan kararlar:
1-Kongrelerin demokratik, parlamenter bir niteliğe ulaştırılması için gereken hazırlıklar yapılacak ve bir “Anayasa” hazırlanacaktır.
2-Kurucu heyet, hem Anayasa hazırlıklarını yapacak, hem de çeşitli siyasi görüşlerin sentezini oluşturacak çalışmalarını bu metne katacaktır.
3-Kongre çalışmaları, bir bildiri ile dünya kamuoyuna açıklanacaktır.
Bu kongre çeşitli tartışmalarla kapandı. Büyük bir keşmekeşlik görüldü. Ilımlılar kongreye hâkim oldular. Ancak önemli gelişmeler sağlayamadılar. Kongreden sonra çatışmalar devam etti, yukarıda açıklanan bölünmeler başladı.

21 TEMMUZ 1983 - Orly katliamında ölenlerin sayısı 7’ye çıktı. Yaralılardan biri Türk olmak üzere 2 kişi daha öldüler.

LİZBON

27 TEMMUZ 1983 - Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği'ni basan beş Ermeni ölü olarak ele geçirildi. Elçilik Müsteşarı Cahide Mıhçıoğlu, Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.

16 AĞUSTOS 1983 - Lübnan’da örgüt içi katliamda Agop Agopyan’ın elinden kurtulan Monte Melkonyan (asıl adı Dimitri Giorgiu) ve Katsık Havaryan “ASALA-MR” adı altında yeni ASALA’yı kurdular ve yayınladıkları bildiriyle eski ASALA’ya göre “bağımsızlık” ilan ettiler.
ASALA-MR, 16 Ağustos tarihli bildirisinde Agop Agopyan’ı “faşist gangster” olarak nitelendiriyor, Orly katliamını kınıyor ve bütün Ermeni örgütlerinin, Apoyan ASALA’sından desteklerini çekerek yeni ASALA’ya yardımcı olmalarını istiyordu. Bildiride “Askerî harekâtlar siyasi prensiplerinden ayrılamaz, bizim siyasi prensiplerimiz içinde insan hayatına saygı da vardır. Oysa Apoyan kör terör faaliyetleri ile Türk devletleriyle hiçbir alâkası olmayan masumları da acımasızca karşısına aldı”deniyordu.

04 EKİM 1983 - Apo’nun sağ kolu, idam talebi ile yargılanan Şahin Dönmez, Tercüman gazetesinde yayınlanan röportajında, Abdullah Öcalan 1979’da Beyrut’ta ASALA ile anlaştı, dedi.
Şahin Dönmez, sözlerine şunları ilâve etmiştir:
“PKK, Sovyetler Birliği Komünist Partisi emrine girdiği yıl ASALA ile anlaştı. Bu gerçeği kimse unutmamalıdır.”

08 EKİM 1983 - Orly havaalanı katliamının bombalarını yapan Soner Nayır Fransız Polisi tarafından yakalandı.

PAPAZLAR İŞ BAŞINDA

21 KASIM 1983 - Ermeniler, Amerika California’da, Başkonsolosumuz Kemal Arıkan’ı şehit eden Ermeni terörist-katil Hampig Sasunyan için “Hampig Gecesi” düzenlediler.
28 Ocak 1982 tarihinde Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan’ı şehit eden ve yargılanarak mahkûm olan Lübnan asıllı Hampig Sasunyan için 21 Kasım 1983 tarihinde California Montebello’daki “Kutsal Haç Ermeni Resul Kilisesi”nde bir “Hampig Gecesi” düzenlendi ve günün anlamını belirtmek için yapılan dinî töreni “Batı Ermeni Resul Kilisesi” Başpiskoposu Yeprem Tabakyan yönetti. Terörist katil Hampig Sasunyan’a verilen bu manevî destek, Ermeni kilisesinden kaynaklanıyordu. Ve işin en ilginç ve kaygı verici tarafı da toplantının dinî bir kuruluşta düzenlenmesi ve ABD’nin ileri gelen bir dinî lideri tarafından yönetilmesi idi.

.. ARALIK 1983 - Viyana Katolik Ermeni Kilisesi Patriği Mesrob Kirkoryan, basına verdiği demecinde, Türkiye’nin soykırımı kabul etmesini, her Ermeni’nin gönlünde Ağrı Dağı’nın yattığını ve Ağrı Dağı’ndan toprak parçası verilerek sınır düzeltilmesinin de yapılabileceğini, böylece Ermenilerin bütün düşmanlıkları bırakacağını belirterek, bu konularda Türkiye’nin Ermenistan Cumhuriyeti’ni muhatap olması gerektiğini ifade etti.

12 OCAK 1984 - Lizbon’daki Türk Büyükelçiliği’ni basan ve baskın sırasında ölen beş Ermeni teröristi için Washington D.C. nin mahallesi olan Chevy Chase’deki Surp Haç Kilisesi’nde “Lizbon Beşlisi” için ayin düzenlendi. Ayin Taşnak Partisi tarafından himaye edildi.

20 OCAK 1984 - Üç Ermeni’yi öldüren kapıcının idam kararı onaylandı.

21 OCAK 1984 - Lizbon’daki Türk Büyükelçiliği’ni basan ve baskın sırasında ölen beş Ermeni teröristi için İllionis Glenview Ermeni Azizler Resul Kilisesi’nde ayin düzenlendi.

22 OCAK 1984 - Lizbon’daki Türk Büyükelçiliği’ni basan ve baskın sırasında ölen beş Ermeni teröristi için Rhode İsland’daki St. Vartanantz Kilisesi’nde ayin düzenlendi.

29 OCAK 1984 - Lizbon’daki Türk Büyükelçiliği’ni basan ve baskın sırasında ölen beş Ermeni teröristi için New Jersey Ridgefield’deki St. Vartanantz Kilisesi’nde ayin düzenlendi.

31 OCAK 1984 - 24 Eylül 1981 tarihinde Paris Başkonsolosluğumuzu işgal ederek Başkonsolos Kaya İnal’ı yaralayan, Güvenlik görevlisi Cemal Özen’i şehit eden 4 Ermeni terörist, Vasken Sakosesliyan, Kevork Abraham Gözliyan, Aram Avedis Basmacıyan ve Agop Abraham Turfanyan’a Fransız Mahkemeleri tarafından 7’şer yıl hapis cezasına çarptırıldılar.

13 MART 1984 - Ottowa’da görevli Ticaret Müşaviri Kani Güngör’e saldıran dört Ermeni daha yakalandı.

12 NİSAN 1984 - Ermenilerin hâkim olduğu Russel Mahkemesi, Sorbonne Üniversitesi’nde Türkiye’yi yargıladı.

16 NİSAN 1984 - Ankara Üniversitesi tarafından düzenlenen “Uluslararası Terörizm Sempozyumu”nda “Ermeni saldırganlığı” konusu ele alındı.

TAHRAN

28 NİSAN 1984 - Tahran Büyükelçiliği Sekreteri Şadiye Yönder ve eşine ateş açıldı. Işık Yönder yaralandı.

16 HAZİRAN 1984 - Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan’ın katili Hanpig Harry Sasunyan ömür boyu hapse mahkûm edildi.

20 HAZİRAN 1984 - Viyana Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Erdoğan Özen otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldü. Olayı “Devrimci Ermeni Ordusu” üstlendi.

12 EYLÜL 1984 – ABD Temsilciler Meclisi’nde, “Ermeni Soykırımı” günü kabul edildi. Türkiye bu kararı protesto etti.

12 EYLÜL 1984 - ABD Temsilciler Meclisi’nin 24 Nisan’ı da “insanın insana zulüm günü” ilan etmesi Türkiye-ABD ilişkilerini gerginleştirdi.

15 EYLÜL 1984 - ABD ile Türkiye ilişkilerin gerginleşmesine karşılık hükûmet “soğukkanlı davranma” kararı aldı.

17 EYLÜL 1984 - “Ermeni Soykırımı” iddiası, ABD Senatosu Genel Kurulu’na geldi.

21 EYLÜL 1984 - İran’da Türk firmalarına Ermeni saldırısı oldu.

26 EYLÜL 1984 - ABD Dışişleri Bakanı Shultz, Dışişleri Bakanımız V. Halefoğlu’na kongreden Türkiye aleyhine karar çıkmayacağına dair teminat verdi.

ASALA - PKK İŞBİRLİĞİ

13 EKİM 1984 - İsveç’te ele geçirilen bazı belgelerle, PKK’nın Asala ile işbirliği yaptığı ortaya çıktı.

19 KASIM 1984 - Viyana’da BM’de görevli Enver Ergun otomobiline açılan ateş sonucu öldürüldü. Olayı, Ermeni Devrimci Ordusu üstlendi.

02 ARALIK 1984 - İrlanda Büyükelçisi Gündoğdu Üstün, Dublin’deki evinde ölü bulundu.

12 ARALIK 1984 - Brüksel Başkonsolosu’na suikast teşebbüsünden sonra yakalanan dört Ermeni tutuklandı.

15 ARALIK 1984 - Yurt dışındaki kaçak solcular işbirliği yaparak eylemlerini sürdüreceklerini açıkladılar. PKK, TİP, TKEP, TKP, TKSP ve TSİP birlikte çalışacaklarını ilan ettiler.

15 ŞUBAT 1985 - Asala örgütünün TKP ile işbirliği yaptığı açıklandı.

ORLY DAVASI

19 ŞUBAT 1985 - Paris’te “Orly Davası” başladı.

04 MART 1985 - Orly davasında mahkeme Nayır’a 15 yıl, Semerciyan’a 10 yıl, Garbisyan’a müebbet hapis cezası verdi.

12 MART 1985 - Kanada’da Ottowa Büyükelçiliği’ni basan üç Ermeni terörist, aralarında Büyükelçi Coşkun Kırca’nın 14 yaşındaki kızının da olduğu 11 elçilik mensubunu rehin aldılar. Kırca ikinci kattan atlarken yaralandı. Beş saat süren operasyon sonucunda Ermeni teröristler yakalandı. Operasyonda bir Kanadalı güvenlik görevlisi öldü.

13 NİSAN 1985 - 1981 yılında Türkiye’nin Paris Başkonsolosluğu’nu basan dört Ermeni’den Aram Basmacıyan Fleury Merogis Hapishanesi’ndeki hücresinde kendisini astı.

21 NİSAN 1985 – Orly davasında Soner Nayır’a yataklık eden Ara Toranyan dört ay, Arto Pehlivanyan sekiz ay, Setrak Kazancıyan 14 ay, Vahe Culfayan 12 ay hapis cezası aldılar.

14 MAYIS 1985 - Ottowa Mahkemesi, üç Ermeni’nin Coşkun Kırca’yı “öldürmeye teşebbüs etmedikleri”ne karar verdi.

BİLİM ADAMLARININ RAPORU

19 MAYIS 1985 - Amerika’daki bilim adamları, Ermeniler konusunda hazırladıkları raporu, Temsilciler Meclisi üyelerine sundular.

ABD TEMSİLCİLER MECLİSİ ÜYELERİNİN DİKKATİNE
Türk, Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşmış, aşağıda imzaları bulunan Amerikalı akademisyenler, ABD Temsilciler Meclisi'nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin birçok açıdan yanıltıcı ve (veya) yanlış olduğu görüşündedirler.
“İnsanlık dışı Davranışları Anma Milli Günü” kavramına tam olarak destek vermemize karşın, söz konusu metinde dikkat çekilen aşağıdaki kısmı kabul edilemez buluyoruz:
“...Türkiye'de 1915 ve 1923 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımın kurbanları olan 1,5 milyon Ermeni kökenli insan...”
-…1922'de tarih sahnesinden silinmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, şu anda Güneydoğu Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da bulunan ve sadece bir tanesinin Türkiye Cumhuriyeti olduğu 25'ten fazla devletin topraklarını ve halklarını bünyesinde barındıran bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı zamanında gerçekleşen hiçbir olaydan sorumlu tutulamaz. Ancak kararda “Türkiye” adını kullanarak kararı yazanlar 1915 ve 1923 yılları arasındaki “soykırım”ın sorumluluğunu Türkiye’ye yüklemek istemişlerdir.
-… Hem Müslüman hem de Hristiyan nüfus arasındaki kayıplar büyük rakamlardadır. Ancak saldırgan ve masum olanı ayırdedebilmek, çok sayıda Hristiyan kadar Müslüman’ın da içinde bulunduğu Doğu Anadolu halkının hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olayların nedenlerini belirleyebilmek için tarihçilerin ulaşmaları gereken daha birçok belge ve bulgular vardır.
…Şimdiye kadar, konuyla ilgili olan Sovyetler Birliği, Suriye, Bulgaristan ve Türkiye'nin arşivlerinin büyük kısmı tarihçilere kapalı tutulmuştur. Bu arşivlere ulaşılıncaya kadar Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararı kapsamındaki Osmanlı İmparatorluğunun 1915-1923 yılları arasındaki tarihi tam olarak bilinemez.
…Yukarıdaki yorumların da gösterdiği gibi, Osmanlı-Ermenilerinin tarihi tarihçiler arasında sıkça tartışılan bir kanundur ve tarihçilerin birçoğu da 192 sayılı karardaki ifadelere katılmamaktadır. … Tarihsel olarak şüpheli varsayımlara dayalı böylesine bir karar, sadece dürüst tarihsel araştırmaya zarar verir ve Amerikan yasama sürecinin güvenirliliğini sarsar. 19 Mayıs 1985

05 HAZİRAN 1985 - Soykırım tasarısı ABD Temsilciler Meclisi’nde reddedildi.

31 AĞUSTOS 1985 - Müebbet hapis cezasına çarptırılmış olan Ermeni terörist katil Yanıkyan af ile serbest bırakıldı. Serbest kaldıktan kısa bir süre sonra öldü.

07-13 TEMMUZ 1985 - Ermeniler Sevr’de kongre düzenlediler.
07 -13 Temmuz 1985 tarihinde Sevr’de toplanan ve adına “III üncü Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi” denilen, kongrede temel amaç, hazırlanan “Ermeni Anayasası’nın” kabulü idi. Bu suretle, Ermenileri dünya çapında temsil edecek bir “Birliğin” oluşturulmasına çalışılacaktı.
Bu kongreye Ermeni terör örgütleri resmen katılmadı. Taşnakların temsil niteliği uzun tartışmalara sebep oldu. ASALA bu kongrede de temsil edilmedi. Şiddetli tenkitlere maruz kaldı.
Kongrede öneriler şunlardı:
a-“Tek Ermenilik, tek amaç, tek mücadele, tek ses” bir slogan halinde önerildi ve kabul edildi.
b-Sevr'in geçerli, Lozan'ın geçersiz olduğu ileri sürüldü.
c-ASALA desteklenmemeli önerisi kabul edildi.
ç-Türkiye’ye karşı sürekli savaşın devam edeceği önerildi, kabul edildi.
d-Türkiye'nin yayılımcı politikasına karşı Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rumlarının sürdürdükleri savaşın desteklenmesi önerildi, kabul edildi.
e-Kongrenin, “Sürgündeki Filistin Millî Konseyine” benzer bir nitelik taşıması önerisi, gerekli gelişmelerin izlenmesi suretiyle kabul edildi.
Kongre kararları:
1-Kongre, hazırlanan ve bir Anayasa niteliği verilen «Ermeni Anayasası» metnini kabul etti.
2-Kongre, amaçlara erişebilmek için çok yönlü bir stratejinin uygulamaya konulmasını da kabul etti. Buna göre:
a-“Türk sömürgeciliği ile mücadele için, Ermeni ve diğer halklar arasında olduğu kadar, Ermeni ulusal kurtuluş hareketiyle Türkiye’deki ilerici -devrimci- hareketler arasında da ittifaklar kurulması ve Ermeni halkının mücadelesinin kaçınılmaz olarak baskı altındaki öteki halkların davasıyla bağımlı olduğu” nun bilinmesine karar verildi.
b-“Dünya Ermeni kongresi, kendisinin herhangi bir devlet ya da güçle ilişkisinin bulunmadığım ilan ederken, Ermeni halkının mücadelesine saygı duyan ve destekleyenlerin yardımlarını kabul edeceğini” de kararlaştırdı.
3-Kongre, Lozan Antlaşmasında imzası bulunan devletlere, Birleşmiş Milletler’e, Sovyetler Birliği'ne, Sovyet Ermenistan'ı Cumhuriyetine, A.B.D’lerine, Avrupa Konseyine, Bloksuzlar hareketine başvurarak, “Ermeni halkının sömürgeciliğin kaldırılmasından yararlanmayan tek halk olduğunun” bildirilmesine karar verdi. Ve bu karar uygulandı.
4-Kongre, Türkiye'nin 1915 soy kırımını kabul etmesi için zorlanmasına ve böyle bir kabul halinde topraklarının kurtarılması yolunun açılacağına inanarak, bu niyetini kullanmaya karar verdi, gerekli yerlere bildiriler dağıtıldı, başvurular yapıldı.
5-Kongre, Sovyet Ermenistan'ında Ermeni kültürünün korunmasına yardımcı olduğu için Sovyetler Birliği'ne teşekkür eden bir kararı kabul etti.
Bu kararda, Sovyetlerin soy kırımını kabul etmiş olması ve Zrtisan 1985 tarihli Pravda’da bu hususta bir makale yayınlanmış bulunması övgü ile anılırken, soy kırım tasarısının kongreden geçmesini sağlayamadığı için Amerika yönetimi eleştirildi.

27 KASIM 1985 - Orly davası sanıklarına yataklık etmekten yargılanan Ara Toranyan beraat etti.

14 ARALIK 1985 - Türkiye Berlin Başkonsolosu Argun Özer öldü.

31 ARALIK 1985 - Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Adnan Bulak öldü.





TOPLU MEZAR

01 MART 1986 - Iğdır'a bağlı Oba köyünde Ermenilerce katledilmiş Türklere ait bir toplu mezar olduğu ilk defa Prof. Dr. Enver Konukçu tarafından tespit edilmiş ve bu arşiv belgeleriyle de desteklenmiştir.
Iğdır’a bağlı Oba Köyü’nde Ermeniler tarafından katledilmiş masum Türklere ait bir toplu mezar olduğu ilk defa Erzurum AA muhabiri A. E. Uzundere tarafından tespit edilmiş ve bu Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Enver Konukçu’nun yaptığı arşiv araştırmalarıyla da doğrulanmıştır. Uzun bir araştırma ve Oba Köyü’ndeki olayların görgü tanıklarının dinlenmesinin ardından 01 Mart 1986 günü, Oba Köyü toplu mezar kazısına başlanmıştır. Önde gelen basın-yayın ve TRT TV kameralarının objektifleri önünde gerçekleştirilen toplu mezar kazısı sonucunda, tarihi belgeleri doğrulayan maddi bulgular ortaya çıkmış, olayların görgü tanıklarından Sakine Aksu, H. E. Güneş, H. A. Köprü ve H.İ. Altıntaş’ın anlattığı "Tandır Damı Katliamı" bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
Oba Köyü’nün Harmanlar mevkiinde, yaklaşık 6x8 m. boyutlarındaki yıkık tandır damının kuzeye bakan kapısının iç bölümünde başlatılan ilk kazı açması, maddi kalıntılar yönünden “Kapalı Demir Kilit” dışında pek fazla verimli olmamıştır. Bunun üzerine ikinci açma, tanık ifadelerinde sözü edilen toprak zemine yerleştirilmiş tandırı ortaya çıkarmaya yönelik olarak, doğrudan odanın orta kısmında yapılmıştır. Yaklaşık 1.00 m.lik üst dolgu toprağın altında, anlatılan şekilde bir “tandır” (basit yapıda ekmek pişirme yeri) bulunması, tanık ifadelerini doğrulayan önemli bir bulgu olmuştur. Bu bölümde genişletilen kazı çalışmaları sonucunda, düzensiz duruşlu çok sayıda insan iskeleti ortaya çıkarılmıştır. Özellikle bazı kafatasları üzerinde rastlanan delik, çatlak, kesik izi ve kırıklar, bu insanların öldürülmeden önce üzerlerine ateş edildiğini ve değişik kesici aletlerle saldırıya uğradıklarını açıklıkla göstermektedir. Bir başka gözlemlenen yapı ise, bulunan kafataslarının hepsinin de aynı durumda –yüzlerinin yere dönük- olmasıdır.
Tandır damının ortasındaki toprak tandırın güneyinde zeminde bulunan taş altlık, yapının toprak damlı üst örtüsünü taşıyan tek ahşap direğe ait olmalıydı ve bu direkle çatı üst örtüsünün yarı yanık durumlu parçaları da, azıda ortaya çıkarılmıştır.
Kazıda elde edilen bulgular, tarihi gerçekleri belgelemeye yeter niteliktedir. Ortaya çıkarılan kalıntılar, layların görgü tanıklarını doğrular yöndedir ve bunlara göre “Tandır Damı Katliamı” şu şekilde sahnelenmiştir. Oba köyünden zorla toplanan savunmasız masum insanlar (kazıda üzerlerinden herhangi bir silah çıkmamıştır.) aralarında yaşlı, kadın ve çocuklar da olmak üzere, bu tandır damına doldurularak, da kapısı dışarıdan üzerlerine kilitlenmiştir. Olayın görgü tanıklarının da ifade ettikleri gibi kapıyı ve tek pencereyi dışarıdan tutan Ermeni çetecileri hiç kimseyi damdan dışarıya çıkartmazlar. Ardından da damın içerisindeki savunmasız insanların üzerine silahlarıyla ateş ederler. Kazı sırasında iskeletlerle birlikte bulunan mermi çekirdekleri, Ermeni çetecilerin silahlarına ait olmalıdır. Masum Türklere yaptıklarıyla yetinmeyen Ermeni çeteciler, tandır damının üstüne çıkarak, bacadan döktükleri gazyağı ile tandır damını ve içeridekileri acımasızca yakarlar. Yapı içerisinde meydana gelen yangın, içeridekilerin tümünün yanmasına sebep olur. Özellikle odanın ortasında ve güneybatı köşesinde iskeletlerin yoğun bulunması ve güney duvardaki yağlı (!) koyu is katmanı bunu göstermektedir. Önce toprak üst örtüyü taşıyan, odanın ortasındaki tek ahşap direk yanar, ardından da toprak dam bütün ağırlığıyla aşağıya çöker. Kafataslarının hepsinin yüzükoyun tabana dönük olması, iskeletlerin parçalanmış ve kemiklerin yer yer kırılmış yapısı da bunu belgelemektedir. Olayın bir yangınla ört-bas edilmeye çalışılması, maddî kalıntı açısından olası birçok bulguyu yok etmiştir. Bilimsel ölçüye uygun gerçekleştirilen kazı sırasında sadece bir küçük giysi parçası, yüksek ısıyla eriyen demir parçaları, yanık ahşap hatıl parçaları, bazı cam kırıkları mermi çekirdekleri ile kafataslarının sayılmasından anlaşıldığı kadarıyla 90’ın üzerinde insan iskeleti ortaya çıkarılmıştır. İskeletlerde el ve ayak parmak kemiklerinin bulunmaması, bunların tamamen yanmış olduklarını akla getirmektedir. Damın iç cephe duvarları üzerindeki kalın yanık ve kül katmanı, katliama ait olası diğer belgelerin bu yangında yok olduğunu göstermektedir.

19 MART 1986 - Ermeni Halk Dansları Topluluğu MARAL'ı kuran Benon Kuzubaş öldü.

24 NİSAN 1986 - Soykırım günü ilan ettikleri 24 Nisan’da, Atina’da gösteri yapan Ermeniler Türk bayrağını yaktı.

BİR TOPLU MEZAR DAHA

05 MAYIS 1986 - Erzurum’a bağlı Alaca Köyü’nde birinci toplu mezar kazısı yapıldı.

22 HAZİRAN 1986 - İspanya’daki Türk Büyükelçisi Semih Akbil öldü.

01 TEMMUZ 1986 - Erzurum’a bağlı Alaca Köyü’nde ikinci toplu mezar kazısı yapıldı.
05 Mayıs ve 01 Temmuz 1986 günlerinde Erzurum’un batısındaki, merkeze bağlı Alaca Köyü’nde, olayların görgü tanıklarının ifadeleri ve yer göstermeleri doğrultusunda yapılan toplu mezar kazılarında 3 ayrı oda mezar açılmıştır. Mezarlarda yaklaşık 3 m.lik bir dolgu toprağının altından toplam 278 insan iskeleti ve bunlara ait çeşitli buluntular ortaya çıkarılmıştır. Ele geçen bulgular arasında bugün Erzurum Müzesi Soykırım Seksiyonu’nda sergilenen, dağınık Kuranı Kerim sayfaları, genç kızlara ait örgülü saç parçaları, bakır tel bilezik ve yüzükler, üzeri Arapça yazılı muska, yine üzerinde “Yadiğar” adı okunan akik taşı kolye ve boncuklar, mermi çekirdek ve kovanları ile ağızlıklar, iskeletlerden geriye kalmış bazı giysi parçaları, toplu mezarların kesinlikle masum Türklere ait olduklarını bir kez daha ortaya koymuştur.
1918 yılı Şubat ayında yapıldığı tarihi kayıtlardan bilinen Alaca Köyü katliamında, Iğdır Oba Köyü’nde olduğu gibi özellikle yaşlı erkek, kadın ve savunmasız çocuklar Ermeniler tarafından acımasızca öldürülmüştür. Alaca Köyü toplu mezar buluntuları ve kazı resimleriyle Erzurum Müzesi’nde, açılışını Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in yaptığı bir “Soykırım Seksiyonu” düzenlenerek, kamuoyunun tarihi gerçekleri daha yakından öğrenmesi amaçlanmıştır.

10 TEMMUZ 1986 - Ermenilerin 1918 yılında 278 Türk’ü şehit ettikleri Alaca Köyü’nde yapılan anıt açıldı.
Ermenilerin 1918 yılında 278 Türk’ü şehit ettikleri Alaca Köyü’nde inşa edilen anıtın açılışında, katliamı gören 83 yaşındaki İsmail Gürcan şunları söylüyordu:
“Ben o sırada 12-13 yaşında çocuktum. Ellerimi annemin ellerine bağlamışlardı. Hepimizi topluca yaylım ateşine tuttular. Annem bana siper olduğu için kurşun yarası alamadım. Ancak daha sonra bizleri süngülediler. İki süngü yarası almıştım. Cesetler ve yaralılar üst üste düşmüştük. Ermeniler kaçıp gittikten sonra Türk Ordusu geldi ve bizi kurtardı, tedavi ettirdi. Topu topu kurtulan 12-13 kişiydik.”
26 KASIM 1986 - Türkiye Başkonsolosluğu’nda meydana gelen patlama ile ilgili üç kadın, 8 Ermeni, Avustralya polisi tarafından gözaltına alındı.

ERMENİ TASARISI

23 NİSAN 1987 – 24 Nisan’ı “Ermeni Soykırım Kurbanlarını Anma Günü” kabul eden tasarı, ABD Temsilciler Meclisi Posta ve Sicil Hizmetler Komisyonu’nda 4’e karşı 14 oyla kabul edilerek Genel Kurul’a gönderildi.

23 NİSAN 1987 - Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Şükrü Elekdağ Ankara’ya çağrıldı.

24 NİSAN 1987 - Amerikan Temsilciler Meclisi Posta Komisyonu’nun Ermeni yanlısı tasarıyı Genel Kurul’a sevk etmesi, Ankara Washington arasındaki ilişkileri daha da gerginleştirdi.

15 MAYIS 1987 - Ermeni terör örgütü Asala, bir Türk-Yunan savaşında Yunanistan’ı “kendi yolları ve yöntemleri ile” destekleyeceklerini açıkladı.

