20 Eylül 2009 Pazar

YAYINLANMIŞ BİLGİ VE BELGELERE GÖRE ERMENİ OLAYLARI KRONOLOJİSİ / 2006 / 8

02 OCAK 2006 – Fransa'ya 2 milyar euroluk işgal tazminatı davası.
Hatay'ın İskenderun İlçesi'nde avukat Maruf Kaymaz, 2 öğretmen müvekkili adına, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Hatay ve İskenderun'un işgali sırasında yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürdüğü iddiasıyla Fransa aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) 2 milyar euroluk maddi ve manevi tazminat talebiyle açtığı dava dilekçesinin kabul edildiğini açıkladı.
Avukat Maruf Kaymaz, İskenderun'da oturan tarih öğretmeni Osman Özay ile edebiyat öğretmeni Yavuz Menderes Canbolat adına AİHM'de açtığı 1 milyarı manevi 1 milyarı ise maddi olmak üzere 2 milyar euroluk tazminat davası dilekçesinin usulen kabul edildiğine dair yazının kendisine ulaştığını söyledi.
Davayla ilgili delilleri önümüzdeki günlerde AİHM'e göndereceklerini de kaydeten avukat Kaymaz ile birlikte açıklama yapan Osman Özay, Hatay'ın işgali sırasında Fransa'nın yer altı ve yer üstü kaynakları sömürüp, bunu yaklaşık 20 yıl kendi menfaatine kullandığını, bu nedenle bölge halkının ekonomik olarak gelişemediğini savundu.
Osman Özay, bu nedenle Fransa'dan 2 milyar euroluk tazminat istediklerini belirterek, “Fransız işgali, insan hakları, barış, kardeşlik, eşitlik gibi ilkelerle bağdaşmamaktadır. 40 asırlık Türk yurdunun işgalinin bir bedeli olmalı diye düşünüyorum. AİHM'in hassas olacağına inanıyor, hukuki davamızın gerçekte şahsi olmadığını belirtmek istiyorum” dedi.
DAHA ÖNCE DE AÇTIĞI BENZER DAVALAR KABUL EDİLMİŞTİ
Avukat Maruf Kaymaz, daha önce de ismini açıklamadığı bir işadamı adına Çanakkale Savaşları'nda ‘insanlık değerlerini hiçe saydıkları ve Türkiye'nin gelişmesini engelledikleri' gerekçesiyle İngiltere ile Fransa hakkında AİHM'de 1 milyar dolarlık maddi ve manevi tazminat davası açmıştı.
Kaymaz, yine ismini açıklamadığı bir başka müvekkili adına sera etkisinin azaltılarak, küresel iklim değişikliklerinin ve doğal dengenin korunmasını amaçlayan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Kyoto Protokolü'ne imza atmayarak tüm canlıların hayatını tehdit ettiğini ileri sürdüğü ABD ve Avustralya aleyhine 100 milyon dolarlık tazminat davası, ayrıca ABD'nin Irak'a açtığı savaş sırasında Türkiye'nin de savaşa girmesinden korkan, yine ismini açıklamadığı işadamı müvekkilinin Rus asıllı eşinin psikolojik bunalıma girip, çocuğuyla birlikte Rusya'ya kaçması nedeniyle ABD ve İngiltere aleyhine 1 milyar dolar manevi tazminat davası açmıştı.
Kaymaz'ın açtığı bu davalar da AİHM'de kabul edildi, ancak henüz karara bağlanmadı.

05 OCAK 2006 – Fransa'dan tarihi dönüş.
Fransız tarihçilerin karşı çıktığı sömürgecilik yasasının değiştirilmesi konusunda Fransız kamuoyunda yaşanan tartışma, 29 Ocak 2001'de meclisten geçen sözde Ermeni soykırımı yasasının da değiştirilmesini gündeme getirdi. Bu yöndeki gelişmeler Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın dün yeni yıl dolayısıyla Elysee Sarayı'na davet ettiği bir grup gazeteciye yaptığı açıklamayla başladı.
Chirac, tarihçilerin "Siyasilerin ve parlamentoların kendi alanlarına giren konularda kararlar alıp kanunlar çıkartmasına" karşı çıkarak bir deklarasyon yayınlamalarına yol açan 23 Şubat 2005 tarihli sömürgecilik yasasının Fransızları ikiye böldüğünü belirtti. Chirac, "Parlamentolar tarih yazamaz" görüşünü tekrarlayarak, yasanın sömürgeciliğin olumlu yanlarını gençlere öğretmeyi öngören 4'üncü maddesinin yeniden yazılması gerektiğini belirterek, "Dün Meclis Başkanı Jean-Louis Debre ile görüştüm. Kendisi, tüm kesimlerin beklentilerinin karşılanacağı şekilde yasanın tekrar yazılması için dernekler ve ilgili kurumlarla görüştükten sonra bir tasarı hazırlayarak Ulusal Meclise sunacak" dedi.
Meclis Başkanı Jean-Louis Debre, Europe-1 radyosuna yaptığı açıklamada sömürgecilik yasası konusunda polemiklerin önünü kesecek çalışmaları yaptıktan sonra tarihle ilgili diğer yasaların ele alınması gerektiğini söyledi. Debre "Ben de parlamentoların tarih yazamayacağını düşünüyorum. Sömürgecilik yasasıyla ilgili çalışmaları bitirdikten sonra Yahudiler, Ermeniler ve kölelikle ilgili yasaların da ele alınması için bir grup vekili bir araya getireceğim" dedi. Geçen aralık ayında Fransa'nın önde gelen 19 tarihçisi "Tarih için özgürlük" başlığıyla yayınladığı bildiride, sömürgecilik, Ermeni soykırımı, kölelik ve "Irk ayırımı ve Yahudi karşıtlığı" gibi demokrasiye yakışmayan kanunların iptalini istemişti.
Ermeni yasası değişiyor.
Fransız Meclisi, "Ermeni soykırımı" da dâhil tarihçilerin itiraz ettiği yasaları değiştirmeye hazırlanıyor. Meclis Başkanı Debre, "Ben de meclislerin tarih yazamayacağına inanıyorum. Sömürgecilik yasasının ardından Yahudiler, Ermeniler ve kölelikle ilgili yasaların da değişmesi için bir grup vekili bir araya getireceğim" dedi.

08 OCAK 2006 - Ermeni sorununa İngiltere modeli.
Geçen yılın son günlerinde The Guardian gazetesinde George Monbiot imzalı bir makale yayınlandı. Yazının şu manaya gelen bir başlığı vardı: Türkler, geçmişte işlenmiş suçları İngilizlerin yaptığı şekilde inkâr etmeyi öğrenemediler. Monbiot, eğer bir ülke geçmişte kalmış olan bu olayları yaşayan problemlere dönüştürmek istiyorsa, tek yapması gerekenin bu konuda aydınları yargılamak olduğunu hatırlatıyor.
Ve devam ediyor: "Bizler, hukuki zorlamalara başvurmadan, nara atan kalabalıklardan medet ummadan, kendi canavarca eylemlerimizi unutmamızı sağlayan sonsuz bir yetenek geliştirdik."
Monbiot, Büyük Britanya İmparatorluğu'nun hiç de masum olmadığını, sömürgeleştirdiği tüm topraklarda son derece vahşi insanlık suçları işlediğini hatırlatıyor.
Ama İngiltere'de imparatorluk zamanında öldürülmüş milyonlarca insandan bahsetmek, bu konuları tartışmak, bu konularda kitap yayınlamak serbest. Bu serbestiye rağmen Büyük Britanya İmparatorluğu'nun işlediği suçlardan söz açsanız, bir çok İngiliz boş boş bakacaktır yüzünüze. Büyük Britanya İmparatorluğu'nun Hindistan'da, Kenya'da ve diğer sömürge topraklarında doğrudan sorumlu olduğu insani felaketler, bugün birçok tarihsel ve akademik çalışma tarafından açık bir biçimde belgelendirilmiş durumda.
Örneğin, 2001'de yayınlanan "Latc Victorian Holocausts" başlıklı kitabında Mike Davis, en az 12 en çok da 29 milyon Hintlinin ölümüne sebep olduğu tahmin edilen kıtlıkların hikâyesini anlatıyor. Bu ölümlerin sorumlusu, Davis'in belgelerle gösterdiği gibi Britanya devletinin politikaları. Caroline Elkins'in "Britairis Gulag", David Anderson'un "Histories of thc Hanged" ve Mark Curtis'in "Web of Deceit" adlı kitapları ise beyaz yerleşimcilerin ve Britanya birliklerinin 1950'de Kenya'daki Mau Mau isyanını nasıl bastırdığını anlatıyor. Elkins belgelerle yüzbin Kikuyu nun öldürüldüğünü ya da kamplarda açlık ya da hastalıktan öldüğünü gösteriyor. David Anderson, 1090 isyancının asıldığını belgeliyor. Askerlerin binlerce kişiyi daha öldürdüğünden şüphe ediliyor.
İngiltere bu kitapları yasaklamıyor ya da yazarlarını yargılamıyor. Bu yüzden baskı altında değiller, halk bu konularla ilgili değil.
Biz ise tam tersini yapıyoruz. Bugün uluslararası siyasette Ermeni sorunu bize karşı kullanılabiliyorsa, bunun bir sorumlusu da soğukkanlılıktan ve akılcılıktan yoksun yaklaşımımızla kendimiziz.
Biz öfkeyle, ısrarla reddettikçe bu sorunlar daha çok üzerimize yapışıyor. Sürekli savunmada olmamız yaramıza basıldığı izlenimini yaratarak şüpheleri daha çok üzerimize çekiyor. Türkiye eğer Avrupa Birliği'ne girmek istiyorsa İngiliz stilini benimsemek zorunda. İşin ahlaki boyutu bir yana, stratejik açıdan doğru olan yol bu.

KEMALİZM TÜRKİYE’NİN GÜCÜ

09 OCAK 2006 - Kemalizm Türkiye’nin gücü.
ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matt Bryza, Hürriyet’e geniş bir Türkiye değerlendirmesinde bulundu. "Dini özgürlük ve hoşgörüye izin veren laik demokrasi, Kemalist Türkiye’nin büyük gücüdür. Bu nedenle Türkiye stratejik ortağımızdır" dedi. Bryza şu mesajları verdi:
Erdoğan’ın, Türkiye’yi "İslamcı-faşist" bir yöne doğru götürdüğü yolundaki görüşlere kesinlikle katılmıyoruz.
Danimarkalılar ile konuştuk. Roj-TV’nin PKK’ya destek sağlayan mekanizmalardan biri olduğuna inanıyoruz.
Ankara, İran’la normal ilişkiler istiyor. Bu bizim politikamız değil. İşbirliği içinde hareketini güvenceye almalıyız.
ABD Yönetimi, laik-demokratik Kemalist yapının Türkiye’nin gücü olduğunu ve korunması gerektiğini düşünüyor. Hürriyet’e makamında konuşan ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matt Bryza, Washington’daki bazı düşünce kuruluşlarının uzmanlarının, AKP ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’yi "İslamcı-faşist" bir yöne doğru götürdüğü yolundaki görüşlerine katılmadıklarını kaydetti. Bryza, "Bu görüşleri kategorik olarak reddederiz. Bu bizim görüşümüz ya da politikamız kesinlikle değildir" dedi.
Ancak, görevi gereği ve yıllardır Türkiye’yi yakından izleyen Bryza, AKP’nin bazı uygulamaları nedeniyle Türk toplumunda bir "gerilim" gördüklerini belirtti. Bryza, "Bunu herkes görüyor. Ancak, AKP’nin Türkiye’yi nasıl yönlendirdiğine ilişkin kararı da Türk halkı verecek. Demokrasi ve seçimler bunun içindir" dedi.
Bryza, konuşmasına şöyle devam ett
"Türkiye, ABD için stratejik öneme sahiptir. Çünkü Türkiye, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda laik-demokrasinin en başarılı örneğidir. Bu yapı, aşırılığı önlemiş ve belli düzeyde dini özgürlüğe ve hoşgörüye izin vermiştir. Bunlar Kemalist Türkiye’nin büyük güçleridir. Biz, kuvvetle bunların korunmasını cesaretlendiriyoruz. Müslüman bir toplumda laik demokrasinin baltalanması bizim çıkarlarımıza ters düşer."
ERMENİ KARARI SİYASİ İŞİ DEĞİL
Matt Bryza, ABD Kongresi’ndeki Ermeni soykırımı iddialarını içeren karar tasarılarının kabul edilmesine "yönetim olarak" karşı olduklarını söyledi. Bryza, 1915 yılında neler yaşandığının, sosyal bilimlerle uğraşanların bir işi olduğunu ve siyasiler tarafından tanımlanmaması gerektiğini kaydetti. Matt Bryza, "Başkan Bush da, 24 Nisan mesajlarında buna hep dikkat etmiştir" dedi. Bryza, Türkiye’nin, Ermenistan ile sınırı açması gerektiğini de söyledi. Karabağ konusundaki bir çözüm için iyimser olduklarını ve çözümün Ermenistan’ın hem Türkiye ile hem de Azerbaycan ile ilişkilerine olumlu yansıyacağını umduklarını söyledi.
RUHBAN OKULU AÇILSIN
Bryza, Heybelida Ruhban Okulu’nun çaılması gerektiğini de söyledi. Bryza, "Fener Patrikhanesi ve Ruhban Okulu, Türkiye’nin ve İstanbul’un neden önemli ve farklı olduğunun birer işareti. Farklı dinler arasındaki anlayış açısından önemli. Bu alanlardaki çözüm Türkiye’nin hoşgörüsünü gösterecektir. Bunlar Türkiye’nin gücüdür. Doğru olanı yapmak gerekir diye düşünüyoruz" dedi.
ABD ALEYHTARLIĞI AZALDI
Bryza, Türkiye’nin giderek büyüyen cari açıklarını "alarm verici" bulmadıklarını da kaydetti. Önemli olanın, IMF ile varılan anlaşmaya tam uymak ve mali disiplinden kopmamak olduğunun altını çizen Bryza, "Genelde, Türkiye’nin, ekonomik hedeflerin tutturulmasında başarılı olduğuna inanıyoruz" diye konuştu.
Matt Bryza, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde, Türkiye’yi hep bir ortak olarak gördüklerini, Türkiye üzerine odaklanmayı değil, Türkiye ile birlikte çalışmayı hedef edindiklerini özellikle söyledi.
Bryza, geçen yıl çok şikâyet ettikleri, Türkiye’deki Amerikan aleyhtarlığı ve bununla birlikte Yahudi düşmanlığının da artık rahatsızlık verici düzeyde olmadığını ifade etti. "Başbakan Erdoğan’ın geçen Haziran’daki ziyaretinden sonra ilişkilerde düzelme oldu" diyen Bryza, özellikle Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül’ün ABD ile ilgili çeşitli açıklamalarını memnunlukla karşıladıklarının altını çizdi.
Pamuk, Türkiye’nin kültür elçisi
Bryza, Orhan Pamuk ile ilgili soruları "dolaylı" cevaplamayı tercih etti. ABD’nin Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini şiddetle savunduğunu belirten Bryza, "AB, Türkiye’de ifade özgürlüğü alanında sorun olduğunu söylüyor. Müzakere sürecini baltalayıcı durum olmamalı. Orhan Pamuk Avrupa’nın en popüler yazarlarından biridir. Pamuk, Türkiye’nin bir kültür elçisidir. Sır değil, biz de yıllardır, Türkiye’deki ifade özgürlüğü alanının genişletilmesi gerektiğini söyledik" dedi.

12 OCAK 2006 – İstanbul burjuvazisinin prensi.
İtalyan Corriere della Sera gazetesinin eki ”Corriere della Sera Magazine” Orhan Pamuk'u kapak yaptı. Dergi, Pamuk için "İstanbul burjuvasinin prenslerinden biri" diye yazdı.
Pamuk'un, “hakkında açılan dava neticesinde bir bayrağa dönüştüğünü” savunan dergi, “Pamuk, şu anda özgürlük ve demokrasi konusunda Batı kriterlerini henüz benimseyememiş olan Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci bağlamında da ciddi bir tökezlenmeyi simgeliyor. Dava nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bu ünlü romancı bir bayrağa dönüşmüş bulunuyor: (Sadece Türkiye'de değil) insanın en temel hakkı olarak gördükleri ifade özgürlüğü için mücadele eden tüm yazar, gazeteci ve sanatçıların bayrağı” ifadelerine yer verdi.

100’ÜNCÜ YIL

15 OCAK 2006 - Muntazam adımlarla...
Ermeni soykırımı davacıları, amaçları yönünde yeni bir adım daha attılar:
Amaçları gizli değil... "Soykırımın yapıldığı tarih" dedikleri 1915’in 100’üncü yıldönümü olan 2015’te Türkiye’yi tüm dünyaya mahkûm ettirecekler.
Ve tüm dünyanın lanetleyeceği Türkiye’den haklarını talep edecekler.
Hakları? Önce bireysel olarak mal mülk tazminatı. Ardından kendilerine ait olduğunu sandıkları "Üç Osmanlı Vilayetinin Ermenistan’a verilmesi"...
Bu üç vilayet sınırları içinde şimdi Kars, Ardahan ve Artvin ile Erzurum’un Oltu, Olur ve Şenkaya ilçeleri ve Gürcistan’a bağlı Batum var.
Daha sonra, özellikle Ağrı Dağı’na tutkunlukları nedeniyle Ağrı, Iğdır ve Van’ı da rica ederlerse... Güzel komşuluk adına kırmamamız gerekebilir.
Şaka bir yana... Ermeni iftira birlikleri gerçekten iyi çalışıyorlar. Bizim Dışişleri Bakanı -ve bakanlığı- gibi "Bu konudaki çalışmalarımız aralıksız devam etmektedir" türü yuvarlak laflarla geçiştirmiyorlar. Her cephede, her platformda -uluslararası psikiyatri kongrelerinde bile- gerçeklerin sadece işlerine gelen kısımlarını, uydurdukları yalanlarla birlikte paketleyip "Türkler soyumuzu kuruttu" iftirasını pazara sürüyorlar.
Nitekim yıllarca uğraştılar. Karşılarına çıkan hukuk engellerini, gerekince yasa değişikliği bile yaptırarak aştılar. Ve sonunda, "1915’ten önce hayat sigortası yaptırmış Ermenilerin varisiyiz" diye önce The New York Life isimli Sigorta Şirketi’nden tazminat istediler.
Sigorta şirketi, sigorta poliçesi olan Osmanlı vatandaşı 3600 Ermeni’den 1400’üne ödeme yaptı. Kalan 2 bin 200 poliçe sahibinin mirasçılarına da toplam 20 milyon ABD Doları ödeme yapılması için ilgili avukatlarla anlaştı.
Ama biz bu satırları hikâyenin geride kalmış yukarıdaki kısmı için yazmıyoruz.
Reuters Haber Ajansı’nın dün verdiği bilgiye göre "sigorta tazminatı" olayını başlatan California’daki Ermeniler onunla kalmamışlar. "Türkler tarafından katledilen babalarımızın, dedelerimizin sizin bankadaki mevduatını bizlere vermediniz. Ayrıca onların mallarını mülklerini talan edip zenginleşen Türklerin size yatırdığı paraları da bize ödemeniz gerekirken ödemediniz" diyerek Almanya’nın bilinen bankaları Deutsche Bank ile Dresdner Bank aleyhine önceki gün Los Angeles Eyalet Mahkemesi’nde dava açmışlar.
Hikâyeyi uzatmamak için öteki sigorta bağlantılarına değinmedik. Ama şunu ekleyelim:
Eski Dışişleri Bakanlarından Emekli Büyükelçi İlter Türkmen, "Sigorta kontratlarının Türkiye’ye yansıması olmaz" diyordu. Biz aksini savunuyoruz. Davacı Ermenilerin avukatı Mark Geragos ise her fırsatta, -nitekim dün de- "davanın asıl amacı Türklerin Ermeni soykırımına dikkatleri çekmektir" demiş.
Bakalım hariciyeci serinkanlılığı mı haklı çıkacak, biz mi?

22 OCAK 2006 – Yazar Orhan Pamuk davası düştü.
Yazar Orhan Pamuk hakkında ‘Türklüğü Alenen Aşağılamak' iddiasıyla TCK 301/1 maddesi uyarınca açılan dava, Adalet Bakanlığı'nın izin yetkisinin bulunmadığını bildirmesi üzerine düştü.
Adalet Bakanlığı Orhan Pamuk'un yargılanmasıyla ilgili olarak mahkemenin izin başvurusunu yanıtladı. Bakanlığın yazısında daha önceki yanıtlarında olduğu gibi ‘Yeni Türk Ceza Yasası'nda Adalet Bakanlığı'nın izin yetkisinin bulunmadığı' yönünde görüş bildirdi. Cuma günü Şişli Adliyesi'ne ulaşan yazının ardından Şişli 2'inci Asliye Ceza Mahkemesi Saat 16.30 sıralarında davanın düşmesini kararlaştırdı. Ancak düşme kararının Pazartesi günü yazılacağı ve taraflara tebliğ edileceği öğrenildi.