23 KASIM 1987 - Eçmiyazin Katogigosu I. Vasgen’in Amerika’da yaptığı konuşmalar basınımızda yer aldı.
1987 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne giden Eçmiyazin Katogigosu I. Vasgen, çeşitli eyaletlerde düzenlenen ayinler ve toplantılar sırasında hitap ettiği Ermeni asıllı Amerikalılara, “vatana dönüş” temasını işlemiştir. New York, San Francisco ve Los Angeles’e uğradıktan sonra Kanada’ya geçen I. Vasgen, yaptığı konuşmalarında, Avrupa Parlamentosu’nun (sözde) soykırımı kabul etmesinden sonra, ikinci aşamada Birleşmiş Milletler’in de aynı konuda karar alması gerektiğini, soykırımın tanınmasının, Hristiyan bilincinin ve Hristiyan adaletinin temel bir konusu olduğunu, bir gün Ağrı Dağı’nın etrafında yeniden bir araya gelineceği temalarını da işleyerek Ermeni propagandasındaki dinî motife ağırlık vermiştir. I. Vasgen, dinî otoritesini, Sovyetler Birliği’nin Ermenilik siyasetine uygun olarak ustalıkla kullanan bir Ermeni Katogigosu olarak temayüz etmiştir.

10 ARALIK 1987 - Demokrat Parti'nin İstanbul Milletvekili Ermeni asıllı Mığırdıç Şellefyan öldü.

.. ŞUBAT 1988 - Halep doğumlu Levon Ter-Petrosyan, Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’dan ayrılarak Ermenistan’a bağlanmasını sağlamak amacı ile “Karabağ Komitesi”ni kurdu.

.. 1988 - Sovyet makamları, anti-Sovyet Ermenilerin lideri Paruyr Hayrikyan’ı, uçakla Etiyopya’nın merkezi Adis Ababa’ya bıraktı.

BİR TOPLU MEZAR DA VAN’DA

17 HAZİRAN 1988 - Van’ın Erciş ilçesinde Çavuşoğlu Samanlığı adı verilen yerde toplu mezar kazısı yapıldı. Ermenilerin Erciş’te yaptıkları katliamların bir bölümü daha ortaya çıkarıldı.
Van’ın Erciş ilçesi, Kışla Mahallesi’nde C. Bağırsakcı’ya ait arsada 17.06.1988’de yapılan temel kazısı sırasında 9 kişinin topluca gömüldüğü bir mezara rastlanmıştır. Yapılan derinlemesine araştırmalar sonucunda burasının, eski Çavuşoğlu Samanlığı adı verilen yapı olduğu ortaya çıkmış ve olayın görgü tanığı olan 97 yaşındaki M. Hatunoğlu’nun ifadesine göre toplu mezar, Ermenilerce katledilmiş Ercişli Müslümanlara aittir.
Çavuşoğlu Samanlığı olayının canlı görgü tanığı Erişli M. Hatunoğlu’nun (Veli Çavuş’un Mehmet) ifadesine göre, katliam şu şekilde meydana gelmiştir: Erciş’e giren Ermeniler, şimdiki Çınarlı Mahallesi’nde camiden çıkardıkları Müslümanları kazıklara oturtmuşlar; Çavuşoğlu Samanlığı’nda da çok sayıda insan, balta, kürek ve satırlarla vurularak öldürülmüştü. Öldürülenler arasında, katliamı Türklere haber vermeye çalışan Türk dostu Ermeni Şimo’nun kızı “Pasıh” da bulunmaktadır.
Çavuşoğlu Samanlığı’ndan elde edilen kafatasları ve iskeletler üzerinde yapılan incelemelerde, buradaki insanların değişik kesici aletlerle yapılmış işkencelerle öldürüldükleri ve gerçekten de bunlardan birinin, farklı ırk özellikleri taşıdığı ortaya çıkmıştır.

07 EKİM 1988 - Erzurum’un Dumlu ilçesine bağlı Yeşilyayla Köyü’nde toplu mezar kazısı yapıldı. Bu kazı, Ermeni vahşetini yeni belge ve bulgularla bir kere daha ortaya koydu.
Erzurum Ovası’nın doğusunda, Kargapazarı Dağları’nın eteğine kurulmuş eski adıyla Arzutu (Arzuti), yeni adıyla Yeşilyayla’da bir toplu mezar yeri olduğu Prof. Dr. Enver Konukçu tarafından tespit edilmiş yapılan yüzey araştırmaları, canlı tanık ifadeleri ve arşiv belgeleri de bunu doğrular yönde sonuçlar vermiştir. Kâzım Karabekir ve Twerdo-Khlebov’un anlatımlarından 11-12 Mart 1918’de gerçekleştirilen katliamın sorumlularının, Taşnak çetelerinden Albay Morel, Albay Torkom ve General Antranik olduğunu öğrenmekteyiz.
Kâzım Karabekir’in hatıralarında geniş yer verdiği Yeşilyayla katliamını aydınlatmayı amaçlayan toplu mezar kazısının en önemli yanı, çalışmaları izlemek üzere dış basının da davet edilmiş olmasıdır. Ancak, gerçeklere gözlerini kapatıp, kulaklarını tıkayanlar (!) ve iğrenç Ermeni yalanlarına inananlar; arşiv belgelerini ve binlerce şehidi görmezlikten gelenler, tarihî gerçeklerin aynası toplu mezar kazılarını da görmezlikten gelmişlerdir.
Dar bir çerçevede yürütülen Yeşilyayla toplu mezar kazısı 4 ayrı açmada yoğunlaştırılmıştır. Etrafı duvarla çevrili mekâna girişin yan kısmındaki C ve D açmalarında, 1-1,5 m. Derinlikte, köylülerin katliamı anlatırken sözünü ettikleri çok sayıda, yığılmış halde insan iskeletine rastlanmıştır. Belirli bir gömü biçimi göstermeyen iskeletler dağınık durumda ve değişik pozisyonlar göstermektedir. Toprak dam örtülü yapı tavanın çıkartılmış yangınla yanarak, buraya doldurulmuş insanlar üzerine çökmesi sonucu, kafatasları kırılmış ve yer yer de yanmıştır. Kazı sırasında ele geçen yanık ağaç ve tahta parçaları bunu açıklar niteliktedir.
Yeşilyayla katliamında, köyden toplanan kadın, çocuk ve yaşlı erkekler köyün batısındaki bir mereğe (saman damı) zorla doldurularak üzerlerine ateş açılmış ve vahşice öldürülmüşlerdir. Kazı sırasında ortaya çıkarılan ay-yıldız süslü tütün tabakası, parçalanmış Kur’an-ı Kerim sayfaları mermi çekirdek ve kovanları, yarı yanık ahşap direk parçaları, genç kızlara ait uzun saç örgülü parçalar, kadınlara ait ipekli giysi parçaları, para keseleri, deri kemer parçaları, pişmiş toprak lüleler, erimiş madeni eşyalar ve küçük sırça düğmeler, savunmasız kadın ve çocuklara ait olmalıydı. Çalışmalar sırasında bulunan 100’e yakın iskelet arasındaki, çocuğuna sarılmış annenin manzarası karşısında yürekler bir kere daha derinden sızlanmıştır.

08 NİSAN 1989 – Ermeni terör örgütü ASALA ile Apocular, yani PKK, Lübnan’da ortak bir basın toplantısı yaparak, Türkiye’ye karşı birlikte mücadele edeceklerini açıkladılar.
Ermeni terör Örgütü Asala, Lübnan’ın Sidon şehrinde illegal “Kürdistan İşçi Partisi (Apocular)” yandaşları ile müşterek bir basın toplantısı düzenleyerek Türk hükûmetine karşı mücadele etmek amacıyla bir ittifak kurduklarını dünya kamuoyuna açıkladılar. Yüzlerinde yalnız göz delikleri açık siyah maskelerle bir düzine erkek ve iki kadın bu toplantıda kendilerini “Türk hükûmetine karşı ortak savaş veren Türkiye’deki Ermeni gerillaları ve Kürt ihtilalcileri” diye tanıtmışlar ve etraflarını çevreleyen Dr. George Habbaş’ın Filistin gerillalarına “Rejimi yıkıp Ermeni ve Kürt istekleri yerine gelene kadar Türk yetkililerine karşı silahlı operasyonlarını arttırmak amacında olduklarını, Asala ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) adına Marksist Filistin örgütleri de aralarındaki bağları pekiştirmek istediklerini” söylemişlerdi.

AMATEU: SOYKIRIM YOK

20 NİSAN 1989 – Kaliforniya’da yaşayan ve 100 yaşındaki J. Amateu, Ermeni soykırımının asılsız olduğunu yeminli ifade ile açıkladı.
ABD'nin Kaliforniya Eyaletinde yaşayan Albert J. Amateu’nun Doküman 8 olarak sunulan 1989 yılında noter aracılığıyla verdiği yeminli beyandır. Amateu bu beyanında sözde Ermeni soykırım iddialarının asılsız olduğunu açıklamaktadır. 20 Nisan 1989 tarihinde, 100 yaşında bir insanın vicdan muhasebesinin ürünü olan beyan, sözde Ermeni soykırımı iddialarında bulunanlara verilebilecek en güzel cevaptır.

.. 1989 – Ermenistan’da deprem meydana geldi.

..KASIM 1989 - Levon Ter-Petrosyan’ın kurduğu “Karabağ Komitesi”, ad değiştirerek “Ermeni Millî Hareketi” adını aldı.

.. 1990 - Erivan’da, “Arev” adında Yahudi-Ermeni Kültür Derneği kuruldu.

.. MAYIS 1990 - Ermenistan’da yapılan seçimlerde en fazla oyu Levon Ter-Petrosyan aldı.

VAN-ZEVE KAZISI

04 NİSAN 1990 - Van Zeve toplu mezar kazısı yapıldı. Yabancı basının da takip ettiği kazı sonunda Ermenilerin vahşi ve çirkin yüzü bir kere daha gözler önüne serildi.
Van’ın yaklaşık 18 km. kuzeybatısındaki Çitören Köyü (Harabe) yakınında Ablangis (Mermit) Çayı kıyısında yer alan Zeve Şehitliği’ndeki toplu mezar kazısı 04 Nisan 1990 günü yapılmıştır. Çok sayıda yerli ve yabancı basın-yayın organının gözleri önünde gerçekleştirilen kazı çalışmalarında, Ermenilerin vahşi yüzü ve tarihî gerçekler bir kez daha gözler önüne serildi.

04 AĞUSTOS 1990 – Levon Ter-Petrosyan, Ermenistan’daki seçimleri kazandığı için Ermenistan Yüksek Sovyet Başkanı seçildi.

11 EYLÜL 1990 - Ermeni Patriği Karakin Kazancıyan, İstanbul Valisi Cahit Bayar'a nezaket ziyaretinde bulundu

21 OCAK 1991 - Ermeniler, Hacılar kentine bombalı saldırı düzenledi. Saldırıda 3 Sovyet askeri ile 2 Azeri öldü. Ermeniler ayrıca, Azerbaycan'ın Sesi gazetesi muhabiri Savâtin Askerova'yı katletti.

05 ŞUBAT 1991 - Elmira Kafarova, Azerbaycan Yüksek Sovyet Başkanlığı'na seçildi.

22 ŞUBAT 1991 – Bakü’de, Transkafkasya Müslümanları Dinişleri Başkanlığı’na bağlı faaliyetlerini sürdüren medrese, İslam Enstitüsü’ne dönüştürüldü.

SALDIRGAN ERMENİLER

03 NİSAN 1991 - Azerbaycan'ın Kazak bölgesine, silahlı bir Ermeni grubu saldırdı. Olay üzerine Sovyet ordu birlikleri ile Ermeniler arasında çıkan çatışmada, 15 Ermeni hayatını kaybetti.

13 NİSAN 1991 - Karabağ’da, Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar çıktı. Azeri köyleri Ermeniler tarafından top ateşine tutuldu.

23 NİSAN 1991 - Suşa kasabasına bağlı Azeri köyleri, Ermeni köylerinden açılan top ve makineli tüfek ateşine maruz kaldı. Olayda 3 Azeri öldü, 3 ev yıkıldı, 3 ev de oturulamaz hâle geldi

26 NİSAN 1991 - Karabağ bölgesinde 4 Azeri güvenlik görevlisi öldürüldü. Olayı “Karabağ Savaşçıları” adlı örgüt üstlendi.

07 MAYIS 1991 - Diyanet İşleri Başkanlığı'nın daveti üzerine Türkiye’ye gelen Azerbaycan ve Kafkasya Müslümanlarının dini lideri Şeyhülislam Allahşükür Paşazade, Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek'i ziyaret etti

KARS-SUBATAN KAZISI

20 HAZİRAN 1991 - Ermenilerin Doğu Anadolu’da yaptıkları mezalimleri ortaya çıkarmak amacıyla Kars-Subatan’da toplu mezar kazısı yapıldı. Bu kazı sonucunda da Ermenilerin yaptıkları mezalim yerli ve yabancı basının gözleri önünde ortaya çıkarıldı.
1915-1918 yılları arasında Doğu Anadolu’da meydana gelen acı olayları gerçek yönleriyle ortaya koymayı amaçlayan toplu mezar kazılarından birisi de Kars-Subatan’da yapıldı. Kars’ın yaklaşık 28 km. doğusunda Türkiye-Rusya sınırındaki Ani Ören yeri yakınında yer alan Subatan köyündeki toplu mezarın açımı, "Yakın tarihimizde Kars ve Doğu Anadolu" Sempozyumu'nun ardından 20.06.1991 günü gerçekleştirildi.
1918’de Ermenilerin bölgeden çekilmesi sırasında diğer birçok merkez gibi Ermeni çetelerinin saldırısına uğrayan Subatan köyü, Ani yolu üzerinde Büyük ve Küçük Yahni tepelerinin güneyindedir. Bugün yaklaşık 20-30 hanelik Müslüman nüfusu barındıran Subatan köyündeki kazı çalışmaları, olayları yaşayan (görgü tanıklarından 120 yaşındaki Fâriz Öztürk ile 95 yaşındaki Durağa Öztürk'ün) sözlü ifadeleri doğrultusunda, köyde belirlenen dört ayrı toplu mezar yerinden Köseoğulları mahallesindeki merekte (samanlık) açılan 8x10 m.lik açmada yürütüldü. 4x5 metrelik dört ayrı kareye ayrılan alanda ilk çalışmalar A-l açmasında başlatıldı. Önce geniş yüzeyde sürdürülen kazı daha sonra A-l ve B-l açmalarının iç kesişim noktasında yoğunlaştırıldı. Üstteki 40 cm.lik dolgu toprağın kaldırılmasından sonra ilk iskeletlerle karşılaşıldı. Karışık olarak in-situ malzemeyle birlikte ele geçen iskeletlerin çoğunluğunun 0-1 yaş arası çocuklara ait olduğu izlendi. A-l açmasında yaklaşık 80 cm. derinlikte ele geçen bir iskelet grubu oldukça ilginç bir yapı gösteriyordu. Kuzey-Güney doğrultusunda konumlanan bu iskeletler bir ana ve kız çocuğa ait olmalıydı. Kadın sağ yanı üzerine düşmüş ve sol koluyla kucağındaki çocuğa sarılmıştır. Kadının kafatasında belirlenen iki darbe izi, bunların özellikle kafalarına vurulan olasılıkla balta ya da kesici aletlerle katledildiğini gösterir niteliktedir. İlk harekette fazla etkili olmayan balta, ikincisinde kafatasını derinlemesine ikiye ayırmıştır. Gerek kadın ve gerekse çocuğu üzerindeki giysilerle gömülmüştür. A-l açmasının güney köşesinde ele geçen bir başka iskelet grubunun sadece çok az bir kısmı açılabilmiştir. Bunlardan anlaşılabildiğince cesetler yine gelişi güzel yatırılmışlardır. Buradaki ilk çalışmalar sonrasında 12 çocuk ve 3 yetişkin iskeleti ortaya çıkarılmıştır. Kazı sırasında ele geçen diğer buluntular arasında iç giysisi ve ipekli elbise parçaları, bir kemere ait madeni toka, iki çift küpe, küçük bir kolyeye ait çok sayıda renkli boncuk, madeni zincir, giysi düğmeleri, oldukça paslanmış bir bakır sikke ve yer yer çürümüş ahşap hatıllar bulunmaktaydı. Bu buluntular, Kars Müzesi'nde açılan Katliam Bölümü'nde sergilenmeye alındı.
Olayların görgü tanıklarından Fâriz Öztürk ve Durağa Öztürk’ün arşiv belgeleriyle desteklenen ifadelerine göre, 25 Nisan 1918'de Ermenilerce yapılan katliam şu şekilde meydana gelmiştir: Kars ve Sarıkamış'tan geri çekilen Taşnak-Ermeni çeteleri, o zamanlar Türk, Ermeni ve Rumların birlikte yaşadığı Subatan köyüne de saldırırlar. Her yana gelişigüzel ateş açan çeteciler, ele geçirdikleri köylüleri de bulundukları yerde acımasızca öldürürler.
Arşiv belgelerinden elde edilen bilgilere göre Subatan köyünde toplam 570 kişinin katledildiği ifade edilmiştir. Ermeni çetelerinin çekilmesinin ardından bölge yeniden Türk askeri birliklerinin eline geçer. Sokaklarda kokmakta ve köpeklerce yenilmekte olan katledilmiş insan cesetleri, sağ kalanlar ve askerler tarafından köyün belirli noktalarında toplanarak samanlıklara (merek) doldurulur. Dönemin imkânsızlıkları ve ölü sayısının çokluğu nedeniyle defin için bir “mezar” olarak düşünülen samanlıklar “dam çöktürme” yoluyla da bu masum insanlara birer “toplu mezar” olur. Subatan’da bulunan üç ayrı mezar yerinden Köseoğulları mahallesindeki saman damın 180'in üzerinde, Tıptıp sokağında 257’nin üzerinde çocuk ve Köy Camii'nin güneyindeki merekte 350’nin üzerinde şehidin gömülü olduğu arşiv belgeleri ve tanık ifadeleriyle belirlenmiştir.
Subatan’da henüz bir bölümü açılan toplu mezarların tamamlanması Ermeni vahşetine yeni belgeler ekleyecektir. Burada açılan açık hava anıt-müze ise, hemen yakınımızdaki hiç de iyi niyetli olmayan ve fırsat kollayan komşularımızın “Sözde Ermeni katliamı” iddialarına ve bölge üzerindeki her türlü kötü niyetlerine karşı, çok önemli bir kalkan olarak durmaktadır.

23 EYLÜL 1991 - Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması sonucunda Ermenistan bağımsızlığını kazandı.

07 EKİM 1991 – Atina Elçiliğimiz Basın Ataşesi Çetin Görgü, Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.

26 ARALIK 1991 - Sovyetler Birliği dağıldı. 23 Eylül’de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan fiilen ve hukuken bağımsız oldu.

HACILAR KATLİAMI

25/26 ŞUBAT 1992 - Ermeniler, büyük bir soykırımı Azerbaycan’ın Hocalı kentinde gerçekleştirdiler. Bir gecede Hocalı kentinde Ermeniler Rus ordusunun da desteğiyle 1.000’e yakın Azerbaycanlı Türk’ü gözünü çıkarmak, burun kesmek ve diğer Ermenilere has işkencelerle öldürdüler.

18 MAYIS 1992 - Azerbaycan’ın Laçin Rayonu, Laçin şehir merkezi de dâhil olmak üzere Ermenistan Cumhuriyeti tarafından işgal edildi.

07 TEMMUZ 1993 - Erzurum Pasinler’e bağlı Tımar Köyü’nde toplu mezar kazısı yapıldı. Ermeni vahşetinin izleri gün ışığına çıkarıldı. Ermeniler Tımar Köyü’nde 300 Türk’ü acımasızca öldürülmüşlerdi.
07 Temmuz 1993’te yapılan Erzurum Pasinler’e bağlı Tımar Köyü toplu mezar kazısı, Ermenilerin bölgede yaptıkları ve bir “soykırım” özelliği taşıyan katliamları bir kere daha ortaya koymuştur. Espençe, Aha, Sürbahan ve Ügümü Köyleri’nden kaçarak Tımar’da Osman Ağa’nın konağına sığınan yaşlı kadın ve çocuklar burada Ermeni çeteleri tarafından topluca öldürülerek yakılmışlardır. Tarihî arşiv belgelerine göre 13 Mart 1918’de gerçekleştirilen olayda katledilen Türklerin sayısı 300’ü bulmaktadır.
Tımar’da yapılan kazıda, çok sayıda insan iskeletinin yanı sıra erimiş giysi parçaları, Arapça yazılı kitaplar, mermi çekirdekleri ve bazı çanak-çömlek parçaları ele geçmiştir.

23 TEMMUZ 1993 - Azerbaycan Ağdam Rayonu’nda, Akdere’yle birlikte 122 yaşayış merkezinden Ağdam şehir merkezi de dâhil olmakla 66’sı Ermenistan Cumhuriyeti tarafından işgal edildi.

23 AĞUSTOS 1993 - Azerbaycan’ın Fizuli Rayonu, Fizuli şehir merkezi de dâhil olmak üzere Ermenistan Cumhuriyeti tarafından işgal edildi. Nüfusun bir kısmı öldürüldü, bir kısmı da göçe zorlandı.

25-26 AĞUSTOS 1993 - Azerbaycan’ın Cebrail Rayonu, kent merkezi de dâhil olmak üzere Ermenistan Cumhuriyeti tarafından işgal edildi.

31 AĞUSTOS 1993 – Azerbaycan’ın Gubatlı Rayonu, kent merkezi de dâhil olmak üzere Ermeni Cumhuriyeti tarafından işgal edildi.

BAĞDAT

11 ARALIK 1993 – Bağdat Elçiliğimiz İdari Ataşesi Çağlar Yücel, Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.

.. ARALIK 1993 - Dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Ermenistan Dışişleri Bakanı Arman Girakusyan'la Antalya'da bir araya geldi

.. NİSAN 1994 - MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile Türkiye’nin Bonn Büyükelçisi Onur Öymen, Ermenistanlı yetkililerle Frankfurt’ta görüştüler.

23 NİSAN 1994 - Ermenistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakan Yardımcısı Jirayir Libaridyan, Erivan’da yayınlanan “AZG” gazetesine verdiği demecinde, “Biz soykırımın milletlerarası toplumda tanınmasını istiyoruz. Bu Ermenistan’ın Türkiye ya da Azerbaycan’dan toprak talep etmesi anlamına gelmez... Bu soykırımın tanınması meselesini bugün halletmeliyiz... Muhtemelen Türkiye soykırımı kabul edecektir. Ermenistan, SSCB’nin artık bir parçası değildir. Türk Cumhurbaşkanı ya da Başbakanı’nın bir gün Erivan’a gelerek, soykırım anıtına çiçek koyacaklarına inanıyorum.”

04 TEMMUZ 1994 – Atina’daki Elçilik Müsteşarımız Haluk Sipahioğlu, Ermeni teröristler tarafından öldürüldü.

08 AĞUSTOS 1994 - Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan ABD Başkanı Bill Clinton’u Beyaz Saray’da ziyaret etti.
Yapılan toplantıya katılanlar arasında Taşnak Partisi liderleri ile Ermeni Kilisesi mensuplarından Papaz Rafael Andonya, Başpiskopos Mesrob Aşçıyan, Başpiskopos Hayag Barsamyan ve Başpiskopos Vahe Hovsepyan bulunuyordu. Burada konuşulanlar arasında ağırlıklı konular, Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın Ermenistan’a çıkardığı güçlükler ile sözde Ermeni Soykırımı’nın tanınması idi.
Bu ziyaret ve toplantı dikkat çekici oldu. Çünkü son on yıl içinde, bir ABD Başkanı tarafından ilk defa böyle bir toplantı yapılıyordu. Ayrıca, bu ABD Başkanı ile Ermeni liderleri arasında sözde Ermeni Soykırımı’nın tartışılması, yeni bir durum olarak görülmekte idi.

26 ARALIK 1994 - Ermeni teröristi Monte Melkonyan’ın Dağlık Karabağ’da ölüşünün birinci yıldönümünde California’da anma töreni düzenlendi.
Dağlık Karabağ’da Azerî Türklerine karşı çarpışırken ölen Ermeni kuvvetleri komutanı, ASALA-RM (ASALA-İhtilalci Hareketi)’nin lideri terörist Monte Melkonyan’ın ölümünün birinci yıldönümünde, California, Pasedana’daki St. Gregory Ermeni Kilisesi’nde bir anma töreni düzenlendi. Törene başkanlık eden Başpiskopos Vahe Hovsepyan, Melkonyan’ın sözde kahramanlığından övgü ile bahsetti. Törene, başta Ermeni Kilisesi, Ermeni partileri temsilcileri, Ermeni akademisyenler ve Ermeni basını katılmıştı. Şaşırtıcı bir durum, katil bir terörist, kilisenin riyasetinde bir Ermeni kahramanı haline getirilmişti.

KAREKİN SARGİSYAN

04 NİSAN 1995 - Erivan Eçmiyazin Kilisesi’nde 400 dinî delegenin katılımı ve Levon Ter-Petrosyan’ın ağırlığını koyması ile yapılan seçimle Dünya Ermenileri dinî liderliğine II. Karekin Sargisyan, I. Karekin sıfatını alarak Eçmiyazin Kilisesi’nin 131. Katogigosu olarak seçildi. Taşnak, Hınçak ve Ramvagar Partileri, sözde kutsal davalarına hizmet aşkı ile tutuşan I. Karekin’i büyük coşku ile kutladılar.

02 NİSAN 1995 - Ermeniler, Fransa Marsilya’da bir anıt diktiler.
Fransa Marsilya’da 1926 yılında Marsilya Ermeni Cemaati tarafından inşa edilmiş olan Ermeni Kilisesi’nde, dört ayrı sembolden meydana gelen bir anıt törenle açıldı. Bu anıtta yer alan sembollerden birincisi; inancı belirten taştan yapılmış bir Haç, ikincisi; sözde anavatanı sembolleştiren Ağrı Dağı’nın iki zirvesi, üçüncüsü; Dağlık Karabağ’ı temsilen iki ihtiyar şahıs, dördüncüsü ise; Sevr Antlaşması’na göre çizilmiş bir Ermenistan haritası şeklindedir. Tören sırasında yapılan konuşmalarda bu yeni anıt ile 1915-1920 yılları arasında Ermeni halkının çektiği sıkıntıların dile getirildiği ve Milletler Topluluğu’nun Ermenilere vaat ettiği toprakların, bugünkü Ermenistan içinde yer almadığı ileri sürüldü.

21-23 NİSAN 1995 - Levon Ter-Petrosyan’ın başkanlığında, Erivan’da, “Jenosid Sorunları Uluslararası Bilim Konferansı” yapıldı.
Levon Ter-Petrosyan’ın başkanlığında Erivan’da düzenlenen “Jenosid Sorunları Uluslararası Bilim Konferansı”nın açılışında yeni Katogigos I. Karekin yaptığı konuşmasında, (sözde) soykırım üzerinde yapılacak akademik çalışmaların önemi ile bu konudaki milletlerarası tanıtımın önemini anlattı.
Ermenistan Cumhurbaşkanı Ter-Petrosyan ile Katogigos I. Karekin’in sözde “Hai Tahd (Ermeni Davası)” yolunda Erivan’da sergiledikleri bu tablo, daha bir zaman “Türklük Dünyası ortasında boğuluyoruz” teranesini dünya kamuoyuna yutturmaya çalışan Ermeniler’in gerçek yüzlerini göstermeye devam edecektir.

28 HAZİRAN 1995 - Antilyas Katogigosluk Makamı’na Başpiskopos Aram Keşişyan seçildi.

ONNO TUNÇ ÖLDÜ

.. OCAK 1996 - Müzisyen Onno Tunç, bir uçak kazasında hayatını kaybetti.

20 MART 1997 - Robert Koçaryan, Ermenistan Başbakanı oldu.

05 NİSAN 1996 - Ermeni kökenli yurttaşların Türkçe olarak yayımladığı Agos Gazetesi çıktı.

.. 1997 - Levon Ter Petrosyan, ikinci defa Ermenistan Devlet Başkanı seçildi.

.. NİSAN 1997 - 1960 yılında kurulan Aramyan Oda Orkestrası'nın yöneticilerinden kemanist İstepan Oskiyan öldü.

06 MAYIS 1997 - Saldırgan Ermeni suçunu itiraf etti.
Kudüs'teki Başkonsolosluğumuzun bahçesine molotof kokteyli attıktan sonra yakalanan ikisi Arap biri Ermeni üç kişiden Ermeni olanı suçunu itiraf etti.
Kudüs'teki Türk Başkonsolosluğu binasının bahçesine molotof kokteyli atılması ve bina önündeki bir arabanın altına tutuşturulmuş madde bırakılması olayıyla ilgili olarak gözaltına alınan Ermeni asıllı bir kişi mahkemeye sevkedildi. İsrail güvenlik kuvvetleri, olaydan hemen sonra 3 kişiyi gözlem altına aldı. Yapılan sorgulamalarda, bu kişilerden Arap oldukları belirlenen ikisi, olayla ilişkileri belirlenemeyince serbest bırakıldı. Ermeni olduğu belirlenen diğer kişiyse sorgulamasında suçunu itiraf etti.

25 HAZİRAN 1997 - Kilise ve Cami.
İstanbul'da Hasköy Ermeni Protestan Kilisesi'ni Beyoğlu Belediyesi sağlık ocağına dönüştürüyor. Bodrum'da Kale içindeki küçük kiliseye Kültür Bakanlığı minare yaptırıyor. Bu kiliselerin geçmişi nedir? Neler oluyor? Örendiklerimi sayın okuyucularıma aktaracağım.
Çıksalın Ermeni Protestan Kilisesi
Çıksalın, Haliç Köprüsü'nün Hasköy yakasındaki ayaklarının altında kalan toprakların ismi. Buralarda eskiden Ermeni asıllı Türk vatandaşlar yaşarmış. İki okulları, bir hastaneleri, bir yetimhaneleri ve bir de mezarlıkları varmış. Bu bölgedeki Ermeni vatandaşlarımız değişik nedenlerle Çıksalın'ı ve İstanbul'u ve Türkiye'yi terk etmiş. Haliç köprüsü yapılırken mahalle köprünün ayakları altında yok olmuş. Kala kala Ermeni Mezarlığı ile bu mezarlığa bitişik Çıksalın (Hasköy) Ermeni Protestan Kilisesi kalmış.
Ancaaaaakkkk... Türkiye'de halen sadece yüz Ermeni Protestan vatandaşımız yaşıyor. Gregoryan Ermeni vatandaşlarımızın sayısı ise yüz bin. Ermeni Protestan vatandaşlarımızın Çıksalın Kilisesi dışında iki kiliseleri daha var: Gedikpaşa ve Beyoğlu Aynalıçeşme Ermeni Protestan kiliseleri. Ermeni Gregoryan vatandaşlarımızın ise Diyarbakır, Hatay, Kayseri'de birer, İstanbul'da 39 kliseleri var.
İçişleri Bakanlığımız, kilise vakıflarının, kilise çevrende yaşayanlar tarafından oluşturulmasını ve yönetilmesini istiyor. Hâlbuki her kilisenin çevresinde yeter sayıda Ermeni vatandaşımız yok.
Örneğin Hasköy'de hiçbir Ermeni yok!.. Böyle olunca da Hasköy'deki Çıksalın Ermeni Kilisesi sahipsiz kalmış. Bu kilisenin tarihi 1852'lere gidiyor. 1859 yılında alt katı okul, üst katı kilise olarak bugünkü yapı inşa edilmiş. Okul 1922 yılına kadar öğretim yapmış. Kilise sahipsiz kalınca bölgedeki gecekondulaşmadan nasibini almış. Yıkılmış, soyulmuş. Dört duvar haline gelmiş.
Beyoğlu Belediyesi iki yıl önce Beyoğlu Aynalıçeşme Ermeni Proteston Kilisesi adına kayıtlı kiliseyi kamulaştırmış.
Kilise sağlık ocağı olacak
Belediye kilisenin rölövesini çıkarttırmış. Tarihi eser statüsünde ve KİT alanı içinde bulunan yapı için Anıtlar Kurulu'ndan izin alınmış. Şimdi yerine kilise benzeri bir bina ve ona bağlı bir pavyon inşa edilecek.
Burasının kadın, doğum ve çocuk hastanesi olarak kullanılacağı belirtiliyor.
Ben belediyenin tüm duvarları yıkıp, rölöveye göre yeni bir bina yapacağını sanıyordum. Bir arkadaşıma rica ettim. Gitti. Son durumu gördü. Kilisenin ön cephe ve sağ duvarı duruyormuş. Restorasyon bu iki duvar konularak yapılıyormuş.
Ermeni bir vatandaşımız ile görüştüm. "Ermeni nüfusunun azalması ve de kilise vakıflarının sadece çevrede yaşayanlardan oluşabileceği hakkındaki ısrarlar nedeniyle Çıksalın Ermeni Protestan Kilisesi'ne sahip çıkma şansı kalmamıştı. Bu durumda Ermeni vatandaşlar belediyenin binayı restore etme girişimine tabi ki olumlu bakıyor. Gönül bu tip yaklaşımlarda önceliğin müzeye verilmesini ister. Müze imkânı yoksa tabii ki ikinci tercih sağlık tesisidir. Ama önemli olan tarihi yapıların kimliğinin silinmemesi, yaşatılmasıdır. Benzerinin yapılması yerine, aslının korunmasıdır."
Bodrum Kalesi'ndeki camiin hikâyesi
Şimdi de gelelim Bodrum Kalesi'nde küçük kilisenin camiye dönüştürülme hikâyesine...
Bu hikâyeyi iki yazardan alıntı ile vereceğim. Avram Galanti Bodrumlu isimli yazar kale içindeki klişenin 123 yılında Sultan Süleyman tarafından camiye dönüştürüldüğünü, minarenin 26 Mayıs 1915 tarihinde Fransız Kruvazörü'nün topuyla yıkılmasına kadar buradan hergün ezan okunduğunu yazar.
(Avram Galanti Bodrumlu, Bodrum tarihi, Bosav Yayınları 1966, sayfa 74-75) Bodrum Kalesi Müzesi Müdürü Oğuz Alpözen'in Dönmez Ofset tarafından yayınlanan Bodrum, Antik Halikarnassos isimli kitabında "Klise-Cami" ile ilgili olarak yazılanları aynen aktarmak istiyorum. Aynen aktarayım ki, işin aslını-faslını müze müdürünün kaleminden okuyunuz. Küçük kilise (şapel) gotik tarzında güzel bir yapıdır. Şovalyelerin şapelidir.
"Bu şapel kalenin yapımının başlamasıyla (1402-1437) öncelikle bitirilen yapılardandır. 159-1520 yılları arasında İspanyol şövalyeleri tarafından onarılmıştır. Plan ve süslemelerde İspanyol etkinliğini göstermektedir. Şapelin ön cephesi oldukça süslüdür. Giriş ortada büyük, yanda ise iki küçük kapıdan sağlanmıştır.
Yandaki kapıların hemen üstünde, kemerli birer pencere bulunmaktadır. Orta kapı üzerindeki üst üste iki pencere ve bitkisel süslemeler gerek yapım tekniği, gerekse özellikleri açısında geotik tarzın güzel örneklerindendir. Tam tepede ise akroter süslemesi bulunmaktadır.
Şapel tümüyle devşirme malzemeden yapılmıştır. Yan duvarlarda görülen yeşil taşlar Mavsoleion'dan getirilmiştir. Ön cephede, köşe taşları üzerinde şapelin onarımına katkıda bulunan İspanyol şövalyelerinin adları ve 1519-1520 tarihleri okunmaktadır. Kale ve yörenin Türkler tarafından fethedilmesinden sonra şapel, Osmanlı geleneğine uyularak bir minare eklenmesiyle camiye dönüştürülmüştür. Ön cepheye ise minareye çıkmak için taş bir merdiven ilave edilmiştir. 1671'de Bodrum'u ziyaret eden Evliya Çelebi buraya Süleymaniye Camii dendiğini söylemektedir. Şövalyelerden kalma ahşap iç süslemeler, Fransız bombardımanı sırasında yanmış, minare ise yıkılmıştır (1915). Sağ üst köşede minarenin halka taşı görülmektedir."
Bodrum Kalesi'ni gezenler, Müze Müdürü Oğuz Alpözen'in kitabında yazdığı yıkılmış minarenin "halka taşını" hatırlarlar. Şimdi bu halka taşının üzerine, 1915 yılında Fransız Kruvazörünün bombası ile yıkılan minare yeniden inşa edilmektedir. Ben bunları neyin ne olduğunu bilelim de, tartışırken yanlış şeyleri tartışmayalım diye hatırlatmak için yazıyorum.

26 TEMMUZ 1997 - Jamanak ve Arşav gazetesi yazarlarından Lili Koç vefat etti.

.. AĞUSTOS 1997 - Ermeni cemaati, Karagözyan Vakfı yönetim kurulunda görev yapan Mardiros Balıkçıyan’ı kaybetti. Balıkçıyan, kültürel faaliyetlerle meşgul oluyordu.

31 AĞUSTOS 1997 - Ermenistan sinemasının yönetmen ve senaryo yazan Frunze Dovlatyan öldü.

11 EKİM 1997 - Ermeni alfabesinin yıldönümü hatırasına, Kültür Haftası tertip edildi. Hafta İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin öğretmen ve sanatçılarının işbirliğiyle düzenlendi.

12 EKİM 1997 - Kumkapı Meryem Ana Kilisesi, geleneksel Madağ Günü’nü bu yıl da düzenledi.

.. KASIM 1997 - İstanbul'da yayımlanan Ermenice gazete ve dergilerde araştırma yazıları çıkan Hırant Papazyan öldü.

İŞ KOMİTESİ GÖRÜŞMESİ

01 ARALIK 1997 - Ermeni Sanayicileri ve İşadamları Derneği Başkanı Aram Vardanyan, Türk-Ermeni İş Komitesi toplantısına katılmak üzere Türkiye'ye geldi. Vardanyan, görüşmede, Ermenistan ve Türkiye arasındaki sınır kapısının açılması meselesini görüştü.

04 ARALIK 1997 - Türkiye Ermenileri Patriği Karekin II, Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos'a gönderdiği mektupta, Rum Patrikhanesi'ne yapılan saldırıyı kınadı.

06 ARALIK 1997 - Eseyan Okulu’nun kuruluşunun 50’nci yıldönümü kutlamaları yapıldı.

19 ARALIK 1997 - Jamanak Gazetesi'nin 90’ıncı kuruluş yıldönümünü kutlamak için, Ermeniler Kazaz Amira'da bir dizi etkinlik düzenledi.

20 ARALIK 1997 - Ermeniler, Surp Agop Hastanesi'nin 160’ıncı yıldönümünü yılbaşı şöleniyle birlikte kutladılar.

.. 1997 - Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1997 Sedat Simavi Ödülü’nü gazetecilik dalında Garbis Özatay’a verdi.

.. ARALIK 1997 - Türkiye Ermenileri Patriki Karekin II, Doğuş Yortusu vesilesiyle kiliselere gönderdiği mesajda, Süryani, Kipti, Habes, Rum, Rus, Bulgar, Romen, Gürcü patrikleri ile Papa II. Jean Paul’un Doğuş Yortusu’nu kutladı.

MUSA DAĞ’DA KIRK GÜN TÜRKÇE YAYINLANDI

.. 1997 - Franz Werfel’in, “Musa Dağ’da Kırk Gün” adlı eseri, Belge Yayınları tarafından Türkçe'ye çevrilerek yayımlandı

.. OCAK 1998 - Ocak ayındaki törende, Yeşilköy Metropoliti Miran Hırisostomos Kalaycı’nın denize attığı haçı, Ermeni genci Murat Köşker çıkardı.

.. 1998 - Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Jamanak gazetesinin 90’ıncı kuruluş yıldönümü vesilesiyle, gazetenin editörü Ara Koçunyan’ı Cumhurbaşkanlığı köşkünde kabul etti.

03 ŞUBAT 1998 - Karabağ konusunda “ihanet derecesinde ödünler verdiği” gerekçesiyle istifaya zorlanan ve koltuğunu bırakan Petrosyan, ülkesinin ekonomik sıkıntılardan kurtulabilmesi için “Türkiye’yi dış dünyaya açılan en kısa yol olarak görüyordu” ve sözde soykırım konusunu “ön plana almama yanlısıydı.”

.. ŞUBAT 1998 - Petrosyan’ın istifasını değerlendiren Azerbaycan Halk Cephesi Başkanı Elçibey, Koçaryan'ın geçmişte Rusları arkasına alarak Karabağ'da Azerbaycan'a karşı ayaklandığını bildirdi.

.. MART 1998 - Türkiye Ermenileri Patriki Karekin II (Bedros Kazancıyan) öldü. Kazancıyan, 10 Mart’ta toprağa verildi.

26 MART 1998 - Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, Azerbaycan Millî Meclisi’ne bir yazı göndererek 31 Mart gününü Azerbaycanlıların Soykırım günü olarak tanıması için toplantı yapılmasını istedi.
Cumhurbaşkanı yazısında özellikle şunları vurgulamaktadır:
“1813-1828 yıllarından başlayarak Ermeniler hayali (büyük Ermenistan) içine aldıkları Azerbaycan topraklarına karşı tecavüze başlamışlardır. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için 19’uncu yüzyılda ve daha sonra 1905-1907, 1918-1920, 1948-1950, 1988 ve sonraki yıllarda Azerbaycanlılara karşı büyük soykırım harekâtları gerçekleştirmişlerdir. 1918-1920 yılları arasında yaşayan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Ermenilerin Azerbaycanlılara karşı uyguladığı soykırım harekâtına daha o zamanlar siyasî kıymetler vermeye çalışmış, 31 Mart 1919 ve 1920 yıllarında millî matem günü olarak anılmıştır. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nden sonra bu tarih Azerbaycan halkına unutturulmak istenmiştir. Fakat Ermenilerin Azerbaycanlılara karşı işgalci ve soykırımcı kimlikleri değişmemiştir. Ve bunun son örneklerini de günümüzde yaşamaktayız. Bu olaya siyasi kıymet verilmesinin zamanı gelmiştir.”

30 MART 1998 - Koçaryan, Ermenistan Devlet Başkanlığı'na seçildi.
Petrosyan’ın istifasının ardından vekâleten işbaşına gelen, 30 Mart 1998’deki seçimleri kazanarak da iktidarını kesinleştiren Koçaryan, Petrosyan’ın geri plana aldığı sözde soykırım konusunu “kaşımaya” seçimden hemen 10 gün sonra başladı.

AZERBAYCAN SOYKIRIM GÜNÜ

31 MART 1998 - Azerbaycan Millî Meclisi, “31 Mart”ı Azerbaycanlıların Soykırım Günü olarak ilan etti. BM’ye, AGİT’e, AP’ye ve diğer dünya teşkilatı ve devletlerine müracaat ederek Ermenilerin Azerbaycanlılara soykırımı uygulayan bir halk olarak tanınmasını istemiştir. Azerbaycan’daki dinî grupların liderleri de bu konuda dünya devletlerine müracaat ettiler.

10 NİSAN 1998 - Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan, Moskovski Novosti gazetesindeki demecinde, Türkiye ile komşuluk, tarihi olayları unutturamaz, dedi.
Koçaryan, 10 Nisan 1998 tarihinde, Rusya’nın Moskovski Novosti gazetesinde çıkan demecinde, şunları söyledi:
“Türkiye ile komşu ülkeyiz ve ortak bir zemin bulmalıyız. Ancak bu, bizim tarihsel anılarımızı unutmamız pahasına olmamalı. Bir ulusun başına neler geldiğini unutmaya Ermenistan Devlet Başkanı’nın hakkı yoktur.”
Konuyu yeniden ısıtacağının ve Türkiye ile ilişkileri gerginleştirmekten çekinmeyeceğinin ilk ipuçlarını böylece veren Koçaryan, iktidarının sonraki dönemlerinde bu konuyu, dış politikasının en önemli maddeleri arasına aldı.

20 MAYIS 1998 - Ermenistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Arsen Gasparyan, yaptığı açıklamada, bir yıl sonra İstanbul’da toplanması planlanan AGİT doruğunun Türkiye’de yapılmasına karşı olduklarını söyledi. AGİT’te oybirliğiyle karar alınabildiği için, konferansın İstanbul’da toplanmasını engelleme yetkisi olan Ermenistan, uluslararası baskılar karşısında bu ısrarını sürdüremedi ve doruk İstanbul’da yapılabildi.

21 MAYIS 1998 - Ermeni lobisi işbaşında.
Fransız parlamentosunda Sosyalist iki milletvekilinin çabalarıyla gündeme alınan, sözde Ermeni Soykırımı'nın tanınmasını isteyen yasa tasarıları, Türk-Fransız ilişkilerini koparabilir.
Fransa'da, Ermenilerin çoğunlukta olduğu bölgelerden meclise giren iki Sosyalist milletvekilinin hazırladığı, "1915 sözde Ermeni soykırımının" tanınmasını isteyen iki ayrı yasa taslağı Türk Fransız ilişkilerini kopma noktasına getirebilir. Ermenistan'da yeni Cumhurbaşkanı Koçaryan'ın iktidara gelişiyle birlikte çalışmalarını hızlandıran Ermeniler, sözde ermeni soykırımının tanınması için verilen yasa taslağının parlamentoda 29 Mayıs'ta görüşülmesini sağladılar. İlk kanun taslağı şimdiden 92 milletvekilinin imzasını taşıyor.
Meclis'te kurulan Fransa-Ermenistan dostluk grubu Başkanı Rhone milletvekili Jean-Paul Bret'in hazırladığı taslağa destek veren bir başka milletvekili Rene rouget "Bu taslak bütün gruplarca kolayca onaylanacaktır. Kimsenin karşı çıkacağını zannetmiyorum. Fransa, insan haklarının vatanı ve pek çok Ermeni'ye kucak açmış bir ülke olarak bu jesti yapmak zorundadır" dedi.
Ana muhalefetteki RPR Partisi'nden Patrick Deveciyan ise, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın, Eylül ayında Ermenistan'a yapacağı ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek "Böylece devamlı Türkiye'nin ablukası altında olan ve insani yardımların bile geçmesine izin verilmeyen Ermenistan'ın ne zor koşullarda yaşadığını gözleriyle görme olanağı bulacak" yorumun yaptı.
Ermeni lobisinin bu girişimlerine karşılık, Paris büyükelçimiz Sönmez Köksal da dün Sosyalist Meclis Başkanı Laurent Fabiuz ile görüştü. Büyükelçi Köksas, bu içerikteki bir taslağın yasal olarak kabul edilebilirliliğini tartıştı. Köksal, ayrıca Meclis Başkanı Hikmet Çetin'den, Fransız Meslektaşı'na gönderilen ve bu tip olaylara Türkiye'nin bakışını değerlendiren bir mektup da iletti. Fransız Dışişleri'nin ise tasarının geçmesi halinde Türkiye ile mevcut ilişkilerin ne yönde etkileneceği konusunda hükümeti sürekli uyardığı kaydediliyor.

FRANSA’NIN UTANÇ KARARI

29 MAYIS 1998 - Fransa parlamentosu, sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısını tanıdı.

30 MAYIS 1998 - Gaz odası benzetmesi.
Ermeni Yasa Tasarısı'nın mimarlarından sayılan Sosyalist Parlamenter Rene Rouquet ise basına dalga geçercesine sözler sarfetti.
Halen parlamentodaki Fransız-Ermeni Grubu Başkan Yardımcılığını yürüten Rouqet, sözde Ermeni soykırımının tanınmasının, Türk hükümeti ve Türk halkının yararına olacağını öne sürdü. Fransız Liberation Gazetesi'nde yer alan habere göre, Rouquet, "Almanya, hala gaz odalarının olup olmadığını tartışsa, bizimle Avrupa'yı yeniden inşa edebilir miydi? Türk halkı ve Türk hükûmetinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından önce, bir azınlık tarafından işlenmiş olan bu hareketi tanıması, kendi yararına" dedi.
Rouquet, konuya sembolik açıdan yaklaştıklarını belirterek, "Diğer soykırımlar tartışılmazken, Ermeni soykırımı tartışılıyor, bu yüzden teklif üzerinde oylama yapmamız gerekiyordu" ifadesini kullandı. 52 yaşındaki Sosyalist Milletvekili Rouquet, çok sayıda Ermeni azınlığın yaşadığı Alfortville kentinden milletvekili seçilmişti.

30 MAYIS 1998 - Dostane ilişkiler zarar görür.
Sözde Ermeni soykırımının Fransız parlamentosundan onay almasına karşı çıkanlar arasında TBMM Başkanı Hikmet Çetin de bulunuyor.
Önerinin kabul edilmesini "vahim bir hata" olarak değerlendiren Çetin, "Tarih önünde alnı açık olan ulusumuz, bu kabil haksız ve dayanaksız iddiaları kesinlikle reddeder" dedi. Çetin, Türkiye'nin sert tavrının Ankara ve Paris'te ilgili Fransız makamlarına iletildiğini belirterek, "Girişimlerimizi dikkate almayan Fransa Meclisi'nin Ermenileri tatmin etmek uğruna takındığı bu tutumla iki ülke arasındaki dostane ilişkilere zarar vereceğini belirtmek isterim" diye ekledi.

30 MAYIS 1998 - İşte bu milletvekili!
Fransız Sosyalist Parti mensubu milletvekili Bret, birkaç bin Ermeni seçmenden oy koparmak uğruna, Türkiye'yi karalayan bu çirkin kampanyayı başlattı. Fransa sözde Ermeni soykırımını tanıdı.
Fransa hükûmeti 1915 Ermeni Soykırımını açıkça tanımaktadır..." İşte içinde bu cümlenin bulunduğu 895 numaralı yasa tasarısı dün Fransız parlamentosundaki çok az sayıdaki milletvekilinin oybirliğiyle kabul edildi. Ve Fransa resmen Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını kabul etti. Kabul etmekle de kalmadı... Türkler naziler gibi planlı, organize bir soykırım yapmış sayıldılar. Hiç suçu olmayan insanlara karşı, hiç bir neden yokken, sadece ırk veya din ayrılığı yüzünden, soyunu yeryüzünden silmek amacı taşıyan bir soykırım yaptığımız Fransa tarafından kabul gördü. Ve Türkiye'yi uluslararası platformlarda çok zor duruma düşürecek tasarı, oy avcısı Sosyalist bir milletvekili tarafından kendi bölgesindeki birkaç bin Ermeni seçmene yaranmak amacıyla hazırlandı. Meclisteki Fransız-Ermeni Dostluk Grubu Başkanı ve Rhone bölgesi milletvekili M. Jean Paul Bret, sözde Ermeni soykırımının tanınması için mecliste adeta imza kampanyası başlattı. "Ermeni asıllı seçmenine" bu konuda söz verdiğini söyleyen Bret, kendisini destekleyen milletvekili Rene Rouquet'ten en büyük desteği gördü.
Hiçbir Bakan katılmadı
Dün yapılan oylamaya hükümet mensubu bakanların hiçbiri katılmadı. Yasa tasarısına bağlı olarak sunulan ve tasarıyı sertleştiren sekiz değişiklik önergesi ise, parlamento tarafından reddedildi. Fransız parlamentosu tarafından reddedilen önergelerde, "sözde soykırımın tanınmasının Türkiye-AB ilişkileriyle irtibatlanması", "Fransa'nın, sözde soykırımın uluslararası alanda tanınması için aktif girişimde bulunması" ve "sözde soykırımı reddetmenin Fransa'da suç teşkil etmesi" gibi talepler yer alıyordu.
Parlamentoda yapılan tartışma sırasında, sağ ve sol partilerden milletvekillerinin hemen hemen hepsi tasarının lehinde konuşmalar yaptı.
Yapılan tartışma ve oylamayı çok sayıda Ermeni de davetli locasından izledi. Dışarıda ise onlarca Ermeni asıllı pankartlarla gösteri yaptı.
Son çabalar boşa
Parlamentoda yapılan oylama öncesi savaş malullerinden sorumlu Devlet Bakanı Jean-Pierre Mazzerret, yasa tasarısıyla ilgili olarak hükümet adına bir konuşma yaptı ve tasarının hükümetin değil, parlamentonun inisiyatifiyle gündeme geldiğini vurguladı. Ermeni soykırımı iddialarının, tarihçilerin ve araştırmacıların incelenmesine bırakılması gerektiğini kaydeden Mazzerret, konuyla ilgili Türk arşivlerinin açık olduğuna işaret etti.
Yeni gerilimler yaratmanın gereksiz olduğunu belirten Mazzerret, bölgede barışa şans verilmesi gerektiğini belirtti ve söz konusu yasa tasarısının, Türk-Ermeni sorununun çözümüne katkıda bulunmayacağını ifade etti.
Şimdi ne olacak?
Fransa'nın Türkiye ile en iyi döneminde böyle bir yasa çıkartması diğer AB ülkelerinin de aynı tür yasalar çıkartmasına yol açacak. Artık Ermeni soykırım anıtları her yerde hiçbir engelleme ile karşılanmaksızın açılırken Türkiye'nin eli kolu bağlı kalacak, hiçbir resmi girişimde bulunamayacak. Ve sonunda işin ucu BM'ye kadar gidebilecek. BM'in soykırım, insanlık suçu gibi konulardaki birçok kararıyla Türkiye karış karşıya kalacak. Ve yüklü maddi tazminatlar, hatta toprak geri vermek gibi Türkiye'nin kesinlikle kabul etmeyeceği konular gündeme gelecek. Fransa'daki askeri ataşemizin de Türk Genelkurmayı'ndan kendisinin hemen geri çekilmesinin istediği öğrenildi.
Gözlemciler Fransa ile ilişkilerin 80'li yıllarından çok daha kötü gelişeceğini belirtiyorlar. Dönemin Cumhurbaşkanı François Mitterrand 1981'de seçim öncesi Ermeni oylarını cezbetmek için şahsi sözler sarfetmiş ve Türkiye-Fransa ilişkileri rafa kalkmıştı. Düzeltilmesi için iki tarafın da 10 yıldan fazla uğraş vermesi gerekti.