23 OCAK 2006 - İtalyan “Corrıere Della Sera” Gazetesinin Zulüm Gören Yazarlar Listesinde Yer Alan Elif Şafak Pazar Vatan’a Konuştu.
“Zulüm görmedim, habere neden konu oldum bilmiyorum”
İtalyan basınında yer alan "Dünyada Zulüm Gören Yazarlar" haberine Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal'in yanı sıra Elif Şafak ve Murathan Mungan'ın dâhil edilmesi büyük tepki gördü. Çünkü onlar hakkında açılan tek bir dava yoktu. Kimilerince bir tanıtım kampanyası olarak yorumlanan bu durum için Elif Şafak ise "Sanki birilerini gammazlamışım gibi davranılıyor" diyor.
İtalyan "Corriere della Sera" gazetesinin haberine göre siz de zulüm gören yazarlar arasındasınız. Bu listeye nasıl girdiniz?
Nasıl olduğunu bilmiyorum. Öyle ki haberi Ertuğrul Özkök yazınca öğrendim. Corriere della Sera, beni ne aradı, ne de bir şey sordu. Yazık ki ciddi bir gazetecilik hatası yaptı. Çünkü yazıda kastedildiği gibi zulüm görmedim. Ama Türkiye haberin üzerine atladı ve bunda payımızın olup olmadığı öğrenilmeden yazıldı. Tüm bunlar da bana doğru gelmiyor.
Haberi öğrendikten sonra suskun kaldığınız için eleştiriliyorsunuz...
Suskun durmuyorum aksine önce ne olduğu anlamaya çalıştık. Yayınevimiz (Murathan Mungan'ın da yayınevi olan Metis) gazeteye bir mektup gönderdi, "böyle bir şey yok" diye.
Sizce durduk yere neden böyle bir yazı yazılır?
Bu aslında çok genel bir sorun. Türkiye'nin Avrupa'da sicili çok kara. Maalesef Türkiye'yi iyi bilmeyen insanlar bu yüzden bir konuyu araştırmadan yazabiliyor. Bu yüzden bizlerin "Ne oluyor da bu adamlar bu kadar rahat yalan yanlış haberler yapabiliyorlar" diye düşünmemiz ve kendimize bakmamız gerekli.

24 OCAK 2006 – AP'ye 'ASALA bilgi notu.'
Türk Parlamenterler Birliği (TPB), Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilen ve yaralananların fotoğrafının yer aldığı bilgi notunu Avrupa Parlamentosu (AP) üyelerine gönderdi.
TPB Genel Başkanı Hasan Korkmazcan, TBMM'deki basın toplantısında, 'Bu gerçeği inkâr etmek onları yeniden öldürmektir' sloganının yazdığı resimli bilgi notunun İngilizce ve Fransızca hazırlandığını belirtti. Notta, 1973-1994 arasında yurtdışında ASALA tarafından şehit edilen 34, yaralanan 14 diplomat ile yakınlarının resmi yer alıyor.

24 OCAK 2006 – AB Pamuk davası kararından memnun.
AB, Orhan Pamuk aleyhindeki davanın düşmesini memnuniyetle karşıladığını bildirdi.
AB Konseyi adına Avusturya Dönem Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, “Orhan Pamuk aleyhinde açılan davanın mahkeme tarafından 22 Ocak tarihinde düşürülmesini memnuniyetle karşılıyoruz. Aynı zamanda, şiddete başvurmadan fikirlerini açıklayanlara karşı açılan diğer davalardan endişe duymayı sürdürüyoruz” denildi.
Türk yargısının benzer davalarda da aynı yolu izlemesinin ümit edildiği kaydedilen açıklamada, ifade özgürlüğü kapsamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde öngörülen standartlara bağlı kalınmasının ve reformların sürdürülmesinin önemi vurgulandı.

24 OCAK 2006 – Pamuk'un davası gürültülü başladı, sessizce düştü.
Yazar Orhan Pamuk hakkında "Türklüğü alenen aşağıladığı" iddiasıyla açılan dava, Adalet Bakanlığı'nın "İzin verme yetkim yok" yanıtına, "Açık bir izin verilmediği anlaşılmıştır" yorumunu yapan yerel mahkemece sessiz sedasız düşürüldü.
Adalet Bakanlığı'nın "İzin verme yetkim yok" içerikli yazısının, Şişli 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi'ne geçen cuma günü ulaştığı, yargıç Metin Aydın'ın da aynı gün, duruşma gününü beklemeden usulen celse açtığı bildirildi. Sanık Orhan Pamuk'un avukatının, müdahale isteminde bulunan avukatların ve basının yokluğunda alınan düşme kararına, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 26 Aralık 2005 tarihli bir kararını gerekçe gösterdi.
Yargıtay kararında, yeni TCK yürürlüğe girmeden işlenen "Türklüğü alenen aşağılama" suçuyla ilgili eski TCK'nın "takibat izni" gerektirdiği, bu nedenle yerel mahkemenin verdiği düşme kararının yerinde olduğu belirtilmişti.
Mahkeme, davanın ihbarcılarının davaya katılma istemlerini de kovuşturma izni verilmediğinden reddetti. Cumhuriyet Savcısı Hasan Bölükbaşı'nın görüşüne uygun olarak verilen kararın temyiz yolu açık olmak üzere, Orhan Pamuk'un avukatına ve müdahale istemi reddedilen ihbarcılara tebliğine karar verildi.
Türkiye'nin ifade özgürlüğü testi
Adalet Bakanlığı'nın Pamuk davasına ilişkin kararına dikkat çeken ABD'nin önde gelen gazetelerinden New York Times, Türkiye'nin dava nedeniyle uluslararası insan hakları savuncuları ve hükümetlerden ağır eleştiriler aldığını belirtti. New York Times, davanın Türkiye'nin ifade özgürlüğüne olan bağlılığının bir testi olarak değerlendirildiğini vurguladı.
KARAR, AVRUPA'DA OLUMLU YANKI BULDU
Pamuk ve Türkiye için iyi haber
Yazar Orhan Pamuk'a karşı Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde açılan davanın düşmesi, özellikle Avrupa Birliği'nde olumlu yankı bulurken Batı basınında da geniş yer aldı.
AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn, kararı memnunlukla karşıladı ve "Bu Orhan Pamuk için besbelli iyi haber, ancak ayrıca Türkiye'de ifade özgürlüğü için de iyi haber" dedi. Rehn, bu kararın Türkiye'de benzeri davaların da olumlu sonuçlanmasının yolunu açacağını umduğunu belirtti.
AB Haber TV kanalı Euronews, Pamuk davasının düşmesi Türkiye-AB müzakere sürecini olumlu etkileneceğinin de altını çizdi.
TV kanalı TVE, Ankara hükümetinin düşüncelerinden dolayı Pamuk'a karşı açılan dava nedeniyle AB'den çok eleştiri aldığını vurguladı.
HÜKÛMET RAHATLADI
Fransız TV5 kanalı, Pamuk'a karşı açılan davanın düştüğünü beliterek Pamuk'un düşüncelerinden dolayı yargılanmayacağını bildirdi.
İngiliz The Times gazetesi, davanın düşmesinin, Türkiye'nin AB standartları düzeyine getirilmesi çabalarının arkasında durması için AB'nin baskısı altındaki Türk hükümetini rahatlatacağı yorumunu yaptı.
ÇİÇEK'E ELEŞTİRİ
The Guardian, Türk yetkililerinin, Pamuk hakkındaki suçlamaları düşürerek uluslararası alandaki tepkileri önlediklerini belirtti. Pamuk hakkında dava açılmasının Türk hükümetinin reformist kanadını mahcup ettiğini savunan gazete, "Güçlü bir milliyetçi olarak değerlendirilen Sayın Çiçek (Adalet Bakanı) Pamuk'un ülkeden özür dilemesini istedi. Bakan ayrıca, yargıç davayı bakanlığa götürdüğünde hızla karar almayı da reddetti" iddiasında bulundu.
BBC, davanın Brüksel'deki yetkililer açısından, Türkiye'nin AB üyeliği için hayati derecede önemi olduğuna dikkat çekerek "Dava, AB'nin Türkiye'yi eleştirmesine sebep olmuştu" hatırlatmasını yaptı.

24 OCAK 2006 – AB basını: Uluslararası rezillik önlendi.
Yazar Orhan Pamuk hakkındaki davanın düşmesine Avrupa basını büyük yer ayırdı. "Uluslararası rezillik önlendi" gibi yorumlarda bulunan Avrupa gazeteleri, davanın Türkiye'nin imajına zarar verdiğini, düşürülmesinin ifade özgürlüğü için "zafer" oluşturduğunu yazdı.
Olayın iz bırakacağını, hükümetin kredibilitesinin darbe aldığın öne süren Avrupa basını, AB'nin Türkiye üzerinde baskılarını sürdürmesini de istedi.
FINANCIAL TIMES: TÜRKİYE'NİN İMAJINA ZARAR VERDİ
Ekonomi gazetesi Financial Times, Pamuk davasının düşürülmesi ile Türkiye'nin imajına zarar veren ve AB ile ciddi bir çatlak tehdidini yaratan bir yargı sürecine son verildiğini kaydetti. Gazete, AB'nin kararı olumlu karşılarken 301. maddenin kaldırılması talebinde bulunduğuna da dikkat çekti.
GUARDIAN: ULUSLARARASI REZİLLİK ÖNLENDİ
İngiliz The Guardian gazetesi de, devlete hareket suçlamalarının büyük tepki üzerine kaldırıldığını, böylece yazarın mahkûm olması halinde büyüyecek uluslararası rezilliğin önlendiğini kaydetti. Gazete, Pamuk'un Türkiye'nin dışında "sıradan" sayılacak bir değerlendirmesinin Türkiye'de protestolara yol açtığını yazdı.
LE FIGARO: OLAY İZ BIRAKACAK
Büyük Fransız gazetelerinden Le Figaro ise, Pamuk hakkındaki davayı düşürme kararı ile Türkiye'nin ortamı sakinleştirdiğini belirtirken ancak TCK reformunundan birkaç ay sonra meydana gelen olayın iz bırakacağını savundu. Gazete, gelişmelerin özellikle Türk milliyetçilerince gösterilen değişime direnme kapasitesinin sorgulanmasına yol açtığını da öne sürdü.
LIBERATION: HÜKÛMET PROSEDÜRÜ BLOKE ETME CESARETİNİ GÖSTERMEDİ
Fransa'nın önde gelen gazetelerinden Liberation da, Pamuk için her şeyin iyi bittiğini, ancak üyelik müzakerelerinin başlarken Erdoğan hükümetinin kredibilitesinin yeni bir darbe aldığını öne sürdü. Gazete "En milliyetçi sektörleri idare etmeye çalışan hükümet, prosedürü bloke etme cesaretini göstermedi" yorumunu yaptı.
DER STANDARD: İFADE ÖZĞÜRLÜĞÜ MÜCADELESİ İÇİN ZAFER
Avusturyalı Die Standard gazetesi de, Pamuk davasının düşmesinin ifade özgürlüğü için mücadele edenler için bir zafer oluşturduğunu yazdı. Davanın Türkiye'yi geçmişi ile yüzleşmeye mecbur ettiğini öne süren gazete, AB'den ifade özgürlüğü davaları konusunda da baskı yapmasını istedi.
DIE TAGESZEITUNG: DAYANIŞMA DİĞER AYDINLARA DA GÖSTERİLSİN
Alman Die Tageszeitung, Pamuk konusunda gösterilen dayanışmanın Türkiye'de yargılanan diğer aydınlara da gösterilmesi gereğini vurguladı. Gazete, Pamuk davasının düşmesine karşı Türkiye'de ifade özgürlüğü alanında önemli bir ilerleme kaydedildiği anlamına gelmediğini de savundu.

09 ŞUBAT 2006 - En ağır ceza ve dokunulmazlıklar.
Ermeni Konferansı davası, 2. yanlış!
Orhan Pamuk'un Türkiye'yi haksız yere suçlayan ifadesiyle ilgili olarak açılan dava durduruldu ama gazetecilerin Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılacak konferansı erteleyen mahkeme kararını eleştiren yazılan nedeniyle açılan dava sürdürülüyor.
Evet, "mademki mevcut yasalara karşı gelinmiş Orhan Pamuk da hesabını vermeli, benzer şekilde hareket edenler de" diyenler var ama gerekiyorsa o yasalar da değişmeli. Fransa'da, İsviçre'de sadece "soykırım yoktur" demek bile suç sayılıyorsa da Türkiye'de değişmeli.
Tenkit ettiği, ifade özgürlüğünü hiçe saydığını söyleyerek eleştirdiği ülkelerle aynı kefede olmak Türkiye'ye hiçbir kazanç sağlamaz. Sağlamadığı bir yana, Orhan Pamuk örneğinde görüldüğü gibi sebepsiz kahramanlar yaratır.
Evlatlarını Ermeni çetelerinin veya PKK'nın katliamlarında kaybeden annelerin Orhan Pamuk'a "İddialarını ispat etmesini istemek üzere" dava açmaya hakları vardır. Halkın tepkisini göstermeye hakkı vardır ama gazeteciyi, yazarı ifadesinden dolayı yargılamak basın, yayın, ifade özgürlüğüne gölge düşürüyor ve haklı itirazları "haksız" a çeviriyor.
İstediği kanunu kolayca değiştiren Meclis, yazarların sık sık mahkeme önüne çıkarılmasını sağlayan yasaları en kısa zamanda değiştirmeli!
Oy vermeyen şikâyet edemez!
Dün "Satılan analar, lanetlenen basın" başlıklı yazım 'Sözlerinin kilit cümlesi buydu bence' cümlesiyle bitmişti. Okurumuz Nigar Pekdok'un, Tayyip Erdoğan'ın "Anasını satayım" şeklindeki argo ifadesine itiraz ederken "Bunlara benzer yöneticiler yüzünden oy kullanmaya girmedik" demesi üzerine söylemiştim bunu... Bıraktığımız yerden devam ediyoruz. Sözlerinin kilit cümlesi buydu bence. Oy kullanmaya gitmeyen vatandaşların şikâyet etmeye de hakkı yoktu. Oy kullanmaya gitmeyenler gitmiş olsalardı bugün farklı bir Meclis tablosu olacaktı. Belki o zaman kendileri, evleri, işleri, kendi anlayışlarındaki siyasetçiler için özel yasalar çıkaranlar, bunlar ve şirketlerdeki hisseleri hakkında bilgi istemek en doğal hakkı olan basına ve halka "Ulan niye korkuyorsunuz", "Anasını satayım", "Lanet olsun" diye hitabedenler kendini bu kadar güçlü hissetmeyecekti.
Okuruma 'basına şikâyet edeceğinize sandığa gidin' dedim. 'Bir daha bu hatayı yapmayın'... Olay budur.
Argo sözlerle basın açıklamalarına kızan çok sayıda okur mektubu geliyor. Bugünlerde kampanya isteyenlerin sayısı öyle çok ki, mail adresi vermekten başka çare bulamıyorum. Buyrun, şikâyetlerinizi Başbakan'a kendiniz iletin.
Mail adresi: receptayyip.erdogan@basbakanlik.gov.tr

RAHİP ANDREA SANTORO

11 ŞUBAT 2006 - Rahibin mektubu Türkiye'nin derin gerçeğidir!
Hristiyan dünyası bir rahip kaybetti, bir aziz kazandı. Andrea Santoro, artık "Türklerin şehit ettiği bir Hristiyan azizi" olarak anılacak.
Dünyanın her tarafında milyarı aşkın mümin yüzyıllar boyunca onun için dua edecek, adak adayacak, mum dikecek, gözyaşı dökecek ve her seferinde onu şehit eden Türkleri düşünecek.
Daha önce papalarını yaralamış olan Türkleri hayırla (!) yâd edecek.
Televizyon dizileri ve filmlerde göklere çıkarılan Türk katiller, dünyada bir prototip (ilk örnek) olarak yerleşti.
Bir zamanlar yine Ortadoğu'dan çıkan Haşhaşiyun tarikatının katilleri Avrupa'da bu şöhrete sahipti. Birçok cinayet işlemişlerdi.
Bu yüzden batı dillerine assasin-assasination (katil suikastçı-katletmek) kelimelerini hediye etmişlerdi.
Şimdi galiba bu unvanı Türkler taşıyor.
Dünyada Ermeni katliamı tartışmaları almış yürümüşken ve Türkiye "Biz kimseyi öldürmedik!" iddiasını öne sürerken, dünya insanları bu cinayetlere bakıp nasıl hüküm verir dersiniz?
Siz olsanız ne düşünürdünüz?
Buraya kadarı, çok acı ama anlaşılabilir bir şey.
Esas anlaşılmaz olan, bu ülkedeki hoşgörülü, makul, diğer dinlere saygılı ve efendi çoğunluğun bu işler olurken bu kadar sessiz kalması.
Bir ulusun dünyada katil olarak damgalanması kolay değil.
Ama ne yazık ki durum bu.
Rahibin mektubu ise bambaşka bir toplum yapısını gözler önüne seriyor:
Ne diyor rahip mektubunda:
"Türbanlı bir kız kulağıma eğilip 'Her din kutsaldır!' diye fısıldadı."
"Bir delikanlı geldi, 'rüya gördüm, biri elindeki haçı bana uzatıp Trabzon'daki kiliseye git dedi. Otobüsle 10 saatte geldim' dedi."
"Bir genç Müslüman çiçeklerle geldi ve "Bugün Anneler Günü. Bu çiçekleri Hz. Meryem'e sunmak istiyorum' dedi."
Bunlar belki rahibe, önemli bir işlev yaptığını ve birçok Müslüman’ı Hristiyanlığa kazandırmakta olduğunu düşündürmüştür ama bizler için hiç de şaşırtıcı değil.
Biz zaten Türkiye'deki makul çoğunluğun, mektupta belirtilenler gibi düşündüğünü biliyoruz.
Türkiye'deki bütün Hristiyan yatırlarına dua edilir, her yıl Aya Yorgi manastırına binlerce Müslüman çıkar, kiliselerde dua edilir, mumlar yakılır, adak adanır, Meryem Ana herkes tarafından çok sevilir ve saygı görür; bu ülkenin gerçeği budur.
İşin acı tarafı da burada ortaya çıkıyor.
Birçok dini bir arada yaşatabilmeyi ve halk katında çok kültürlülüğü sağlamış bir ülke olarak bu olgunluğu giderek yitirmemiz ve dışarıda sadece namlı Türk katilleriyle tanınmaya başlamamız.
Rahibin mektubu Türkiye'nin gerçeğidir.
Din adamlarına kurşun atanlar ise yeni ve icat edilmiş, kurgulanmış bir hareketin sonuçları.
Ne yazık ki dünya artık bizi böyle tanıyor.

13 ŞUBAT 2006 - Sözünü bilmek
Danıştay, dışarıda da olsa türban takan bir öğretmenin anaokuluna müdür olmasını doğru bulmadı.
Vay sen misin; iktidar kanadından bir anda tehdit kokan tepkiler, meydan okuyan eleştiri salvoları yükseldi.
Sebebi belli: Türban ve imam hatip hamleleri üç yıldır devamlı püskürtülüyor. İktidar partisi, tabanından gelen baskılardan bunalmaya başlamıştır.
Siyasal İslamcı bir grup düşünür iktidarı sapma içinde ve başarısız görüyor. Bu değerlendirmenin yarattığı tedirginlik Danıştay'ın türban kararına gösterilen tepkileri aşırılığa itmiştir.
Başbakan, "Öğretmenin dışarıda da başı açık olacak" anlamı çıkardığı karar hakkında kabul edilemez şeyler söyledi:
"Türkiye yolgeçen hanı değildir. Biz bu ülkede gerginlikler olmasın diye sabrediyoruz. Bu ülkede böyle bir zemini hazırlama gayreti içerisine girmesinler."
Partinin ikinci adamı Abdullah Gül de Başbakan'ın tehditkâr sözlerini netleştiren ifadeler kullanmıştır. Neymiş; karar "yanlış ve tehlikeli" imiş!
Yapılmak istenen "sabrımızı taşırmayın" ihtarını vermektir!
"Sabrediyoruz" ne demek?
Yargı kararlarına saygı göstermek lütuf ve özveri değil sorumluluktur. Mahkeme kararlan eleştirilebilir ama bunun adabı var. Danıştay 2. Dairesi'nin karan bir son değildir. Dava itirazlar nedeniyle üst mahkemelerde sürecektir. Tehdit kokan tepkiler, üst mahkemelere saygısızca baskı olmayacak mı?
"Sabrediyoruz" diyen Başbakan, böyle giderse AKP'nin ayağını frenden çekebileceğini mi söylemek istiyor?
Üç yıldan beri üniversite kapılan ve cuma sonrası cami önleri sükûnet buldu. Eski günlerin geri dönmesi, AKP'yi zan altında bırakmayacak mı?
Liderler sarfettikleri her sözü tartarak söylemek zorunda!
Kaş yaparken göz çıkarmak.
Atalarımızı Ermeni katliamı töhmetinden kurtaracak her çaba övgüyü hak ediyor.
Yaygın bir sivil katilimin oluşturduğu "Büyük Proje 2006" Ermeni soykırımı yalanına karşı bilimsel toplantılarla beraber Berlin'de büyük bir mitingi de kapsıyor.
Organizasyon komitesi, Avrupa'daki Türkleri 18 Mart'ta bayraklarıyla birlikte Berlin'e bekliyor. İftiraya karşı dünyayı uyandırmak hakkımızdır ama mitinge çağrı metnindeki şu sözler?..
"Batı başkentlerinin Paris gibi alevler içinde kalması istenmiyorsa Türkiye'ye reva görülen haksız ve vicdansız muamele son bulmalıdır."
Avrupa başkentlerini ateşe vererek ve oradaki gurbetçilerimizi misafir oldukları toplumla karşı karşıya getirerek mi haklılığımızı ispat edeceğiz?
Çağrı metnindeki bu sözler derhal kaldırılmalıdır!
Koçaryan görüşmeye cesaret edemedi
Varşova'daki Avrupa Konseyi'nin üçüncü zirvesinde, Başbakan Erdoğan ile Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan'ın "beklenen" görüşmesi gerçekleşmedi.