ERMENİ SORUNU

30 MAYIS 1998 - Ermeni sorunu nedir?
Milat'tan önce 6'ıncı Yüzyıl'da kurulan Urartu Krallığı ile netleşen Ermeni tarihinin Osmanlı İmparatorluğu ile 16'ncı Yüzyıl'da kesiştiğini görüyoruz.
16 ve 17'nci Yüzyıl boyunca Ermeniler, Osmanlı Devleti ile İran'ın çekişme alanında kalarak yaşıyor.
Bu süre zarfında Batı ile Doğu arasındaki ticarette önemli roller oynuyorlar.
Osmanlı'da daha ziyade tüccar ve zanaatkâr olarak yaşıyorlar, Tanzimat'tan sonra ise memur Ermenilerin sayısında da yükselme gözleniyor.
Yunan isyanından sonra, Ermenilerin devlete bağlılığını vurgulamak için kendilerine "millet-i sadıka" deniyor. Türkçe yaygın dilleri oluyor.
19'uncu Yüzyıl, milliyetçilik hareketlerinin yükseldiği bir dönem...
Aydınlanma Ermenileri de etkiliyor. Ermeni kültürü yeniden canlanırken, Osmanlı Devleti'ndeki Ermeni nüfusa uluslararası ilgi de artıyor.
1877 yılındaki Osmanlı-Rus savaşı ertesinde imzalanan Ayastafanos Antlaşması ile "Ermeni Sorunu" resmen doğmuş oluyor. Rusya sorunu sahipleniyor.
1880'lerin sonlarına doğru, Rusya'nın himayesinde, doğu vilayetlerinde Ermeniler arasında milliyetçilik eğilimleri iyice yoğunlaşıyor.
Bu yoğunlaşma iki Ermeni partisi doğuruyor. Ermeni dilinde "çan" anlamına gelen Hınçak 1887'de, "ittifak" anlamına gelen Taşnak da 1890'da kuruluyor.
Bu gelişmeler II. Abdülhamit'i hiddetlendiriyor. Sultan, Ermenilerin yaşadığı bölgedeki aşiretlerin kızgınlığını kullanırken, Ermenilerin vergilerini de artırıyor.
Radikal Ermeni milliyetçileri bunun üzerine ayaklanıyorlar. Sasun'da vergi vermeyi reddeden Ermenilerin hareketini 1894 yılında Hamidiye alayları bastırıyor.
Çatışmalarda çok sayıda insan ölüyor, köyler yakılıyor.
1896 yılında Rusya'dan gelen Ermeni eylemciler Osmanlı Bankası'nı işgal ediyor. Rusya'nın müdahalesiyle hiç bir ceza almadan yeniden Rusya'ya dönüyorlar.
I. Dünya Savaşı sırasında ise, Kafkasya'daki Ermeniler, Osmanlılara karşı Rusya'ya yardım etmek için gönüllü taburlar kuruyorlar.
1915'in başlarında ise, Osmanlı hatlarının gerisindeki Ermeniler de gönüllü taburlar oluşturarak yöredeki Müslüman nüfusa karşı eylemlere girişiyorlar.
Osmanlı Hükûmeti, Ermenilerin Suriye ve Filistin'e nakledilmesi kararı alıyor.
Ana Britannica Ansiklopedisi bu kararın ertesindeki gelişmeleri şöyle yansıtıyor:
"Ermenilerin soykırım iddialarına yol açan bu zorunlu göç sırasında ölen Ermenilerin sayısı bugün de süren bir tartışma konusudur.
Ermenilerin daha yüksek sayılar vermesine karşılık, A.J. Toynbee gibi bazı Batılı tarihçiler göç sırasında 600 bin Ermeni'nin öldüğünü ileri sürmekte, J.Mc Carthy ise bütün I. Dünya Savaşı boyunca ölen Ermenilerin sayısını 600 bin olarak vermektedir.
Kamuran Gürün, 1914'te Osmanlı Devleti sınırları içinde 1,3 milyon Ermeni olduğundan hareketle, göç ettirilenlerin sayısını 702.900, savaş boyunca ölenlerin sayısını 200 dolaylarında, göç sırasında ölenlerin ise 100 binin çok altında olduğunu hesaplamaktadır. Daha sonra çok sayıda Ermeni, Sovyetler Birliği ile Avrupa ve Amerika'ya göç etmiştir."
1918 yılında Ermeniler, Gürcüler ve Azeriler, Transkafkasya Federal Cumhuriyeti'ni kuruyorlar. Ama bu birliğin ömrü ancak birkaç ay oluyor.
1918 yılının Mayıs ayında ömrü gene uzun olmayan bir Ermeni Cumhuriyeti kuruluyor. 1920'de Ermenistan'ı Sovyet Ordusu işgal ediyor. 1922'de Ermenistan, Gürcistan ve Azerbeycan ile birleşiyor.
1936 yılında ise, kabul edilen yeni anayasa ile Sovyetler içinde ayrı bir cumhuriyete dönüşüyor.
Fransa'da kabul edilen "yasa tasarısı", Ermeni sorununu yeniden gündeme getirdi.
Dünkü sorunların temelinde "uluslaşma" sürecinden kaynaklanan "milliyetçilik" olduğu görülüyor.
Ne yazık ki, bu konuya bugün yaklaşanlar da aynı şartlanma içinde.
Geçmişteki talihsiz bir olayı soğukkanlılıkla değerlendirmek bugün için de pek mümkün gözükmüyor.
Hâlbuki tarihe objektif olarak bakılabilse inatlaşmanın yerini sağduyulu değerlendirmeler alabilir. Bu da düşmanlıkları yok eder. Ama eski şartlanmalar hâlâ her yerde en önde gidiyor gibi görünmekte.

03 HAZİRAN 1998 - Tebriz'de Azeriler, Fransız parlamentosu tarafından kabul edilen sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısını protesto ettiler.

19 HAZİRAN 1998 - Patrik Kazancıyan’ın ölümüyle kendisini Patrik Vekili ilan eden Mesrop Mutafyan’ın dilekçesi, İstanbul Valiliği tarafından iade edildi. Mutafyan'ın bu sıfatı kullanamayacağı ifade edildi.

.. 1998 - Ozan-yazar Kevork Emin Muratyan, 79 yaşında Erivan'da öldü.

APO ERMENİSTANDAN KÖY İSTEDİ

.. TEMMUZ 1998 - Bölücü örgüt PKK’nın başı Abdullah Öcalan, Ermenistan yönetiminden, örgüte özel köy tahsis edilmesini istedi.

.. TEMMUZ 1998 - Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, İngiltere’yi ziyaret ederek Başbakan Tony Blair ile görüştü.

04 TEMMUZ 1998 - Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev, Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan'ı, Eylül'de Bakü’de yapılacak bölge liderleri toplantısına davet etti.

03 AĞUSTOS 1998 - Patrik Kazancıyan’ın ölümünden sonra kendini Patrik Vekili ilan eden Mesrob Mutafyan, gelen tepkiler üzerine istifa etti. Mutafyan’ın yerine Şahan Sıvacıyan geçti.

.. AĞUSTOS 1998 - Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Koçaryan’ı, 29 Ekim 1998’de Cumhuriyetin 75’inci kuruluş yıldönümü törenlerine davet etti, ancak Koçaryan bu daveti reddetti.

01 EKİM 1998 – Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan, soykırım konusu, Ermenistan’ın resmî politikasıdır dedi.
Ermenistan’da yayımlanan Azg gazetesinde tarihinde çıkan habere göre, bir resepsiyon sırasında diaspora yöneticilerine hitap eden Koçaryan, bazı ülkelerde son zamanlarda gündeme gelen bu sorunun Ermenistan’ın resmi politikasından da güç aldığını teyit eder bir şekilde, “Soykırımın tanınması konusu, Ermenistan hükûmetinin takip ettiği resmi politikadır” dedi.
Koçaryan, diaspora yöneticileriyle bu konuda işbirliği de isteyerek, “Bu politikamızın yürütülmesinde, sizlerin siyasi desteğinin yanımızda olacağına eminim” diye konuştu.

14 EKİM 1998 - Mesrob Mutafyan, Türkiye Ermenileri 84’üncü Patriği seçildi. Kumkapı Meryem Ana Kilisesi'nde yapılan seçimlerde, Sıvacıyan ilk turda 15 oy alınca adaylıktan çekildi. İkinci turda 74 oy alan Mutafyan, yaptığı teşekkür konuşmasında, patrik seçilmesiyle yeni bir dönemin başladığını belirtti.

23 KASIM 1998 - Ötanazi uygulamaları ile tanınan dünyaca ünlü Doktor Jack Kevorkyan, ABD'nin en çok izlenen CBS televizyonundaki “60 Dakika” adlı programda, ötanaziyi nasıl uyguladığını gösterdi. Ermeni asıllı Kevorkyan, programda, hastası Thomas Youk'u nasıl öldürdüğünü anlattı

28 MAYIS 1998 - Fransa Meclisi, sözde Ermeni Soykırım Tasarısı’nı kabul etti. Tasarı Senato’ya gönderildi ve iki yıl sürüncemede kaldığı için sonuçlanamamıştı.

IĞDIR’DA ERMENİLERİN YAPTIĞI SOYKIRIM ANITI

12 ŞUBAT 1999 - En yüksek anıt Iğdır’a yapılacak
Iğdır'da 1919-21 yılları arasında Antranik komutasındaki Ermeni çetelerince hunharca katledilerek şehit edilen 80 bin savunmasız Türk’ün anısına dev ‘Soykırım Anıtı’ yaptırılıyor. Iğdır Valiliği’nce 1997 yılında kentin 4 kilometre doğusunda Nahcivan yolunda, 14 dönüm arazide yapımına başlanılan ‘Soykırım Anıtı ve Müzesi’nin bu yıl tamamlanacağı açıklandı. Bu anıtın Gelibolu’daki 41 metre 70 santimetre yüksekliğindeki Çanakkale Şehitler Abidesi’nden 30 santimetre yüksek, Türkiye’nin en yüksek anıtı olacağı ifade edildi. Projesi Azeri Mimar Prof. Dr. Cafer Gıyası tarafından hazırlanan anıt, höyük çadırı biçimindeki müze üzerine 37 metre boyunda 5 kılıçla simgeleniyor. Türklüğün gücünü de simgeleyen 5 kılıcın havadan görünümü yıldızı andırıyor. Kaidesiyle birlikte anıtın yüksekliği 42 metreyi buluyor. 14 dönüm alanda kurulan anıt, 800 metrekare alana oturtulurken, höyük müze ise 350 metrekare alana inşa ediliyor. Soykırım anıt ve müzesinin çevresi yeşil alan ve piknik yeri olarak değerlendirilecek, anıtın iki yanında 245 metrekarelik havuz yer alacak. Iğdır Valisi Şemsettin Uzun, “Gelibolu’daki Çanakkale Şehitler Abidesi ile Türkiye'nin doğusundaki bu anıt, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü simgeleyecek” dedi. Anıt içinde, Iğdır ve çevresinde Ermenilerin yaptığı soykırımı anlatan eserlerin sergileneceğini belirten Uzun, “Soykırımın belgelenmesi için yapılan kazılarda ortaya çıkanlar müzede sergilenecek. Ayrıca kazılarla ilgili fotoğraflar ile bölgeler yer alacak” dedi.

12 ŞUBAT 1999 - Ermeni tasarısı için Fransız senatosuna baskı yapıldı.
Fransa’da Ermenilerin, geçtiğimiz mayıs ayında Fransa Meclisi’nde kabul edilen ‘sözde Ermeni soykırımı’ yasa tasarısının, Senato'nun gündemine alınması için son günlerde yoğun lobi faaliyetleri içine girdikleri bildirildi. Yasallaşması için Senato'nun onayı gereken yasa tasarısı, sözde Ermeni soykırımının Fransa tarafından tanınmasını öngörüyor.
24 Nisan ‘sözde Ermeni soykırımı anma gününün’ yaklaşması ile birlikte, Fransa’daki Ermeni derneklerinin, Senato Başkanı Christian Poncelet üzerinde baskı kurarak, yasa tasarısının gündeme alınması için yoğun çaba harcadıkları öğrenildi.
Senato Başkanı Poncelet’nin, konu ile ilgili olarak, hükûmetin görüşüne başvurduğu ancak, hükûmetin bu konuda sorumluluk almaktan kaçındığı öğrenildi. Türkiye, yasa tasarısının Senato’da kabul edilerek onaylanmasının, son derece iyi giden Türk-Fransız ilişkilerine büyük zarar vereceği uyarısında bulunmuştu.

ERMENİ’DEN ERMENİ’YE CEVAP

10 MART 1999 - Ermeni iddialarına cevap, bir Ermeni’den geldi.
Ermeni asıllı Edward Taşçı, Ermeni soykırımı iddialarını çürüten çok sayıda dokümanı AKM’de sergileyecek. Ailesinin başından geçen olayların anlatılacağı bir film çekileceğini belirten Taşçı, “Tarihi gerçekler gizlenemez. Meydanı, Türk düşmanı Ermenilere bırakamazdım” dedi.
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki lobi faaliyetleriyle sözde soykırım iddialarına destek arayan ve en son Fransa Parlamentosu'nda iddialarını gündeme aldırmayı başaran Ermenilere cevap, bu kez Türkiye’den ABD'ye göç eden bir Ermeni ailesinden geldi.
ABD’de yaşayan Ermeni asıllı Edward Taşçı’nın 1914 yılındaki “göçe zorlama” sırasında ailesinin başından geçenlerin anlatıldığı ve Ermeni iddialarına yanıt niteliğindeki “Sevginin Sessiz Adımları” adlı film, Bora Prodüksiyon tarafından çekilecek.
Ermeni asıllı Artun Yeres’in yöneteceği filmin senaryosunu Ayhan Büyükünal yazdı. ABD’ye göç ettikten sonra bile Türkleri suçlamayan ailenin Türkiye’ye bakışının, büyük bir aşk teması ile birlikte verildiği filmde, olayların siyasi boyutları da gözler önüne seriliyor. Senaryo danışmanlığını Turgut Özakman'ın yaptığı filmin, Türkiye, Suriye ve ABD’de çekilmesi planlanıyor.
Filmi çekmeyi planlayan Bora Prodüksiyon sahibi Bora Yılmaz, film için 2 yıllık bir araştırma yaptıklarını söyledi. 5 milyon dolara mal olacak film için Türk Tanıtma Fonu'ndan 3,5 milyon dolar destek istendi.
Filmde, Zuhal Olcay, Haluk Bilginer, Müjdat Gezen, Candan Erçetin, Ara Güler, Sanem Çelik, Özkan Uğur ve Savaş Dinçel gibi sanatçıların rol almasını planladıklarını kaydeden Yılmaz, filmin, dünyanın birçok ülkesinde oynatılmasını istediklerini söyledi.
ABD meseleyi bilmiyor
Edward Taşçı, eşi Marry Taşçı ile dün New York’tan İstanbul'a geldi. Taşçı’nın, geçen yıl Ankara'da açılan ‘Bir Amerikalı’nın Türkiye sevgisi’ adlı sergisinin, Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak bugün İstanbul'da AKM’ de açılacağı belirtildi. Yakasında Türk Bayrağı bulunan Taşçı, “ABD ne yazık ki Ermeni meselesini iyi bilmiyor. Onu öğretmeye çalışıyorum. Bu mübarek toprakları, bu büyük devleti Amerika mutlaka öğrenecek” dedi.
Tarihi gerçekler ortaya çıkacak.
Ermeni asıllı Edward Taşçı, Ermenilerin çarpıttığı tarihi gerçeklerin sağduyu sahibi çevreler tarafından kabul görmediğini söyledi.
Taşçı, gönlünün Türkiye sevgisiyle dolu olduğunu belirterek, “Bu sevgi ve dostluk beni tarihi gerçekleri ortaya çıkarmaya yöneltti. Bu aziz millete ve bu kutsal ülkeye hizmet etmek benim için şereflerin en büyüğüdür. Bu nedenle, meydanı Türk düşmanlığından başka sermayeleri bulunmayan Ermeni cemaatine bırakmak niyetinde değilim” diye konuştu.
Taşçı, gerçekleri yansıtan çok değerli tarihi belge, resim ve dokümanları, AKM’ de 10-16 Mart tarihlerinde sergileyecek. Taşçı, sürekli tehditler aldığını söyledi. Taşçı, “ABD’de yaşayan Ermeni cemaati, Türkiye'ye kim zarar verirse ona yardım eder, destek verir. PKK ve Yunanistan'a verdikleri destek buna en güzel örnektir. Ancak tarihi gerçekler ebedi saklanamaz” diye konuştu.
Taşçı, “Osmanlı döneminde çok sayıda Ermeni, Kürtlerin elinde perişan oldu. Bu acı tarihi kalbime annem yazdı” dedi.

05 NİSAN 1999 - Iğdır’a dev Soykırım Anıtı yapılacak.
Iğdır'da 1915- 1920 yılları arasında yaşanan Ermeni mezaliminde ölen Türkler anısına 42 metre boyunda dev bir “Soykırım Anıtı” inşa ediliyor. 250 milyar liraya mal olacak anıt 5 kılıçtan oluşuyor. Anıtın yanında bir de “Soykırım Müzesi” yer alıyor. 27 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Demirel tarafından açılacak anıt, Ermenistan'ın başkenti Erivan'dan da görülebilecek.

APO BİTTİ ERMENİLER BAŞLADI

10 NİSAN 1999 - Nisan'da Ermeni vaveylası...
On beş gün sonra Ermeni sorunu yeniden gündeme gelecek. Türkiye, bu sorunu uluslararası düzeyde tartışmak zorunda bırakılacak. Öcalan'ın yakalanması ve PKK'nın çökertilmesiyle birlikte gündemden düşen Kürt sorununun yerini Ermeni sorunu alabilecektir.
24 Nisan Ermeniler için, soykırıma uğradıkları yalanına sarıldıkları gündür. Bu tarih, Türk halkına eziyet eden ve sistemli katliamlar gerçekleştiren Ermeni komitelerinin kapatılması ve katillerin tutuklanması için Osmanlı hükümetinin, valiliklere gönderdiği talimatın yıldönümüdür.
Her 24 Nisan günü Ermeniler, bir palavranın vaveylasını koparırlar.
Yaşanmamış dramın yalanları ile dünyayı allak bullak ederler. 3,5 milyon Ermeni'yi asıp kestiğimiz uydurması ile dünyayı ayağa kaldırırlar. Bu yıl da aynı şey olacak. İşin gerçeğini ispatlayan belgeler elimizde olduğu halde, bunları yayınlayıp nedense asıl gerçeği dünya kamuoyuna duyuramıyoruz.
Geçtiğimiz yıl Fransız ve İtalya parlamentolarında Ermeni soykırımı konusunda karar aldırma girişimleri önlenebilmişti. Bu yıl bu olay daha baskın ölçülerde yeniden gündeme getirilebilir.
Olay elbette ki bundan ibaret değil. Türk tarihi içinde de Ermeni baskılarına kolayca boyun eğip adaleti hiçe sayan ayıplı sayfalar da vardır.
Bugün, Boğazlayan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey'in haksız yere ölüme mahkûm edilip asıldığı günün 80. yıldönümüdür.
Osmanlı İmparatorluğu savaşı kaybetmişti. Hürriyet ve İtilaf Partisi iktidardaydı. Ermenilere yaranmak için İttihat'çı avı başlatıldı. Ermeni göçünde başarılı olmuş İttihat'çılar tutuklanıp "Nemrut Mustafa Harp Divanı'na verildi. Boğazlayan Kaymakamı Mehmet Kemal, 1919 yılında Ermeni tehcirinde gereken özeni göstermediği gerekçesiyle Damat Ferit kabinesince tutuklandı. Sırf Mehmet Kemali mahkûm etmek için Ermenilerden yalancı şahitler bulunarak suçladılar.
Sonunda idam kararı verildi. Padişah kararın infazı için tereddüt geçiriyordu. Sadrazam Damat Ferit özel hayret ve ısrar göstererek Vahdettin'i ikna etti ve Mehmet Kemal'i idamı onaylandı. (Bazı başkanlar Boğazlayan kaymakamı için boğazlanan kaymakam demişti)
10 Nisan 1919 günü Beyazıt Meydanı'nda sehpa kuruldu. Komitacıların toplayıp getirdiği Ermeni çapulcular bu cinayeti izlemek üzere sehpayı dört koldan çevirmişlerdi. Kemal Bey celladın elindeki beyaz gömleği aldı ve özenle giydi. Sükûnetini bozmadan hükmün infazını bekliyordu. Son sözü sorulduğunda, sesi vakur ve iddialıydı. "Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buysa, kahrolsun böyle adalet. Vatan uğruna şehit olanlar gibi şehit gidiyorum."
Mehmet Kemal yağlı iskemleye kendisi çıktı ve ipi boynuna geçirdi. Vasiyetini yaptıktan sonra tekmeyi vurdu. Gövdesi darağacında sallanırken sevinçlerinden çılgına dönen Ermenileri susturmak için jandarmalar başarılı olamadılar.
Bu hazin manzaranın yaşandığı sırada Mehmet Kemal'in babası oğluna yemek getirmiş arıyordu. Sehpada sallanırken görünce gözleri yaşla doldu. Tek başına sehpaya çıkarak oğlunu indirdi ve evine götürdü.
Ertesi gün, Mehmet Kemal'e yapılan haksızlığa isyan edenler sokağa döküldüler. Görkemli cenaze töreniyle Mahmut Paşa Türbesi'ne defnedildi. Genç bir Tıbbiye'li kürsüye çıkıp halka hitap etti. "Ermeni katliamı bir yalandır ve elbette bir gün anlaşılacak ve tarih gerçeği yazacaktır" diyordu...
Seksen yıl sonra tarih gerçeği bütün açıklığı ile ortada iken Fransız ve İtalyan parlamentoları gerçeği tahrif ederek ve Türkiye'nin onurunu zedeleyerek tarihe geçtiler.
Suç sadece onların mı?
Bu meselede ihmalimiz yok mu?
Var diyorsak, bu adaletsiz kararı hiç olmazsa bir mücadele kıvılcımı sayarak gereken önlemi almaya başlamalıyız. Bu yıl olay çok daha değişik biçimiyle karşımıza çıkarılacaktır.
Cumhurbaşkanı geçen yıl Ermeni iddiaları için "Tarihten husumet çıkarmayı" meslek edinen kadro karşısında gerçeği savunacak cesareti göstermemiz gerektiğini söylemişti. Bu cesaretin sahibiyiz; çünkü haklıyız ve tarih bizden yana...

ABD ELÇİSİ: OLMAYACAK DUAYA ÂMİN DEMEYİN

25 NİSAN 1999 - ABD elçisinden Ermenilere: Olmayacak duaya âmin demeyin.
Birçok Batı ülkesinde olduğu gibi Rusya'da da bir grup Ermeni, sözde Ermeni soykırım günü için dün Moskova'daki Türk büyükelçiliği önünde gösteri düzenlerken, ABD’nin Ermenistan Büyükelçisi Michail Lemmon bir açıklama yaparak “Ermeni lobilerinin dünyanın her tarafında giriştikleri ‘1915 yılında bir soykırım olmuştur’ iddialarını hukuken kabul ettirme çabaları boş bir uğraştır ve herhangi bir sonuç vermez” dedi.
Erivan’da yerel basına bir açıklama yapan büyükelçi “1915 yılı olaylarıyla ilgili olarak, günümüzde dünyanın her tarafında yürütülen soykırımı kabul ettirme çabaları boşa uğraştır ve sonuç vermez. Ermeniler ve Türkler arasında aydınlanması gereken bir tarihi dönem varsa, bunu iki ülkenin bilim adamları ve tarihçileri objektif bir şekilde bir arada araştırarak ortaya koymalı ve bu konu da kapanmalı” dedi.

05 MAYIS 1999 - Avrupa Parlamentosu’nda (AP) sözde Ermeni soykırımının tanınmasına ilişkin girişim ters tepti.
Avrupa Parlamentosu’nun en kalabalık siyasi grubu Sosyalistler adına Yunan parlamenter Nikos Papakyriazis'in hazırladığı karar tasarısı, AP Başkanlık Divanı tarafından gündeme alınmadı.
Tasarıda 24 Nisan’ın “Uluslararası soykırım günü” olarak kutlanması talep ediliyor ve Türkiye'nin resmi olarak soykırımı tanıması isteniyordu. Tasarıda ayrıca, bu konunun Türkiye-AB ilişkilerinde “önemli yeri” olduğu belirtiliyordu.
Dün sabah toplanan Avrupa Parlamentosu Başkanlık Divanı, tasarıyı gündeme almadı. AP Başkanlık Divanı’nın Kafkasya bölgesinde barışı baltalayacak herhangi bir girişim yapılmasına karşı olduğu ve parlamentoların tarihi konularda görüş belirtmesinden yana olmadığı yönde “gayri resmi” bilgi verildi.

22 MAYIS 1999 - Geçmiş ve gelecekte kader birliği. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700’üncü Yılında Ermenilerin durumu ortaya çıkmaktadır.
Nüfusu yaklaşık 80 bini bulan Türkiye Ermenileri, kendileri için özel anlamlar taşıyan bir yıldönümünü kutluyor bugün. Osmanlı’nın 700’üncü kuruluş yılında, İmparatorluğun en eski kurumu sayılan İstanbul Ermeni Patrikhanesi 538’inci doğum gününü çeşitli törenlerle “idrak ediyor”. Patrikhane, Fatih’in emriyle, 1461 yılında İstanbul’da faaliyete başlayan ilk Osmanlı kurumlarından biri. Anadolu’nun en eski topluluklarından olan Türkiye Ermenileri, ağırlıklı olarak İstanbul’da yaşamakta; bugün 38 kilisenin ibadete açık olduğu şehirde 65 bin Ermeni var. Anadolu'da da irili ufaklı 12 topluluk bulunuyor. Ermeni dilini konuşanların sayısı -karma evlilikler ve dönmeler dolayısıyla- 80 binin de üzerinde. “İnsan, iniş ve çıkışlarıyla uzun bir tarihin yükünü, geleceğe dönük olarak da sorumluluğunu hissediyor”. Bu sözler, Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği II. Mesrob’a ait. Görevinde henüz bir yılını doldurmayan genç Patrik, cemaatiyle hem T.C.'nin 75’inci yılını, hem de Osmanlı'nın kuruluş yıldönümünü kutlamanın gururunu yaşıyor. Temsil ettiği cemaat, gerçekten de, kaderini paylaştığı Anadolu ve Trakya insanlarının büyük çoğunluğu gibi derin acıların, coşkunun, trajedilerin, efsanelerin içinden süzülerek gelmiş günümüze. Görevini “dinler arası diyalog ve anlayış” olarak özetleyen Patrik Hazretleri ile Osmanlı’yı, yakın tarihi ve günümüzdeki “ahvali” konuştuk.

PATRİK II. MESROB

22 MAYIS 1999 – Hilton Oteli’ndeki resepsiyonda Patrik II. Mesrob bir konuşma yaptı.
Patrik II. Mesrob’un konuşma metni şöyledir:
“3’üncü Bin yılın eşiğindeyiz. İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin başlangıcını kutlamaya hazırlanıyoruz. Bunun hepimiz için büyük fırsat olduğunu düşünüyorum. Geleceğimizi kıtaların, kültürlerin ve halkların birlikteliği düşüyle tayin etme fırsatı... İnsan hayatına, kişisel hak ve özgürlüklere saygı, adil ve her türlü şiddetten uzak bir dünya hepimizin ortak özlemi.
Önümüzdeki bu dönüm noktası yalnızca eşsiz bir fırsat değil, aynı zamanda çetin bir sınav sunuyor bizlere. Geride bırakmaya hazırlandığımız 2’nci Bin yıl trajik olaylarla doluydu. Yine de geride bıraktıklarımız arasında hep saygıyla yâd edeceğimiz, önümüzdeki bin yıllarda da sevinçle kutlayacağımız nice olaylar yok değil. Tıpkı bugün kutladığımız gibi... İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine rastlayamayacağımız bir olaydır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu’daki Ermeni piskoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir.
Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görüldü. Yeni bir bin yıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.
İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf ve adetlerine göre düzenleyen Fatih Sultan Mehmet’i, onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet adamlarını ve 1461’deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim’den başlayarak bu makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz.
Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hristiyan cemaati olarak 75’inci yılını coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor ve yarınlara ümitle bakıyoruz.”

18 HAZİRAN 1999 - Ermenistan yönetimi, sözde soykırım konusunda diasporayla dayanışmasını kurumsallaştırmaya başladı.
Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan başkanlığında kurulan bir komisyonun, “Ermenistan yönetimi ve Ermeni diasporasının ortak konferansının toplanmasını organize edeceği” 18 Haziran 1999 tarihinde açıklandı. Oskanyan, açıklamasında, “konferansın ana amacının, Ermeniler için ulusal önemde konuları belirleyip bu çerçevede Ermenistan ve diasporanın ortak programlar yürütmeleri sağlamak olduğunu”, bu millî konulardan en önemlisinin ise, “soykırım konusu” olduğunu belirtti. Konferans, Eylül 1999’da toplandı.

IĞDIR’DA TOPLU MEZAR KAZISI

05 EKİM 1999 – Iğdır’da, “21’inci Yüzyıla Girerken Tarihe Dostça Bakış: Türk-Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu” düzenlendi. Bu sempozyum çerçevesinde Kars Müze Müdürlüğü Hakmehmet Köyü’nde toplu mezar kazısı yapıldı.

06 EKİM 1999 - Iğdır'a Soykırım Anıtı açıldı.
Ermenilerin 1915-1920 yılları arasında Iğdır’da gerçekleştirdiği katliamı anlatan ve beş kılıçtan oluşan 'Soykırım Anıtı', dün Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu, Nahcivan Meclis Başkanı Vasif Talibov, Nahcivan Başbakanı Şemsettin Hanbabayev'in de katıldığı törenle açıldı.
Iğdır ve çevresinde Ermeni çeteler tarafından katledilen 90 bin Türk’ün anısına dikilen ve 43,5 metre yüksekliğindeki 'Soykırım Anıtı', Nahcivan, İran ve Ermenistan’dan gelen yolların birleştiği kavşağa yapıldı. Projesini Bakü Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Cafer Giyasi'nin çizdiği anıt, 14 dönüm arazi üzerine kuruldu ve 400 milyar liraya mal oldu.
Bir konuşma yapan Bakan Ramazan Mirzaoğlu, bu anıtın dostluk ve kardeşlik anıtı olması dileğinde bulundu.

06-07 EKİM 1999 - Iğdır’ın Hakmehmet köyünde toplu mezar kazısı yapıldı. Burada bulunan kuyu-mezar ile Ermeni vahşetine yeni bir sayfa daha açılmıştır. Su kuyusunda 13 iskelet bulundu.
Iğdır'ın Hakmehmet Köyü’nde Ermeni katliamını gözler önüne serecek toplu mezar kazısı, çökme tehlikesi yüzünden yarım kaldı. Kazı yapılan su kuyusundan 13 Türk’e ait iskeletler çıkarıldı.
Iğdır ve çevresinde 1915-1920 yılları arasında Ermeni çeteleri tarafından yaklaşık 90 bin Türk katledilmişti. İskeletler, önceki gün açılışı yapılan Iğdır'daki Soykırım Anıtı'nın altındaki müzede sergilenecek.
Iğdır’ın 12 km. kuzeybatısında yer alan Hakmehmet Köyü’nde 17 Eylül 1919 olayları sırasında Ermeniler tarafından katledilmiş Türklere ait bir kuyu-mezar olduğu, o günleri yaşayan köylülerin anlatımları sonucu tespit edilmiştir. Köyde bilinen mezar yerinin tarihi belgelerce de doğrulanması üzerine, mezarda bilimsel kazı yapılmasına karar verilmiştir.
.. Kars Müze Müdürlüğü adına gerçekleştirilen kazı çalışmasına 06 Ekim’de başlanmış ve çalışma şartlarının güçlüğü sebebiyle kazı 07 Ekim’de de sürdürülmüştür.
Hakmehmet Köyü meydanında bulunan ve üzerinde bir yazıt yer alan kuyunun önce yüzeyden ağzı tespit edilmiş ve yarım daire açma metoduyla kazılmasına başlanmıştır. Üstteki yaklaşık 1.00-1.50 metrelik dolgu toprağının kaldırılmasından sonra, 0.90-1.00 metrelik kuyunun ağzı tam olarak ortaya çıkmıştır. Kuyunun ağız kısmının üç sıra moloz taşla örülü ve üzerinin de sonradan yerleştirilmiş bir beton tablayla kapatılmış olduğu tespit edilmiştir.
Kuyunun kazılması sırasında yukarıdan ilk –8 metrede herhangi bir bulguyu rastlanmamıştır. –11 m. Kodunda iri blok taşlarla birlikte bir mandaya ait kafatası ortaya çıkarıldı. Çalışma şartlarının olumsuzluğu sebebiyle ilk günkü çalışmalara ara verildi.
Hakmehmet kuyu mezarındaki çalışmaların ikinci gününde, öncelikle açma genişletme çalışmaları yapılmış ve bu çalışmalar sırasında iki kez, köy içme suyu şebekesine ait boruların patlaması, işleri olumsuz yönde etkilemiştir. –12 m. derinliğe ulaşıldığında, kuyu zemininden su çıkmaya başlamıştır. Üstteki çapı yaklaşık 0.90-1.00 metre olan kuyunun tabanda 2.50-3.00 metreye kadar genişlediği görülmüştür. Oldukça güç çalışma şartları altında, yüzeyden 12 metre derinlikte yürütülen kazı çalışmaları sırasında, üst üstte yığılmış insan iskeletlerine rastlanmıştır. Dipteki su ve çamurun içerisinden 20’ye yakın insan kafatası, kol, bacak ve kaburga kemikleriyle çok sayıda iskelet parçası çıkarılmıştır. İskelet yığını arasında iri blok taşlara da rastlanmıştır. –13 metre derinliğe kadar inildiği halde, iskelet yığınının devam ettiği gözlenmiştir. Ancak taban suyunun gittikçe yükselmesi ve kuyu tabanını aşındırması, göçme tehlikesi yarattığından çalışmalar durdurulmuştur. Toplu mezarın tespitine yönelik çizimlerin yapılması, fotoğraf ve slayt çekimlerinin ardından kuyu mezar tekrar kapatılmıştır.
Hakmehmet Köyü kuyu-toplu mezarında, sadece insan iskeletleri bulunmamış, -12 metre derinlikte, üzerinde bronz düğmeler bulunan üç giysi parçası, biri tam ikisi yarım üç mermi kovanı, 2 mermi çekirdeği, bir hançer yüzü ve bir de akik tespih boncuğu ele geçmiştir. Maddi bulguların yanı sıra ele geçen iskeletlerin bazılarının üzerinde kurşun patinalarına rastlanması, bu insanların kuyuya atılmadan önce yoğurt baskı ve işkencelere maruz kaldıklarını göstermektedir.
Hakmehmet Köyü kuyu-toplu mezar kazı çalışmalarında yüzeyden –13 metre derinlikte ortaya çıkarılan insan iskeletleri ve bunlara ait maddi bulgular, burada bir katliam yaşandığını belgelemektedir. Daha önce açılan Iğdır Oba Köyü, Erzurum (Alaca), Yeşilyayla ve Tımar Köyleri; Kars (Subatan) ve Van (Çavuşoğlu Samanlığı) ile Zeve toplu mezarlarından farklı bir mezar türünün, Hakmehmet Köyü’nde ortaya çıkarılan kuyu mezar olduğu görülmüştür. 1,50-2,00 metre derinde bulunan normal gömülere karşın Hakmehmet kuyu mezarı, 12-13 metre derinde kendiliğinden oluşmuştur. Buna göre, canlı tanık ifadeleri ve arşiv belgelerinin de doğruladığı gibi, köyün masum insanlarını kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden katleden Ermeniler, ceset yığınından kurtulabilmek için köyün su kuyusunu mezar olarak kullanmışlardır. Baş aşağı 13 metre derinlikteki kuyuya atılan yarı-canlı insanlar dışarıya çıkmasınlar diye de, üzerlerine iri blok taşlarla birlikte bir manda cesedi atılmıştır. Böylece dışarıdan bakıldığında bir hayvanın kuyudan içeriye düştüğü görüntüsü verilmek istenmiştir.
Sonuç olarak, sonradan dikilen mezar taşında “51 neferin mezarı” olarak belirtilen Hakmehmet Köyü toplu-mezar kazısı, hem tarihi gerçekleri bütün ayrıntılarıyla gün yüzüne çıkarmış, hem de Ermenilerin bölgede gerçekleştirdikleri “soykırım”a ulaşan katliamların yeni bir boyutunu ortaya koymuştur.


KOÇARYAN

19 KASIM 1999 - Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan, ülkesi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin yeni bir aşamada olduğunu söyledi.
Koçaryan, AGİT zirvesinin ikinci ve son gün oturumunda yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in nezdinde başarılı zirve organizasyonu için teşekkür ederek, ülkesinin Avrupa değerlerinin bir parçası olmaya kararlı olduğunu kaydetti.
Ermenistan'daki reformların süreceğini ve Avrupa güvenlik ve işbirliğinin bir parçası olmaya çalışacaklarını söyleyen Koçaryan, Avrupa Güvenlik Şartı konusunda her zaman istikrarlı bir tutum izlediklerini ifade etti.
Terörizmin uluslararası boyutta son derece tehlikeli bir olgu haline geldiğini söyleyen Koçaryan, Karabağ sorununun çözümü için Minsk Grubu'na her zaman güvendiklerini belirtti ve bu sorunun çözümünün önemine dikkati çekti.
Koçaryan, Ermeni-Türk ilişkilerinin yeni bir aşamada olduğunu söyleyerek, sözde soykırım iddialarını tekrar dile getirdi, ancak bunu aşacak formüller üretmenin önemli olduğunu söyledi. Koçaryan, Kafkasların, tüm sorunlarından arınmış bir bölge olmasını arzuladıklarını kaydetti.

17 ARALIK 1999 - Ermeni Lobisinin Türkiye karşıtı yeni girişimi ortaya çıktı: ABD Kongresi’nin alt kanadı olan Temsilciler Meclisi’nde Ermeni lobisine mensup iki milletvekilinin, Türkiye karşıtı yeni bir sözde Ermeni soykırımı tasarısı sunduğu öğrenildi.
Tasarı, Cumhuriyetçi Partili California milletvekili George P. Radanovich ve Demokrat Partili Michigan milletvekili David E. Bonior tarafından Temsilciler Meclisi’ne sunuldu.
Radanovich ve Bonior, sundukları tasarıda, ABD Başkanı’nın, başta Amerikan Dışişleri Bakanlığı yetkilileri olmak üzere insan hakları, etnik temizlik ve soykırım konularında çalışan bütün diplomatik temsilcilikleri çalışanlarına, sözde Ermeni soykırımıyla ilgili her türlü uygun dokümanın sağlanması ve eğitim verilmesini sağlaması istediler.
Tasarıda, ayrıca sözde Ermeni soykırımıyla ilgili olarak Türk mahkemelerinin “sorumlu yetkililerini yargılamamasının” sonuçları konusunda da, ABD Dışişleri Bakanlığı personelinin bilinçlendirilmesi gerektiği savunuldu.
Radanovich ve Bonior tarafından sunulan tasarıda, ABD Başkanı’nın, her yıl 24 Nisan’da sözde Ermeni soykırımını anmak için bir mesaj yayımlayarak, “1,5 milyon Ermeni’nin sistematik, bilinçli imhası” iddiasının anımsatılması istendi.
Bu arada, Ermeni terörüyle bağlantılı olarak ABD’de tutuklanan Murat Topalyan adlı işadamının, Haziran ayında mahkemeye çıkması beklenirken, halkla ilişkiler şirketi sahibi bir avukatla anlaştığı ve geniş çaplı bir para toplama kampanyasına giriştiği bildirildi.
Topalyan’ın, halkla ilişkiler uzmanı bir avukat tutması ve yürüttüğü kampanyayla yüklü miktarda para toplamasının, davasını siyasi hale getirme niyetinin işareti olarak görüldüğü belirtildi.
Amerikan yasalarına göre, davada Türkiye’nin taraf olamadığı, ancak Ermeni terörüne ilişkin bilgi ve belgeleri mahkemeye sunabileceği öğrenildi.
Topalyan, aralarında Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosluğu önündeki bir arabanın bombalanmasının da bulunduğu, Ermeni teröristler tarafından düzenlenen bir dizi bombalı saldırılarla bağlantılı olduğu gerekçesiyle Ekim ayında Cleveland eyaletinde tutuklanmıştı.

05 OCAK 2000- Ermenilerden çirkin oyun.
Ermeni kuruluşlarının ABD'nin San Francisco kentindeki bir parkta satın aldıkları alana diktikleri haçın üzerine, sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bir plaket yerleştirerek, Türk hükümetini karalamaya ve zan altında bırakmaya çalıştıkları ortaya çıktı. Söz konusu alan, San Francisco ve çevresinde faaliyet gösteren Ermeni kuruluşlarınca birkaç yıl önce satın alınmış ve üzerine bir haç dikilmişti. Yakın zamana kadar haçın üzerinde böyle bir plaket bulunmadığına dikkat çeken görgü tanıkları, şimdi haça, belediye ile yapılan sözleşmeye aykırı olarak, bir de plaket yerleştirildiğini belittiler. Park içindeki alanı Ermeni kuruluşlarına satan San Francisco belediyesi, buraya dikilen haçın üzerine plaket konulmasını yasaklamış bulunuyor. Konuya yakın kaynaklar, Türklerin plaketin kaldırılması için San Francisco kent yetkilileri nezdinde girişimde bulunmaları ve en geç iki ay içinde plaketin kaldırılması doğrultusunda talepte bulunmaları gerektiğini bildirdiler.

13 OCAK 2000- Sözde soykırım için Rum-Ermeni işbirliği.
ABD'nin Virginia eyaleti Delegeler Meclisi, sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bir karar tasarısını oybirliğiyle kabul etti. Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu kaynaklarından alınan bilgiye göre, Eric Cantor ve Jay Katzen tarafından ortaklaşa sunulan tasarı, 24 Nisan 2000'in, sözde Ermeni soykırımının Virginia eyaletinde anılması günü olmasını öngörüyor. Ermeni ve Rum lobilerinin ortak girişimleri sonucu kabul ettirilen bu tasarının yanı sıra 25 Mart 2000'in Virginia'da 'Rum bağımsızlık günü' olarak kutlanmasını öngören ikinci bir tasarı Delegeler Meclisi tarafından benimsendi.

16 OCAK 2000- Ermeniler yeni tezgâh peşinde.
ABD'deki Ulusal Ermeni Komitesi (ANCA) adlı kuruluşun bu yıl yapılacak başkanlık seçimi adaylarının, sözde Ermeni soykırımını tanımaları yönünde başlattığı kampanya, ABD'deki Türklerin sert tepkisine yol açtı. ANCA'nın adaylara uyguladığı yoğun baskının sonucu olarak Demokrat Partili Bill Bradley, sözde Ermeni soykırımına ilişkin iddiaları onayladığını daha önce birkaç kez dile getirmişti. ABD'de yaşayan Türk toplumunun yoğun tepkisine yol açan kampanyaya karşılık, Türk-Amerikan Dernekleri Asamblesi (ATAA), sözde Ermeni soykırımına ilişkin iddiaların doğru olmadığını adaylara anlatan bir mektup için imza toplama kampanyası başlattı. ATAA'nın, Cumhuriyetçi Parti'nin muhtemel başkan adayları Texas Valisi George Bush, Senatör John McCain ve milyarder yayıncı Steve Forbes ile Demokrat Parti'nin adayları Başkan Yardımcısı Al Gore ve Bill Bradley'e göndereceği sözde Ermeni soykırımına ilişkin iddiaları yanıtlayan mektuplar için şu ana kadar 500 imza topladığı bildirildi. Sözde Ermeni soykırımını tanıyan Bradley'e yazılan mektupta, başkan adayının bu yanlış iddiayı tanımasından duyulan hayal kırıklığı dile getirilerek, 'Tarihi tarihçilere bırakmak lazım, politikacılara değil' denildi. Başkan adaylarına gönderilen mektupta, geçmişte ABD Kongresi, İngiltere, Fransa ve BM'nin, sözde Ermeni soykırımını tanımayı reddettiği hatırlatıldı. Mektupta, bu iddianın tanınması yoluyla, Ermenilerin ABD'de ve diğer ülkelerde Türk yetkililere ve temsilciliklerine yönelik terörist saldırılarını haklı çıkarmaya çalıştıkları kaydedildi. ABD'nin Cleveland eyaletinde yakalanan Murad Topalyan adlı Ermeni teröristin, bu terörist saldırılarla ilgili olarak Amerikan mahkemelerinde yargılandığına dikkat çekildi.

23 OCAK 2000- Kanlı örgütün yeni lideri Ermeni.
İstanbul Beykoz'daki villaya düzenlenen baskında elebaşı Hüseyin Velioğlu'nun öldürülmesinin ardından kanlı terör örgütü Hizbullah'ta yeni elebaşı arayışlarının başladığı bildirildi. Velioğlu'nun halefi olarak bakılan İsa Aksoy'un örgütü bir arada tutumayacağı gerekçesiyle lider arayışını daha da hızlandırdı. Bu arayışın bir sonucu olarak Ermeni kökenli Sülhattin Ürküt'ün Hizbullah'ın yönetimini devraldığı kaydedildi. Ancak vahşi terör örgütünü ortadan kaldırmaya kararlı olan güvenlik birimlerinin daha önce Mali İşler Sorumlusu olan Ürküt'ün yakalanması için seri operasyonlara başladı.
Aksoy dağılmayı önleyemez
Bu arada basım ve kitap işlerinden sorumlu olan İsa Aksoy'un Hizbullah'ın çöküşünü hızlandırabileceği endişesiyle liderliğe getirilmediği kaydedildi. Aksoy'un örgüt içinde pek tutulmadığı ve sevilmediği, bu nedenle kopmaları önleyemeyeceği belirtildi. Bu nedenle örgütün yönetim kadrosunun Ermeni kökenli Sülhattin Ürküt'ü Hizbullah'ın başına geçirdikleri öğrenildi.

11 ŞUBAT 2000 - Fransa Ermenilere teslim oluyor.
Fransa Parlamentosu'nda daha önce onaylanarak kabul edilen ve Senatoya gönderilen sözde Ermeni soykırımı ile ilgili tasarının Senato Genel Kurulu'na gönderilmesi bekleniyor. Parlamentonun onayına rağmen Fransa Senatosu Başkanlık Divanı tasarıyı beş kez gündemine almış ve genel kurula göndermeyerek hasıraltı etmişti.
Senato Başkanlık Divanı'nın tasarı ile ilgili 22 Şubat’da bir kez daha toplanacağı bildirildi. Senato Başkanı, Başkan Yardımcıları, Siyasi Grup ve Komisyonların Başkanlarından oluşan Senato Başkanlık Divanı'nın bu kez “Ermeni tasarısı”nı genel kurula göndermesi bekleniyor. Senatodaki bu eğilimin Ermeni diasporasının baskısı sonucu doğduğu bildirildi. Tasarının genel kurula gönderilmesi halinde kabul edilmesine kesin gözle bakılıyor. Ermeni tasarısında Türkiye Cumhuriyeti’nin 1915'de Ermenilere yönelik yapılan “sözde soykırım” iddialarını resmen tanıması talep ediliyor.
Senatodaki bu gelişmeler üzerine Kuzey Fransa Türk Dernekleri Koordinasyonu (CCAT), Fransa Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Dışişleri ve İçişleri Bakanlıklarına birer mektup gönderileceğini bildirdi. Mektupta Fransa Senatosu nezdinde girişimde bulunmaları ve tasarının genel kurula gönderilmemesini sağlamaları talep edildi.

SIRADA HOLLANDA VAR

11 ŞUBAT 2000 - Hollanda ile bu sefer de anıt gerginliği.
1995 yılında sözde Kürt Parlamentosu’nun Lahey’deki toplantısına göz yumulan Hollanda’da bu kez de Ermeni soykırım anıtına izin çıkması büyük gerginlik yarattı. Kuzeydeki Assen kentinde Romashuk adlı bir Ermeni'nin soykırım anıtı dikilmesi girişimi belediyenin bürokratik hatası sonucu kabul edildi. Hatasını düzeltemeyen belediye anıtın kentteki bir mezarlığın sınırları içine dikilmesini kararlaştırdı. Yeni Lahey Büyükelçisi Aydan Karahan, olayı yakından takip ettiklerini, Dışişleri Bakanlığı ve yerel makamlar nezdinde girişimde bulunduklarını belirtti. Görev bölgesindeki gelişme sonrası harekete geçen Deventer Başkansolosu Orhan Ertuğruloğlu, Assen Belediye Başkanı ile görüşmede soykırım iddialarının asılsız olduğunu anlattı ve “Bu anıtın dikilmesi Türk toplumu arasında huzursuzluk yaratacaktır” dedi.

13 ŞUBAT 2000- Sözde soykırım için Rum-Ermeni işbirliği.
ABD'nin Virginia eyaleti Delegeler Meclisi, sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bir karar tasarısını oybirliğiyle kabul etti. Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu kaynaklarından alınan bilgiye göre, Eric Cantor ve Jay Katzen tarafından ortaklaşa sunulan tasarı, 24 Nisan 2000'in, sözde Ermeni soykırımının Virginia eyaletinde anılması günü olmasını öngörüyor. Ermeni ve Rum lobilerinin ortak girişimleri sonucu kabul ettirilen bu tasarının yanı sıra 25 Mart 2000'in Virginia'da 'Rum bağımsızlık günü' olarak kutlanmasını öngören ikinci bir tasarı Delegeler Meclisi tarafından benimsendi.

22 ŞUBAT 2000 - Sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili yasa tasarısı, bugün Fransız Senatosu'nda ele alınacak. Tasarının Senato gündemine alınmaması için geçen haftadan bu yana yoğun girişimlerde bulunan Türkiye, 'İki ülke ilişkilerinin ciddi yara alacağı' mesajını verirken, Başbakan Ecevit, tasarının yasalaşmasının iki ülke ilişkilerinin gelişmesine engel olacağını bildirdi.

23 ŞUBAT 2000 – Aferin Fransa.
Türkiye oyunu bozdu: Fransız Senatosu, Ermeni Soykırım Tasarısı'nı gündeme almayı reddetti.
Bir tokat da Paris'te yediler
ABD Senatosu'ndan geri çevrilen Ermeniler, bir tokat da Fransa'dan yedi. Ermeniler'in günlerdir devam eden 'Soykırım Tasarısı'nı Fransa'ya kabul ettirme çabası, Demirel, Ecevit ve Cem'in uyarıları sayesinde fiyaskoyla bitti.
'Tarihi yargılama yetkimiz yok'
SENATO, 'Fransa, Ermeniler'e yönelik soykırımı tanır' ifadesi taşıyan tasarıyı 6'ya karşı 14 oyla reddetti. Fransa Senatosu'nun gerekçeli kararında tasarının Kafkasya'daki barışı zedeleyeceği belirtilerek, 'Anayasa, parlamentoya tarihi yargılama yetkisi vermez' denildi.
Türkiye'nin gücü görüldü
ANKARA, karardan memnun. Diplomatik çevreler, 'Türkiye, çok net bir dille 'tasarı geçerse Türk-Fransız ilişkileri bozulur' mesajı verdi. Paris, bu mesajı iyi anladı. Trilyonluk savunma ihalelerini ve Ankara'yı gözden çıkarmayı göze alamadı' değerlendirmesi yaptı.

23 ŞUBAT 2000 – Ermenilerin hevesi kursağında kaldı.
Fransa Senatosu Başkanlık Divanı, sözde Ermeni soykırımına ilişkin tasarının Genel Kurul gündemine alınmasını reddederken, Ankara karardan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Dışişleri Bakanlığı'ndan üst düzey bir yetkili, 'Olumlu bir seyir gösteren Türk-Fransız ilişkilerine tasarıyla getirilmek istenen suni gündem maddesine böylece fırsat verilmemiş oldu' diye konuştu. Başbakan Bülent Ecevit, Fransız parlamentosundan Türkiye'yi haksız olarak suçlayacak bir karar çıkması durumunda, bunun son zamanlarda çok olumlu gelişmeler gösteren Türk -Fransız ilişkilerine bir engel teşkil edeceğini söylemişti.
6'ya karşı 14 oy
Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği'nden edinilen bilgilere göre, Fransa Senatosu Başkanlık Divanı'nda dün yapılan oylamada, tasarının gündeme alınması 6'ya karşı 14 oyla reddedildi. Tek cümlelik tasarı, 'Fransa, Ermenilere yönelik soykırımı tanır' şeklindeydi. Başkanlık Divanı toplantısında, Kafkasya bölgesindeki ilişkilere ve barış girişimlerine zarar vereceği ve Fransa anayasasına ters düşeceği gerekçesiyle tasarının genel kurulda görüşülmesi reddedildi. Fransız Senatosu tarafından yapılan yazılı açıklamada da, Fransız anayasasının parlamentoya, tarihi yargılama yetkisi vermediği hatırlatıldı. Açıklamada, gerek Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın, gerekse Başbakan Lionel Jospin'ın, Güney Kafkasya'daki ülkelerde barış sürecine zarar verecek yasa tasarısının tartışılmasını istemedikleri ifade edildi.
Mektuplar etkili oldu
Türkiye'nin büyük tepkisini çeken tasarı, Fransa Meclisi'nde 1998 yılında kabul edilmişti. Fransa hükümeti, Türkiye'nin tepkisi üzerine, tasarının Senato Başkanlık Divanı gündeminde bekletilmesini istemişti. Tasarının, uzun bir aradan sonra geçen ay tekrar gündeme getirilmesinin ardından, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut, Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Fransız muhataplarına gönderdikleri mektuplarda, 'Bu tür bir girişimin kabul edilmesinin, Türkiye ve Fransa arasında iyi giden ilişkilere büyük zararlar vereceği' mesajını vermişlerdi. Tasarının parlamentoda kabul edilmesinden sonra Türkiye ve Fransa arasındaki savunma sanayi ihaleleri konusunda bir duraklama dönemi yaşanmıştı.
Chirac'a teşekkür
Fransa Senatosu Başkanlar Konferansı'nın sözde Ermeni soykırımına ilişkin kanun tasarısını gündeme almaması kararı üzerine Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'a bir mektup gönderdi. Demirel, Chirac'a gönderdiği mektupta, Fransa Senatosu Başkanlar Konferansı'nın dün yaptığı toplantıda, Ulusal Meclis'in 29 Mayıs 1998 günü 30 milletvekilinin katıldığı bir toplantısında kabul edilen sözde Ermeni soykırımına ilişkin tek maddelik yasa tasarısını gündemine dâhil etmemesini memnuniyetle öğrendiğini belirtti.
Ermeni destekçisi adaylar
ABD'de 2000 yılı kasım ayında yapılacak başkanlık yarışına katılan kişilerden Cumhuriyetçi senatör John McCain dışındakiler Ermeni destekçisi çıktı. ABD'de başkanlık seçimi öncesinde Ermeni lobisinin tüm desteğini almayı amaçlayan Cumhuriyetçi Parti'nin iddialı başkan adayı George W. Bush, seçildiği takdirde sözde Ermeni soykırımını tanıyacağı sözünü verirken, ABD'deki Ermeniler de bağışlarını Bush'a yönelttiler. Demokrat Parti'nin iddialı başkan adayı, şimdiki başkan yardımcısı Al Gore ise 1992'den önce, senatörlük yaptığı dönemde Ermeni lobisine yakınlığıyla tanınıyordu.

25 ŞUBAT 2000 – Ermenileri çıldırtan karar.
Ermenistan Dışişleri Bakanlığı, Fransız Senatosu'nun sözde Ermeni soykırımına ilişkin tasarının Genel Kurul gündemine alınmasını reddetmesinden dolayı 'acı' duyduğunu ifade etti. Ermenistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ara Papian, 'Fransa'nın, Ermeni soykırımının tartışılmaz karakterini sonunda tanıyacağını umuyoruz' dedi. Sözde soykırımın tanınmasının Güney Kafkasya bölgesi halklarının uzlaşması sürecinde olumlu bir etkisi olacağını iddia eden Papyan, bunun tarihi değil, siyasi bir sorun olduğunu ileri sürdü. Papyan, 'Eğer Nazi soykırımı tanınıyorsa, Ermeni soykırımı neden tanınmasın?' dedi. Fransa Senatosu Başkanlık Divanı, önceki gün, sözde Ermeni soykırımına ilişkin tasarının Genel Kurul gündemine alınmasını reddetmişti.
Bu arada Hollanda'nın Assen kentinde, sözde Ermeni soykırımı adına anıt mezar yapılmasına yönelik girişimlerin önlenmesi için Türk toplumunun çabaları ve tepkisi sürüyor.
Türk Cemiyeti temsilcileri, ziyaret ettikleri Belediye Başkanı Dineke Van As-Kleiwegt'e bu anıtın yapılması halinde ülkede barış ve huzur ortamına zarar gelebileceğini dile getirdiler.