ALMANLAR KIZDI

13 ŞUBAT 2006 - Talat Paşa krizi.
18 Mart'ta Berlin'de yapılacak "Ermeni Katliamı Yalanına Son" mitingi için hazırlanan duyuru metni Almanları kızdırdı
"Bayrağını Al Berlin'e Gel" sloganıyla 18 Mart tarihinde yapılacak "Ermeni Katliamı Yalanına Son Yürüyüşü" mitingine yapılan davet Almanya ile Türkiye arasında gerilime neden oldu. Davet metninde yer alan "Batı başkentlerinin Paris gibi alevler içinde kalması istenmiyorsa, Türkiye'ye reva görülen haksız, mesnetsiz ve vicdansız muamele son bulmalıdır" ifadesi üzerine Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı'na ve Dışişleri Komisyonu Başkanı'na sitemde bulundu.
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve çeşitli partilerin temsilcilerinin yer aldığı organizasyon, Alman Meclisi'nin Ermeni soykırımını tanıyan kararını geri aldırmak için çalışma başlattı. "Ermeni Belgeleriyle Ermeni Soykırım Yalanı: Büyük Proje 2006" ismiyle başlatılan ve 'Talat Paşa Hareketi' olarak kamuoyuna duyurulan oluşum, Berlin'de 18 Mart'ta miting yapacak. "Batı Merkezleri'nde 5 Milyon Türk'ü ayağa kaldırıyoruz" ve "Bayrağını al Berlin'e gel" sloganlarıyla "Avrupa'daki toplam Türk gücünün" Berlin'de "Ermeni Katliamı Yalanına Son" mitinginde buluşması hedefleniyor. Projenin Danışma Kurulu Başkanı Rauf Denktaş'ın Talat Paşa'nın 15 Mart günü şehit edildiği yere çiçekler bırakması ve mitingden sonra 19 Mart 2006 Pazar günü de Berlin'de, "Talat Paşa Kurultayı" yapılması öngörülüyor.
Davet metnine takıldılar.
Vatan'ın aldığı bilgilere göre miting hazırlıkları projenin "http://www. buyukproje2006.org" isimli internet adresinden ve Avrupa'daki Türk örgütlerinin oluşturduğu internet sitelerinden izleyen Almanlar internette dolaşan mitinge katılım çağrısının yer aldığı metindeki şu ifadelerden rahatsız oldu:
•Ermeni Soykırımı yalanını püskürtmek üzere büyük bir aydınlatma seferberliği ve eylem planı gerçekleştiriyoruz.
•Boyun eğme dönemine son veriyoruz. Batı'ya Türkiye'nin büyük gücünü göstereceğiz.
•Batıda artık "Her Yer Lozan" olacaktır. Batı başkentlerinin Paris gibi alevler içinde kalması istenmiyorsa, Türkiye'ye reva görülen haksız, mesnetsiz ve vicdansız muamele son bulmalıdır.
•Türkiye'nin içini karıştırmak, Avrupa'nın da iç karışıklıklar içine yuvarlanması sonucunu doğurur.
Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Wolf Ruthart Born'un Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile görüşmesinde konuyu gündeme getirerek sitem ettiği öğrenildi. Proje'nin Yürütme Kurulu'nda yer alan TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı ve AKP Antalya Milletvekili Mehmet Dülger ise özel olarak Büyükelçi tarafından konutuna davet edildi.
Büyükelçi Born, Dülger'e "Sizin de yer aldığınız bu projenin tehditkâr yaklaşımım yadırgıyoruz. Bu yaklaşımın Türk-Alman ilişkilerine yararı olmayacaktır" dedi.
Talat Paşa kimdir?
Ermenilerin boy hedefiydi.
1874 yılında Edirne'de doğan Talat Paşa, Edirne Askeri Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra bir süre öğretmenlik ve kâtiplik yaptı. Genç yaşta siyasetle ilgilenmeye başladı, İkinci Abdülhamit Yönetimi'ne karşı çalışmalarda bulunduğu gerekçesiyle tutuklandı ve 1899'da Selanik'e sürüldü, ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer aldı. İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra milletvekili oldu ve Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde içişleri Bakanlığı görevine getirildi. Birinci Balkan Savaşı'na gönüllü olarak katıldı. Edirne'nin Bulgarlar tarafından ele geçirilmesinden sonra, ordunun harekete geçerek şehri geri almasını sağladı. Ermeni tarihçiler tarafından 'soykırımın emrini vermekle' suçlandı. 1917 yılında Sadrazamlığa getirildi ve bir yıl bu görevde kaldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmesinin ardından, Almanya'ya iltica etti.
Berlin'de vuruldu katili Ermeni terörist beraat etti.
Talat Paşa, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra Türkiye'ye dönmeye hazırlanıyordu. 15 Mart 1921'de Berlin'in merkezi Kurfürstendamm Caddesi'nde Ermeni komitacı Salomon Tehlirian tarafından öldürüldü. Tehlirian olaydan sonra silahıyla birlikte yakalandı. Berlin Savcılığı, 15 gün gibi kısa bir sürede iddianameyi hazırladı. 02 Haziran 1921'de başlayan yargılama 1 gün sonra sona erdi, suçunu itiraf eden sanık, 'beraat' etti. Mahkemede adeta Türkiye yargılandı. Ailesinin Anadolu'da öldürüldüğünü ileri süren Tehlîrian'ın iddiası, mahkeme tarafından hiçbir araştırma yapılmadan doğru kabul edildi ve bu gerekçeye dayanarak katil serbest kaldı. Savcılık, 'beraat' kararını önce temyiz etti, daha sonra siyasi baskılarla temyiz başvurusunu geri çekti.
Beraat kararından sonra, Sait Halim Paşa Roma'da (06 Aralık 1921), Osmanlı Sadrazamı Bahattin Şeker ve eski Trabzon Valisi Prof. Cemal Azmi Berlin'de (17 Nisan 1922), Cemal Paşa Tiflis'te (25 Temmuz 1922) ve Enver Paşa Buhara'da (04 Ağustos 1922), Ermeni terör örgütü 'Nemesis' tarafından katledildiler.

16 ŞUBAT 2006 – PBS televizyonunda yayınlanacak panel Ermenileri kızdırdı.
17 Nisan'da sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bir belgesel yayınlayacak olan Amerikan PBS televizyonunun, bu program öncesinde banttan yayınlayacağı bir panelde, sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı Türk görüşünü vurgulayacak olan iki uzmana yer vermesine Ermeniler tepki gösterdi.
650 MİLYON DOLARLIK BELGESEL
Belgesel öncesinde yayınlanacak olan 'Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Ermenilerin Ölümünde Türklerin Rolü' konulu 25 dakikalık panelde, kendi iddialarına karşı çıkacak iki panelistin de yer aldığını öğrenen Ermeniler bu kanala karşı, PBS tarihinin en büyük protestosunu başlattı.
New Yorklu film yapımcısı Andrew Goldberg tarafından çekilen ve maliyetinin bir kısmı Ermeni asıllı Amerikalılarca karşılanan 650 milyon dolar bütçeli belgeselin 'Türk görüşüne yeterince yer verdiğini' iddia eden Ermeniler, ayrıca düzenlenecek panelde de bu görüşlere yer verilmesinin, 'Türkiye'nin tezini güçlendirmek' anlamına geldiğini savunarak,
PBS televizyonunu protesto ettiklerini söyledi.
PANELİN BANT KAYDI GEÇEN HAFTA YAPILDI
Belgesel öncesinde yayınlanacak olan panelin yayından kaldırılması için şu ana kadar 6 bin Ermeni asıllı Amerikalı, PBS televizyonuna elektronik postayla mesaj gönderdi. Geçen hafta bant kaydı yapılan paneli NPR Radyosu'ndan Scott Simon yönetiyor. Panelde, sözde 'Ermeni soykırımı' belgeselinin olaya bakış açısını destekleyen panelistler olarak, belgeselin danışmanlığını yapan Prof. Peter Balakian ile Minnesota Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Taner Akçam katıldı. Karşı panelist olarak da Luisiana Üniversitesi öğretim üyelerinden tarihçi Prof. Justin A McCarthy ile Türk tarihçi Ömer Turan görüş bildirdi.

AVRUPA PARLAMENTOSU

17 ŞUBAT 2006 - Avrupa Parlamentosu, Nahçıvan'daki Ermeni mezarlarının tahrip edilmesini kınadı.
Avrupa Parlamentosu'nun (AP) Azerbaycan'a bağlı özerk Nahçıvan Cumhuriyeti'nde Ermeni kültür eserlerinin tahrip edildiği yolunda bir kararı kabul ettiği bildiriliyor
Azeri Turan Haber Ajansı'nın, Prag'dan yayın yapan Liberty (Azatlık) Radyosu'na dayanarak verdiği habere göre AP, Nahçıvan'ın Culfa şehrindeki Ermeni Mezarlığı'nda bulunan haç şeklindeki mezar taşlarının kırılmasını, 'kültür abidelerine yapılan bir saldırı' olarak nitelendirip, olayı kınadığı belirtiliyor. AP'nin bu konudaki kararında, Azerbaycan'ın 2002 yılında ilk mezar tahribi olayından sonra Birleşmiş Milletler'in çağrılarına duyarsız kaldığı bildirilerek, kurumdan gönderilecek uzman ve temsilcilerin Culfa'ya giderek araştırma yapması için, Bakü'nün izin vermesinin istendiği ifade ediliyor.
Ermeni tasarısı geçerse ne olur?
Ermeni lobisinin yoğun çabaları sonuç verir ve soykırım iddiaları Amerikan Kongresi tarafından kabul görürse ne olur? Son günlerde sık sık gündeme gelen bu hayati soruyu hangi siyasetçi veya diplomata sorsanız "Bunu düşünmek bile istemiyoruz" gibi kısa bir cevap alıyorsunuz ve hemen ardından anlatmaya başlıyorlar: "Bu hep böyle olur: Ermeniler bastırır, ama son anda ABD Başkanı devreye girer ve 'Bu yüzden Türkiye ile stratejik ilişkilerimizi bozmaya değmez' der ve Kongre'yi ikna eder. Kendisi de 24 Nisan'daki konuşmasında 'soykırım' lafını telaffuz etmez. Böylece olay kapanır."
Sanki tezkere günleri gibi.
Şu günler, TBMM'deki ikinci tezkere oylaması öncesini hatırlatıyor. Washington'daki siyasi gözlemcilerin büyük kısmı bu sefer de aynı senaryonun sahneye konacağından emin. Gerekçeleri, zaten sorunlu olan Türk-Amerikan ilişkilerinin tasarının geçmesi durumunda onarılmaz bir şekilde bozulacak olması. Bu nedenle ABD Başkanı George W. Bush'un son anda müdahale edeceği kanısındalar.
01 Mart 2003 öncesinde de ezici bir çoğunluk "Bu tezkere muhakkak geçer" görüşündeydi. "Çünkü Recep Tayip Erdoğan olaya açıkça sahip çıkıyor. AKP'de onun dediğinden farklı bir karar çıkması mümkün değil" diyorlardı.
Sonrası malum. Bu nedenle, her ne kadar, 24 Nisan'da Kongre'nin Ermeni taleplerini benimsemesi çok zor gözükse de, Amerikalıların 01 Mart öncesi düştüğü rehavete kapılmamakta ve olumsuz bir duruma ülke olarak hazırlanmakta fayda var.
Türkiye'nin dezavantajları.
Öncelikle sayılan çok az da olsa "tasarı bu kez geçebilir" diyen şeytanın avukatlarının gerekçelerine bir göz atalım:
1)Ermeni lobileri, 90'ıncı yılında soykırım iddialarını daha güçlü dile getiriyorlar;
2)Konu Türkiye'de de tartışılıyor ve bazı aydınlar resmi söylem dışında yaklaşımlar seslendiriyorlar;
3)Türk-Amerikan ilişkileri oldukça kötü bir dönemden geçiyor. Artık bir stratejik ortaklık söz konusu değil. Hatta tarafların birbirlerine güvendikleri bile şüpheli;
4)Türkiye'de yükselen Batı, Amerikan ve Yahudi karşıtlığı artık Wall Street Journal, Washington Post gibi, karar mercilerini etkileme gücü yüksek yayınlar tarafından da ele alınıyor;
5) Türkiye'nin en büyük destekçisi olan Yahudi lobisi, yükselen Yahudi karşıtlığı ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın İsrail'i "devlet terörizmi" ile suçlaması gibi nedenlerle bu sene daha gönülsüz gibi;
6)TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış'ın Amerikan ordusunu Felluce'de soykırım yapmakla suçlamasının Amerikan Kongresi'nde çok yankı bulduğu söyleniyor...
İsrail ziyareti ve İncirlik.
Kuşkusuz bir yandan Ankara, diğer yandan ABD'deki Türkler bu dezavantajları ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün İsrail'e gitmesi, Başbakan Erdoğan'ın da 01 Mayıs'ta gideceğini açıklaması; ABD'nin İncirlik Üssü ile ilgili taleplerinin belli ölçülerde karşılanacağının belirtilmesi bu yöndeki adımlar olarak göze çarpıyor.
Bütün bunlara rağmen tasarı geçerse, sadece Türk-Amerikan ilişkileri köklü bir darbe almayacak, zaten tırmanışta olduğu söylenen "milliyetçilik" de çok ama çok elverişli bir zemin kazanmış olacak.
Asılsız iddialarla coşup kendi insanlarını bile linç etme noktasına varabilen güruhların, "dış düşman"dan gelecek böylesi bir meydan okumaya karşı nasıl bir tepki göstereceği üzerine düşünmek ve muhtemel olumsuz gelişmelerin önlemlerini şimdiden almak şart.
Washington eğer Türkiye'yi kaybetmemekte hâlâ kararlıysa -ki bundan emin olmayanlar var- soykırım tasarısı bu yıl da geçmez. Ama daha sırada Avrupa'nın Abdullah Öcalan'ın yeniden yargılanmasını istemesi veya Kerkük'te bir iç savaş çıkması gibi diğer kötü ihtimaller var. En büyük kâbus senaryosuysa, bütün bu kabaran faşizan milliyetçiliğin Türkiye'yi AB rotasından tam anlamıyla çıkarması.

17 ŞUBAT 2006 - ’Ermeni soykırımı’ paneli Ermenileri ayaklandırdı.
ABD’de PBS yayın kurumu tarafından yayınlanacak bir panelde "Ermeni Soykırımı" iddiasının doğru olmadığını savunan Prof.Justin McCarthy ve Türk tarihçi Ömer Turan’ın da de yer alması, bu ülkedeki Ermeni topluluğunu ayaklandırdı.
Washington Post gazetesine göre PBS, çoğu Amerika’da yaşayan Ermenilerin finanse ettiği "Ermeni Soykırımı" belgeselini sözde soykırımı andıkları 24 Nisan’dan bir hafta önce 17 Nisan’da yayınlamaya karar verdi. Ancak PBS, belgeselle birlikte, geçen yıl Türkiye’yi ziyaret eden ve Ermeni tezlerine karşı çıkan Louisville Üniversitesi profesörlerinden Justin McCarthy ve Türk tarihçi Ömer Turan’ın da katıldığı bir panele yer verdi. Geçen hafta kayda alındığı belirtilen panelde ayrıca Prof. Peter Balakian ve Minnessota Üniversitesi Profesörü Taner Akçam da yer alıyor.
Gazeteye göre, ABD’deki Ermeniler, PBS’i paneli yayınlamaktan vazgeçmeye çağıran bir bildiriye imza atmaya başladılar. 15 Şubat gecesi itibariyle 6 bin kişinin elektronik posta yoluyla söz konusu bildiriye imza attığını belirten gazeteye göre bildiride "Ermeni Soykırımı’nın tartışılmasının, Yahudi Holokostu’nun tartışılmasına benzediği" ifadesine yer verildi.
İNKÂRCIYIM
Washington Post’a konuşan Prof. McCarthy, dönemin tarihinin karmaşık olduğunu belirterek 1.5 milyon Ermeni öldüğüne ilişkin kanıtları bulamadığını söyledi. Aynı dönemde 3 milyon Türkün de öldüğüne dikkat çeken McCarthy, "Eğer iki tarafın birbirini öldürdüğünü söylemek beni bir soykırım inkârcısı yaparsa o zaman ben bir inkârcıyım" diye konuştu.

17 ŞUBAT 2006 – Dink: Türklerden özür dilerim.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, daha önce kullandığı ‘Türk'ten boşalacak zehirli kan' ifadesi ile Türkleri aşağılamadığını söyleyerek, “Türkleri aşağılamadım, aranızda hala aşağılandığına dair kanaati olan varsa ondan özür diliyorum” dedi.
Akdeniz Üniversitesi ‘Orhan Pamuk ve Hrant Dink Davaları Işığı'nda Düşünce Özgürlüğü Nedir, Ne Değildir?' başlıklı açık oturum düzenledi. Atatürk Konferans Salonu'nda gerçekleşen ve Rektörlük Danışmanı Prof. Dr. Çetin Yetkin'in başkanlığını yaptığı açık oturuma, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Oral Çalışlar, Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Kemal Gözler, emekli Albay Hüseyin Mümtaz Bayazıtoğlu katıldı. Oturumu ellerinde Türk bayrakları ile izleyen çok sayıda öğrenci, zaman zaman Dink'e sözlü sataşmalarda bulundu.
Hrank Dink, Çetin Yetkin'in ‘Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur' ifadesini anımsatması üzerine, “Benim burada söylemek istediğimin bir ön cümlesi var. Orada, ‘Ermenilerin Türklere duyduğu öfke ve kin sizin kimliğinizi zehirliyor. Bu zehiri dışarı atmalısınız' bölümü var. Ben Türkleri aşağılamadım, aranızda hala aşağılandığına dair kanaati olan varsa ondan özür diliyorum. Bunu yargı da tespit ederse ben artık sizin aranızda yaşamam. Onurlu duruş sizin aranızdan uzaklaşmamı gerektirir” diye konuştu.
Türkiye'de düşünceye özgürlük isteyen Dink, “Düşünce özgürlüğünün bir tek sınırı vardır. İnsanların farklılıklarını, etnik, cinsel, dinsel farlılıklarını aşağılamaktır bu sınır. Bunlar ihlal ediliyorsa TCK'da karşılığını bulmalıdır” dedi. Dink, yeni TCK'nın Türklüğe hakaret suçunu düzenleyen 301 ile milli yararı tanımlayan 305'inci maddelerine eleştiride bulundu, sadece Türklerin değil, bütün farklılıklara hakaretin sözkonusu maddelerde yer alması gerektiğini söyledi.
İSTİKLAL MARŞI'NA ELEŞTİRİ
Hiçbir kimliği de aşağılamasının mümkün olmadığını belirten Dink, bu kez İstiklal Marşı'nı bölücü bulduğunu söyledi. İstiklal Marşı'nın ‘Kahraman ırkıma bir gül' bölümüne geldiğinde sustuğunu anlatan Dink, “Allah'ınızı severseniz, bu mu bütünleştirici ulusal marş? Herkes kendi ırkına gönderme yapıyor. Bölücülük bu. Ben düşünüyorum ki, kahraman ırkım yerine çalışkan yurttaşım kelimesi ne olur? Ulusal marşın bütün mısralarını söylüyorum sizinle, oraya gelince susuyorum. Ondan sonra devam ediyorum. Ulusal marşı reddetmiyorum. Türklüğü aşağılamak ne münasebet. Ama hissiyatım bu. Ben kendi ulusal marşımda ırkçılığa gönderme yapmak istemem” diye konuştu.
KIRMIZI NOKTAMIZ TÜRKLÜK
Doç. Dr. Kemal Gözler, dünyada düşünce özgürlüğü diye bir tartışmanın olmadığını, ifade özgürlüğünün tartışıldığını belirterek, “Düşünceyi açıklama hürriyeti bal gibi suç olabilir” dedi. İfade özgürlüğünün en geniş yaşandığı iddia edilen Almanya'nın bile kır ızı noktaları olduğunu söyleyen Gözler, “Almanya'da bile ifade özgürlüğü yüzde 100 değildir. Almanya'nın kırmızı noktaları vardır. Örneğin Almanya'da soykırım olmadığını söylemek hapis cezası gerektirir. Almanya'nın kırmızı noktası soykırım olmadığını ifade etmektir. Türkiye'nin kırmızı noktası ise Türklük ve Türk bayrağıdır” dedi.
YENİ TCK'YA ELEŞTİRİ
Gazeteci Yazar Oral Çalışlar, yeni TCK'nın Türklüğe hakaret suçunu düzenleyen 301 ile milli yararı tanımlayan 305'inci maddelerine eleştiride bulundu. Orhan Pamuk'un da yargılandığı 301'inci maddede sadece Türklüğe hakaret edilmemesinin yasaklandığının altını çizen Çalışlar, diğer din, ırk, mezhepte olanlara hakaret edilebileceği gibi bir anlamın çıktığını söyledi. 305'inci maddede ise milli temel değerlerin muğlak kaldığını ifade eden Çalışlar, “Bu kişiyi hâkim ve savcının inisiyatifine bırakan bir maddedir” dedi. Çalışlar, ‘Dışardan gelen kötüdür, yerli olan iyidir' anlayışının artık terkedilmesi gerektiğini söyledi.
Konuşmacılardan emekli Albay Hüseyi Mümtaz Bayazıtoğlu ise Türklerin bu ülkenin asli unsuru olduğunu belirterek, “Mustafa Kemal Atatürk ‘Bu ülkenin asli unsurları Türklerdir' demiştir” dedi.
AÇIK OTURUMDA İSTENMEMİŞ
Açık oturuma dinleyici olarak katılan Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Vural Savaş, “Açık oturuma önce konuşmacı olarak davet edilmeme karşın bir arkadaş benimli aynı açık oturumda yer almayacağını söyleyerek beni veto etmiştir” dedi. Savaş, Hrant Dink'e yönelik olarak 27 olayda 40 Türk diplomatının katledilmesini soykırım olarak değerlendirip değerlendirmediği ile Asala, PKK gibi örgütlerin insan hakları işgalcisi olup olmadığı sorusunu yöneletti.
Bunun üzerine söz alan Dink, Asala tarafından işlenmiş cinayetlerde kendisinin bir sorumluluğunun bulunmadığını kaydetti, “Ama kendi adıma özür diliyorum” dedi. Dink, ikinci soruya yönelik olarak da, “Kan döken, insan öldüren insanı toprağından, kökünden eden kim, ne varsa teröristtir” diye konuştu.
Dink, Ermenistan Anayasası'nda Türkiye'den toprak talebi gibi bir maddenin bulunmadığını da söyledi.