01 MART 2000 - Ermeni'ye Ermeni'den tokat.
Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili tasarıyı Fransız parlamentosundan geçiremeyerek hezimete uğrayan Ermeniler bir tokatta ABD'nin Virginia eyaletinde yedi. Hem de bu tokat Fransa'dakinden daha beter oldu. Çünkü tasarının geçmemesini sağlayan kişi Türk asıllı bir Ermeni. Soykırım tasarısının eyalet senatosu gündemine alınması, Türk toplumu ve derneklerinin yoğun çabası sonucu şimdilik engellendi. Virginia senatosu tüzük komitesinin, tasarının gündeme alınıp alınmaması konusunda yaptığı toplantıya Türk toplumu ve Ermeni lobisi temsilcileri yoğun şekilde katıldılar ve toplantıda yer yer sözlü atışmalar oldu. Toplantıya müdahil olarak katılan Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu yetkilisi Edward Taşçı, senatörlere Ermeni asıllı olduğunu belirterek, 'Ermeni soykırımı falan olmadı' dedi. Bunun üzerine salonda bulunan Ermeni lobisi mensupları, Taşçı'yı yüksek sesle protesto ettiler.
Ermenilerin de görüşlerini belirtmelerinin ardından Tüzük Komitesi, tasarının Senato genel kurulu gündemine alınıp alınmamasına karar veremedi ve bu konudaki oylamayı gelecek haftaya bıraktı.
Öte yandan eyalette tasarıya tepkilerin artması üzerine, tasarının sunucusu olan Eric Cantor adlı Temsilciler Meclisi üyesi, tasarının metninde değişiklik yaptıklarını ve Türkiye karşıtı bazı ifadelerin yumuşatıldığını söyledi. Buna göre, ilk tasarı metninde Osmanlı İmparatorluğu 1,5 milyon Ermeniyi katletmekle suçlanırken, yeni metinde bu ifade, 'olayın Osmanlı İmparatorluğu topraklarında geçtiği' şeklinde değiştirildi. Ayrıca Ermenilere tazminat ödenmesi yolundaki ifadeler de metinden çıkarıldı. Ermeni lobisi, tasarının 24 Nisan'dan önce Virginia senatosundan geçmesini amaçlıyor.

02 MART 2000 - Amerikalılara mesaj yağmuru.
ABD'de Ermeni lobisinin Virginia eyaleti senatosundan geçirmeye çalıştığı sözde Ermeni soykırımı tasarısının eyalet senatosu gündemine alınması, Türk toplumu ve derneklerinin yoğun çabası sonucu şimdilik engellendi. Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu (TADF) kararın çıkmasını engellemek için Virginia senatosu üyelerinin mesaj yağmuruna tutulması istedi.

10 MART 2000 - Ne onların ne de bizim dediğimiz oldu.
ABD'nin Virginia eyaletinin yerel kongresinde uzun süredir tartışma konusu olan Ermeni tasarısı, metinde 'soykırım' sözcüğü olmadan Senato'dan geçti. Metinde, 'Türk Osmanlı İmparatorluğu' şeklinde bir ifade kullanılırken, 1915-1923 yılları arasında 600 bin Ermeni'nin öldürüldüğü savunuldu. Ancak senatodan geçen tasarı metninde 'soykırım' sözcüğü yeralmadı. iki metin birbirinden farklı olduğu için iki kanadın temsilcilerinden oluşan bir Uzlaştırma Komitesi önümüzdeki günlerde ortak bir metin oluşturmaya çalışacak. Tasarının reddi için ABD'ye yaşayan Türk toplumunun temsilcileri yoğun bir kampanya başlatmışlardı.

13 MART 2000 - 'Ermeni lobisine karşı güçlenmeliyiz'
ABD'de Virginia eyaletinin yerel kongresinde uzun süredir tartışma konusu olan sözde Ermeni soykırımına ilişkin tasarı, '24 Nisan 2000 Ermeni Soykırımını Anma Günü' şeklinde Senato'da kabul edildi.
Tasarının kabulünü engellemek için yoğun bir kampanya yürüten ABD'deki Türk toplumu mensupları ve Türk dernekleri, güçlü Ermeni lobisinin bunu sağladığını ve benzerlerinin yaşanmaması için bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini söylediler. Türk-Amerikan Dernekleri Asamblesi İcra Direktörü Güler Köknar, 'Ümitsiz değiliz. Zorlu bir mücadele sergilendi. Tasarı en azından sadece bu yıl için geçerli' diye konuştu. Köknar, geçen yıl 24 Nisan tarihinde ABC televizyonunda ünlü gazeteci Peter Jenings'in, sözde Ermeni soykırımına ilişkin, tamamen Ermeni görüşlerini sergileyen 10 dakikalık bir yayınının, Ermeni lobisi tarafından kanıt gibi gösterildiğini ve Virginia'da da bütün senatörlere video kaset olarak dağıtıldığını, tasarının kabulünde bu durumun önemli rol oynadığını söyledi. Türk toplumu temsilcileri olarak geçen yıl gazeteci Jenings ile konuşarak, yayının taraflı olduğunu ilettiklerini, ancak bu gazetecinin, 'Bunlar bizim araştırmamızın bulguları. Siz de görüntü getirin' yanıtını verdiğini belirten Köknar, 'Bizim en büyük eksiğimiz görüntülü doküman. Çünkü yüzlerce sayfalık tarih kitaplarını ne yazık ki insanlara okutamıyorsunuz' dedi.
Köknar, 'Ermeni lobisi, bu işi kendine dava edinmiş, enstitüler kurmuş, para ve sayı olarak Türk lobisinden daha güçlü. Buradaki sistemin içine girmiş bir kitle. Mesela Ermeni bir işadamı çıkıp derneklere 1 milyon dolar bağışta bulunuyor. Buna karşılık tek başına bizim çabalarımız yeterli olmuyor. Bu tür tasarıların kabulü sadece imaj meselesi de değil. Tarihin eski defterlerini karıştırıp hak talep edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Çok ciddiye alınması lazım. Hep savunma durumunda olacağımıza kendi çalışmalarımızı ortaya koymamız lazım' diye konuştu.

14 MART 2000 - Fransız elçiden Ermenistan'a eleştiri
Fransa'nın Erivan Büyükelçisi Michel Legras, sözde soykırım karar tasarısının Fransız Senatosu'ndan çıkması yolunda Ermenilerin yaptığı baskıları eleştirdi. Haftalık Novoya-Vremya gazetesinde bir açıklaması yer alan Büyükelçi Legras, 'Ermenistan ve Türkiye arasındaki ilişkilere yalnızca, Ermeniler ve Türkler dâhil olmalı' dedi. Büyükelçi, Senato'nun sözde soykırım kararını reddetmesinin, bağımsız ve Fransız halkının çıkarlarına uygun bir karar olduğunu vurguladı. Öte yandan Ermenistan'da Başbakan Vazgen Sarkisyan ve Parlamento Başkanı Karen Demirciyan'ın öldürüldükleri kanlı parlamento baskınını düzenleyen grubun lideri Nairi Unanyan'ın, devlet tarafından olaydan bir yıl önce, bir dış ülkeye karşı casusluk yapmada görevlendirilmek istendiği açıklandı. Ermeni basını, bu ülkenin Türkiye olduğunu ileri sürdü. Baskını soruşturmakla görevli askeri başsavcı Gagik Cihangiryan, KGB'nin eski Ermenistan birimi olan, yeni adıyla Ulusal Güvenlik Bakanlığı'nın, parlamento baskınından bir yıl önce, Ununyan'ı resmi görevli olarak bünyesine almak istediğini söyledi.

ROMA DA SOYKIRIM DER Mİ?

17 MART 2000 - Roma’da da Ermeni soykırım oyunu oynanıyor.
İtalya, sözde “Ermeni soykırımı”yla ilgili yasa tasarısını Parlamento ve Senato’ya sunmaya hazırlanıyor.
Apo krizinden ağzı yanan ve Türkiye’ye “geçmişi unutalım” mesajları gönderen Başbakan Massimo D'Alema'nın masasında bekleyen ve Roma Belediye Meclisi’nin hazırladığı sözde “Ermeni soykırımı”nın tanınması tasarısının, önümüzdeki günlerde işleme konması bekleniyor. Roma Belediye Başkanı Francesco Rutelli'nin onayı ve İtalyan-Ermeni dostluk derneği ‘Zatik’in girişimleriyle kaleme alınan tasarıda, Türkiye'nin sözde “soykırım”ı kabul etmesi ve “böylece manen ağır bir yükten kurtulması” isteniyor.

17 MART 2000 - Fransız parlamenterden Ermeni tasarısı uyarısı
Fransa'da Ermeni yanlısı senatörler, Türkiye'yi rahatsız eden soykırım tasarısında ısrar ederken, Türk dostu bir Fransız parlamenter, Avrupa Parlamentosu'nda görevli ANAP Milletvekili Bülent Akarcalı'yı arayarak Fransa Senatosu'nda reddedilen Ermeni soykırımı ile ilgili tasarının tekrar gündeme gelmesi olasılığı bulunduğunu belirtip Türkiye'nin harekete geçmesini istedi. Türk dostu Fransız, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın parlamentoda yapacağı konuşmayı çok sayıda milletvekilinin dinleyeceğini ve bu sırada tesarıyı gündeme getirecek olan Ermeni yanlılarına karşı Türkiye yanlısı Fransız parlamenterlerin orada bulunmasını sağlamak gerektiği uyarısında bulundu. Bazı Ermeni yanlısı senatörlerin, 21 Mart Salı günü yapılacak genel kurul oturumunda 'acil gündem tartışması' isteyerek, bir oldubittiyle tasarının onaylanması için yeni girişim başlattıkları orta çıktı.
Başkanın öneriyi oylamaya sunmasından sonra, teklif kabul edilirse tartışmaya geçilebilecek ve daha önce parlamentoda kabul edilen tasarının oylanması gündeme gelebilecek. Türkiye'nin Paris Büyükelçiği'nin, Ermeni yanlısı senötürlerin bu girişimine karşı hareket geçtiği ve Türk yanlısı senatörlerin salı günü yapılacak oturumda mutlaka bulunması için yoğun çaba sarfettiği bildirildi. Türkiye'nin, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın yine salı günü Senato'da yapacağı konuşmadan önce tasarının gündeme getirilmesi girişimi karşısında Fransız hükümeti nezdinde de devreye girdiği öğrenildi.
İtalya'nın tasarı ayıbı
Chirac'ın liderliğini yaptığı ve Senato'da çoğunlukta bulunan Cumhuriyetçi Birlik Partisi, Türkiye'yi rahatsız eden tasarıya soğuk bakıyor.
Fransa Senatosu Başkanlık Divanı, şubat ayında yapılan toplantısında, Ermeni lobisinin desteğiyle tasarının genel kurul gündemine alınması, 'Kafkasya`da barışa zarar vereceği' ve 'Fransız Anayasası'nın Senato'ya tarihi yargılama yetkisi vermediği' gerekçeleriyle reddedilmişti. Fransız parlamentosunda, 1998 yılında kabul edilen ve onaylanması için Senato'ya gönderilen yasa tasarısı, Türkiye ile Fransa arasında iyi giden diplomatik ilişkilerin bir süre gerginleşmesine yol açmıştı. Parlamentoda kabul edilen, bir cümlelik tasarıda, 'Fransa, Ermenilere yönelik soykırımı tanır' şeklinde bir ifade yer alıyor. Bu arada İtalyan Kuzey Ligi Partisi Meclis Grup Başkanı Giancarlo Pagliarini, parlamentoya sözde 'Ermeni soykırımı' yasa tasarısı sundu. Eşi Ermeni olan Pagliarini, İtalya'nın kuzeyinde 'Padania' adıyla bağımsız bir devlet kurulmasını amaçlayan partisinin 1996 yılında kurduğu 'Padania Güneş Hükûmeti'nin ilk başkanı olarak görev yapmıştı.

21 MART 2000 - Ermeni tasarısını oldubittiye getirecekler
Fransa'da Ermeni yanlısı senatörler, Türkiye'yi rahatsız eden sözde Ermeni soykırımı yasa tasarının peşini bırakmıyorlar. Bazı Ermeni yanlısı senatörlerin, bugün yapılacak genel kurul oturumunda 'acil gündem' tartışması isteyerek, bir oldubittiyle tasarının onaylanması için çalışacakları bildirildi. Acil gündem maddesinin işletilmesi için en az 30 senatörün imza vermesi ve Senato Genel Kurul toplantısı öncesi bu imzaları oturumu yöneten başkana sunması gerekiyor. Oturumu yönetecek başkanın, öneriyi oylamaya sunmasından sonra, teklif eğer kabul edilirse hemen tartışmaya geçilip, daha önce Meclis'te kabul edilen tasarının oylanması gündeme gelebilecek.
Başkanlık Divanı reddetmişti
Fransa Senatosu Başkanlık Divanı, şubat ayında yapılan toplantısında, 'Kafkasya'da barışa zarar vereceği' ve 'Fransız Anayasası'nın Senato'ya tarihi yargılama yetkisi vermediği' gerekçeleriyle Ermeni lobisinin desteği ile tekrar gündeme getirilen tasarının genel kurul gündemine alınması reddedilmişti. Fransız Meclisi'nde, 1998 yılında kabul edilen ve onaylanması için Senato'ya gönderilen Ermeni yasa tasarısı, Türkiye ve Fransa arasında son derece iyi giden diplomatik ilişkilerin bir süre önce gerginleşmesine yol açmıştı. Meclis'te kabul edilen, bir cümlelik tasarıda, 'Fransa, Ermenilere yönelik soykırımı tanır' şeklinde bir ifade yer alıyor.

22 MART 2000 - Türk yanlısı demece tahammül edemediler
Ermenistan'daki aşırı milliyetçiler, Türk yanlısı demeç vermekle suçladıkları Fransa Büyükelçisi Michel Legras'nın sınır dışı edilmesini istiyorlar. Erivan'da bazı gazetelerde yayımlanan çağrıda, 'Milliyetçiler olarak, Dışişleri Bakanlığı'ndan Fransız Büyükelçi'nin derhal istenmeyen kişi ilan etmesini istiyoruz. Paris'teki Ermenistan büyükelçisi de, Fransa resmen özür dileyinceye kadar derhal geri çekilmeli' ifadesi kullanıldı. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ise, çağrının kabul edilemeyeceğini belirttiler, çağrıda bulunan örgütlerin 'Ermeni kamuoyunu temsil etmediklerini' kaydettiler.
Ortak çağrıya imza koyanlar, Fransız Büyükelçi'nin 11 Mart'ta bir gazeteye verdiği demeçte, sözde Ermeni soykırımı konusundaki sorumluluğu 'çağdaş Türkiye'ye yüklememek, bütün kuşakları suçlamamak gerektiğini' söylediğini iddia ediyorlar.

23 MART 2000 - Ermeniler yine birbirine girdi
Yukarı Karabağ'da 1991'de ayrı yönetim ilan eden Ermenilerin sözde 'cumhurbaşkanı' Arkadi Gukasyan önceki gece uğradığı suikast girişiminde bacağından yaralandı. Yukarı Karabağ'ın başkenti Hankenti'nde Gukasyan'ın arabasına ateş açan saldırganlar şoförü ile korumasını da yaraladılar. Bu arada suikast girişiminde parmağı olduğu gerekçesiyle eski savunma bakanı, genelkurmay başkanı Samvel Babayan gözaltına alındı. Suikast girişimi, cumhuriyette sivil ve askeri yönetim arasında son aylarda tırmanan gerginliğin had safhaya ulaştığını açıkça ortaya koydu. Gerginlik, geçen yıl Gukasyan ile dönemin hem 'savunma bakanı', hem de 'genelkurmay başkanı' olan Samvel Babayan arasında çıkan ihtilafla başlamış ve Babayan görevlerinden azledilmişti. Gukasyan'ın, Karabağ savaşındaki başarıda büyük payı olan Babayan ile çekişmesi, Ermenistan'da ve Karabağ'daki bazı siyasi çevrelerde rahatsızlık yaratmıştı. Öte yandan Yukarı Karabağ'da Mayıs ayında yapılacak parlamento seçimleri öncesi gözlemciler, Babayan'ın parlamentoda çoğunluk oluşturma ihtimalinin güçlü olduğunu belirtiyıorlardı. Ancak seçimlerin parti listeleriyle değil, sadece bağımsız adayların katılımıyla yapılacağının birkaç gün önce açıklanması, Babayan ve yandaşlarının planlarını altüst etti. Ardından Arkadi Gukasyan, Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan'ın son bir hafta içinde Ermenistan ordusunun üst yönetiminde yaptığı değişiklikleri örnek alarak, kendisine bağlı isimleri Karabağ ordusunda kilit noktalara getirdi. Bu da, sinirlerin biraz daha gerilmesine yol açtı.

27 MART 2000 - Ermeni akılsızlığı
Amerika'daki Ermeni lobisi, sözde soykırımı ileri sürerek Türkiye'yi federal ve federe yasama organlarında kötülemeye devam ediyor. Lübnan'daki Taşnak Partisi çevrelerinde Ermeni tedhişçilik örgütü ASALA'nın hortlatılması için çalışmalar yapılıyor. Ermenistan, fakirlik içinde kıvranan bir zavallı ülke! Ama Azeri topraklarının 20'sini yıllardır işgali altında tutabiliyor.
Bu durumda diplomatik protestoların ve tanıtma faaliyetlerinin zorunluluğu inkar edilemez. Fakat Batı'da bu konudaki saplantılar o kadar derin ve güçlüdür ki bu yöntemlerin Ermeni densizliklerini destekleyen grupları ikna etmeye yetmeyeceği de muhakkak! Batılılar, bu konudaki gerçeği, ancak bazı yüksek çıkarları tehlikeye girerse anlama yoluna sapabiliyorlar. Fransız Senatosu'nun lehimizdeki kararları bu husustaki son örnektir. Zaman zaman kendi yazarlarımız bile Türkiye'nin dış âleme bakışının jeo-stratejiye dayanan 'realpolitik'ten esinlenişinden rahatsızlık duyuyorlar. Ama acaba Batılılar bize başka bir yol tanıyorlar mı? Hayır!
Fakat yabancıların ticari çıkarlarıyla oynama tehdidini uygun ölçülerde kullanma yönteminin sınırları var. Bu yöntemi kullandığımız zaman kendi ihtiyaçlarımız açısından en iyi malı en makul fiyatla elde edemeyecek olmamız ihtimalini de unutmamamız gerek!..
Böyle olunca, bugünkü durum sürüp gider. Ermeni lobisi bugün Paris'te yenilgiye uğrar; yarın Kaliforniya'da kazanır. Bununla beraber, bu maskaralığa son verebilmek için Rusya'nın dağılmasından beri elimize büyük bir fırsat geçmiştir. Türkiye, Batı'nın Ermeni yalanlarına kanmasını önlemek istiyorsa, aleyhimizdeki lobi faaliyetlerinden bu faaliyetleri desteklediği apaçık olan yanıbaşımızda kurulmuş Ermeni Devleti'ni sorumlu tutmalıdır. Erivan'daki yöneticiler bilmelidir ki Ermeni diyasporasının her Türk aleyhtarı faaliyeti sonucunda Ermenistan, Türkiye tarafından cezalandırılacaktır. Ama Erivan aklını başına toplarsa Türkiye onunla her alanda en geniş bir işbirliğine hazır olacaktır.
Ermenistan, garip bir ülkedir. Küçüklüğüne ve fakirliğine bakmadan sadece Azerbaycan'dan değil, Türkiye ve Gürcistan'dan da toprak talep etmektedir. Sovyet sömürgeciliği döneminde Ruslar'ın güven duyduğu tek Rus olmayan unsur onlar olduğundan bağımsızlıklarını aldıktan sonra ufak bir ordu kurabilmek için gerekli kadrolara sahip olma avantajına dayanarak Azeri toprağına saldıran ve hala bu topraklardan çekilmeyi reddeden Ermenistan'ı kardeş Azerbaycan'dan çıkarmak için Türkiye'nin kullanması gerekebilecek komando tugay sayısı bir elin parmaklarından azdır. Bu amaçla Ermeni toprağına girmemiz bile gerekmez. Türk askeri gücünün sadece PKK'yı silmek, Suriye'yi aklını başına devşirmeye sevketmek ve şurada burada Batı'nın eksiğine yama bastırarak barış bekçiliği yapmak için kullanılmayabileceğini Erivan'ın da, Minsk Grubu'nda yıllardır havan döven Amerika ve Fransa gibi dostlarımızın da artık ciddi biçimde harekete geçmelerini sağlamak istiyorsak, Türkiye'nin sabrının tükenmek üzere olduğunu onlara inandırıcı bir uslupla anlatmamız lazımdır. Rusya ise, Kızılordu'dan arta kalan neyse onunla Çeçen kapanının içinde debelenirken ve korkunç bir iktisadi buhranın ortasındayken bu konuda bağırmaktan başka seçeneğe sahip değil!

29 MART 2000 - ABD, Ermenilere kızdı
ABD, Ermeni lobisinin sözde soykırımın tanınmasına ilişkin olarak eyalet kongrelerinde yasa çıkarma çabalarını eleştirdi ve bu çabaların sadece gelişen Türkiye-Ermenistan ilişkilerine zarar verdiğini bildirdi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü James Foley, 'Bu yeni bir konu değil. Önceki yıllarda da gündeme geldi. Geçmiş yönetimler döneminde olduğu gibi, biz bu çok hassas konuya ilişkin yasama tedbirlerinin alınmasına karşı çıktık. Bu tür dikkatsiz tedbirlerin, Türkiye ile Ermenistan arasında geliştirilen ilişkilere zarar verdiğine inanıyoruz' dedi. Foley, Başkanı Bill Clinton ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'in İstanbul'da geçen kasım ayında Türk ve Ermeni liderlerle bir araya geldiğini, ocak ayında Davos'ta da görüşmeler yapıldığını hatırlatarak, Kafkaslar'ın istikrar ve güvenliği için Türk-Ermeni ilişkilerinin geliştirilmesinin önemli olduğunu söyledi. Sözcü Foley, 'önemini vurguladığımız bu süreç devam ediyor' diye konuştu. ABD'deki Ermeni lobisinin girişimleri sonucu, son olarak Virginia eyaleti yerel kongresi, 24 Nisan 2000 tarihinin 'sözde Ermeni soykırımını anma günü' kabul edilmesini onaylamıştı. Rhode Island'da da okul kitaplarında sözde soykırıma ilişkin bilgilerin yer alması için Ermeni lobisi yoğun çaba gösteriyor. Ermeni lobisi, California'da da, sözde soykırım kurbanlarının mirasçılarına, sigorta şirketlerinden tazminat sağlanmasına yönelik faaliyet gösteriyor. ABD Kongresi'nde de, soykırımın tanınmasına yönelik bazı yasa tasarıları bekliyor.
Washington'daki Türk diplomatik kaynakları, ABD'deki 'cebi para dolu' Ermeni lobisinin çabalarının, ekonomik zorluk çeken Ermenistan'a zarar verdiğini söylediler. Diplomatik kaynaklar, Ermenistan'ın ekonomik olarak düze çıkması için Türkiye ile iyi ilişkiler kurmasının şart olduğunu, ancak Ermeni lobisinin çeşitli ülkelerde sözde soykırımın tanınması çabalarının bu ilişkileri olumsuz etkilediğini belirttiler.

01 NİSAN 2000 – İsveç Parlamentosu'ndan soykırım tasarısı ayıbı.
İsveç Parlamentosu, 'Ermeni soykırımı' iddialarını içeren bir raporu kabul etti. Diplomatik kaynaklardan alınan bilgiye göre, parlamentonun Dış İlişkiler Komisyonu tarafından hazırlanan ve 1915 yılında 'Ermenilere karşı soykırım işlendiği' iddiasını da içeren rapor, parlamento tarafından onaylandı. Dış İlişkiler Komisyonu'nun çeşitli ülkeler hakkında hazırladığı raporun Türkiye ile ilgili bölümünde, Süryaniler, Ilısu Barajı gibi konuların yanı sıra sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bir metin yer aldı.
Sözde soykırımla ilgili bölümde, 'Ermenilere karşı yapılan soykırımın resmen kabul edilmesinin önemli ve gerekli olduğu' öne sürüldü. Raporda, 'Türkiye'nin soykırımı tanımasının ülkedeki demokratikleşme çabalarına katkıda bulunacağı' iddiasına yer verildi. Bu arada raporda, sözde soykırımın BM ve AB kararlarında da yer aldığı iddia edilirken, BM ve AB Konseyi'nin bu konuyla ilgili herhangi bir karar almadığı öğrenildi.

10 NİSAN 2000 - Ermeniler helikopter ihalesine karıştı
ABD'de Türkiye karşıtı faaliyetlerini yoğunlaştıran Ermeni lobisi, şimdi de Türk ordusunun dev taarruz helikopteri ihalesinde ABD'nin muhtemel bir satış kararını engellemek amacıyla kampanya başlattı. Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), yandaşlarına, Türkiye'ye taarruz helikopteri transferine izin verilmemesi için Başkan Yardımcısı ve Demokrat Parti'nin başkan adayı Al Gore'a, elektronik posta, faks ve mektupla mesaj göndermeleri çağrısında bulundu. ANCA'nın açıklamasında, Türkiye'nin taarruz helikopterlerini Ermenistan, Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi ve Suriye'ye karşı kullanmak istediği ileri sürülerek, bu helikopterlerin Türkiye'nin eline geçmesinin, ABD'nin ulusal çıkarlarına aykırı olacağı da iddia edildi. Gözlemciler, Ermeni lobisinin, Al Gore nezdinde kampanya başlatarak, seçim kartını kullanmak istediğine dikkat çektiler. ANCA'nın, bu tutumuyla, taarruz helikopteri konusunda ABD yönetiminden destek alamaması halinde, Ermeni oylarını Gore yerine Cumhuriyetçi Partili George W. Bush'a gideceği şantajında bulunduğu kaydedildi. Türkiye'nin, 145 helikopteri kapsayan 4 milyar dolarlık dev ihalesinde, ABD yapımı King Cobra'nın yanı sıra İtalyan yapımı International ve Rus-İsrail ortak yapımı Black Shark modelleri de yarışıyor. 24 Nisan'daki sözde Ermeni soykırımı günü öncesinde Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini yoğunlaştıran lobi, Virginia eyaleti yerel kongresinden, sözde soykırımın tanınması yolunda bir karar çıkartmıştı.

14 NİSAN 2000 - Türk gecesine Ermeni baskını
ABD'nin Los Angeles kentinde, Türk öğrenci kuruluşlarının düzenlediği yıllık Türk gecesinde, sözde soykırım destekçisi Ermeni göstericiler olay çıkardı. , Güney California Üniversitesi Türk Öğrenci Birliği'nin düzenlediği yıllık eğlencenin yapıldığı binaya gelen yaklaşık 20 kadar Ermeni sloganlar atarak, öğrencileri taciz etmeye başladı. Göstericilerin saldırgan tutumundan endişelenen Türk öğrenciler polise haber verdiler. Olay yerine gelen polis, güvenliği sağlamak için düzenlenen eğlencenin erken bitirilmesini istedi.
*Binanın camlarını kırdılar
Gece yarısından sonraya kadar sürmesi beklenen eğlence, çoğu üniversite öğrencisi olmayan siyah tişörtlü Ermenilerin katılımıyla bir buçuk saat içinde bitti.
Türk gecesinin sonunda öğrencilerin evlerine güvenlik içinde gidebilmeleri ise 25 kişilik Los Angeles polis ekibi tarafından sağlandı. Polisin bütün uyarılarına karşın alanı terketmeyen ve Türk gecesinin düzenlendiği binanın camlarını kıran Ermenilerin gösterisi polis tarafından kameraya çekildi. Polis yetkilisi Bill Whyte, sorumluların tespit edilerek cezalandırılacağını söyledi. Türk öğrenciler üniversite yönetimine, protestocuların davranışlarını kınama çağrısında bulundu.

23 NİSAN 2000 - Fransa'da Ermeniler yeni oyun peşinde.
Fransa'daki Ermeniler, sözde Ermeni Soykırımı yasa tasarısını Fransız Senatosu'ndan geçiremeyince, yerel seçimler öncesinde lobi faaliyetlerini artırarak adayları etkilemeye çalışıyorlar. Ermeni Kilisesi'nin, Ermeni soykırımının yıldönümü ilan edilen 24 Nisan'daki gösteri yürüyüşlerine ilginin azalması üzerine, gösterilere katılmaları için Türkiye'den Fransa'ya göçen Ermenilere baskı yaptığı öğrenildi. Öte yandan Ermeni kiliselerinde bildiri dağıtılması nedeniyle Türkiye'den göçen Ermenilerle, Lübnan Ermenileri arasında tartışmalar yaşanıyor.

24 NİSAN 2000 - İsrail'de Ermeni soykırım iddiası müfredata alınıyor
İsrail Eğitim Bakanı Yossi Sarid sözde Ermeni soykırımının lise müfredat programına konulmasını önerdi. İsrail radyosunun haberine göre, Ermenilerin “soykırım günü” ilan ettiği 24 Nisan dolayısıyla bir açıklama yapan Milli Eğitim Bakanı Sarid, daha sonra da Kudüs Ermeni Komitesi'nin düzenlediği toplantıya katıldı.
İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye ile ilişkileri dikkate alarak bu çalışmaya karşı çıkması, soykırım iddialarının müfredata alınmasını engelliyor.

24 NİSAN 2000 - Yunanistan’ın Atina ve Selanik şehirlerinde Ermeni göstericiler ve fanatik Yunanlılar Türk bayrağı yaktı.
Selanik’te 200 kişilik bir grup Türk Başkonsolosluğu'na girerek gönderdeki Türk bayrağını indirdi ve yaktı. Olay polisin müdahalesiyle son buldu. Atina’da ise gösteriler sırasında bir Türk bayrağı yakıldı.

TOPRAK TALEBİ

24 NİSAN 2000 – Ermeniler, Rusya’daki gösterilerde, ilk defa toprak talebinde bulundular.
Rusya’da gösteri yapan Ermeniler ise ilk kez taleplerinin sözde soykırımın tanınması değil, Türkiye'den toprak koparmak olduğunu itiraf ettiler. Moskova’daki Türk Büyükelçiliği önünde yapılan gösteride Anadolu'nun doğu yarısını Ermenistan olarak gösteren haritalar dağıtıldı ve “Topraklarımızı geri verin” sloganları atıldı.

26 NİSAN 2000 - Clinton Ermeni oylarına göz kırptı
ABD Başkanı Bill Clinton, sözde Ermeni soykırımı günü olarak kabul edilen 24 Nisan nedeniyle yayınladığı mesajda, yine “soykırım” ifadesini kullanmayarak geleneğe sadık kaldı. Ancak Clinton, Ermenilere övgüler yağdırarak seçim yılında Demokrat Parti için Ermeni oylarına göz kırpmayı ve seçim yatırımı yapmayı da ihmal etmedi.
Başkan Clinton mesajında, yüzyılın başında yaşanan olayları “büyük trajedi” olarak tanımladı ve Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında 1,5 milyon Ermeni’nin tehcir ve katledildiğini öne sürdü. ABD’de, 1 milyonu aşkın Ermeni kökenli seçmen bulunuyor. Beyaz Saray'dan emekliye ayrılacak olan Clinton, yardımcısı ve Demokrat Parti'nin başkan adayı Al Gore'un seçimi kazanması için yoğun çaba harcıyor. Finansman ve seçmen gücüne sahip Ermeniler, ABD’de en iyi örgütlenmiş gruplardan birini oluşturuyor.

27 NİSAN 2000 – Koçaryan'a azil süreci başladı.
Ermenistan'da 27 Ekim 1999'da parlamentoya yapılan kanlı saldırıyla ilgili soruşturma nedeniyle Devlet Başkanı Robert Koçaryan ile parlamento arasında gerilim yaşanıyor. Parlamento, önceki gece aldığı kararla Koçaryan'a karşı azil sürecini başlatmayı benimsedi. Gerilim, dönemin başbakanı Vazgen Sarkisyan, parlamento başkanı Karen Demirciyan, parlamentonun iki başkan yardımcısı, bir bakan ve üç milletvekilinin öldürüldüğü kanlı baskının soruşturmasını yürüten askeri başsavcı Gagik Cihangiryan nedeniyle tırmandı. Parlamento, olayla ilgili bir oturuma Cihangiryan'ı da davet etti. Ancak Koçaryan, Cihangiryan'ın parlamentoyu etkileyebileceğini, parlamentoya baskı yapabileceğini gerekçe göstererek, askeri başsavcının oturuma katılmasını bir kararnameyle yasakladı. Bunun üzerine Cihangiryan, istifa ettiğini açıkladı. Daha sonra da azil süreci soruşturması başlatıldı.

28 NİSAN 2000 – Rum-Ermeni lobisinden pis mektup
Türk-Yunan yakınlaşmasının, ABD'deki Yunan lobisinin faaliyetlerine yansımadığı ortaya çıktı. ABD Temsilciler Meclisi'nde, Yunan ve Ermeni lobilerine mensup 29 milletvekili, Türkiye'nin dev taarruz helikopteri ihalesini ABD modeli King Cobra'nın kazanması halinde, bu helikopterlerin Türkiye'ye verilmemesi amacıyla Başkan Clinton'a bir mektup yazdı. Temsilciler Meclisi'ndeki Yunan lobisinin lideri konumundaki Cumhuriyetçi Florida milletvekili Michael Bilirakis'in girişimiyle yazılan mektupta, helikopterlerin Türkiye'ye satılmamasının, Kafkasya, Balkanlar ve Ortadoğu'da istikrarı artıracağı ve 'Türkiye'de insan haklarının ilerlemesine katkıda bulunacağı' iddia edildi.
Azılı Türk düşmanları
Mektupta, lobici milletvekilleri Türkiye'nin bu helikopterleri komşularına karşı kullanabileceğini de ileri sürülerek, 'zaten bölgenin en güçlü ordusuna sahip olan Türkiye'nin, silahlı kuvvetlerinin daha da kuvvetlenmesi halinde, bölge için tehdit oluşturacağı' savunuldu.
Yunan-Ermeni lobisi milletvekilleri, Türkiye'nin mali olanaklarınıdeprem felaketlerinin etkilerinin silinmesi için kullanmasının daha yararlı olacağı görüşünü de ileri sürdüler.
Mektuba imza koyan milletvekilleri arasında, Ermeni lobisinin başı Frank Pallone, terör örgütü PKK yanlısı tutumlarıyla bilinen John Porter ve Bob Filner gibi azılı Türk düşmanları ilk sıralarda yer aldı. Washington'daki diplomatik gözlemciler, geçen yıl başlayan Türk-Yunan yakınlaşma sürecinin, ABD Kongresi'nde Türkiye karşıtı faaliyet gösteren Rum-Yunan lobisinin tutumunda hiçbir değişikliğe yol açmadığının, bu son örnekle bir defa daha görüldüğünü vurguladılar.
İmzacı milletvekilleri arasında, Bilirakis dışındakilerin tamamının Rum ve Ermenilerin yoğun şekilde yaşadıkları New York, New Jersey, Ohio, Illinois, California, Pennsylvania, Massachussetts, Maryland ve Rhode Island eyaletlerinden oldukları görüldü.

28 NİSAN 2000 – Koçaryan'a azil süreci başladı.
Ermenistan'da 27 Ekim 1999'da parlamentoya yapılan kanlı saldırıyla ilgili soruşturma nedeniyle Devlet Başkanı Robert Koçaryan ile parlamento arasında gerilim yaşanıyor. Parlamento, önceki gece aldığı kararla Koçaryan'a karşı azil sürecini başlatmayı benimsedi. Gerilim, dönemin başbakanı Vazgen Sarkisyan, parlamento başkanı Karen Demirciyan, parlamentonun iki başkan yardımcısı, bir bakan ve üç milletvekilinin öldürüldüğü kanlı baskının soruşturmasını yürüten askeri başsavcı Gagik Cihangiryan nedeniyle tırmandı. Parlamento, olayla ilgili bir oturuma Cihangiryan'ı da davet etti. Ancak Koçaryan, Cihangiryan'ın parlamentoyu etkileyebileceğini, parlamentoya baskı yapabileceğini gerekçe göstererek, askeri başsavcının oturuma katılmasını bir kararnameyle yasakladı. Bunun üzerine Cihangiryan, istifa ettiğini açıkladı. Daha sonra da azil süreci soruşturması başlatıldı.
03 MAYIS 2000 – Ermenistan'da sivil darbe.
Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan, Başbakan Aram Sarkisyan ve Savunma Bakanı Vagarşak Arutyunyan'ı görevlerinden aldı. Koçaryan, Sarkisyan ve Arutyunyan'ı görevlerinden aldığını bildirirken, başbakanın görevden alınmasından sonra hükümetin durumunun ne olacağı konusuna değinmedi. Anayasaya göre, başbakanın görevden alınması, hükümetin görevden alınması anlamına geliyor. Ermenistan'da, geçen ekim ayındaki kanlı parlamento baskınından bu yana Koçaryan yönetimine sert eleştiriler yöneltiliyor. Parlamento, geçen hafta Koçaryan'a karşı azil süreci başlatma tehdidinde bulunmuştu. Darbe amaçlı parlamento baskınında Parlamento Başkanı Karen Demirciyan ve Başbakan Vazgen Sarkisyan dâhil 8 kişi öldürülmüştü. Er menistan parlamentosu, Devlet Başkanı Robert Koçaryan'a karşı azil sürecini başlatmayı gündemine almış ancak sonra bu karardan vazgeçmişti. Parlamentoda çoğunluğa sahip olan ve azil konusunu gündeme getiren Birlik bloğunun liderlerinden Amayak Ovanistan, azil konusunun gündemden düştüğünü söyledi. Geçen ekim ayındaki kanlı parlamento baskınını soruşturan askeri başsavcı, parlamentoda konuyla ilgili oturuma davet edilmiş, ancak Koçaryan Başsavcı'nın oturuma katılmasına engel olmuştu. Bunun üzerine askeri başsavcı istifa etmiş, ancak Koçaryan bunu kabul etmemişti. Koçaryan'ın engellemesi üzerine parlamento da, azil sürecini başlatma konusunu gündemine almıştı.

15 MAYIS 2000 – Soykırım saçmalığı.
İsrail Eğitim Bakanı Yossi Sarid'in, 24 Nisan'daki sözde soykırımı anma gününe katılarak, 'İsrail gençliğinin Ermeni soykırımını öğrenmesi için elimden geleni yapacağım'' demesinin ardından, İsrail basınında çıkan olumsuz yazılara bir yenisi eklendi. Jerusalem Post gazetesinin hafta sonu ekinde 'Diğer bir soykırımla uğraşmak', 'Daha fazla gözlerden uzak tutulamayan trajedi' başlıklarıyla yayımladığı yazıda, Sarid'in sözde soykırımı okul kitaplarına ekleme kararı İsrail'in geleneksel tutumunu bırakma yönünde atılmış önemli adım olduğu belirtildi. Yazıda hükümet eleştirilirken, İsrail'in şimdiye dek bu konuyu 'gün ışığına çıkarmamasının' pratik nedeninin, Türkiye'nin en önemli müttefiklerinden biri olması olduğu belirtildi.
Hükûmete çatıyorlar
Konuya ayrılan tam sayfanın yarısında Türk bayrağı yakan bir Ermeni gencin fotoğrafını yayımladı, ancak bu fotoğrafın ne zaman, nerede çekildiğine ilişkin bilgi verilmedi. Yazıda, 1.5 milyon Ermeni'nin 1915-1916'da Türkler tarafından soykırıma uğratıldığı öne sürüldü. Yazıda, Yahudi soykırımını inkâr eden Amerikalı tarihçi David Irving'e karşı açtığı davayı kazanarak İsrail'de 'kahraman' olan Prof. Deborah Lipstadt'ın, Türkiye'nin tutumunu 'zorbaca' olarak nitelendirdiği ve 'Türkiye, bu tartışmayı soykırımın gerçekten olup olmadığı şüphesini uyandırmak için başlattı' dediği belirtildi.
Yazıda, İsrail'in uzun zamandır Türkiye'yi kızdırmamak için sözde 'Ermeni soykırımı' konusunu inkâr yoluna gittiği, İsrail devlet televizyonunda buna ilişkin filmlerin yayımlanmasının, konferanslar düzenlenmesinin, Dışişleri Bakanlığı'nın baskısıyla engellendiği öne sürüldü.

23 MAYIS 2000 – Sözde Ermeni Soykırımı iddiası ABD’de reddedildi.
Ermenistan’daki karışık ve belirsiz siyasi ortama karşı hayali bir düşman yaratarak güçlü kalmaya çaba sarf eden Ermeniler, yüklü bir tazminat alma ve sözde Büyük Ermenistan’ı kurma hayalleriyle, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden toprak koparmaya çalışmak şekliyle tezahür eden gayretlerini sürdürüyor. Başta ABD ve Fransa olmak üzere parlamentolardan geçirmeye çalıştıkları, fakat bir türlü ikna edemedikleri, sözde soykırım iddiaları ile dünya kamuoyunu aldatma ve dünya barışını bozmaya yönelik çabalarını sürdürmeye devam ederken bir tokatta ABD’den yedi.
“Anadolu Ermenilerinin Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında soykırıma uğradığı” teziyle gündeme getirilen sözde Ermeni soykırımı tasarısı “Genç Türkler” teşkilatının girişimleri sonucu New Jersey Eyalet Meclisi tarafından reddedildi.
Tasarının gündeme gelmesinin ardından ABD’de yaşayan Türkler tarafından kurulan “Genç Türkler” teşkilatı çalışmalara başladı ve New Jersey Eyaleti Temsilciler Meclisi ve senatosu üyelerini elektronik posta yağmuruna tuttu. Meclis üyeleri ve senatörlere yollanan postalarda, “M. Doria“ adlı parlamenter tarafından hazırlanan tasarının siyasi amaçlı olduğu kaydedildi.
Mesajlarda, Ermenilerin 3 milyon Türk’ü katlettikleri halde, tasarıda neden hiçbir Türkün adının bulunmadığı soruldu ve ağırlıklı olarak şu görüşlere yer verildi:
“ABD’de yaşayan Türkler, yıllardır haksız yere Ermenilerin ırkçı cinayetleri ve terörist saldırılarına hedef olmaktadır. Ermenilerin kendi içlerinde geliştirdikleri nefret taktikleri, Türk olan her şeye saldırmalarına yol açmıştır. Bu davranış, Amerikan halkının ilkelerine tamamıyla terstir. Bu ermeni yanlısı tasarının geçmesine izin verirseniz, Türkleri hedef alacak nefret suçlarından sorumlu tutulabilirsiniz”.
New Jersey eyalet meclisi, sözde soykırımla ilgili tasarıların geçmesi için baskı altına alınan ABD’deki meclislerden sadece biri. Bu kapsamda California eyalet parlamentosunun alt komisyonunda da bir tasarı görüşülmeyi bekliyor. Bu tasarı, Anadolu Ermenilerinin geçen yüzyıl başında, İngiliz ve Fransız şirketlerine yaptırdıkları hayat sigortalarının, bugün elde hiçbir belge olmasa da, ailelerine verilmesini öngörüyor. Tasarı, sigorta poliçelerinin “soykırım“ sırasında yitirildiği iddiasını içeriyor. Türk diplomatları ise, soykırım tasarılarının bu yıl belirgin biçimde artış göstermesini, ”ABD’de seçim yılı olması, sözde soykırımın 85’inci yıldönümünün yaşandığı iddiası ve Ermenistan’daki siyasi iktidar boşluğuna” bağlıyorlar.
İçeriği ve kurban sayısı değiştirilerek, Ermeniler tarafından her yıl bu tasarılar yeniden gündeme getiriliyor ve hiçbir zaman da başarıya ulaşamıyor. Bu arada Ermenilerin sözde soykırımlarını Musevi soykırımı ile karşılaştırma çalışmaları ise Musevi kuruluşları tarafından sürekli reddediliyor.

23 MAYIS 2000 – Ermeni'nin hevesi kursağında kaldı.
Ermenilerin girişimiyle hazırlanan sözde Ermeni soykırımı tasarısı New Jersey eyalet meclisi ve senatosunda reddedildi. Tasarının geçmesinin 'Genç Türkler' teşkilatının girişimleriyle engellendiği öğrenildi. Kuruluş üyelerinin, New Jersey senato ve meclis üyelerine yolladıkları elektronik postalarla, ABD'de yaşayan Türklerin görüşlerini sürekli hatırlattıkları belirtiliyor.
Meclis üyeleri ve senatörlere yollanan postalarda, M. Doria adlı parlamenter tarafından hazırlanan tasarının siyasi amaçlı olduğu ve Ermenilerden başkalarının çektiği ıstıraplarla alay ettiği kaydedildi. Mesajlarda, Ermeniler 3 milyon Türkü katlettikleri halde, tasarıya ekli listede neden hiçbir Türkün adının bulunmadığı soruldu. Mesajlarda şu görüşlere yer verildi:
'ABD'de yaşayan Türkler, yıllardır haksız yere Ermenilerin ırkçı cinayetleri ve terörist saldırılarına hedef olmaktadırlar. Ermenilerin kendi içlerinde geliştirdikleri nefret taktikleri, Türk olan her şeye saldırmalarına yol açmıştır. Bu davranış, Amerikan halkının ilkelerine tamamıyla terstir. New Jersey eyalet meclisi, sözde soykırımıyla ilgili tasarıların geçmesi için baskı altına alınan meclislerden sadece biridir. Bu tür tasarılar geçmiş senelerde de hazırlanmış, ancak hep başarısızlığa uğramıştır. İçeriği ve kurban sayısı değiştirilerek, her yıl bu tasarıların yeniden geçirilmesine çalışılır. Ermenilerin, çektikleri acıları Musevi soykırımıyla kıyaslamaya kalkışmaları, ciddi Musevi kuruluşlarınca her zaman reddedilmiştir.'
Kısa adı ANCA olan ABD'deki en büyük Ermeni kuruluşlarından birinin başkanı olan Murat Topalyan'ın FBI tarafından bomba imal etmek ve terör kampları oluşturmak suçuyla tutuklandığı da hatırlatılan mesajlarda 'Ermeni toplumunun zihniyeti modern çağımıza ters düşmektedir. 1915'te cereyan eden olaylar için bugün intikam almaya kalkışmak, tamamıyla yersizdir. Bu tür davranışlar, toplumlar arasında karşılıklı nefret duyguları yeşermesini teşvik etmekten baska işe yaramaz' denildi.

EXPO 2000’DE ERMENİ IRKÇILIĞI

25 MAYIS 2000 – Ermeni lobisine sert eleştiri.
ABD'nin önde gelen hukukçularından Bruce Fein, ABD'de yargılanan Ermeni terörist Murad Topalyan hakkında haber ve yazıların çıktığı Cleveland kentindeki Plain Dealer gazetesine gönderdiği mektupta, ABD'li Ermenilerin Topalyan vakasında takındıkları tutumun hayal kırıklığı yarattığını söyledi. Aynı zamanda The Washington Times gazetesinin köşe yazarı olan Fein, patlayıcı ve silah bulundurma suçlarını işlediğini itiraf eden Topalyan'a ABD'deki Ermenilerin sahip çıktığını hatırlatarak, Topalyan'ın Ermeni lobisince bir 'kahraman ve aziz' gibi gösterildiğini anlattı. Bruce Fein, 'Amerikan Ermeni toplumunun önemli bir kesiminin, terör suçu işlediğini kabullenen Topalyan'ın durumundan dolayı üzüntü duyması ve terörizmi lanetlemesi gerekirken, bu eylemlere sahip çıkması çok kaygı verici bir tutum. Bu davranış, Türk hükümeti ve Türk asıllı Amerikalılara karşı Ermeni şiddet ve yıldırma kampanyalarının sürmesini cesaretlendiriyor' dedi. Fein, bu çerçevede Ermeni lobisinin Topalyan yararına gelecek günlerde bir konser ve sosyal etkinlik düzenlemeyi kararlaştırmasını da kınadı. ABD'deki Türkiye karşıtı Ermeni faaliyetlerine önderlik eden Amerikan Ermeni Ulusal Konseyi'nin eski başkanı olan 57 yaşındaki Topalyan, geçen ekim ayında terör suçları işlediği gerekçesiyle Ohio eyaletinde tutuklanmıştı. New York'taki Türk Evi'nin 1980 yılında bombalanması ve üç kişinin yaralanmasının yanı sıra terörist yetiştirmekle de suçlanan Topalyan, daha sonra avukatlarının savcılık makamıyla anlaşması sonucu, silah ve patlayıcı bulundurma suçlarını işlediğini itiraf etmiş, bunun karşılığında diğer suçlamalar düşürülmüştü. 3 ile 10 yıl hapis cezasına çarptırılabilecek olan Topalyan ile ilgili kararın, kasımda açıklanması bekleniyor. ABD'de bu yılın seçim senesi olmasından yararlanan Ermeni lobisi, sözde sıykırımın tanınması yolunda çabalarını sürdürüyor.


01 HAZİRAN 2000 – Expo 2000 Dünya Fuarında Ermeni ırkçılığı büyük skandal yarattı.
Almanya'nın Hannover kentinde 01 Haziran 2000 tarihinde ziyarete açılan Expo 2000 Dünya Fuarı'nda büyük bir skandal yaşanıyor. Fuarın 17’inci salonunda bulunan Ermenistan Pavyonu'nda, sözde soykırım iddiaları kesin rakamlara dayandırılarak Expo’da da tekrar ediliyor.
Büyük boy bir Ağrı Dağı posterinin önünde Nuh’un gemisi şeklinde yapılan Ermenistan Pavyonu’na girenler, ok işaretini izleyerek, Ermenilerin tarihi ile ilgili bilgiler alıyorlar. Tarihi süreci izleyerek 1914-1916 yılına gelen ziyaretçiler, bu bölümde “soykırım” iddiaları, Türkiye'ye ve Türklere hakaret eden yazılarla karşılaşıyorlar.
Ermenilerin soykırım iddiaları, Adolf Hitler'in 1936 yılında söylediği öne sürülen, “Ermeni katliamını kim hatırlıyor” şeklindeki bir sözüne atıfta bulunularak başlıyor. Hakaret dolu yazının sonunda sözde katliamda öldürülenlerin illere göre listesi veriliyor. Bu listeye göre Erzurum'da 213 bin, Van'da 196 bin, Diyarbakır'da 121 bin, Bitlis’te 164 bin, Sivas’ta 208 bin 200, Trabzon’da 58 bin 390, Batı Anadolu’da 344 bin 800, Trakya'da 31 bin Ermeni’nin katledildiği öne sürülüyor. Sözde soykırım iddiasına göre Türk ordusu ve Türkler, toplam 1 milyon 745 bin 390 kişiyi katletmiş.
Ermenistan Pavyonu’nda çeşitli propaganda broşürlerinin yanı sıra 40 marka satılan “Ermenistan-Doğa-İnsan, Bir Seyahat Rehberi” (Armenien-Landa und Leute- Eine Reiseführer) başlıklı kitapta da aynı iddialar tekrarlanıyor. Ermenistan’ın, sözde soykırım iddialarını Expo’ya taşımasına Hannover Başkonsolosu Ahmet Akses sert tepki gösterdiklerini belirtti. Akses, “Gerekli girişimlerde bulunduk. Fuar idaresinden Ermeni Pavyonu'ndaki Türkiye aleyhine yapılan propagandanın durdurulmasını istedik” dedi.

02 HAZİRAN 2000 – Ermeni dostu bakan amacına ulaşamadı.
Sözde Ermeni soykırımının İsrail okul müfredatına alınması gerektiği sözleriyle Türkiye'nin yoğun tepkisini çeken İsrail Eğitim Bakanı Yossi Sarid'e yanıt, İsrail'deki güçlü savunma çevrelerinden geldi.
Amerikan savunma çevrelerinin dergisi Defense News'un haberine göre, İsrail silah şirketlerinin yöneticileri, Sarid'in sözlerine büyük tepki göstererek, bu tür açıklamaların Türkiye-İsrail ilişkilerine gereksiz zarar verdiğini belirttiler. Dergiye konuşan üst düzey bir şirket yöneticisi, 'Türkiye, bizim için sadece ticari açıdan değil, stratejik ve ulusal güvenliğimize ilişkin nedenlerden dolayı da çok büyük önem taşıyor. Bu tür sorumsuz sözlerle, Türk-İsrail ilişkilerinin deneylerden geçirilmesi çok talihsiz bir gelişme' dedi.
Yetkili, İsrail'in 'çok değerli bir dost ve müttefik' olan Türkiye'nin öneminin farkında olması gerektiğini ifade etti.
Efense News, Sarid'in açıklaması gibi nedenlerden dolayı Türkiye ile İsrail arasındaki yakın savunma ilişkilerinin zarar görmesinden İsrail silah şirketleri yöneticilerinin kaygı duyduğunu belirtti.
Tasarı görüşülecek
Bu arada İtalya Meclisi, sözde soykırımın tanınması konusunu 07 Haziran gündemine aldı. Meclis, sözde soykırımın tanınması konusunu görüşmeyi ve oylama yapmayı gündemine alırken, konu bu yıl üçüncü kez Meclis'e getirilmiş olacak. Tasarıyı ilk kez Kuzey Birliği partisi meclis grup başkanı Giancarlo Pagliarini gündeme getirmişti.

22 HAZİRAN 2000 - Patrik 2’nci Mesrob, Kınalıada Surp Krikor Lusavoric Kilisesi’ndeki törenlere başkanlık etti ve Hayr Sahak Apega’nın sunduğu Surp Badarak ayininde özetle şu vaazı konuştu.
Bugünlerde güz yağmurları başladığında sokaklarda yatıp kalkan on binlerce depremzedeler bir de hastalanmaya başlayacaklar. Yuvalarımızın güvenliğinde yaşarken, üç öğün yemeklerimizi yerken felaketzede kardeşlerimizi de düşünmeli, Rabb’in bizlere verdiği nimetlerden onlara da pay çıkarmalıyız. Bu, ilk görevimizdir. İkinci görevimiz, cemaatimize ait olan okulların, kiliselerin ve Patrikhane’mizin binalarındaki hasarları en kısa zamanda el ele vererek onarmalı, güçlendirmeli ve yöremizdeki olası herhangi yeni bir sarsıntıya karşı bu emanetlerin mukavemet güçlerini artırmalıyız. Ancak bunları yaparken en önemli noktayı göz ardı etmemeliyiz. O da şudur: bu deprem kendimizi sorgulamamıza, tövbemizi yenilememize, sosyal, idari ve manevi anlamda yeniden yapılanmamıza muhakkak vesile olmalıdır.

21 TEMMUZ 2000 – ABD'de sözde 'Ermeni soykırım müzesi' açılıyor.
ABD'deki Ermeni lobisi, Washington'daki Musevi soykırımını anma müzesinin yakınında, sözde 'Ermeni soykırımını' anma müzesi açmayı planlıyor. Musevi soykırımını anma müzesini ziyarete gelenlerin, planlanan sözde 'Ermeni soykırımı' müzesini de gezmelerini sağlamak amacıyla, altı yıldır boş duran eski bir banka binası Ermeni lobisince 7 milyon dolara satın alındı. Müzenin, bir kaç yıl içinde açılması öngörülüyor. ABD'yi haziran sonunda ziyaret eden Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan'ın da bu binada açılacak müze için düzenlenen bir törene katıldığı belirtildi. Öte yandan Ermenistan Başbakanı Andranik Markaryan, ülkedeki bir grup akademisyenin Türkiye topraklarının bir bölümünün Ermenilere bırakılmasını öngören ve Ulusal Kurtuluş Savaşı sonucu ortadan kalkan Sevr Antlaşması'nın yıldönümünün kutlanmasıyla ilgili olarak kendisine yazılan mektubu dikkate aldı. Başbakan ayrıca, konunun ayrıntılı incelenmesi için bir 'bilimsel' konferans yapılması talimatını verdi.