İKİNCİ KARİKATÜR KRİZİ

19 ŞUBAT 2006 - Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II, Karikatür Krizini Pazarvatan'a Yorumladı:
Karikatürleri internette gördüğünü söyleyen Mesrob II, "ifade özgürlüğü açıklamasını çok saçma buluyorum, karikatürler hakareti de aşıyor iğrenç hatta müstehcenler diyor ve ekliyor: "Ancak Müslümanlar manevi değerlerine Hristiyanlardan daha bağlı. Isa Mesih'e hakaret edildiğinde Hristiyanlardan ses çıkmıyor.
Karikatür krizini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İfade özgürlüğü açıklaması çok saçma. Karikatürler düpedüz bir din büyüğüne, İslamiyet'in kurucusu Hz. Muhammed'in şahsına yapılan bir saygısızlıktır, saldırıdır, ifade özgürlüğü yaftası arkasına saklanan, insanlara yukarıdan bakan, sözde çağdaş ve demokrat bir grup şımarık yaymanın işi olduğu belli. Ama özellikle Fransa ve Kuzey Avrupa ülkeleri bunu hep yapıyor Tutucu bir ülke olduğu halde bazen ABD'de bile bu tür yayınlan görmek mümkün. Sadece İslamiyet karşıtlığı da değil. Madonna adlı şarkıcının bir kilisede çekilen klibini bilmem hatırlar mısınız? Hristiyanlar! Derinden yaralayan bir klipti o. South Park'ın İsa Mesihli bölümlerini hiç izlediniz mi? Hele hele şu "The Last Temptation of Christ" adlı film saygısızlık değil de nedir? Demek istediğim şu: Her iki dine karşı da hemen hemen aynı boyutta saldırılarda bulunulduğu apaçık ortada. Müslümanlar manevi değerlerine daha çok sahip çıkıyorlar. Isa Mesih'e hakaret edildiğinde ise Hristiyanlardan ses çıkmıyor. Öyle ki, ben Müslümanların tepkilerini haklı buluyorum. Ancak, gösterilerde şiddete kesinlikle başvurulmamalıydı. Şiddet, dinin özüyle bağdaşmaz.
Karikatürleri gördünüz mü?
Söz konusu Danimarka gazetesinin internet sitesine girdim ve gördüm.
Karikatürlerde hakaret söz konusu mu sizce?
Hakaret de söz mü? İğrenç, terbiyesiz, hatta müstehcen karikatürler Hiç kimsenin bunu yapmaya hakkı olmamalı. Kitlelerin inandığı bir dine bu kadar saygısızlık mümkün mü? Hele hele bir namaz karikatürü var ki, tahammül sınırının aşıldığını hissetmek için Müslüman olmaya gerek yok insan haysiyetini bu kadar ayakaltına almak doğru değil. Allah'ın izzetine küfürdür bu.
Rahip Santoro katledildi. O'nun öldürülüşü de bu karikatür olaylarına bağlandı. Rahip Santoro'nun öldürülmesi hakkında neler söyleyeceksiniz?
Kendi halinde mabedinde dua eden bir rahibin katledilmesi olayı çok üzücü, üzücü olduğu kadar da ciddi bir gelişme. Ama Rahip Andrea Santoro ile kalmadı, İzmir Karşıyaka'da bir grup fanatik genç Katolik Rahip Martin Kmetec'e saldırıda bulundu. Ayrıca Beşiktaş'taki Ermeni Katolik Kilisesi ile Bomonti'deki Lourdes Kilisesi'nin duvarlarına da çirkin sloganlar yazıldı. Bir avuç cemaatin yaşadığı Kayseri'deki Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi'ne önünde bir grup silah çekerek dışkapının üzerine on el ateş etmiş, tekbir getirerek Hristiyanlık karşıt slogan atmış. Yetkililerin ısrarlı telkinlerine rağmen, ülkemizde de protestoların şiddet eylemlerine dönüşmesi çok ama. Hâlbuki bu ülkede bizim mirasımız başka. Gerek Osmanlı mirası, gerekse Atatürk'ün Cumhuriyeti farklı unsurların bir arada yaşayabilmesine olanak tanıyan sistemlerdir.
Rahip Santoro'nun öldürülmesinden sonra Patrikhane'nizde güvenlik önlemlerini artırdınız mı?
Patrikhanemiz 24 saat koruma altındadır zaten. Çok duyarlı bir metal detektörden geçmeden kimsenin binaya giremez. Ayrıca Emniyet Müdürlüğü'nün tahsis ettiği personel de hem çok efendi, hem de çok becerikli. Öyle ki, güvenlik açısından bir sıkıntı yaşamıyoruz. Dışarı çıktığımda da valilik makamı çok dikkatli, dilediğimde özel yakın koruma tahsis ediyor. Ancak genelde bir sorun yaşanmıyor. Benim kimseyle bir husumetim yok, başkalarının da benimle.

20 ŞUBAT 2006 – Soykırımı inkâr eden tarihçi yargı önünde.
Aşırı sağcı ingiliz tarihçi David Irving, Yahudi Soykırımı'nı inkâr ettiği gerekçesiyle bugün Avusturya'da yargı önüne çıkıyor. "İnkâr yasasını" ihlal etmekten yargılanan Irving'in 10 yıl hapis cezası alması bekleniyor
Aşırı sağcı ingiliz tarihçi David Irving, Yahudi Soykırımı'nı inkâr ettiği gerekçesiyle bugün Avusturya'da yargı önüne çıkıyor. "İnkâr yasasını" ihlal etmekten yargılanan Irving'in 10 yıl hapis cezası alması bekleniyor. Provokatif açıklamalarıyla tanınan Irving, 1989'da Viyana'da katıldığı bir konferansta "ikinci Dünya Savaşı sırasında Yahudiler gaz odalarında yakılmadı. Çünkü gaz odası yoktu" demişti. Bu iddiaları nedeniyle Irving hakkında tutuklama emri çıkarılmıştı, ingiliz tarihçi, geçtiğimiz Kasım'da Avusturya'ya girer girmez tutuklanarak cezaevine kondu. Viyana'da bugün başlayacak duruşma için olağanüstü güvenlik önlemleri alınacağı açıklandı. Adliye binasının çevresine 500 polis yerleştirilmeyi planlıyor. Irving davasının Avrupa genelinde de yeni bir ifade özgürlüğü tartışması başlatması bekleniyor. The Times gazetesinde geçtiğimiz ay yayınlanan bir makalede, Ermeni soykırımı iddiaları nedeniyle yargılanması gündeme gelen yazar Orhan Pamuk ile David Irving davasının benzerliğine dikkat çekilerek, "insanlar sözleri için mahkemeye çıkmamalı; kamu vicdanı tarafından yargılanmak" yorumu yapılmıştı.

SOYKIRIM FİLMİ

22 ŞUBAT 2006 - Soykırım filmi ve kampanya!
Ermeniler Amerikan PBS kanalında 17 Mart'ta gösterime girecek olan The Armenian Genocide filmi sonrası gösterilmek üzere hazırlanan ve Türk tarafını Prof. Justin Mc Carthy ile tarihçi Ömer Turan'ın temsil ettiği panelin gösterime konmasını önlemek için bir kampanya başlatmışlar.
PBS'e verilmek üzere başlattıkları kampanyada 6 bin imza toplanmış. Türk tarafı da "PBS'te her iki görüşe de yer verilmesi ve PBS'in gösterime sokmayı reddettiği 'Armenian Revolt' filminin de gösterilmesi" için bir karşı kampanya başlatmış. Şu anda toplanan imza sayısı 1500'ün üstündeymiş ve dilekçenin göz önüne alınabilmesi için aynı imza sayısını bulmak lazımmış.
Kısa süre önce Amerika'da sahnelenen ve Türkleri Ermeni soykırımcısı gösteren 'Aydaki Canavar' isimli oyundan da söz etmiştim. Gördüğünüz gibi propagandayı aralıksız sürdürüyorlar.
Bu imza kampanyasına derhal katılmak ve sayıyı 6000'in de üstüne çıkarmak gerekiyor. Adresi veriyorum: http://www.petitiononline.com/turkside/petition.html
Tarih ve tarihçi
Tam 17 yıl önce Avusturya'da yaptığı bir konuşmada Yahudi Soykırımı'nı reddettiği için ülkeye giriş yaparken tutuklanan (bunca yıl sonra tutuklanmış, hukuk böyle işliyor dikkatinizi çekerim) İngiliz Tarihçiye üç yıl hapis cezası verilmiş. Avrupa'nın üzerinde fazlasıyla duruyor göründüğü ifade özgürlüğü de bizde farklı, orada farklı işliyor görüldüğü gibi... Burada bir noktayı daha farkediyoruz; tarihin her tarihçiye değil ancak o konunun gerçekten uzmanı olan tarafsız tarihçiye bırakılabileceğini... Tutuklanan İngiliz tarihçi artık farklı düşündüğünü söylemiş, oysa tarihte, bilimde yorum değil gerçekler, belgeler konuşur.
Bizde de bazı tarihçilere, yazarlara fazlasıyla gerekli bir örnek!
Bravo Bingür Sönmez!
Ünlü kalp cerrahı Dr. Bingür Sönmez artık yalnız tp alanındaki başarılarıyla değil, Sarıkamış şehitlerim ölümsüzleştirme çabalarıyla da sık sık gündeme geliyor.
Onları anmak için Sarıkamış'ta büyük yürüyüşler organize ediyor, şehit mezarlıklarını onarıyor, geceler düzenliyor. Kısa süre önce Harbiye Askeri Müzesi'nde Sarıkamış Dayanışma Grubu ile hazırladığı geceyi izlerken gözyaşlarımı tutamamış ve ertesi gün bu güzel geceyi uzun bîr yazıyla anlatmıştım ama o kadar önemli güncel olaylar araya girdi ki maalesef yayımlamak mümkün olamadı.
Ve şimdi de onun başkanlığında bir ekibin Kars'ta karlar arasında Sarıkamış belgeseli hazırladığını duyuyoruz. Bu kadar ameliyatının, gece sabahlara kadar yoğun bakım hastalarını gezmesinin arasında başladığı bu önemli görevi de hiç aksatmıyor. "Sarıkamış'a Giden Yol"un yazarı Özhan Eren bu kitabında Sarıkamış Harbi'nin "Allahuekber dağlarında, bir gecede ve tek kurşun atmadan donanarak ölen 90 bin askerin harbi" tanımından çok daha farklı bir savaş olduğunu, Sarıkamış'a Giden Yol'un aynı zamanda Çanakkale'ye Giden Yol olduğunu muhteşem öykülerle anlatıyor. Evet 90 bin ayağı çıplak, üstünde doğru dürüst parkası bile olmayan asker yanlış bir kararla ölüme gitmişlerdi ama onlar (bu felaket olmasa bile) zaten baştan "vatanlarını kurtarmak için, onum uğruna bir ölüm yolculuğuna çıktıklarım" bilerek yola çıkmışlardı.
Ancak bu kitapları okuduğunuz zaman arılayabiliyorsunuz neler yaşanmış olduğunu...
Dr. Bingür Sönmez başladığı işi başarıyla sonuçlandırmadan bırakmıyor, yaptıklarını gördükçe keşke Ermeni olaylarını anlatan düzgün bir belgeseli de o üstlense diyorum. Aslında şimdiye kadar çok sayıda yapılmalıydı, yapılmadı. Sönmez gibi gönüllüler el atmazsa yapılacağı da yok. Keşke diyorum, keşke düşünse!

24 ŞUBAT 2006 – Bulgaristan Meclisi'ne, sözde Ermeni soykırım yasa tasarı verdiler.
Milliyetçi ATAKA'dan tahrik edici yasa tasırısı
Bulgaristan'da son yapılan seçimlerde büyük bir sürpriz yaparak parlementoya giren aşırı ırkçı ve milliyetçi görüşleri ile tanınan ATAKA Partisi Genel Başkanı Volen Siderov ve arkadaşları, sözde Ermeni soykırım yasa tasarısı hazırladı. Tasarı, Meclis Başkan Vekili Luben Kornezov tarafından görüşülmek üzere İnsan Hakları ve Diyanet Komisyonu ile Dış İlişkiler Komisyonu'na sevk edildi.
ATAKA (Hücum) Partisi Genel Başkanı Volen Siderov ve 11 arkadaşı tarafından Bulgaristan Meclis Başkanlığı'na sunulan yasa tasarısı, ülkedeki soydaşlar arasında tepkiyle karşılandı. Ülkede yaşayan Türklere ve çingenelere karşı aşırı milliyetçi tavır ve girişimleri ile bilinen ATAKA Lideri Volen Siderov ve arkadaşları tarafından hazırlanan sözde Ermeni soykırım yasası, "Osmanlı İmparatorluğu'nun 1915-1922 yıllarında Ermenilere karşı uyguladığı soykırımın tanınması' başlığını taşıyor.
Yasa tasarısını inceleyen Meclis Başkan Vekili Luben Kornezov incelenmek üzere tasarıyı İnsan Hakları ve Diyanet Komisyonu ile Dış İlişkileri Komisyonu'na havale etti.
Milliyetçi Lider Siderov ve arkadaşlarının imzasını taşıyan tasarıda, "Osmanlı İmparatorluğu'nun 1915- 1922 döneminde Ermenilere karşı soykırım uyguladığı' iddia edilerek, "Birleşmiş Milletler'in belgelerinden gelen sorumluluğa dayanarak Bulgaristan Parlamentosu, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Ermeni soykırımını resmen tanımakta ve 24 Nisan tarihini soykırım kurbanlarını anma günü olarak kabul etmektedir" gerekçesi yazıldı. Tasarının gerekçe bölümünde özetle şu görüşlere yer verildi:
"2'nci Dünya Savaşı sırasında Adolf Hitler'in Yahudilere karşı uyguladığı soykırımı, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermenilere karşı uyguladığı sözde soykırım girişiminden esinlenerek gerçekleştirdi. Osmanlı İmparatorluğu Bulgarlara da soykırım uyguladı. Bu yüzden Ermenilere karşı girişilen soykırım uygulaması bizim tarihsel değerlerimize göre çok daha önemli anlam ifade etmektedir. Uluslarası durumu da göz önünde bulundurursak, Bulgaristan aslında Ermeni soykırımını tanımakta çok geç bile kalmıştır."
Halen komisyonda sıra bekleyen tasarının ne zaman görüşülerek meclise sevk edileceği isi henüz belli olmadı. Tasarının, Bulgaristan Başbakanı Sergey Btanişev'in Türkiye'yi ziyaret ettiği 17 Ocak günü milliyetçiler tarafından meclise sunulduğu da ortaya çıktı.
SOYDAŞ MİLLETVEKİLİNDEN TEPKİ
Bulgaristan'da çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi Kırcaali Milletvekili ve Merkez Konseyi Üyesi Remzi Osman, tasarının tarihi gerçekleri yansıtmadığını ve iki ülke arasındaki ilişkilerin temeline bomba konulmak istendiğini söyledi.
HÖH Milletvekili Remzi Osman, konunun politikacılar tarafından değil, tarihçiler tarafından ele alınması gerektiğini belirterek, "Bu tasarının meclis gündemine alınması kabul edilemez. ATAKA, meclise girdiğinden beri sürekli provokasyon yapıyor. Bu tür girişimleri tüm toplum tarafından biliniyor. Bu tasarıya karşı tavrımızı ortaya koyacağız. Tasarının genel kurul gündemine gelmeden daha komisyonlarda reddedilmesini sağlayacağız" diye konuştu.
Bulgaristan'da Türkler arasında büyük tepkiye neden olan tasarıyı, ATAKA Genel Başkanı Volen Siderov'un yanı sıra milletvekilleri Stanislav Stanilov, Pavel Çernev, Georgi Georgiev, Peter Beron, İlia İliev, Pavel Şopov, Borislav Noev, Desislav Çukolov, Stela Bankova Georgi Dimitrov ve Mitko Dimitrov imzaladı.

27 ŞUBAT 2006 – Ermeniler PBS televizyonu önünde protesto eylemi yaptı.
ABD'nin en fazla izlenen belgesel kanallarından biri olan PBS'de 17 Nisan'da gösterilecek olan sözde Ermeni soykırımı belgeseli öncesinde yayınlanacak panel ile ilgili tartışmalar devam ediyor.
Panele, sözde soykırım iddialarına karşı olan Amerikalı tarihçi Prof. Justin Mc. Carthy ile Türk tarihçi Ömer Turan'ın da katılmasını 'hazmedemeyen' Ermeniler, dün PBS televizyonu önünde protesto gösterisi yaptı.
PBS televizyonun New York stüdyoları önünde gerçekleşen eylemde Ermeniler, panelin yayınlanmamasını istedi. Ermeni göstericilerin sözcüleri, yaptıkları açıklamada, sözde Ermeni soykırımını kabul etmeyen görüşlerin yayınlanmasının kabul edilemez olduğunu savundu.
PBS'E E POSTA YAĞMURU
ABD'de yaşayan Türk ve Ermeniler ise 17 Nisan'da yayımlanması planlanan panel için PBS televizyonu e-posta yağmuruna tuttu. Türk ve Ermeni kuruluşların yürüttükleri kampanyalarda, şu ana kadar 24 bin 143 e-posta PBS televizyonuna panelin yayınlanması, 12 bin 275 e-posta da yayından kaldırılması için ulaştı.

27 ŞUBAT 2006 – İstanbul Üniversitesi ‘Ermeni konferansı' düzenleyecek.
İstanbul Üniversitesi, 15-17 Mart tarihleri arasında 3 gün sürecek Ermeni Konferansı düzenleyecek. ‘Türk - Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar' adlı konferansa Türkiye ve dünyanın çeşitli ülkelerinde bu konu üzerine çalışmalar yapan akademisyenler ve araştırmacılar katılacak. Yurt dışından 24 bilim adamının davet edildiği konferansa
Türkiye'den de 25 öğretim üyesi davet edildi.
Toplantıya davet edilenler arasında daha önce Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen ‘Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri' konferansını düzenleyen Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Deringil de katılacak. Ayrıca Doç. Dr. Taner Akçam, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Prof. Dr. Baskın Oran ve Vatikan Üniversitesi'nden Prof. Dr. Bogos Zekiyan da davet edildi.
İ.Ü. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şafak Ural, konuyla yakından ilgili olduğu gerekçesiyle konferansa katılması için Orhan Pamuk'a da davet mektubu gönderdiğini ifade etti. Konferans için Ermenistan'daki üniversitelerde görev yapan 4 öğretim üyesi de davet edildi. Prof. Ural, bu öğretim üyelerinin henüz yanıt vermediğini, ancak uluslararası basın aracılığıyla toplantıya katılmayacaklarını duyurduklarını belirtti.
Prof. Dr. Ural, YÖK'e, uluslararası bilimsel toplantı düzenleneceği için bilgi verildiğini, ancak bu konuda hükümetle şu ana kadar görüş alışverişinde bulunulmadığını söyledi. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şafak Ural, “Elbette Başbakan'a, hem de Dışişleri Bakanı'na davetiye göndereceğiz. Bu zaten akademik nezaket gereğidir. Ancak hükümetten konferansın düzenlenmesi için bir icazet alınması söz konusu değildir” dedi.
Prof. Dr. Ural, konferansın önyargılardan tamamen arınmış, bilimsel bir zeminde düzenleneceğini belirterek, şöyle konuştu:
“Soykırım' sözcüğünden bağımsız olarak 1915'te ne olduğunu konuşacağız. O dönemi ve yaşananları sebep sonuç ilişkileri içinde değirlendireceğiz. Bunu yaparken her görüşü savunan akademisyenle tartışacağız. Katılımın çeşitliliği açısından Türkiye'de düzenlenen en büyük ve zengin konferans olacak. Dünyada da nadir toplantılardan birini gerçekleştirmiş olacağız.”
TARTIŞMA KONULARI
Toplantıda tartışılacak konu başlıkları ise şöyle:
I.TARİHİ AÇIDAN ERMENİ SORUNU
-Osmanlı idaresinde Ermeniler
-Arşiv belgeleriyle tehcir olayı
-Tehcir üzerine yapılan yayınların değerlendirilmesi
II.SİYASİ VE ASKERİ AÇIDAN ERMENİ SORUNU
- Büyük Devletler ve Ermeni Sorunu
- Birinci Dünya Savaşı'nda ve sonrasında Ermeni sorununun askeri yönü
- Mondros Ateşkesi'nden Lozan Antlaşmasına Gelişmeler
- Lozan Antlaşması'ndan günümüze gelişmeler
III.HUKUKİ AÇIDAN ERMENİ SORUNU
- Soykırım Hukuku ve Ermeni Tehcirine uygulanabilirliği
- Birinci Dünya Savaşı sırasında sonrasında Türk Divan-ı Harpleri
- Türk Ceza Kanunu'na göre 'Soykırım' ve 'İnsanlığa karşı işlenen suçlar' kavramları
IV.ERMENİ SORUNU VE GÜNEY KAFKASYA'NIN GÜVENLİĞİ
V.KÜLTÜREL, PSİKOLOJİK, FELSEFİ VE İNSANİ AÇIDAN ERMENİ SORUNU
-Ermeni olaylarının günümüze yansıtılması: Kurban Psikolojisi
-"Soykırım" kavramının kültürel ve insani açıdan irdelenmesi ve günümüze uyarlanması
-Türk-Ermeni ilişkilerindeki tarihi meselelere felsifi katkılar
- İnsani yaklaşımlar yoluyla Türk - Ermeni ilişkilerini yeniden yapılandırma
-Türk ve Ermeni kültürleri tarafından paylaşılan kültürel yakınlıklar ve deneyimler
Prof. Ural, konferans süresince aynı zamanda Türkiye'deki Ermeni korolarının konserler vereceğini ve Osman Köker'in Ermeni Kartpostalları sergisinin de açılacağını belirtti.

ERMENİ PANELİ

28 ŞUBAT 2006 - Ermeni paneli kızdırdı.
ABD'nin belgesel kanalı PBS'de, sözde Ermeni soykırımı belgeseli öncesinde yayımlanacak panele karşıt görüşlü iki tarihçinin katılmasını istemeyen Ermeniler, protesto gösterisi yaptı.
ABD'nin en fazla izlenen belgesel kanallarından biri olan PBS'de 17 Nisan'da gösterilecek olan sözde Ermeni soykırımı belgeseli öncesinde yayımlanacak panelle ilgili tartışmalar devam ediyor. Panele, sözde soykırım iddialarına karşı olan Amerikalı tarihçi Prof. Justin McCarthy ile Türk tarihçi Ömer Turan'ın da katılmasını 'hazmedemeyen' Ermeniler, dün protesto gösterisi yaptı.
PBS televizyonunun New York stüdyoları önünde yapılan eylemde Ermeniler, panelin yayımlanmamasını istedi. Yaptıkları açıklamada, sözde Ermeni soykırımını kabul etmeyen görüşlerin yayımlanmasının, kabul edilemez olduğunu savunuldu.
ABD'de yaşayan Türk ve Ermeniler ise 17 Nisan'da yayımlanması planlanan panel için PBS televizyonunu e-posta yağmuruna tuttu. Türk ve Ermeni kuruluşların yürüttükleri kampanyalarda, şu ana kadar 24 bin 143 e-posta panelin yayımlanması için, 12 bin 275 e-posta da yayından kaldırılması için ulaştı.
Kanallar da kararsız
PBS'nin servis yaptığı bazı televizyon kanalları da tartışmayı yayımlamayacaklarını açıkladı. Ermeni lobisinin baskıları üzerine Los Angeles'ta yayın yapan KCET-TV, PBS'nin hazırladığı filmi de, tartışmaları da yayımlamayacağını duyurdu. Los Angeles bölgesinde yayın yapan kanalın bu kararı bölgede yaşayan 400 bin Ermeni'nin soykırım tezini destekleyen filmi de izleyememesi anlamına geliyor. Washington ve Plattsburgh'da bulunan kanallar ise sadece Türk tezlerinin yer aldığı tartışmayı yayımlamayacağını duyururken, Chicago ve New York'tan yayın yapan kanallar iki programa da yer vereceklerini açıkladı.
PBS sözcüsü Lea Sloan ise tartışmayı yayımlamak istemelerindeki amacı da, "Türk Hükûmeti'nin ve destekçilerinin neden soykırımı kabul etmediklerini anlamaya çalışmak" olarak açıkladı.
Tartışmada Türk tezini Louisville Üniversitesi Tarih Profesörü Justin A. McCarthy ve ODTÜ Tarih Profesörü Ömer Turan savunacak. Soykırım iddialarını savunan tarafta da Colgate Üniversitesi'nden Prof. Peter Balakyan ve Minnesota Üniversitesi'nde konuk Profesör Taner Akçam yer alacak.

28 ŞUBAT 2006 - Prof. Yusuf Halaçoğlu: Tehcirde 57 bin Ermeni öldü.
Halaçoğlu, Ermeni diasporasının 1.5 milyon kişi soykırıma uğratıldı iddialarına kitabında yanıt verdi
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni diasporasının "1.5 milyon kişi soykırıma uğratıldı" iddialarına karşılık olarak, 1915'teki Ermeni tehciri sırasında salgın hastalık ve açlık sonucu 50 bin kişinin hayatını kaybettiğini, 7 bin kişinin ise eşkıya saldırılarında öldürüldüğünü savundu. Halaçoğlu'nun "Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları" adlı kitabı, Babıali Kültür Yayıncılığı tarafından piyasaya çıkarıldı.
Korkudan göç ettiler
Halaçoğlu, savaş nedeniyle çekilen açlık, salgın hastalıklar nedeniyle 50 bin Anadolu Ermeni’sinin öldüğünün tahmin edildiğini belirterek, Osmanlı tarafından sürgün edilmediği halde korkudan Kafkasya'ya göç edenler arasında 160 binden fazla kişinin öldüğünün çeşitli kaynaklarda yer aldığını hatırlattı.

İSTİKLAL MARŞI

01 MART 2006 – Ermenistan Türkiye düşmanı olmak zorunda.
Çanakkale'de düzenlenen "Ermeni Sorunu, Dünü, Bugünü ve Yarını' konulu panelde konuşan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahir Aydın, "Ermenistan Türkiye düşmanı olmak zorunda. Yoksa yüzlerine kimse bakmaz" dedi.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Atatürkçü Düşünce Derneği Çanakkale Şubesi ile Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası'nın katkısıyla Süleyman Demirel Konferans Salonu'nda düzenlenen "Ermeni Sorunu, Dünü, Bugünü ve Yarını' konulu panele üniversite öğrencileri ile vatandaşlar büyük ilgi gösterdi. Panele konuşmacı olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahir Aydın, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Özgiray ve Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Uzmanı Dr. Recep Karacakaya katıldı.
"Bataklık ve sivrisinekler' başlıklı bir konuşma yapan panelist Prof. Dr. Mahir Aydın şunları söyledi:
"Bugün dünyada 15'e yakın ülke, sözde soykırım yasasını kabul etmiş durumda. Sözde soykırım yasasını kabul etmenin üç temel amacı var. Birincisi, soykırım gibi erdem kavramına karşı duruş bağlamında bir insanlık örneği göstermek. İkincisi, Amerika'daki Ermeni lobisinin desteğini alarak ekonomik çıkar sağlama, üçüncüsü Türk tarihi ile tükürük yarıştırmak. Bu kadar geniş kapsamlı bir çıkar söz konusu. Bütün bu sıkıntılar Türkiye topraklarının, Anadolu'nun zenginliğinden kaynaklanıyor. Türkiye üzerinde yaşadığı toprakların ne derece önemli olduğunun bilincinde. Ama eli kolu gittikçe bağlanıyor. Asıl Ermenistan problemi Ermenistan'ın içindeki problem. Bir örnek vereyim. Ana Britanica 1998, Cilt 8, Sayfa 268, Madde Ermenistan. Burada diyor ki, ormanlarda ayılar bulunur. Dağ yamaçları yazları otlak olarak kullanılan çayırlarla kaplıdır. Bunun Türkçesi Ermenistan aç. Ermenistan, Yunanistan gibi Türkiye düşmanlığını oynamak zorunda. Bunlar Türkiye düşmanı olmak zorundalar. Yoksa yüzlerine kimse bakmaz. Ama hedefi büyük tutacaklar ki taşeron bulsunlar, müteahhit bulsunlar. Yoksa küçücük, 30 bin kilometrekarelik Ermenistan kimin umurunda."
24 NİSAN'DA NE OLDU?
Ermeni soykırımının tüm dünyada 24 Nisan'da anıldığını söyleyen Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Uzmanı Dr. Recep Karacakaya da, "24 Nisan'da ne olmuş? Bu bizim belgelerimizde var. 24 Nisan'da bu Ermeni komite faaliyetleri o kadar artmış ki Anadolu'da isyanlar devam etmiş. Osmanlı Devleti, aynı zamanda Sarıkamış'ta yenilmiş, Çanakkale'de savaşıyor. Bir yandan da isyanlar devam ediyor. Böyle bir ortamda 24 Nisan'da Ermeni Komitelerinin evraklarına el koyuyor, ileri gelenlerini tutukluyor. Bunları Ankara ve Çankırı'ya sürgüne gönderiyor. Bir nevi beyin takımını merkezden uzaklaştırıyor. İşte Ermenilerin 24 Nisan'ı Soykırım günü olarak anmaları bu olaya dayanıyor. Yani 24 Nisan'da bir şey olduğu yok. Osmanlı Devletinin aldığı bir tedbir var" diye konuştu.

02 MART 2006 - İstiklal Marşı’nı en iyi Katya okudu.
Özel Feriköy Ermeni İlköğretim Okulu son sınıf öğrencisi Katya Hallaçoğlu, Şişli İlçesi’nde İstiklal Marşı’nı en iyi okuyan öğrenci seçildi. Katya, 19 ilçe birincisi ile İstanbul birinciliği için yarışacak. Katya, "İstiklal Marşı’nı en iyi okuyan kişi olmanın kendisine ayrı bir gurur verdiğini" söyledi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün İstiklal Marşı’nın TBMM’de kabulünün 85. yıldönümü dolayısıyla düzenlediği "İstiklal Marşı’nı Ezbere Okuma Yarışması"nı Şişli ilçesinde Katya Hallaçoğlu kazandı.
Özel Feriköy Ermeni İlköğretim Okulu son sınıf öğrencisi olan Katya Hallaçoğlu, on dokuz yarışmacı arasından birinci oldu. Nilüfer Hatun İlköğretim Okulu’nda 22 Şubat’ta yapılan yarışmada, rakiplerini geride bırakan Katya, diğer ilçe birincileri ile birlikte İstanbul birinciliği için yarışacak.
"İstiklal Marşı’nı en iyi okuyan kişi olmanın kendisine ayrı bir gurur verdiğini" söyleyen Katya Hallaçoğlu, şöyle devam etti:
"İlkokuldan beri öğretmenlerimiz bize İstiklal Marşı’nı öğrettiği için on kıtayı ezberlemek hiç de zor olmadı. Yarışmada ben en son çıktım sahneye. Bu da heyecanımı yenmemi sağladı. İstiklal Marşı zaten güzel bir şiir, ben de ona duygu katarak okudum. Birinci olduğumu öğrendiğim zaman da hem sevindim, hem de gurur duydum. Benim başarımda öğretmenlerimizin ve okulumuzun büyük rolü var."
Katya, ilçe birincileri arasında yapılacak İstanbul birinciliği için de iddialı olduğunu belirtti ve "İstanbul’da İstiklal Marşı’nın en iyi okuyan kişi olmak istiyorum" dedi. Özel Feriköy Ermeni İlköğretim Okulu Müdiresi Arpi Manukyan ise Katya’nın birinciliğinin herkesi sevindirdiğini belirterek, il çapındaki yarışmada da öğrencilerinin başarılı olacağına inandığını söyledi.

02 MART 2006 – Papa'dan ekümenlik girişimi mi?
İtalyan Corriere della Sera Gazetesi, Papa 16'ncı Benedikt'in "Batı Kilisesi Patriği" unvanından vazgeçtiğini yazdı. Vatikan'daki bu karar, Papa'nın nüfuzunu doğuya doğru genişletme girişimi olarak değerlendiriliyor.
Vatikan tarafından hazırlanan yeni kararla Papa'nın sırf Katoliklerin değil, Ortodoks dünyasının da dini lideri olma girişimi Rusya'daki dini çevreler tarafından tepkiyle karşılandı.
Dini konularda analiz ve yorumlar yapan Rusya'daki Uluslararası Avrasya Jeopolitik Araştırmalar Merkezi yöneticisi filozof Aleksander Dugov, Vatikan'ın doğuya yayılma tavrını NATO'nun genişlemesine benzeterek "Katolik Vatikan, Ortodoks dünyası üzerinde ekümenik hakkı bulunduğunu iddia etmeye başlarsa büyük kriz çıkar. Vatikan'ın bu tavrı Katolik Hıristiyanların ihtiyacını karşılamaya yönelik bir davranış değil, yayılmacı, saldırgan bir politikanın hayata geçirildiğinin kanıtı olur. Tıpkı SSCB sonrası NATO'nun doğuya yayılması gibi."
Konuyu, Nezavisimaya gazetesinin ilavesinde geniş bir makalede yorumlayan Dugov, "Değişik dinlerin bir imparatorluk çatısı altında varlık göstermesi görülmemiş bir olgu değildir. Roma İmparatorluğu ve Çarlık Rusya'sında Yahudiler, kendi dinlerine göre yaşayabiliyordu. Germenler kendi dinleriyle Roma İmparatorluğu bünyesinde yer aldı. Ancak Bizans İmparatorluğu'nun kurulmasıyla Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasında kesin çizgi kondu. Katolik Hıristiyanlar Batı kültürü temsilcisi olmuş, Ortodoks Hıristiyanlar Avrasya kültürü sentezini oluşturmuştur. İki mezhebin aralarında iyi geçinmesi başka, birinin diğerinden üstün olduğunu söylemek başka. Vatikan doğuya, Ortodoks dünyasına yayılmacı politika izlemeye başlarsa ortada iyi ilişki değil düşmanlık kalır" yorumunda bulundu.

07 MART 2006 - 'Ermeni soykırımı' filminde geri adım.
Avrupa Konseyi destekli sinema fonu Euroimage'dan yardım almak isteyen Ermeni soykırımı konulu “Tarla Kuşlu Ev” isimli filmin senaryosu değişiyor. “Savaşta aşk” temasına dönüşmesi beklenen senaryonun son hali bugün belli olacak.
İtalyan sinemasının usta isimleri Paolo ve Vittorio Taviani kardeşler; Ermeni soykırımı iddiası üzerine çekecekleri filmin senaryosunda son anda değişiklik yaptı. Strasburg'da bugün sona erecek olan üç günlük Euroimage toplantısında gündeme gelen projenin yönetmenleri olan Taviani Kardeşlerin özel bir mektupla başvurarak, senaryoda değişiklik yapmak istedikleri bildirildi.
YENİ TEMA; SAVAŞTA AŞK!
Son andaki bu gelişmelerle filmin Ermeni soykırımı yerine 'savaşta aşk' teması üzerine yoğunlaşması bekleniyor. Bu gelişmelerde; Başbakan Erdoğan'ın haftasonu İtalyan Başbakanı Berlusconi'ye yazdığı mektubun etkili olabileceği de gündemde! İtalya'da yaşayan Ermeni asıllı yazar ve eğitmen Antonia Arslan'ın Ermeni soykırımıyla ilgili “Tarla Kuşlu Ev” adlı kitabından sinemaya uyarlanacak olan film; 600 bin Euro yardım almak için Avrupa Konseyi destekli sinema fonu Euroimage'dan mali destek istiyor.
BUGÜN BELLİ OLACAK
Filmin senaryosunun son hali, bugün sona erecek Euroimage toplantısında belli olacak. Toplantılara katılan Türkiye temsilcisi Ahmet Boyacıoğlu'nun projenin her iki topluma getireceği zarar konusunda Euroimage başkanıyla acil bir görüşme yaparak uyardığı da gelen bilgiler arasında. Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 32 Avrupa ülkesinin bulunduğu Euroimage Fonu, yılda ortalama 55 filmin yapım, tanıtım ve dağıtımı için destek veriyor.
1915 OLAYLARINA ODAKLI
Dokuz milyon Euro bütçeli “Tarla Kuşlu Ev” adlı film; İtalya ve Türkiye arasında köprü kurarak Anadolu'daki çiftlik sahibi olan zengin bir Ermeni ailesinin 1915 olaylarında yaşadıklarına odaklanıyor. Öykünün kilit noktası ise ailenin güzel kızına âşık olmasına rağmen, katliama katılan ve onun öldürülmesine seyirci kalan genç bir Türk askerinin savaştan sonra vicdanının sesini dinleyerek yaptıklarını itiraf etmesi! Paolo ve Vittorio Taviani'nin şimdi değiştirmeyi düşündükleri bu dramatik finalle, 'sembolik de olsa' soykırım iddiasına Türkler tarafından onay verilmiş oluyor.
AVRUPA KONSEYİ DESTEKLİ

07 MART 2006 - Avrupa Konseyi destekli sinema fonu Euroimage'dan yardım almak isteyen Ermeni soykırımı konulu “Tarla Kuşlu Ev” isimli filmin senaryosu değişiyor. 'Savaşta aşk' temasına dönüşmesi beklenen senaryonun son hali bugün belli olacak.
İtalyan sinemasının usta isimleri Paolo ve Vittorio Taviani kardeşler; Ermeni soykırımı iddiası üzerine çekecekleri filmin senaryosunda son anda değişiklik yaptı. Strasburg'da bugün sona erecek olan üç günlük Euroimage toplantısında gündeme gelen projenin yönetmenleri olan Taviani Kardeşler'in özel bir mektupla başvurarak, senaryoda değişiklik yapmak istedikleri bildirildi.
YENİ TEMA: SAVAŞTA AŞK!
Son andaki bu gelişmelerle filmin Ermeni soykırımı yerine 'savaşta aşk' teması üzerine yoğunlaşması bekleniyor. Bu gelişmelerde; Başbakan Erdoğan'ın haftasonu İtalyan Başbakanı Berlusconi'ye yazdığı mektubun etkili olabileceği de gündemde! İtalya'da yaşayan Ermeni asıllı yazar ve eğitmen Antonia Arslan'ın Ermeni soykırımıyla ilgili 'Tarla Kuşlu Ev' adlı kitabından sinemaya uyarlanacak olan film; 600 bin Euro yardım almak için Avrupa Konseyi destekli sinema fonu Euroimage'dan mali destek istiyor.
BUGÜN BELLİ OLACAK
Filmin senaryosunun son hali, bugün sona erecek Euroimage toplantısında belli olacak. Toplantılara katılan Türkiye temsilcisi Ahmet Boyacıoğlu'nun projenin her iki topluma getireceği zarar konusunda Euroimage başkanıyla acil bir görüşme yaparak uyardığı da gelen bilgiler arasında. Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 32 Avrupa ülkesinin bulunduğu Euroimage Fonu, yılda ortalama 55 filmin yapım, tanıtım ve dağıtımı için destek veriyor.
1915 OLAYLARINA ODAKLI
Dokuz milyon Euro bütçeli 'Tarla Kuşlu Ev' adlı film; İtalya ve Türkiye arasında köprü kurarak Anadolu'daki çiftlik sahibi olan zengin bir Ermeni ailesinin 1915 olaylarında yaşadıklarına odaklanıyor. Öykünün kilit noktası ise ailenin güzel kızına âşık olmasına rağmen, katliama katılan ve onun öldürülmesine seyirci kalan genç bir Türk askerinin savaştan sonra vicdanının sesini dinleyerek yaptıklarını itiraf etmesi! Paolo ve Vittorio Taviani'nin şimdi değiştirmeyi düşündükleri bu dramatik finalle, 'sembolik de olsa' soykırım iddiasına Türkler tarafından onay verilmiş oluyor.

08 MART 2006 – Türk-Ermeni ilişkileri ABD'de tartışılacak.
Ermeni Araştırmaları Merkezi Başkanı emekli Büyükelçi Ömer Lütem ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın, Türk-Ermeni ilişkileri konusunda bir seri konferans vermek üzere ABD'yi ziyaret edecekleri bildirildi.
ABD'de, verilecek bu konferans serisi içerisinde Ömer Lütem ve Gündüz Aktan'ın 25 Mart'ta Los Angeles'te bulunacağı belirtildi. Lütem ve Aktan 26 Mart Pazar günü saat 12.00'de, University of Southern California (USC) Public Diplomacy School'da, "Türk-Ermeni ilişkileri' ile "sözde soykırım' iddialarının tarihi, hukuki ve güncel yönlerinin ele alınacağı bir konferans verecek. Geçen aylarda ise UCLA üniversitesinde Ermenilerce düzenlenen bir konferansta, 3 Türk'ün Ermeni soykırımı olmadığına dahir tepki çeken konuşması olmuştu.
Los Angeles Başkonsolosluğu, USC'de verilecek semire ABD'de yaşayan bütün Türkler'in katılmasını istedi.

HALİL BERKTAY’A TEPKİ

10 MART 2006 - Halil Berktay mı, diaspora mı?
Ermeni Çetelerinin Katliamına Uğramış Mağdur Aileleri Derneği, Sabancı Üniversitesi'nde halen öğretim görevlisi olarak çalışan Halil Berktay'ın bu Üniversite'ye yakışmadığını ve istifasının istenmesi gerektiğini anlatan bir bildiri ve ricayı Üniversite'nin rektörüne göndermiş.
Nedeni; bugüne kadar yaptığı tüm konuşmalarda Ermeni soykırım tezinin haklılığını savunan Berktay'ın son olarak -benim de kısa süre önce yazılarımda söz ettiğim- Amerikan PBS televizyonunun hazırladığı ve ABD'deki Ermeniler tarafından finanse edilen "Ermeni Soykırımı" belgeselinin "pürüzsüz" yayınlanması için yaptığı çalışmalar.
Programın son bölümünde Yusuf Halaçoğlu ve Gündüz Aktan'ın konuşacağını duyunca kıyameti koparan Ermenilerin sorununu çözmek ona düşmüş.
Bu tür çalışmalarda Berktay'la yakın temasta olan, Ermeni diasporasından Stephen Psinstein kendisinden görüş isteyince bakın Berktay neler söylemiş:
1)Gündüz Aktan ve Yusuf Halaçoğlu reddedici devletin adamlarıdır, faşistimsi neo-nasyonalisttirler ve gerçeklerin düşmanıdırlar. (.....)
2)Reddedicilerle (sözde soykırım iddiasını reddeden Türkiye'yi ve aynı görüşü paylaşan vatandaşları kastediyor) direk olarak 'tartışma olmaz' demek hiçbir işe yaramaz. (.....) Bu durum reddedicilerin (....) eline koz verir.
3) Aktan ve Halaçoğlu gibilerin hakkındaki gerçekleri bilebilirken, esas önemli nokta halkın genelinin tanımasını sağlayacak eylemlere girişilmelidir. Başarıyı böyle sağlayabiliriz. (....) Ancak bunun yerine Türkiye ve yurtdışındaki Türkler üzerinde çalışma yapılabilir. Bizimle aynı paralelde açıklamalar yapacak Türkler bulunmalı, onlara bu sözler söyletilmelidir. Bunun finansal kaynağı sağlanmalıdır. (Para verilerek bazı Türklerin 'Evet Ermeni soykırımı vardı' denmesi sağlanmalıdır diyor.)
Ermeni çetelerinin mağduru aileler derneği ne kadar haklı, ne dehşet verici açıklamalar değil mi? Daha önce bazı tarihçi ve yazarların diaspora ile bu dirsek temaslarından, ortak toplantılardan yazılarımda söz etmiştim, ama yine de bir diaspora mensubunun sözleri sanılacak kadar taraflı olabileceklerinin son örneği beni bile şaşırttı... Helal olsun, "objektif tarihçi" böyle oluyormuş demek!

ERZURUM

10 MART 2066 - 88. Gurur Yılı.
Erzurum'un düşman işgalinden kurtuluşunun 88. yıldönümü düzenlenen törenlerle kutlandı. Sabah Havuzbaşındaki Atatürk anıtına çelenklerin sunulmasının ardından kutlamalara Hastaneler Caddesi'nde devam edildi. Temsili kurtuluş sahnesinin yapılmadığı programda polisin yoğun güvenlik aldığı gözlendi. Halkın yoğun ilgi gösterdiği programda süvarilerin geçişi sırasında protokol çadırının önünde kayan atlar binicilere zor anlar yaşattı.
KÜÇÜKLER ERMENİ ZULÜMLERİNİ ANLATTI.
Törende konuşan Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, hamuru sevgisiyle yoğrulan Erzurum insanının, bugün 88 yıl önce yaşanan insanlık dışı olayların acısını yeniden yaşadığını belirtti. Başkan Küçükler, "88 yıl önce bugün Alaca'da, Cinis'de, Yeşilyayla'da, Tımar'da, hemen yakınımızdaki Karskapı'da, Yanıkdere'de, Ezirmikli Osman Ağa ve Mürsel Paşa konaklarında binlerce Müslüman Türk, Taşnak Ermeni çeteleri tarafından soykırıma uğradı. Tarihi vesikalarla sabittir ki; Erzurum'da Ermeni çetelerinin katlettiği insan sayısı 3 ay gibi kısa bir sürede 50 bini buldu. Bugün bu meydanda toplanan kalabalık içinden bir tek kişi bulamazsınız ki, bir yakını Ermeni çeteleri tarafından katledilmemiş olsun" dedi.
BU MÜBAREK COĞRAFYA KANLA SULANMIŞTIR.
"Bu toprağın her karışında Ermeni çetelerin işlediği cinayetler vardır. Bizler bu topraklara canımızla kanımızla imza atmışız, biz bu topraklara eserlerimizle mührümüzü vurmuşuz" diyen Başkan Küçükler, şunları kaydetti: "Yurduna, ocağına, milletine ve devletine bağlı, onu çok seven Erzurumlular olarak, her yıl kurtuluş gününde Erzurum'u yaşama, Erzurumluyu yaşatma arzusu gönlümüzde yenilmez bir kuvvet olarak, yeniden doğar ve çağlayarak devam eder. Millî, manevi, ahlaki ve sosyal varlığımızın değerlerini, yalnız 12 Mart günlerinde değil, her zaman hatırlayarak ekonomik kalkınmamızı temin etmek suretiyle muasır medeniyet seviyesi üzerine çıkmalıyız. Dün esarete karşı nasıl el ele gönül gönüle olunmuş ise bu günde Erzurum'un kalkınmasında, halkımızın huzur ve mutluluğu için gayret göstermeliyiz."
Erzurum'un Türkiye'nin stratejik, jeopolitik bakımdan güvencesi ve Cumhuriyetimizin harcı olduğunu anlatan Başkan Küçükler, "Tarihi mirasa ve ülkenin yüksek menfaatlerine halel getirmeden, her meselenin üzerine kararlılıkla gitmek, her soruna iyi niyetle çözüm bulmak zorundayız. Vatan uğrunda kan döken, çile çeken ve karanlık günlerin, aydınlığa dönüşmesinde daima öncü olan Erzurumluyu, hak ettiği noktaya getirmenin mücadelesi içinde olacağız" diye konuştu.
Törende konuşan Topçu Binbaşı Ahmet Çamlıbel ise Erzurum'un tarihte yaşadığı Ermeni mezalimini anlatarak, Erzurumluların kurtuluş yıllarında büyük bir mücadele verdiklerini hatırlattı.
Resmî geçitle son bulan tören sonrası protokolün önünde bulunan çiçeklerden almak isteyen vatandaşlar izdihama neden oldu.
Törene Erzurum Valisi Celalettin Güvenç, 9’uncu Kolordu Komutanı Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, ilk kademe belediye başkanları, daire müdürleri, askeri yetkililer ve çok sayıda vatandaş izledi.

11 MART 2006 - Yumurta işleri.
Toplum olarak hayatımızda neyin ne zaman önemli unsur olacağını önceden kestirmemiz mümkün değil.
Örneğin bir yıl önce "yumurta"nın bu kadar önemli olacağını kim bilebilirdi ki?
Yumurta ilk defa, İstanbul'da Ermeni Konferansının yapılacağı üniversitenin kapısında ortaya çıktı. Gerçi yumurta atma eylemini Batı'daki her tür protestocu yıllar önce keşfetmişti, ama bizde bu vesileyle ortaya çıktı.
Ermeni meselesinin konuşulmasını istemeyen çok "milliyetçi" bir grup konferansa katılmak için gelenlerin arasından tanıdıklarına yumurta attılar.
O sırada güvenlik güçleri de oradaydı. Ama anlaşıldığı kadarıyla bu güvenlik güçleri yumurta atılacağını biliyordu ve birine yumurta atmanın suç olmadığına karar vermişlerdi. Yani iki yumurta atışı arasına bir taş atışı sıkışmayacağından emindiler.
Bu güvenle yumurtacıları izlediler, sonra evlerine gönderdiler.
Tabii bu örnek başkalarına güven verdi. Ama bu örneğe güvenmek çok yanlış!
Pastörizesine fezleke yok.
Mersin'deki çocuklar Başbakan'a yumurta atmaya kalkıştı. Ne de olsa önlerinde İstanbul örneği vardı. Polis işe karışmayacaktı. Ama böyle olmadı, güvenlik güçleri çocukları topladı, içeri aldı. Bu kez karar yumurta atmanın "devlete karşı en ağır kalkışma" olduğu şeklindeydi.
Normal vatandaşa atılan yumurtaya en büyük hoşgörüyle bakan güvenlik güçleri bu kez uyanmış ve yumurta atmanın rejim açısından taşıdığı tehlikeleri tespit etmişti.
Yumurta meselesinin "Unakıtan pastörize" şeklinde ortaya çıkışı ise güvenlik güçlerini ilgilendirmediği için hakkında soruşturma yapılmadı, fezleke yazılmadı. Devletin en üst kademesinde görev alan kişilerin sahip olmaları gereken özellikler tabii ki güvenlik güçlerini ilgilendirmiyordu.
Bu yumurta hikâyeleri, yaşadığımız traji-komik durumların küçük bir örneği. Öyle alıştık ki bunlara. Üniversite kapısında yumurta atanın sırtının sıvazlanmasına, ama başbakana yumurta atmaya kalkmanın isyana girmesine hayret bile etmiyoruz.
Bugün İstanbul'da bir Kürt Konferansı var. Diğer örneklerden cesaret alanlar gelip yine yumurta eylemi yapabilir. Bakalım güvenlik güçleri ve onları yönetenler bu kez yumurta meselesinde ne yönde karar verecek...
Sözde çağdaş, bir grup şımarık yayıncının işi."

11 MART 2006 –"Bağımsız tarihçi''nin tarihi yazışması!
Sanıyorum, Sabancı Üniversitesi öğretim görevlisi Halil Berktay kendisiyle aynı görüşü paylaşıp, benzer faaliyetler içinde olan bir grup akademisyen ve yazarla birlikte koro halinde söyledikleri "bağımsız tarihçi" nakaratının çöküşün-deki rolüyle tarihe geçecektir...
Sanıyorum, Sabancı Üniversitesi öğretim görevlisi Halil Berktay kendisiyle aynı görüşü paylaşıp, benzer faaliyetler içinde olan bir grup akademisyen ve yazarla birlikte koro halinde söyledikleri "bağımsız tarihçi" nakaratının çöküşün-deki rolüyle tarihe geçecektir.
Dün "Halil Berktay mı, diaspora mı" başlıklı yazımda, Ermeni soykırımı olduğu iddiasının en ateşli savunucularından Berktay'ın, Amerikan PBS televizyonuna soykırım filmi sunan, bunu finanse eden ve Türklerin olayı anlatan filminin de yayınlanmasını engelleyen Ermeni diasporasıyla "davayı kazanmak için ortak strateji oluşturma" çabalarından söz etmiştim.
Amerika'daki Ermeni lobisinin aynı zamanda TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu ile Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın da aynı kanalda konuşma yapacaklarını duyunca fena halde bozulduklarını ve bunu engelleme konusunda "bağımsız tarihçi" Halil Berktay'a başvurduklarını, onun da cevaben çok ilginç bir "mail" gönderdiğini söylemiş ve bu yazışmanın içeriğini vermiştim.
Ermeni diasporasını destekleyen; Minnesota Üniversitesi Katliam ve Soykırım Çalışması Merkezi Profesörü Stephen Feinste-in'e yazdığı cevapta Halaçoğlu ile Aktan gibi Türkiye'nin -biri Tarih Kurumu Başkanı, diğeri diplomat- değerli iki insanını "faşistimsi neonasyonalist, reddedici devletin adamı, gerçeklerin düşmanı" olarak tanımlayan Berktay, "halkın genelinin soykırım tanımasını sağlayacak eylemlere girişilmesi gerektiğini, başarıyı böyle sağlayabileceklerini" öneriyor, "Uzun maratonda neyin belirleyici olduğu dâhil edilerek harekete geçmelidir. Bizimle aynı paralelde açıklama yapacak Türkler bulunmalı, onlara bu sözler söyletilmeli, bunun fi-nansal kaynağı sağlanmalıdır" diyordu.
Bu sözler sadece Ermeni diasporasıyla aynı ağzı kullandığını göstermekle kalmıyor, soykırım iddiasını kabul ettirmek için "bu konuda konuşanlara para verildiğini ve verilmesi gerektiğini" de kendi ifadesiyle açıklıyordu.
Yazımdan sonra Prof. Halil Berktay'dan bir itiraz gelmedi. Gelemezdi de, zira "bağımsız" olduğunu iddia eden ve kendisiyle aynı fikirde olmayanları da "devletçi" olarak tanımlayan Profesör bu yazışmayı hiç çekinmeden Üniversite'deki kendi mail adresinden: (hberktay@sabanciuniv.edu) yapmıştı.
Berkay ve arkadaşlarına çağrı
Bu yazışmalarda Halil Berktay "Halaçoğlu ve Aktan' ın konuşmasını engellemesinin onların (reddedicilerin) eline koz vereceğini" de söylüyor ve mektubunu şöyle bitiriyordu:
"Bütün bu nedenlerden dolayı, bugün ya da yarın oturacak, son istanbul konferansının bütün katılımcılarına bir mektup yazarak durumu açıklayacak, Stephen Feinstein'ın bahsettiği eylemi boykot etmemeleri, benim söylediğim yönde bir çalışma yapılması çağrısında bulunacağım."
Bundan hemen sonra Ermeni diasporasından Gerard Libaridian (Michigan Üniversitesi Tarih Profesörü), Halil Berktay'ın haklı olduğunu ve onun önerdiği çizgide bir yol izlemenin Türkiye'yi zor durumda bırakmaya daha uygun olduğunu belirtiyor.
Olay, aynen İngilizce yazışma metnini çevirisiyle budur.
Türkiye'nin kendi akademisyen ve yazarlarının diğer ülke üniversitelerinde, medyasında yaptıkları diaspora destekçisi konuşmalar yetmiyormuş gibi, bir de kendi ülkeleri, toplumları yerine onlarla "ortak çalışma ve strateji oluşturma" durumlarının ortaya çıkması çok ama çok üzücü tabii...
Ben de şimdi onlara bir çağrıda bulunacağım, başta Halil Berktay ve Taner Akçam olmak üzere tüm "konferans ekibi" ne...
Yıllardır bıkıp usanmadan dünyayı gezip "Türkiye'de soykırım iddiası konuşulmuyor, bize baskı yapılıyor, devlet gizliyor" diye bas bas bağırarak bir yandan tarihe, bir yandan da "soykırım olduğuna inanan tarihçilere baskı uyguluyor" gibi gösterdikleri Türk devletine zarar verdiler.
Hiçbir zaman kendilerine "acaba aynı şeyi Ermeni tarihçiler yapsa, ülkelerinde bizim kadar özgür ve mutlu dolaşabilirler miydi" diye sormadılar.

ERMENİLERDEN KİMLER PARA ALDI

12 MART 2006 - Berktay cevaplasın: Ermenilerden kimler para aldı?
Cevap bekliyorum Prof. Halil Bcrktay'dan. İtiraz bekliyorum, yazımı bitirmeyi üçüncü güne bırakmamın bir nedeni de budur.
Saygın bir üniversitede öğretim görevlisi olma ayrıcalığına kavuşmuş bir profesör olarak çıksın ve "Yazdığınız iddialar bana ait değildir, bu işte bir yanlışlık var" desin, bunu bekledim. Yalnız ben değil, dün gelen mail ve telefonlara bakılırsa çok kişi bekledi. Ama çıt yok!
O zaman bize millet adına bir soru sorma hakkı doğuyor, PBS televizyonunda Halaçoğlu ve Aktan'ın konuşmalarının önlenmesi ile ilgili olarak Üniversite'deki mail adresinden Stephen Feinstein'a yazdığı mektupta:
"Bizimle aynı paralelde açıklama yapacak Türkler bulunmalı, onlara bu sözler söyletilmeli, bunun finansal kaynağı sağlanmalıdır. İzlenecek strateji mümkün olduğunca çok insanı böylelikle soykırıma inandırmak olmalıdır." İfadeleri yer alıyordu.
Şimdi Halil Berktay Boğaziçi Üniversitesi'nde yapmak istedikleri, daha sonra Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleşen konferansı organize eden kişi ve sözcüsü durumunda da kendisi olduğuna göre ve yine kendi ifadesine dayanarak;
"Bugüne kadar Avrupa TV'lerinde, üniversitelerinde, Minnesota başta olmak üzere Amerikan üniversitelerinde konuşanlar, tek taraflı, objektiflikten tümüyle uzak bir konferansa gelen tepkileri 'özgür konferans engelleniyor' diye dünyaya ilan edenler arasında kimler finansal destek aldı ve alıyor?" sorusunu lütfen cevaplayabilir mi?
*Bugüne kadar Ermeni iddiasını canla başla destekleyen, devletini ve tarihçilerini (devlette çalışmayan -ki çalışanların bağımsızlığına da kimse kendisinin ifadeleriyle gölge düşüremez- 354 tarihçi dâhil olmak üzere) karalayanlar da finansal destek'' le mi konuştular?
*Avrupa medyasına "Pek bilmiyorum ama Türkler 1.5 milyon Ermeni'yle 30 bin Kürt’ü kesmiştir" diyen edebiyatçı, Minnesota Üniversitesi'ndeki konuşmasına benzer bir ifadeyle başlayıp "kesin soykırım olmuştur" diye bitiren Prof. yazar ve "Tehcir kararı bile soykırımdır" diyen Halil Berktay ne karşılığında konuşuyorlar?
Bilim yolsuzluğu.
Türkiye bu soruların cevabını bilmek zorunda. Zira yapılan "bilim yolsuzluğu" nun ta kendisidir. Neredeyse Andrew Mango, Bernard Lewis, Justin Mc Carthy gibi dünyaca ünlü tarih uzmanlarını bile "Türkiye'nin adamı", "devletin tarihçisi" ilân edecek kadar ileri gidenler, Ermeni diasporasına Türk tarihçilerinden ve devletinden "reddedici, gerçekleri gizleyici, faşist" olarak söz edenler bu sorulan cevaplamak zorundadır.
İngiltere: Soykırım yoktur.
Kendilerini "Son konferans ekibi" olarak adlandıran ve demokratlıktan dem vuranlar, aynen Ermeni tarihçilerin yaptığı gibi iki karşı görüşün tartışılacağı konferanslara katılmayı (özellikle son bir yıldır) reddettiler.
Mademki savundukları "gerçek"tir neden kaçıyorlar?
Şimdi ben de sizlerin önünde onlara çağrıda bulunuyorum (bu sabah 11.40'ta StarTV'deki programımda da çağrıyı tekrarlayacağım): Başta Halil Berktay olmak üzere gruplarından kim isterse yakında yapacağım programa katılabilir.
Dün Cumhuriyet Gazetesi'nde "İngiltere, Ermeni olaylarının 'soykırım' tanımına uymadığını kabul etti" haberi vardı. "Bağımsız" olduğunu iddia eden ama "bağımlı" yazışmalar yapan Prof. Berktay veya Konferans ekibinden kim katılırsa karşılarında da İngiltere'yle aynı görüşte konuşmacılar olacak.
Amerikalı Ermenileri aydınlattıkları gibi kendi toplumlarını da aydınlatırlar umarım.
Cevaplarını yukarıdaki mail adresine veya faks numarasına bekliyorum. Tabii "finansal destek" açıklaması da birlikte gelirse onu da duyururum.
Halkın önünde objektif bir tartışmaya katılmayı reddettikleri takdirde onu da...

SOYKIRIM EMRİ NERESİNDE

13 MART 2006 - Bu telgrafın neresinde soykırım emri var?
Prof: Yusuf Halaçoğlu: Osmanlı'da çok özel bir yazışma dili vardır, buna biz "diplomatika dili" deriz. Hiç Osmanlı arşivine girmemiş insanların bunu bilmesine imkân yok... "Bu telgrafta soykırım emri veriliyor" yorumunu getirenler kelimelerden birini yanlış okuyor...
*Bu hafta hakkında en çok konuşulacak isimlerden biri de Talat Paşa. Önce lütfen sizin Talat Paşa portrenizi öğrenelim. Günahıyla sevabıyla Talat Paşa kimdir?
Talat Paşa için ittihat ve Terakki'nin en önemli kişisi diyebiliriz. Hükûmetin içişleri Bakanı ve çok etkin. Meclis'i etkileyebilecek bir nüfuza sahip.
*Zaten Türkiye Cumhuriyeti'nin yapısında Talat Paşa anlayışının hâlâ devam ettiği söylenir. Nedir o Talat Paşa anlayışı?
Şöyle özetleyebiliriz: Osmanlı hasta adamdır. 1912'deki Balkan mağlubiyeti, Abdülhamit'in çarpışmak yerine sorunları diplomasiyle çözme isteği, ama buna karşı çıkan, ezik olmayı kabul etmeyen, genç ve dinamik bir Jön Türk hareketi vardır, işte Talat Paşa böyle bir anlayışın adamıdır. Hani bugün bir kesimin "milliyetçi" diye tanımladığı bir adam. Özelleştirmelere karşı millî bankaları kurmaya çalışan, Düyun-u Umumiye'den kurtulmaya çalışan bir anlayış. Siz buna şovenlik der misiniz bilmiyorum, ama bence bir yerde bağımsızlık savaşçısıdır. Çünkü düşünün, 1912'den önceki Osmanlı devletinin yüzölçümü 4 milyon kilometrekarenin üzerindedir. Ama 1912'den sonraki yüzölçümü l milyon 980 bin kilometrekaredir. Bence Talat Paşa'yı bu kırılma noktasının psikolojisini yaşamış biri olarak değerlendirmek gerekir.

13 MART 2006 - İhanet mi komplo mu?
Yazarımız Ruhat Mengi'nin gündeme getirdiği e-posta'da, Prof. Berktay'ın ABD'li tarihçiye "Soykırım'ı tanıyan Türk tarihçiler için finansal kaynak sağlanmalı" dediği ileri sürüldü...
Yazarımız Ruhat Mengi'nin köşesinde gündeme getirdiği e-posta, "ihanet mi, komplo mu" tartışması yarattı. İddiaya göre, Prof. Dr. Halil Berktay, Minnesota Üniversitesi'nde tarih profesörü Stephen Feinstein'e gönderdiği e-posta'yla "Soykırım'ı tanıyan Türk tarihçilere finansal destek verin" dedi. Sözde Ermeni soykırımıyla ilgili olarak PBS televizyonunda Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu ve tarihçi Gündüz Aktan'ın konuşmaması için ABD'li tarihçi Stephen Feinstein'a gönderdiği ileri sürülen, e-posta'daki tartışma yaratan satırlar şöyle: 'Aktan ve Halacoğlu reddedici devletin adamlarıdır, faşistimsi neo-nasyonalistler ve gerçeklerin düşmanıdırlar. Reddedicilerle direkt olarak 'tartışma olmaz' demek işe yaramaz. Bu reddedicilerin eline koz verir. Aktan ve Halacoğlu gibilerin hakkındaki gerçekleri bilebilirken, önemli nokta halkın genelinin tanımasını sağlayacak eylemlere girişilmelidir. Bizimle aynı paralelde açıklamalar yapacak Türkler bulunmalı. Bunun finansal kaynağı sağlanmalıdır."
Prof. Berktay iddialara yanıt verdi: Öyle bir yazı yazmadım ve yazmam da...
Sabancı Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Halil Berktay, iddiaları yalanladı. "Tazminat davası açacağım" diyen Prof. Berktay, VATAN'a şöyle konuştu:
•Böyle bir şey olabilir mi? Öyle büyük bir uydurma ki PBS TV'ye Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halacoğlu ve araştırmacı-gazeteci Gündüz Aktan'ın Ermeni soykırımıyla ilgili katılmamalarını kesinlikle ne söyledim ne de yazdım.
Destekleyen mektup yazdım.
•Bir kere, Stephen Feinstein Amerikalı Yahudi bir tarihçidir ve soykırımı savunmaz. Feinstein, Halacoğlu ve Aktan'ın PBS'teki programa katılmalarının engellenmesini eleştiren bir yazı yazdı. Bu yazı da Michigan Üniversitesi'nin web sitesine yazıldı. Özel haberleşme niteliğindeki bu web sayfasına Feinstein'ın mektubunun altına ben de "Herkesin kendi görüşünü savunmaya yerden göğe kadar hakkı vardır" diye bir yazı yazdım. Mail yazmadım sadece Feinstein'ı destekler nitelikte bir mektup yazdım web sitesine.
•Ancak, birileri ciddi ciddi benim oraya yazdığım mektubu önce aşırmış sonra da bir güzel üzerinde oynamış. Ben, Halacoğlu hakkında İsviçre'de soruşturma açıldığında bunun saçma sapan bir uygulama olduğunu söyleyen bir tarihçiyim. Minnesota Üniversitesi'nde profesör olduğunu bildiğim Stephen Feinstein ile şahsen tanışmadığım gibi her konuda benimle "dirsek teması" içinde olduğu da uydurmadır.
•Hayatımda Minnesota Üniversitesi'nde konuşma yapmadığım gibi Minnesota'ya da gitmedim. Benim konuya bakışım "1915 Ermeni tehciri soykırım mı değil mi" ye indirgenecek kadar basit değildir. Ben bu konunun tartışılmasına, engellenmesine karşı çıkanlara karşı çıktım.
Tazminat davası açacağım.
•Finansal destek sağlama konusu inanılmaz bir yalandır. Benim bilimsel bağımsızlığıma ve haysiyetime ciddi biçimde leke düşürülmüştür ve bununla ilgili ciddi tazminat davası açacağım.

13 MART 2006 - Halil Berktay nihayet konuştu!
Amerikan PBS televizyonu, Amerika'da yaşayan Ermenilerin hazırlattığı "Ermeni Soykırımı" belgeselini 17 Nisan'da yayınlama kararı almıştı. Aynı programda emekli Büyükelçi Gündüz Aktan ile Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu'nun konuşacağını duyan Ermeniler kendi finanse ettikleri programda soykırımın olmadığını bilimsel olarak ortaya koyacak iki Türk'ün de konuşacağını duyunca fena halde bozuldular. Ve içinde Halil Berktay'ın, (tanımadığını iddia ettiği) Stephen Feinstein'ın ve Ermeni diasporasından isimlerin olduğu internet grubu içinde hummalı bir faaliyete giriştiler.
"Halaçoğlu ve Aktan'ın konuşmaları nasıl engellenebilir?"... Sorun (!) önemliydi. Ve bu konuda Halil Berktay, Stephen Feinstein ve Gerard Libaridian'la yazışmalar yaptı.
Son nokta.
Benim bu konuda yazdığım üç yazıda "Son Nokta" internet haber sitesindeki bilgilerden yararlandığım doğrudur. Ama elimdeki bilgiler, elbette sitede görebileceğinizden çok daha fazlasını içeriyordu.
Prof. Halil Berktay, dün yaptığı basın açıklamasında bu site ile benim köşemde yer alan bilgilerin yalan olduğunu, Minnesota Üniversitesi Soykırım Merkezi Başkanı Feinstein'ın "Halaçoğlu ile Aktan'ın programa katılmalarının engellenmesini eleştiren" bir yazı yazması üzerine kendisinin de özel haberleşme niteliğindeki bu web sayfasına "Herkesin görüşünü savunmaya yerden göğe hakkı vardır" diyen bir mektup yazdığını, mail yazmadığını söylüyor.
Stephen Feinstein'ın Yahudi bir tarihçi olduğunu, soykırımı savunmadığını da ekleyerek...
Aynı açıklamada Minnesota Üniversitesi'nde hiç konuşma yapmadığını (bunu söyleyen olmadı zaten, Minnesota Üniversitesi'nde Türkiye'nin soykırım yaptığını kanıtlamaya çalışan bir gayret olduğunu, tek yanlı konferanslar yapıldığı ve bizden aynı görüşteki grubun da buralarda konuştuğu yazıldı) söylüyor ve benim "Tehcir kararı bile soykırım demektir" sözünü hatırlatmama karşılık "Benim konuya bakışım '1915 Ermeni tehciri soykırım mı değil mi'ye indirgenecek kadar basit değildir" diyor.
"Ciddi tazminat davası açacağı" da aynı basın açıklamasında yer almakta...
5N 1K
Tabii bu cevapta "Son Sayfa" sitesi ile benim "normal gazeteci dikkati, şüphesi, titizliği olmaksızın, gazeteciliğin kuralı olan 5N 1K ihtiyaç ve zorunluluklarını da hiçe sayarak, meçhul birilerinin ima ettiği paragrafları yazmış olduğumuzu" söylemesi üzücü... Son Sayfa'nın Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Özışık "Haberimin doğruluğu benim çocuğumun namusu gibidir" diyor, bunu da not edelim ama benim titizliğimi, dikkatimi, hele hele şüpheciliğimi anlatmaya bile gerek yoktur, 20 yıldır bilen biliyor.
Bu olayda 5N 1K'nın en çok "Neden, neden, neden..." kısmı ile ilgilendim, onu da Prof. Berktay'a söyleyeyim.
Açıklamada yer alan her cümleyi tek tek yalanlamak mümkün neredeyse, bir tek "Ben konuşmaların engellenmesine karşı çıktım" hariç... Ama onun bile maalesef "farklı" bir nedeni var kendi ifadesine göre...
- Önce Feinstein'dan başlayalım; Amerikalı bir Yahudi olduğu doğru ama "soykırım iddiasına karşı" olduğu yanlış. Feinstein soykırım iddiasını, hem de diasporayla sıkı ittifak halinde destekliyor ve "şahsen tanışmadığını" söylemesine rağmen (ki karşılıklı gelmemiş olabilirler, şart değil) Berktay onu gayet iyi tanıyor.
-Maile paragraf eklenmemiş, orijinal metinde o paragraf duruyor ve bu ortaya çıkarılabilir.
Halil Berktay "Tehcir kararı bile soykırımdır" sözünü 07 Mart 2005, Pazartesi günü Milliyet'te Derya Sazak'ın röportajında söylemişti.
Bu açıklamaya "mail" in orijinali ve Feinstein hakkındaki bilgilerle devam edeceğim. Bu arada siz de www.tallarmani-antale.com/CHGS-univ-Minnesota.htm adresinden Talkvater isimli Amerikalının Minnesota Üniversitesi yönetimine yazdığı mektubu bulup okuyabilirsiniz.
Yararı olacak.



KEŞKE KOMPLO OLSAYDI

14 MART 2006 – Keşke.
Dün Vatan Gazetesi Prof. Halil Berktay'ın açıklamasını bu başlıkla vermişti ve kendisi de hakkındaki iddianın bir komplo olduğunu söylüyordu (hâlâ da söylüyor.)
Ona hak vermek istedim, "Keşke komplo olsaydı" düşüncesi geçti aklımdan. Ama işte; Stephen Feinstein'ın Yusuf Halaçoglu ile Gündüz Aktan'in PBS televizyonunda gösterilecek olan ve "Ermenilerin hazırlattığı "Ermeni Soykırımı' belgeseliyle ilgili olarak" konuşmalarının engellenmesi hakkında görüş sorması üzerine yazdığı mailin İngilizce orijinal metni önümde duruyor.
Berktay "mail göndermediğini, Michigan Üniversitesi'nin web sayfasına görüşünü yazdığını" söylüyor. Oysa yazdığı mail, aralarında Feinstein, Libaridian, Sassoun isimlerinin de olduğu 6-7 kişiye birden gönderilmiş. Aynı metni bir de Michigan Üniversitesi'nin sitesine yazdıysa o başka ama kendisiyle benzer görüşteki akademisyenlerin oluşturduğu ve aralarında haberleştiği bir "yahoo mail grubu" na da yazdığı muhakkak.
Birinci 'yanlış'; Feistein.
Konu o kadar derin ve uzun ki kısaca anlatmak zor olacak. Dün verdiğim internet adresinde (Türkcesi "Ermeni Masalı" olan tallarmaniantale'de) Ermeni tezlerini çürüten ve Holdwater takma adıyla yazan bir Amerikalı tarihçinin Minnesota Üniversitesi yönetimine yazdığı mektup var. Bu mektupta Holdwater, aynı üniversitenin Soykırım Merkezi Başkanı Stephen Feinstein'ın Ermeni soykırım iddiasını desteklerken Türklere ve tarihe fazlasıyla önyargılı yaklaştığını, bu konuda sürekli olarak taraflı faaliyette bulunduğunu, daha da ötesi Minnesota Üniversitesi'nin genel olarak Ermeni lobisinin çalışmalarına destek verdiğini söylüyor ve onları "gerçekleri objektif tartışmaya" davet ediyor.
Yani sadece Feinstein değil, Taner Akçam'ın da çalıştığı Minnesota Üniversitesi (benim de yazılarımda belirttiğim gibi) genel olarak Türklerin soykırım yaptığının kabulü için çalışıyor. Feinstein hakkındaki kesin kanıt ise şu; 09 Mart 2000 tarihinde NewYork Times'da "Batı demokrasilerinin Ermeni soykırımını tanıması" için çağrıda bulunan 126 akademisyen arasında Prof. Feinstein da var (http//www.chgs.umn.edu/
Histories_Narratives_Documen/Armenian-Genocide/Public_Petitions/P).
Bunu yazmamın nedeni Halil Berktay'ın "Feinstein'ın soykırım iddiasını savunmadığını" gayet emin bir ifadeyle söylemesi... Acaba Prof. Berktay buna ne diyecek?
Gelelim "O üniversitenin web sayfasına yazdım" dediği Michigan Üniversitesine. Bu üniversitede de yine iddianın ateşli destekçilerinden ve Berktay'la aynı "yahoo group"ta olan tarih profesörü Libaridian ile onunla tıpatıp aynı görüşleri paylaşan "bizim" Profesör Fatma Müge Göçek var. Ki ABD'den gelen bilgilere göre Prof. Göçek PBS TV'nin aynı belgeseli içinde Türk devleti aleyhine ve soykırımı savunan güzel(!) bir görüş de bildirmiş. Amerikan Üniversiteleri ne "tarafsız" çalışıyor ve bizim (Ermeni milliyetçileri gibi ve 1915 ve öncesindeki olayları gözleriyle görmüş, yaşamış gibi konuşan) akademisyenlerimiz bu üniversitelere ne güzel yayılmışlar değil mi? (Bu konuda daha geniş bilgiyi gelecek yazılanında vereceğim.)
İkinici yanlış; mail grubu.
Halil Berktay, söz konusu maili "armenian@yahoogroup.com" adresine yazmış ve bu yazıya cevaben kendisine Libridian'dan "glibarid@umich.edu" adresinden bir mail gönderilmiş. Aynı maili bilgi olarak Stephen Feinstein'ın "feinstein 001@umn.edu" adresi ile Hamt Sassounian a da gönderilmiş.
Görüldüğü gibi belli kişiler aralarında mailleşiyorlar. Bunu açıklamaktan çekinmeye ve başkalarını yalancılıkla suçlamaya ne gerek var? Biz de akademisyenleri etik davranmaya davet edebiliriz ki ediyoruz.
İşte o paragraf!
Şimdi de Halil Berktay'ın "Birileri ciddi ciddi benim Michigan Oniv.web sayfasına yazdığım mektubu aşırmış ve üzerinde oynamış" dediği (ve Feinstein'ın onu onayladığı) mailin istenmeyen paragrafının orijinal halini veriyorum. İnternet uzmanlarından öğrendiğime göre maillerin orijinalini normal bir internet kullanıcısı asla değiştiremiyor, ekleme yapamıyor, bunu değiştirmeyi ancak "çok ileri düzeyde bir hacker" başarabiliyor ki bu durumda bile üniversiteler maillerin kaydını tuttuğu ve "server"lardan silinemediği için ortaya çıkıyor. (Bilgisayarın IP adresinden de anlaşılabilirmiş.)
Bu mailde Berktay "reddedicilerin görüşünü açıklamasına karşı çıkılmasının tümüyle inandırıcılıktan uzak bir pozisyon yaratacağını, çok fazla protesto eder bir görüntü olacağını ve reddedicilerin eline koz vereceğini söyledikten sonra şunları yazmış:
"While we may know the truth about the likes of Aktan and Halaçoglu, the point is to get the general public to recognize it... Including what is decisive in the long run, i.e. the Turkish public in Turkey and outside Turkey. We should find some Turks that can speak like us, make statements fitting our needs. It is need to find support for ali these tasks."
Acaba "kendileri gibi konuşacak Türkler"i ikna etmek için istediği "destek" onları yemeğe götürmek veya plaket vermek midir?
H. Berktay'a sormak lazım!

ÇELİŞKİ

15 MART 2006 - Bay Feinstein, bu ne çelişki?
Minnesota Üniversitesi'nin Soykırım Çalışmaları Merkezi'nin Yöneticisi Prof. Stephen Feinstein malumunuz hemen olaya ABD'den el koydu ve söz ettiğimiz e-posta olayının bir komplo olduğunu emin şekilde açıkladı.
Bakınız sevgili okurlarım, burada söylemek isterim ki ben yazılarımı kimseye düşmanlık olsun diye yazmıyorum. Her zaman ve bugün tek amacım gerçeklerin anlaşılmasına katkıda bulunmaya çalışmaktır. Bunu yaparken elbette her gazete ve gazetecinin yaptığı veya yapabileceği gibi doğru olduğuna inandığım duyumlan da değerlendirmek ve ilgili sorulan sormaktır. Zaten yazılanında da "Halil Berktay para aldı veya bir karşılık alarak bu açıklamaları yapıyor" şeklinde bir ifadem olmadı. Sadece ortada "karşılıklı mail gönderme ve Türklerin PBS televizyonundaki konuşmalarına öfke, konuşacak kişilerin kişiliklerini zayıflatma, Ermenilere 'davanın kazanılması' konusunda proje sunma" gibi gayretlerin olduğunu duyurdum ve "Sizin gibi konuşacak Türkler arıyor, bu konuda destek istiyorsunuz. Nasıl bir destektir bu, finansal destekse başka kimler aynı desteği aldı" sorularını sordum, açıklama istedim. Bir ulusun sonsuza kadar "20. yüzyılın ilk soykırımcısı" tanımını haksız yere kabullenmek zorunda bırakılacağı bir durumda gazetecinin bu sorulan sorma hakkı vardır.
Biraz geç kalmadı mı?
Söz konusu mailler benden önce "Son Sayfa" sitesinde birkaç gün üstüste yayınlanmıştı. Ben üç gün yazdım ve Halil Berktay bir haftanın sonunda cevap verdi. Cevabında "O mail öyle değildir, buyrun orijinali böyle" deseydi ben de oturup (Amerika'dan araştırdığım ve yüzde yüz doğru olduğunu "bu maili Amerika'da elde eden kişiden" duyduğum hâlde) bir kez daha araştırmaya girişirdim. Belki de "Ortada bir hata var" diyerek özür dilerdim...
Ama Berktay bunu yapmadı, ne yaptı; "Komplo" dedi, Stepnen Feinstein'in fikirlerini pekiyi bildiği halde bizi yanılttı, maili şahıslara değil Michigan Üniversitesi web sayfasına yazdığını söyledi. Arkadan "hiç tanımadığı"nı söylediği Feinstein da çıkıp "Yusuf Halaçoğlu ve Gündüz Aktan'ı hiç tanımadığını, Halil Berktay'la da hiç tanışmadığını ve düşüncesine göre maillerle oynandığını" söyledi... Tekrarlıyorum, tanışmaya gerek yok, günümüzde tanışmadan da internet yoluyla her iş halledilebiliyor. Feinstein'in yaptığı gibi tek bir uluslararası bildiriyle bütün Avrupa ülkeleri "Ermeni soykırımını kabule" çağrılabiliyor.
Tanışmıyorlarmış!
Nitekim Berktay'la hiç tanışmadığını her nedense vurgulama ihtiyacı hisseden Feinstein Vatan'a yaptığı aynı açıklamanın son kısmında "Ayrıca Berktay'la yaptığımız yazışmalarımızda iddia edildiği gibi Türk tezini savunan kişilerin yer almamasını değil, tam tersini savunduk" diyor.
Bu konuda yazıştıklarını kendi ağzıyla söylüyor. (Her ne kadar VATAN'dan bir arkadaşımız bu açıklamanın başına, Feinstein'in sözleri kesin kanıtmış gibi, henüz konu sonuçlanmadan "Söz konusu e-postanın bir komplo olduğu anlaşıldı" cümlesini yanlışlıkla ilâve etmişse de...)
Feinstein bir Ermeni iddiası savunucusudur, söylediklerinin doğruluğuna da ancak delilleriyle inandırabilir, onun her söylediğine inanmak zorunda değiliz. Bu arada benim de bilim üzerine ve çok başarılı bir Amerikan Üniversitesi ile en iyi İngiliz üniversitelerinden birinde eğitim almış olduğumu hatırlatayım.
Yani inanmak için onlar gibi ben de kanıt isterim.
Feinstein mailinde şöyle yazmış:
"Sevgili çalışma arkadaşlarım,
Bizim hoşlanmayabileceğimiz insanlarla (hiç tanımadığı Halaçoğlu ve Aktan'dan söz ediyor) 25 dakikanın üstünde görüş alışverişinde bulunmasından dolayı PBS kanalını boykot etme konusu problemlidir..."
Berktay ise aynı konuşmacılar için (konuşmalarının "onların ellerine koz vereceği" için de önlenmemesi gerektiğini söylerken):
"Devletin gizli ajanlarıdır, faşist neo-nasyonalist ve gerçek düşmanıdırlar" diyor mailinde.
Ve Libaridian da ona cevaben yazdığı mailde: "Halil'e tamamen katılıyorum. PBS'i boykot etme bazılarının iyi hissetmesini sağlar ama iyi olur mu emin değilim" diyor.
Merak etmez misiniz?
Siz olsanız bu yazışmalardan ne sonuç çıkarırsınız?.. Merak edip sormaz mısınız?
Aynca Appo Jabarian dan Simon Maghakyan'a 11 Şubat 2006'da gönderilen mail de yine bilgi notu olarak Berktay, Feinstein, yine Ermeni davasının yılmaz savunucularından Harout Sassounian, Libaridian ile armenian@yahoogroup.com'a (Berktay'in mailini yazdığı Fjrmeni yahoo grubu) postalanmış.
Diaspora görüşünü destekleyen, onlarla birlikte çalışanların bir kopyayı da aynı anda (birbirlerini hiç tanımayan) Berktay ve Feinstein'a göndermelerinin nedenini merak etmez misiniz?
Bence burada, Halil Berktay öfkeleneceğine yazdığı mailin esasını ilk günden çıkanp basına sunmalıydı. Bunu Sabancı Üniversitesi de yapabilir ve yapmalı...
Zira konu sadece "kendileri gibi soykırımı savunacak olanlara destek istemek" filân değil, onların bulunmasını istemek bile bir Türk bilim adamına hiç yakışmaz.
Prof. Berktay'ın (Prof. mu, doçent mi, bu konuda da sorular var) mail metnini vermesi gerekiyor.

YENİ YAKLAŞIMLAR SEMPOZYUMU

16 MART 2006 - 'Courageous' ve 'honorable' tarihçilerimiz!
Dün İstanbul Üniversitesi'nde uluslararası bir sempozyum başladı, bugün ve yarın da devam edecek. Konusu: "Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar".
Bu konferansta Türkiye'den ve diğer ülkelerden tarih uzmanları, sadece Türk arşivlerine değil, Fransız, Rus, İngiliz, Amerikan arşivlerindeki bilgi ve belgelere de dayanarak 1915 ve öncesindeki Ermeni olaylarını ve bugünkü durumu tartışacaklar. Ama ne yazık ki Boğaziçi Üniversitesi ile Bilgi Üniversitesi konferansları için ortaya çıkan ve bağımsız, tarafsız olduklarını iddia eden akademisyen ve yazarların hiçbiri ama hiçbir tanesi bu sempozyumda yoklar. Ne bunda, ne de daha önce davet edildikleri, tarihin masaya yatırılıp herkesin Belgelerle tezini ortaya koyabileceği toplantı, panel, TV programlarında yer almayı kabul ettiler.
Ermeni tarihçilerin "Soykırımı peşinen kabul etmezseniz masaya oturmayız" şartını anlamak mümkün, çünkü onlar tartışmasız olarak mağduriyetlerinin, soykırım iddialarının dünya ve Türkiye tarafından kabulünü istiyorlar. Ama Türk tarihçilerin, "demokrat, entelektüel, bağımsız vs. vs." olduğunu iddia edenlerin masadan kaçmasını neyle açıklayabilirsiniz?
Ben size söyleyeyim; Bu ekibin Avrupa ve Amerika'da Ermeni diasporasının ve destekleyicilerinin toplantılarında koro halinde (sanki Türk toplumu buna inanmıyormuş da, devlet böyle olduğu konusunda baskı yapıyormuş gibi) tekrarladıkları "devlet tezi" aslında çekindikleri gerçeğin ta kendisi... O tez, Ermenistan'ın ilk Başbakanı Kaçaznuni'nin de açıkça itiraf ettiği tarihi gerçek... Yalnız Türkiye'nin değil, diğer ülkelerin arşivleri, yabancı bilim adamlarının yaptığı araştırma sonuçlan bu gerçekleri o kadar açık şekilde ortaya koyuyor ki karşısında "tez" türetme, tartışma yapma imkânı yok.
Kaçak güreş.
O zaman ne yapıyorlar, aynen Ermeniler gibi kaçak güreşiyor, tartışmaktan kaçıyor, dışta ve içte onlara destek veriyor, olayların yüzde yüz soykırım tanımına uyduğunu papağan gibi tekrarlıyor, Türkiye'de "alternatif görüş sunuyoruz" diyerek tek taraflı konferanslar düzenliyor ama yazılı tarihin ve Türkiye'nin bunu anlatan yüzlerce tarihçisinin karşısına çıkamıyorlar.
Tek bir kaçış var onlar için "Karşı görüş?? devlet tezidir" lafını orada, burada mümkün olduğunca sık tekrarlamak... O zaman "Olaylar BM'in soykırım tarifine uymuyor" diyen ingiltere de devlet tezini mi savunmakta? Dünya çapında ün kazanmış yabancı tarihçilerin "Soykırım olmadığı" açıklamalarını devlet mi sağlıyor?
Bakın Michigan Üniversitesi'nde çalışan Prof. Fatma Müge Göçek'le, Ermeni iddiası savunucusu gazeteci Aris Babikian'ın yaptığı ve 2005 sonunda Kanada'da "Horizon Weekly" dergisinde yayınlanan röportajda neler söylenmiş:
Babikian "Geçtiğimiz birkaç ayda birçok dürüst Türk, Türk devletinin Ermeni soykırımını yalanlama politikasına karşı çıktılar" diyerek başlıyor ve "Bu cesur ve şerefli (courageous and honorable) Türk entelektüelleri, milliyetçiler ve hükümet çevreleri tarafından korkutuldular, tehdit edildiler, şantaj yapıldı, vatan hainliğiyle suçlandılar. Bu öncü entelektüeller arasında Elif Şafak, Taner Akçam, Halil Berktay, Orhan Pamuk, Ragıp Zarakolu ve diğerleri vardı" sözleriyle devam ediyor.
Habersizmiş!
Müge Hanım, kimsenin tehdit edilmediğini, şantaj yapılmadığını ama tek yanlı bir konferansa itiraz edildiğini bilmiyormuş gibi hiç ses çıkarmıyor.
Ve sonra kendisine sorulan her soruya onların tam istediği cevapları verirken "ABD'ye gidene kadar bir Ermeni sorunu olduğundan habersiz olduğunu" (bir akademisyen için çok ama çok garip), "Ama gittikten sonra içindeki sosyolojistin harakete geçtiğini ve öğreniverdiğini" söylüyor. Bu arada Türkiye'nin azınlıklara önyargılı olduğuna hayati boyunca şahit olduğunu, Osmanlı burjuvazisini oluşturan (Rum, Yahudi ve Ermeni) azınlıkların trajik olarak Türk Müslüman burjuvazisiyle değiştirildiğini ve tabii 1915'te olanların BM'nin soykırım tanımına kesinlikle uyduğunu anlatmayı da unutmuyor.
Türkiye'nin bu konudaki resmi duruşunun ve yapılan çalışmaların akademik değil siyasi olduğunu da vurgulayarak...
Aslanım cesur ve şerefli Türk entelektüelleri. Nasıl da gayretliler Ermeni tezini savunmakta değil mi?
(Not: Bu arada Halil Berktay'in Feinstein ve Libaridian'la yaptığı yazışmalan çıkarmasını hâlâ bekliyorum. Sabancı Üniversitesi ise bünyesindeki bir öğretim görevlisinin özel mailini açıklamayacağını söylüyor.
Komplo mu, değil mi bunu anlayabilmemiz Halil Berktay'a bağlı... Keşke biraz da Stephen Feinstein hakkında bizi bilgilendirse...)

16 MART 2006 - Mesleğimizi yapamaz hale getiriliyoruz!
Vatan'ın bugünkü manşetini okumuşsunuzdur. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Ankara Temsilcimiz Bilal Çetin'e hapis istemiyle ceza davası açtı.
Peki, neden?
Çünkü Bilal Çetin, Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'le ilgili raporunu haberleştirdi!
Bu yüzden de hapislerde çürümeyi fazlasıyla hak etti...
Keşke idam cezası kaldırılmamış olsaydı da asılabilseydi!
2005'te 157 ceza davası!
Bu anlayış, Osmanlı'dan bu yana mesleğimizin başının belası!
Ne yazık ki yeni Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra daha da yaygınlaşmaya başladı...
Medya Gözlem Masası'nın verilerine göre 2005 yılında gazeteciler hakkında hapis istemiyle tam 157 dava açıldı.
Açılan tazminat davalarının ise haddi hududu yok!
Aynı yıl sadece Başbakan ve bakanlar 30'dan fazla dava açarak gazetecilerden 1 milyon 491 bin 594 YTL tazminat talep etti.
Diyeceksiniz ki, 2006'da bitti mi?
Ne gezer, şiddetlenerek sürüyor.
…….
AB özgürlükçüleri, neredesiniz?
Sözü uzatmaya gerek yok; Türk medyası büyük bir baskının ve kuşatmanın altında...
Türkiye'nin dört bir yanındaki adliyeler, her gün yargılanmakta olan yüzlerce meslektaşımız tarafından dolduruluyor!
Ağır ceza ve tazminat davaları; kalemimizi köreltiyor!
Türkiye, konuşamayan, yazamayan "kapalı bir toplum" haline getiriliyor!
Basın özgürlüğünden ve demokrasiden söz etmek bile olanaksızlaşıyor!
Ama ne ilginçtir ki bu durum, Orhan Pamuk için açılan davada dünyayı ayağa kaldıran Avrupa Birliği'nin sözde özgürlükçü politikacılarının umurunda bile olmuyor... Çünkü bizim yargılanmamız, Ermeni ya da Kürt tezleri savunucularına hizmet etmiyor!

TAVİANİ KARDEŞLERLER

17 MART 2006 - Tavianilerin yeni projesi gerilim yarattı.
İtalyan sinemasının iki usta yönetmeni Paolo ve Vittorio Taviani kardeşlerin, Ermenilerin Türkiye hakkındaki soykırım tezlerine destek çıkar nitelikte bir film hazırlığında olmaları, Türk-İtalyan ilişkilerinde bir gerilime dönüşüyor. The New Anatolian gazetesi, çekimlerin engellenmesi için Türk hükûmetinin girişimi ile İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin Taviani Kardeşlere bir mektup gönderdiğini ileri sürdü. Yönetmenler iddiayı yalanladı.
Paolo Taviani, konuya ilişkin haberi duyduklarında şaşırdıklarını belirterek, “Berlusconi'den bize mektup mu? Asla bir mektup almadık. Vittorio ve ben, haberi duyunca adeta bulutlardan düşmüş gibi olduk” dedi.
Paolo Taviani, bugünkü La Repubblica gazetesinde yayımlanan demecinde, Berlusconi'den bir mektup almaları durumunda da projeden vazgeçmeyeceklerini belirterek, şunları söyledi: “Yolumuza devam etmenin en meşru hakkımız olduğunu düşünüyorum. Bizim sinemamızı tanıyanlar, taraf olmadığımızı ya da ırkçılık yapmadığımızı bilirler. 'San Lorenzo Gecesi' (La notte di San Lorenzo) bütün İtalyanları öcü gibi göstermediği gibi, 'Tarlakuşları Çiftliği'nde (La masseria delle allodole) de Türkiye'yi yönelik bir yargılama olmayacaktır.”
La Repubblica, “Türkiye'den Berlusconi'ye baskı: Ermenileri konu alan filmi durdurun” başlığıyla sunduğu haberde, Türk hükümetinin konudan duyduğu rahatsızlık neticesinde, İtalyan devlet televizyonu Rai'nin film projesinden geri çekilmesi yolunda baskıların söz konusu olduğuna da işaret etti.
Haberde, Paolo Taviani ve filmin prodüktörlerinden Grazia Volpi'nin, Rai'ye yönelik baskıları doğruladıkları, ancak bu konuda İtalya Kültür Bakanı Rocco Buttiglione'den garanti aldıklarını da ifade ettikleri belirtildi.
Paolo Taviani ve Volpi, La Repubblica'daki demeçlerinde, ”Büyükelçilikler aracılığıyla RAİ televizyonuna yönelik diplomatik girişimler söz konusu. Bundan dolayı kaygılıyız. Bu nedenle konuyu Kültür Bakanı Bottiglione ile görüşmeyi kararlaştırdık. Kendisi bu bağlamda bizlere iyi bir güvence verdi” dediler.
Senaryosu Ermeni asıllı İtalyan yazar Antonia Arslan'ın bir öyküsünden esinlenerek hazırlanan filmin, Ermeni soykırım iddialarının propagandası niteliği taşıyacağı için Türkiye'de rahatsızlık nedeni olduğu biliniyor.
Türk hükûmeti yetkililerin rahatsız oldukları bir başka konuysa İtalya-Fransa-İspanya-Bulgaristan ortak yapımı olması öngörülen filme, Türkiye'nin de her yıl para ödediği Avrupa Konseyi'nin Sinema Fonu 'Eurimages' tarafından 600 bin avro destek sağlanmış olması.
Türkiye, 1990'da üye olduğu 'Eurimages'a her yıl yaklaşık 1 milyon avro veriyor. Türkiye, dolaylı biçimde de olsa kendi parasıyla aleyhte bir propaganda yapan filme destek sağlayan bir ülke konumuna düşmemek amacıyla filmin çekiminin engellenmesi için çalışıyor.

17 MART 2006 - Sözlerini Halil Berktay'a iade ediyorum!
Her ne kadar yurt içinde ve dışında araştırma merkezlerinde kimya mühendisi olarak çalışma deneyimlerim olsa da 20 yıla yakın süredir gazetecilik yapıyorum. Ve benim anlayışıma göre gazetecinin, yazarın görevi bilgilendirmek, gerçeklerin anlaşılmasına yardımcı olmak, sorunların çözümüne katkıda bulunmak, olayları yorumlamaktır.
Şahıslarla çekişmek, onlara hakaret etmek, kaleminin gücüyle zarar vermek değil. Bu nedenle Halil Bcrktay’ın birkaç gündür söz ettiğim ve kendisinin de hem basın açıklaması yapıp, hem bana ihtarname gönderip, hem de TV'ye çıkarak konuştuğu konuda da araştırdım, bilgilendirdim, gerekli soruları sordum.
Açıkça "yalan" gördüğüm, yalan olduğuna emin olduğum noktalarda bile "yalan" yerine "yanlış" kelimesini kullandım... Oysa karşımdaki akademisyen bey "meslekî onurundan" söz ederken, bu yazışmalarda koca bir toplumun onuru, geleceği söz konusuydu. Örneğin kendisine Appo Jabarian tarafından bilgi notu olarak 11 Şubat 2006'da gönderilen (aslı Simon Maghakyan'a yazılmış) mailde şu sözler yer alıyordu (ki gördüğümüz kadarıyla daha sonra bir Türk "bilim adamı" olarak itiraz etmemiş):
"Sevgili Simon,
Benim düşünceme göre, sırf bazılarımız onları görmek ve sallanan tezleriyle bir kez daha sarsılmak istiyor diye bu reddedicilere bir başka yalanlama cinayeti fırsatı vermek doğru değildir. Bu reddediciler 'nakhalni' (Rusça), 'yüzsüz' (Türkçe), 'anyeres' (Ermenice)dir. Utanmazdırlar. Onların bir kez davetsiz olarak halınıza oturmalarına izin verirseniz gelmekle kalmaz bir de üstüne işerler ve gelmeye devam ederler. Ayrıca eğer kendilerine eğlenmek için tartışma arıyorlarsa onları başka gruplara (alay ediyor) yönlendirmek lazım. Ermeni soykırımı ve 1.5 milyon kurban eğlence veya tartışma konusu olamaz. Sadece Türkiye yalan söylemeye devam edecek diye onlara yalanlarını yayma fırsatı verilemez. Bir tartışmada iki tarafın da dürüst olması gerekir, eğer bir taraf kronik yalancıysa tartışma fonksiyonunu kaybeder." (Onların ve bizdeki destekçilerinin tartışmaya girmeme nedenini görüyor musunuz?)
Şirretlikle...
Böylece sürüp gidiyor. Bu saygısız Jabarian 10 Şubat'ta da "USA Armenian Life Magazin'e yine PBS'te Türklerin ve 'soykırım yoktur' diyenlerin konuşmasının engellenmesi için Türkiye'ye her tür hakaretin yer aldığı bir yazı da döşenmiş.
Biz gayet saygılı ve kibar bir dil kullanıp, bilimle çözüm ararken onların akla gelen her şekilde psikolojik baskı, küfür, kâfir, şirretlik ne gerekiyorsa yaptıklarına hiç şüphe yok. Haydi bu da normaldir diyelim ama kendi içimizdeki yazar ve akademisyenlerin (sosyologlar filan da tarihçiler kadar gayretli bu konuda) onlara destek vermesine, birlikte proje üretmesine de duyarak susacak değiliz.
Ben "bilirsem yazarım", isteyen "yapabilirse yalanı ortaya çıkarır". Aa, hiç mi yanılma payı yoktur? Olabilir tabii, pek ünlü "entelektüellerimiz soykırım olduğu konusunda bu kadar büyük yanılgıya düşebiliyorlar, tarihe yalan söyleterek bilime hakaret edebiliyorlarsa herkesin de bir yanılma payı vardır ama burada, bu olayda yanılgı olmadığına eminim.
Kim yalancı?
Neden "tarihe yalan söyleterek" diyorum, zira tarih belgeleri (yalnız Türkiye'nin değil, diğer ülkelerin belgeleri de) karşılıklı çatışmalarda kimlerin nasıl, nerede öldüğünü, kimlerin nerelere göç ettiğini, kimlerin geri döndüğünü, her şeyi anlatıyor.
Ama arşivlere bakma zahmetine bile katlanmayanlar dünyayı dolaşarak tarih yazıyorlarsa asıl yalan, asıl iftira budur.
Halil Berktay tarafından bana gönderilen iki ihtarnamede böyle bir mail olmadığı, benim söylediklerimin de yalan, uydurma ve iftira olduğu belirtiliyor. Berktay "soykırımın varlığı" tezini savunan tüm akademisyenlerin "aydın namusuna" kefil olduktan sonra (bu nasıl oluyorsa) bu iddianın benim bilim vicdan ve haysiyetine, gerçek saygısına tümüyle yabancı oluşumdan kaynaklandığını söylüyor.
"Yalan ve iftira iddialarını" kendisine aynen iade ediyorum. Ve ben de onu bilime, ayrıca insana ve insanlığa saygıya davet ediyorum.
Feinstein, Ermeni yahoo group, mektubun içeriği hakkında gerçeği saklayanların diğer sözlerine inanmak için de çok düşüneceğiz bundan sonra!

OYUNA GELENLER

17 MART 2006 - Hrant Dink: Geçmişte Ermenilerin düştüğü oyuna şimdi bazı Kürtler düşüyor.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, geçmişte Ermenilerin düştüğü Batı’nın oyununa şimdi Kürtlerin düştüğünü söyledi.
Ermenilerin geçmişte İngiliz, Alman, Fransız ve Ruslara güvenmekle hata yaptığını söyleyen Dink, Amerika’nın Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurma vaadine Kürtlerin inanmamasını istedi.
Malatyalı İşadamları Derneği (MİAD), 3^üncü Fikir Platformu toplantısı çerçevesinde Malatyalı ünlülerle Malatya üzerine bir söyleşi düzenledi. Toplantıya Hrant Dink’in yanı sıra AK Parti Malatya Milletvekili Ali Osman Başkurt, TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, eski Millî Eğitim Bakanı Metin Emiroğlu, Malatyalı İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak, sanatçı Kenan Işık ve Star Gazetesi yazarı Cumali Ünaldı katıldı. Malatyalı ünlü simalar sunumlarından sonra hemşehrilerinin sorularını cevapladı. Söyleşide kendisinin de Malatyalı olduğunun altını çizen Dink, Ermenilerin Osmanlı’dan kurtulmak için oyuna geldiğini savundu. Dink, “İngiliz, Fransız, Rus ve Almanlar geçmişte bu topraklarda oynadıkları oyunları bugün de tekrarlıyor. Geçmişte Ermeni halkı, onlara güvendi. Kendilerini Osmanlı’nın zulmünden kurtaracak zannetti. Ama yanıldılar; çünkü onlar kendi işlerini, hesaplarını yapıp gittiler. Bu topraklarda da kardeşi kardeşe kan içerisinde bıraktılar.” diye konuştu. Bugün Kürtlerin aynı oyuna alet olduğunu iddia eden Agos Genel Yayın Yönetmeni, Amerika’nın Kürtleri Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurmak bahanesiyle kullandığını savundu. “Amerika geldi, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere.” diyen Ermeni asıllı gazeteci, geçmişteki oyunun aynen bugün de oynandığını hatırlattı. Dink, “Siyasi hesaplar, parti farklılıkları bir kenara itilmeli. Amerika bu. Gelir kendi işine bakar, işi bittiğinde de çeker gider. Sonra da buradaki insanlar kendi aralarında didişir.” diye konuştu. 7 yaşına kadar Malatya’da kaldığını, kendisini gerçek anlamda Malatyalı hissettiğini ifade eden Hrant Dink, Malatya’da akrabalarının olduğunu dile getirdi.
Rektör Prof. Dr. Mesut Parlak ise konuşmasında bilim ile siyasetin birbirinden mutlaka ayrılması gerektiğine temas etti. Parlak, “Ben siyasetçi değilim. Bilim adamının siyasetle işi olmaz. Öğretim üyelerime de ‘Siyasetten kesinlikle uzak durun’ diyorum.” şeklinde konuştu. Türklerin tarih boyunca Ermenilerle problem yaşamadığını söyleyen Parlak, medyayı duyarsızlıkla suçladı. Star Gazetesi yazarı Cumali Ünaldı Malatya’nın tarihî geçmişini anlatırken, sanatçı Kenan Işık da, Malatya insanını tarif etmeye çalışarak çocukluk anılarını anlattı.
Kayseri’de Patrikli Ermeni sempozyumu.
Erciyes Üniversitesi’nde ‘’Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği’’ isimli bir sempozyum yapılacağı belirtildi. Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cengiz Utaş, bu yıl ilkini düzenleyecekleri sempozyuma 42 üniversiteden 125 bilim adamının yanı sıra Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan’ın da katılacağını açıkladı. 3 gün sürecek olan sempozyum, Sabancı Kültür Sitesi’nde 20 Nisan’da düzenlenecek açılış töreniyle başlayacak.

18 MART 2006 - Unakıtan metoduyla susturmak!
Dün televizyonda birkaç ay içinde, nasıl olduğu anlaşılmadan gündeme oturuveren Elif Şafak'ın konuşmasını dinledim. Daha doğrusu günlük programım çok yoğun olduğu için bir kısmını dinleyebildim, dinlediğim kısmında Şafak'ın ve kitaplarının bol miktarda reklamı yapılmakta, o da tarihe ilgi duyduğunu ve bireysel, sözel bilgilerle elde edilen tarihi verilerin çok önemli olduğunu, kendisinin Amerika'da tanıştığı, evine girdiği Ermenilerden nasıl etkilendiğini anlatmaktaydı.
Dinlerken kendimi yine "pek akıllı" birileri tarafından "pek saf yerine konmuş gibi hissettim ama belki haklıdır kim bilir, belki birçok ülkenin belgelerinde, kitaplarında yazılanları karşılaştırarak gerçeği aramak yerine onun deyimiyle hamalın, bürokratın o dönemlerde neler yaşadığına bakarak sonuca varmak daha doğrudur. Bu durumda bile, örneğin Ermeni çetelerinin katliamlarında yakınlarını kaybeden Doğu ve Güneydoğulu Türklerin de anılarını dinlemek, onların sobalı, mangallı evlerine de girmek, kucağında, karnında bebeğiyle öldürülen kadınların da fotoğraflarını görmek gerekir.
Son yıllarda Türkiye'de doğruyla yanlış, haklıyla haksız "hukukun da yardımıyla" birbirine karıştırıldı. Ben hâlâ Türk Ceza Kanunu tasarısında "Çocuklara tecavüzde çocuğun rızası olup olmadığına bakılmalı" diyerek ceza belirleyen hukukçulara "Bu anlayış hastadır" dediğim için tazminat ödüyorum (15 milyar)... Ahmet Altan, 9 yaşında bir çocuğa 25 kişi tecavüz etmişken "tecavüz yok" raporu veren adli tip kurumunu eleştirdiği için mahkûm oldu. Bilâl Çetin "Kürşad Tüzmen ve Eximbank ihale yolsuzluğunu" gündeme getirdiği için soruşturuluyor.
Yani suca "suç" diyen gazeteci suçlu... Suçu işleyenler hakkında derhal gereken yapılmalı iken suçu duyuranlar ceza görüyor, suç o arada bazen zaman aşımına bile uğruyor.
Bu tabloya bakarak "ne garip değerleri olan bir ülke bu" demez misiniz?
Ve tabii Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın 3. gensoru önergesinde hakkındaki yolsuzluk iddialarını ciddi, sakin cevaplaması gerekirken takındığı kabadayı tavn, "hesap sorana hesap sorma" yöntemi de var...
'Bilim Kadını'ndan mektup
Benim bir süredir yazdığım "Ermeni diasporasının kıyasıya giriştiği Türkiye aleyhindeki kampanyaya destek verenler" konulu yazılarıma gerek Halil Berktay'dan, gerek Michigan Üniversitesi'nde çalışan Prof. Fatma Müge Göçek'ten gelen cevaplar bana bu yanlış tabloyu ve Unakıtan metodunu hatırlattı (Metodun patenti ona ait değil aslında, format daha önce Erdoğan ve Gül tarafından da kullanılmıştı.)
Müge Göçek öyle kızmış ki dergide yayınlanan ve bütün Kanada'nın (ve daha kimbilir kimlerin) okuduğu röportajından bölümler alıp size duyurmama, "bilim kadını" olduğunu sık sık tekrarlayarak eğitimini söylüyor, benimkini soruyor (merakta bırakmayalım; Ankara Deneme Lisesi Fen bölümü, ODTÜ ve Manchester Üniversitesi) ve bir dizi hakaret içeren sözcüklerle yazımı eleştiriyor. "İçimdeki sosyolojist" lafını kim çevirmiş de, Türkçe'de "sosyolojist" yokmuş, "sosyolog" varmış da... Bilim kadını olarak istediği ile istediği gibi konuşurmuş da...
Röportajı ben çevirdim, kelimeyi kendi kullandığı gibi aldım (ki gayet mümkün) ve kendi ülkesi, devleti adına yalan haberler vermek bir bilim kadınına yakışmaz.
Bütün bunlar var ama içerikle ilgili açıklama yok.
Bizim basından da ses yok. Yüzlerce okur mektubu "basının neden korktuğunu", "neden bilimsellik etiketi altında olup bitenlere" duyarsız kaldığını, milleti, devleti, geleceğimizi yakından ilgilendiren böyle bir olayı nasıl görmezden gelebildiğini soruyor.
Örneğin Türker Oğuz "Kaşarlandık kaşarlanmasına da bu kadarı fazla" demiş.
Korkan basın hiç değilse şu "Ermeni yahoo group"a gönderilen mailin orijinali nedir, nerededir, Stephen Feinstein hakkında neden yalan söylenmiştir bir merak etseydi!

DEMOKRAT OLMAK

18 MART 2006 – Ermeniler Kenya'da darbe mi planlıyor?
Kenya'da muhaliflere yönelik saldırıların ardında Ermenilerin olduğu öne sürüldü. Hükûmet "Ermeni paralı askerler aslında darbeci" açıklaması yaptı.
Afrika ülkesi Kenya'da iki haftadır sıradışı gelişmeler yaşanıyor. Herşey 2 Mart gecesi maskeli polis ve protestocuların