TAZMİNAT İSTEĞİ

28 TEMMUZ 2000 - Soykırım kurbanlarına 1.25 milyar dolar tazminat ödemesi yaptılar.
New York’ta bir mahkeme, İsviçre bankalar grubunun, Yahudi Soykırımı kurbanlarına 1.25 milyar dolar tazminat ödenmesi yolundaki önerisinin kabul edilmesini kararlaştırdı. Söz konusu tazminat, UBS AG ve Credit Suisse Group adlı İsviçre bankalarının oluşturdukları fondan ödenecek. Ödemenin, dağıtım planının kesinleşmesinden sonra başlayacağı bildirildi. İsviçre bankaları bu öneriyi, haklarında daha geniş kapsamlı tazminat davaları açılmasını önlemek amacıyla yaptılar.

01 AĞUSTOS 2000 - Wisconsin Valisi, Ermeni soykırımı oyununa gelmedi
ABD'nin Philadelphia kentinde dün başlayan Cumhuriyetçi Parti Kurultayı’nda bazı Ermeni delegelerin sözde soykırım oyunu çok sert tepki aldı. Ermeni delegelerin tuzağını boşa çıkaranların başında Wisconsin Eyaleti Valisi Tommy Thompson geldi.
07 Kasım seçimlerine görkemli bir şekilde hazırlanan Cumhuriyetçi Parti Kurultayı'nda siyasi ilkelerin yer aldığı platform çalışmaları sürerken, Ermeni delegeler sözde soykırım ifadesini belgeye eklemek için girişimde bulundular. Ermeni delegelerin başındaki Melanie Manukyan, Cumhuriyetçi Parti Platformu'na, ‘Ermeniler baskıya ve soykırıma uğramışlardır’ ifadesini ekletmek istedi. Diğer Ermeni delegeler de Manukyan ile birlikte hareket ettiler.
Wisconsin Eyaleti Valisi Tommy Thompson, ‘Derhal bu önerinizi geri çekin’ uyarısında bulundu. Tepkilerin şiddetine karşı koyamayan Ermeniler, taleplerini geri çektiler. Parti Platformu'na, ‘Ukraynalılar ve Ermeniler baskı görmüşlerdir’ şeklinde muğlak bir ifade konuldu. Manukyan, 'Ermeni seçmenlere kucak açmak için önemli bir fırsatı kaçırdık' diye konuştu.
Cumhuriyetçi Parti Başkan Adayı Texas Valisi George W. Bush’un, Başkan Yardımcısı adayı olarak “Türkiye’ye yakın bir isim” diye bilinen eski Savunma Bakanı Dick Cheney’i seçmesi, Ermeniler için ilk şok olmuştu. Platform yenilgisi, Ermeniler'in ikinci yenilgisi oldu. ABD’deki Ermeni kökenli seçmen sayısı bir milyonu aşıyor. İyi örgütlenen ve para gücüne sahip Ermeni kuruluşların çoğu Taşnak çizgisinde. Ermeniler, özellikle seçim dönemlerinde yoğun bir faaliyet içine girerek ‘yakın’ diye niteledikleri isimlerin seçilmesi için çalışıyorlar.

01 AĞUSTOS 2000 - Ermeni anıtına mektuplu isyan.
Amerika'da yaşayan Ermenilerin başlattıkları kampanyalar sonucu Boston'a da dikilmek istenen sözde katliam anıtına karşı Massachusetts eyaletinde yaşayan Türkler mektup kampanyası başlattılar. Anıtın dikilip dikilmemesi konusunda hazırlanan tasarı üzerinde ABD'nin Senato ve Temsilciler Meclisi anlaşamamış, bu nedenle konu komisyona havale edilmişti. Türkler anlaşmazlığı çözecek komisyon üyelerine yolladıkları mektup ve e-maillerle, anıtın dikilmesine karşı olduklarını ifade ediyorlar. Ermeniler Boston'da dikilecek anıtın California, Orta-Batı Amerika ve hatta Ermenistan'dan bölgeye turist çekeceğini iddia ediyorlar. Massachusetts'te iki sene önce de sözde soykırımının ders kitaplarına konulması ve okullarda okutulması konusu eyalet kongresinde oylanmış ve kabul edilmişti. Ermeniler daha önce San Francisco'da bu tip bir anıt dikmişlerdi.

04 AĞUSTOS 2000 – Soykırım anıtını e-posta ile durdurun.
Türkler ve Ermeniler sözde soykırım anıtının dikilmesine dair karar konusunda sanal dünyada savaş veriyor. Dünya'nın çeşitli ülkelerindeki Türk sivil toplum örgütleri, Hollanda'nın Assen Belediyesi'nce izin verilen 'Ermeni Soykırım Anıtı'na karşı başlattıkları protesto kampanyası için herkesten Assen Belediyesi'ne e-posta ile anıta karşı olduklarına dair mesaj geçmelerini istedi.
Ermeniler de e-posta ile kampanya başlatınca Assen Belediyesi yetkilileri, gelecek mesajların çokluğuna göre temyiz edilen Ermeni Soykırım Anıtı'nın müsaadesinin ya iptal edileceğini ya da yapımına geçiş verileceğini kaydettiler. Son mesaj yollama tarihi 18 Ağustos 2000.
Belediye e-posta adresi: assenbibliotheek@amazed.nl (kapanması halinde alternatif e-posta adresi assen_bibliotheek@amazed.nl.)
Turkish Forum'un Assen belediyesi veya encümen üyelerine gönderilmek üzere yayınladığı Hollandaca orijinal mesaj ise şöyle:
'Armense Genocide Gedenteken: Niemand heeft het recht in Nederland de rust van de Turken te verstoren.' Mesajın Türkçesi; 'Ermeni Soykırım Kitabesi: Hiç kimsenin yalanlarla Hollanda'da yaşayan Türkler'in huzurunu bozmaya hakkı yoktur.' Assen Belediyesi'nin İnternet'teki wep sayfasının adresi 'http://www.assen.nl' , Belediye başkanın adı Bayan 'MW.D. van As-Kleijwegt.

10 AĞUSTOS 2000 - Erivan’da yapılan Sevr ile ilgili konferans, resmi destekle düzenlendi. Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan’ın başkanı olduğu Ermenistan-Diaspora komitesince düzenlenen bu konferansa, Başbakan Adrani Markaryan da bir kutlama mesajı gönderdi. Bu toplantıda Ermeni akademisyenler, Türkiye’den toprak taleplerini dile getirdiler.

10 AĞUSTOS 2000 – Ermenilerde başkan yardımcısı paniği.
ABD'deki Ermeni lobisi, Cumhuriyetçi Parti'de Türkiye yanlısı kararlara imza atan Dick Cheney'in başkan yardımcısı adaylığına getirilmesinden sonra Demokrat Parti adayı Al Gore'un da Senatör Joseph Lieberman'ı kendisine yardımcı seçmesinden rahatsız oldu. ABD'deki Ermeni kuruluşlarını bir araya getiren Amerikan Ulusal Ermeni Komitesi (ANCA) tarafından yapılan yazılı açıklamada, 1988'den bu yana Senato'da bulunan Lieberman'ın, kritik oylamalarda Türkiye'den yana oy kullandığı hatırlatıldı. ANCA direktörü Aram Hamparian, 'Bush ve Gore'un yardımcılıklarına Cheney ve Lieberman'ı getirmesi, bu iki liderin başkan seçilmesi durumunda Ermeni davasına sahip çıkmayacakları şeklinde kaygı oluşturdu' dedi.

24 AĞUSTOS 2000 – Ermeni lobisinden çirkin iddia.
ABD kamuoyu önünde Türkiye'yi her fırsatta zor durumda bırakmaya çalışan Ermeni lobisi, bu defa da Microsoft şirketinin çıkardığı internet ansiklopedisi Encarta ile ilgili akıllara sığmayan bir yalan haber yaydı. Ermeniler, Türkiye'nin ansiklopedideki soykırım maddesinin çıkartılması konusunda şirketi tehdit ettiği iddiasında bulunurken, Washington'daki Türk Büyükelçiliği yetkilileri ise bunu, 'olağanüstü saçma' olarak nitelendirdi. Encarti, 1996'da, Ermeni lobisiyle ortak faaliyet yürüten 'Soykırım Çalışmaları Enstitüsü' üyesi Helen Fein'a başvurarak, sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bir madde hazırlamasını istediler. Hakaret dolu yazının çıkması üzerine yetkililer, maddi hataların düzeltilmesi için Encarta'ya başvurdu. Başvuruyu haklı bulan editörler de Türk tarafının görüşlerinin de eklenmesi için Ermeni yanlısı iki incelemeciye başvurdular. Yazı, yine Türkiye karşıtı nitelik taşımakla birlikte Ankara'nın görüşünü de içeren şekilde yeniden çıktı.

17 AĞUSTOS 2000 – Ermeni lobisi CNN'i kullandı.
Bilgisayar devi Microsoft şirketinin internet ansiklopedisi Encarta'da, sözde Ermeni soykırımı maddesinin çıkarılması için Türk hükümetinin Microsoft mensuplarını tutuklamakla tehdit ettiğini ileri süren ABD'deki Ermeni lobisi temsilcileri, propagandalarına Amerikan haber televizyonu CNN'i alet etti.
Microsoft Türkiye, dün tüm basın kuruluşlarına bir faks göndererek CNN'deki iddiaların tamamen asılsız olduğunu belirtti. Metinde Microsoft'un söz konusu gelişmelerden ve gerçeği yansıtmayan iddialardan üzüntü duyduğu bildirildi.
İddiayı Microsoft yetkililerinin ve Türk tarafının tamamen yalanlamasına karşın, CNN'in haberinde, akıl almaz bir suçlamaya uğrayan Türkiye'nin görüşünün yansıtılmaması üzerine, Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği yetkilileri, CNN televizyonuna protesto mektubu gönderdi. CNN televizyonunun 'Moneyline Newshour' programında, muhabir Steve Young'ın hazırladığı haberde, Ermeni lobisinin iki mensubu ve 'Soykırım Çalışmaları Enstitüsü' adlı kuruluşun araştırmacısı Helen Fein ve Chicago Üniversitesi'nden Ermeni asıllı Profesör Ronald Grigor Suny konuştu.
Ermeni oyunu
Encarta Ansiklopedisi'ndeki sözde Ermeni soykırımı maddesini hazırlayan bu iki şahıs, daha sonra Encarta editörlerinden bu maddenin Türk görüşlerini de kapsayacak şekilde değiştirilmesi için talep aldıklarını söylediler. Fein ve Suny, Türk hükümetinin, maddenin ansiklopediden kaldırılması için Microsoft'a açıkça baskı yaptığını ileri sürdüler. Suny, 'Microsoft yetkilileri bize Türk hükümetinin kendilerini tehdit ettiğini açıkladılar. Türk hükümeti, Türkiye'deki Microsoft yetkililerini tutuklamakla ve Microsoft ürünlerini yasaklamakla tehdit etti' dedi.
CNN, hem Microsoft hem de Türk yetkililerinin tehdit iddiasını yalanladıklarını bir cümleyle geçiştirdikten sonra iki Ermeni lobisi mensubunun görüşlerini yayınlamaya devam etti.
Türk görüşü anlatılmadı.
Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği Müsteşarı Namık Tan, haberden önce CNN muhabiri Steve Young'ın kendisini aradığını, iddialarla ilgili olarak yaklaşık yarım saat telefonda konuştuklarını ancak Türk görüşünün 'yanlı CNN haberinde' hiçbir şekilde dile getirilmediğini söyledi. Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Baki İlkin'in, Encarta'daki soykırım maddesine itirazını iki mektupla ansiklopedinin editörlerine ilettiğini belirten Tan, Türk görüşünün anlatılması için bu mektupları CNN'e bizzat kendilerinin faksladıklarını anlattı. Namık Tan, Türkiye'nin Microsoft'u tehdit ettiğinin akıl almaz derecede gülünç bir iddia olduğunu muhabire anlattığını söyledi.
CNN'in haberinde, Türk Büyükelçiliği ve Baki İlkin'in ismi görünecek şekilde mektuplar gösterilirken, Türk görüşüne yer verilmedi ancak görüntü olarak mektuplar sanki Türkiye'nin Microsoft'u tehdit kanıtıymış gibi sunuldu.

26 AĞUSTOS 2000 – Rum-Ermeni lobisi çıldırdı.
ABD'de Türkiye karşıtı Ermeni faaliyetlerini düzenleyen Amerikan Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA) adlı kuruluş, Microsoft şirketinin çıkardığı Encarta ansiklopedisinde sözde soykırımla ilgili olarak Türkiye'den yana tavır aldığı gerekçesiyle şirkete karşı kampanya başlattı. ABD'deki Rum lobisi de, Ermeni lobisine tam destek verdiğini açıkladı. ANCA'dan yapılan açıklamada, Encarta ansiklopedisinde yer alan sözde soykırım maddesinin, Türkiye'nin 'Microsoft'u tehdit etmesi üzerine' şirketin girişimiyle değiştirildiği savunuldu. Açıklamada, ABD'deki bütün Ermeni kökenliler ve yandaşlarından, Microsoft ve Encarta editörlerine mesaj gönderilerek, sözde soykırım maddesinin değiştirilmesini protesto etmeleri istendi.
Ne dediklerini bilmiyorlar
ANCA'nın açıklamasında, Türk hükümetinin Microsoft'u 'Türkiye'deki şirket çalışanlarını tutuklamakla ve şirket ürünlerini yasaklamakla tehdit ettiği' yolundaki iddia yinelenerek, 'Microsoft'un gördüğü baskı üzerine gerçekleri tahrif etme yoluna gittiği' görüşü savunuldu. Öte yandan, Amerikan-Rum Eğitim Birliği (AHEPA) adlı Rum kuruluşu da, bir açıklama yaparak, ANCA'nın Microsoft'a karşı düzenlediği kampanyaya tam destek verdiğini belirtti. AHEPA'nın açıklamasında, Encarta'nın daha önce de Türkiye'de Birinci Dünya Savaşı sonrasında 'Rum asıllıların öldürülmesine göz yumduğu' ileri sürüldü. Washington'daki gözlemciler, Ermeni lobisinin ansiklopedi konusunu ABD kamuoyu gündemine taşımaya büyük öncelik verdiğine dikkat çektiler.
Microsoft yalanlamıştı
Ermeni lobisine mensup iki şahıs, iki gün önce CNN televizyonunda Türkiye ve Microsoft hakkında ağır sözler sarfetmişti. Gözlemciler, Ermeni lobisinin konuyu öne çıkarma çabasına girmesiyle birlikte daha önceki örneklerde olduğu gibi yine Rum lobisinin desteğini aldığına işaret ettiler. Microsoft yetkilileri, Encarta ansiklopedisindeki sözde soykırım maddesinin, Türk görüşlerini de içerecek şekilde değiştirilmesinde, Türkiye'nin kendilerine herhangi bir şekilde tehdit ettiği iddiasını yalanlamıştı. Türkiye de, aynı iddiayı sert dille reddetmişti.

27 AĞUSTOS 2000 – Ermeni çeteci gençler, dehşet saçtı.
ABD'de 17 yaşındaki bir genci bıçaklayarak ve döverek öldüren bir Ermeni gençlik çetesinin 3 üyesi hakkında ömür boyu hapis cezası istendi. Los Angeles kentinde meydana gelen vahşi çete cinayetinde 18 yaşındaki Karen Terteryan, 16 yaşındaki Rafael Gevorkyan ve 14 yaşındaki Anait Msryan, 17 yaşındaki Raul Aguirre adlı Hispanik genci bir lisede 'çete anlaşmazlığından dolayı' öldürdü. Davada savcı, 3 katil gencin üye olduğu Ermeni çetesinin Los Angeles sokaklarında korku saçtığını belirterek, yaşlarına uygun en ağır ceza olan ömür boyu hapis ile cezalandırılmalarını istedi. Saldırgan gençlerin yaşça en küçük olanı 14 yaşındaki Anait Msryan'ın, yaşından dolayı 25 yıl hapisle cezalandırılabileceği belirtildi.

06 EYLÜL 2000 – Gündem: Ermeni tasarısı
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ABD Başkanı Bill Clinton ile yarın sabah bir araya gelecek. Sezer, aynı gün akşam Clinton'un metropolitan müzesinde vereceği resepsiyona da katılacak. Böylece Sezer ile Clinton bir günde iki kez buluşma imkânı bulacak. Cumhurbaşkanı, Clinton ile yapacağı yarım saatlik görüşmede pek çok uluslararası soruna değinecek. Görüşmede, öncelikli olarak ABD Kongresi'nde bekleyen sözde 'Ermeni Soykırımı'na ilişkin tasarının bulunduğu öğrenildi. Cumhurbaşkanı, ABD Başkanı'ndan, tasarısının kabul edilmemesi için girişimde bulunmasını isteyecek.
ABD'deki Ermeni lobisi, ABD'li diplomatlar ve kamu görevlilerine sözde Ermeni soykırımı konusunda eğitim verilmesini öngören 'HR 398' başlıklı yasa tasarısını Kongre'den geçirmeye çalışıyor. Son olarak, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert, Ermeni tasarısını Temsilciler Meclisi Genel Kurulu'nun gündemine getirmeye niyetli olduğunu söylemişti. Seçim ortamında Kongre'de oylama yapılması halinde tasarının kabul edileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Gözlemciler, tasarının kabulünün Türk-ABD ilişkilerinde olumsuz etki yapacağını belirtiyor. Tasarınin yasallaşması halinde Ermeni lobisi, dolaylı yoldan da olsa, sözde Ermeni soykırımının ilk defa Amerikan Kongresi'nde tanınmış olduğunu iddia edecek.
Bakü-Ceyhan görüşülecek.
Cumhurbaşkanı Sezer'in, Clinton ile görüşmesinde Bakü-Ceyhan petrol boru hattının finansmanı, Türk-Yunan ilişkileri, Ege ve Kıbrıs, Türkiye'nin Irak'a uygulanan ambargodan uğradığı zarar, Türkiye'nin ihalesini ABD firması Bell Textron'a verdiği saldırı helikopterlerinin sorunsuz transferi ve Balkanlar'daki durum da gündeme gelecek.
İlk karşılaşmaları protestoyla sonuçlandı
ABD Başkanı Bill Clinton ile geçtiğimiz yıl Çankaya Köşkü'nde tanışan Ahmet Necdet Sezer'in, aynı akşam gerçekleştirdiği protesto, kamuoyunda uzun süre tartışılmıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel'in, AGİT zirvesi için Türkiye'ye gelen Clinton onuruna verdiği akşam yemeğine katılan Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'in, yemek masasındaki yerine Dışişleri Bakanı İsmail Cem oturtulmuştu. Cem'in ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile yan yana oturması için yapılan bu değişiklik Sezer'i öfkelendirmişti.
İki dışişleri bakanını bir araya getirmek için yerinin değiştirilmesini protesto eden Sezer, Çankaya Köşkü'nden ayrılmıştı. Sezer, bu tavrını daha sonra da sürdürmüş, Çankaya Köşkü'nde verilen hiçbir resmi yemeğe katılmamıştı.
Simitis, hava sahasına takıldı
Birleşmiş Milletler Milenyum Zirvesi'ne katılacak olan Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis de New York'a gidişinde Cumhurbaşkanı Sezer gibi sorun yaşadı. GAP uçağı arızalandığı için Genelkurmay'ın uçağı ile ABD'ye gitmek zorunda kalan Sezer fırtına nedeniyle New York'a rötarlı inerken, Simitis'in uçağına ise Yugoslavya hava sahasına giriş izni verilmedi.
Yugoslavya'dan izin alınamayınca Simitis'in içinde bulunduğu Olympic Havayollarının Airbus 340 tipi yolcu uçağı havada tur atmaya başladı. Bu sırada pilotlar başka bir hava sahasını kullanmak için temaslara başladı. İtalya'nın 'olur' vermesi üzerine Yunan uçağı, yaklaşık yarım saat süren gecikmenin ardından bu ülke hava sahasını kullanarak yoluna devam etti. Yugoslavya hava kontrol kulesi, geçiş iznini verilmemesine uçakta Yunanlı Başbakanın bulunmasını sebep gösterirken, Yunan tarafı bu tepkinin Simitis'in geçen pazar günkü basın toplantısında Yugoslavya hükümetinin politikasını eleştirdiği için gelişmiş olabileceği yorumunda bulundu.

SEZER’DEN KOÇARYAN’A CEVAP

08 EYLÜL 2000 – Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den, Koçaryan’a anında cevap.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, zirvede sözde soykırım iddialarını gündeme getiren Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan’a, BM kürsüsünden anında cevap verdi. Sezer, Koçaryan'a konuşmasından duyduğu üzüntüyü bildirdi ve “Bırakalım tarihi tarihçiler değerlendirsin” dedi. Sezer, BM Milenyum Zirvesi nedeniyle Genel Kurul’da yaptığı konuşmada, Güvenlik Konseyi'ni Kıbrıs'la ilgili kararları için eleştirdi. Cumhurbaşkanı, “Anlaşmazlık ve uyuşmazlıkları çözümlemeye yardımcı olmayan, saplantı niteliği taşıyan kararların sürdürülmesinden kaçınılmalı” diye konuştu. Küresel düzeyde demokratikleşmenin önemini de vurgulayan Sezer, bu konuda BM'nin önderlik görevini üstlenmesi gerektiğini bildirdi. Türkiye'nin gelişme ve gönenç uğrunda yürüttüğü savaşımdan önemli deneyimler elde ettiğini söyleyen Sezer; “Bu bağlamda biz halkın iradesine güvenmeyi ve ona saygı göstermeyi her şeyin üstünde tutulacak en önemli değer olarak kabul ediyoruz” dedi. Sezer ayrıca 54 ülkenin katıldığı yuvarlak masa toplantısında da terör, ırkçılık, bölgesel çatışmaların önlenmesi, yoksulluk ve demokratikleşme konularında Türkiye'nin görüşlerini aktardı.

12 EYLÜL 2000 - Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan, Birleşmiş Milletler Bin yıl doruğunda değindiği sözde soykırım konusundan sonra, kendisini tebrik edenlere hitaben yaptığı konuşmada, sözde soykırımın uluslararası alanda kabul edilmesi yönündeki çabaların, “Ermenistan’ın dış politikasının ana öncelikleri arasında yer almaya devam edeceğini” söyledi.

16 EYLÜL 2000 – Ermenilere tokat .
ABD Başkanı Bill Clinton yönetimi, Temsilciler Meclisi'nin uluslararası operasyonlar ve insan hakları alt komitesinde tartışılan sözde Ermeni soykırımı tasarısı konusunda Türkiye'den yana tavır koydu. Tasarının görüşüldüğü 5.5 saatlik panelde Clinton yönetiminden Türkiye'yi destekleyen açıklamalar yağmur gibi yağdı. Ermeni lobisinin getirdiği ve önümüzdeki hafta çarşamba günü oylanacak tasarı, sözde soykırım hakkında, Amerikan Dışişleri Bakanlığı ve diğer bakanlık personelinin eğitime tabi tutulması ve her yıl 24 Nisan'da sözde soykırımı anan resmi açıklamaların yapılmasını içeriyor. Türkiye'de yıllarca büyükelçi olarak görev yapan, ABD Dışişleri Bakanlığı Personel Direktörü Marc Grossman panelde, 'ABD Başkanı Bill Clinton'ın, New York'ta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile gerçekleştirdiği görüşmede, tasarıya karşı olduğunu çünkü bunun yararı olmadığını söyledi' dedi. Grossman, Amerikan yönetiminin, tasarının kabulü halinde, Kafkaslardaki barış ve istikrar çabalarını zorlaştıracağına ve Türkiye'deki önemli Amerikan çıkarlarına zarar vereceğine inandığını kaydetti. Soğuk Savaş dönemi boyunca Türkiye'nin bir NATO müttefiki olarak desteğine, Kore Savaşı, Kosova, Çöl Fırtınası operasyonu ve Bosna'daki katkısına değinen Grossman, Irak'ta, uçuşa yasak bölgenin kontrolünde işbirliğinin önemini, Türkiye'nin Kıbrıs sorununun çözümü çabalarında önemli olduğunu, Ortadoğu'da hem İsrail, hem de Filistin ile ilişkileri olan, Camp David'den beri barış çabalarını destekleyen önemli bir ülke olduğunu anlattı.
Bu konu tarihçilere bırakılsın.
Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı döneminde yerlerinden edildiği, katledikleri konusunda bir tartışma olmadığını belirten Grossman, o dönemde pekçok Türk ve Kürt'ün de öldüğünü ve bu konunun tarihçilere bırakılmasını söyledi. Grossman, bu konunun kanun tasarılarıyla çözülemeyeceğini diyalog ve uzlaşma gerektiğini kaydetti.
Louisville Üniversitesi tarih profesörü Justin McCarthy de, 'söz konusu dönemde 3 milyon Türk de öldü. Ermeniler bunu unutuyorlar. Düşmanlığı körüklememek için o zamanlar bunun üzerinde fazla durulmadı. Üstelik, 1.5 milyon Ermeni'nin soykırıma tabi tutulduğu söyleniyor. O sırada Türkiye'deki Ermenilerin toplam nüfusu bile bunun yarısı kadardı' dedi. Cumhuriyetçi Parti Indiana milletvekili Dan Burton da, 'Ermeniler'in başına gelenin sorgulanır tarafı yok. Ancak bugün yaşanan soykırım çabaları yerine neden 85 yıl önceki birşeyi vurgulayalım? Amerika'da öldürülen binlerce Kızılderiliyi ne yapacağız? Buna da mı soykırım diyeceğiz? Bu tasarının, Türkiye ile ilişkileri zedelemekten başka hiçbir yararı yok' diye konuştu.

18 EYLÜL 2000 – Ermeni teröriste özgürlük ödülü
ABD'de sözde Ermeni soykırımı tasarısını Temsilciler Meclisi'nden geçirmeye çalışan Ermeni lobisi, terörizm suçundan yargılanan azılı militan Murad Topalyan'a 'özgürlük ödülü' vermeyi kararlaştırdı. ABD'deki Ermeni lobi gruplarını biraraya getiren Amerikan Ulusal Ermeni Komitesi'nden (ANCA) yapılan açıklamada, Topalyan'a ödülün, 'Ermeni ulusuna adalet getirmek için yaptığı çalışmalar'dan ötürü, 24 Eylül'de verileceği duyuruldu. ANCA, sözde Ermeni soykırımının ABD'nin tamamında resmen tanınması ve mümkünse Türkiye'ye yaptırım uygulanması gibi çabaları yürüten Türk karşıtı kuruluşların en önünde yer alıyor. Bu komitenin başkanı olarak birçok siyasetçiyle yakın ilişki kuran Murad Topalyan, 1996 yılında Başkan Bill Clinton tarafından Beyaz Saray'da düzenlenen bir kahveli davete katılmıştı. Topalyan halen, saldırı amaçlı olarak bomba ve silah bulundurmak ve taşımaktan Ohio eyaletinde yargılanıyor.
Topalyan, New York'taki Türkevi'nin önünde 1980 yılında bir aracın patlaması sonucu 3 kişinin yaralanmasındaki rolünden dolayı da yargılanıyordu. Murad Topalyan, terör örgütü ASALA için militanlar yetiştiriyordu. Bu arada soykırım tasarısının geleceği çarşamba günü belirlenecek. Komitede 4 lehte, 4 aleyhte, 6 da ortada üye bulunuyor. Gözler kararsız 6 üyeye çevrildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder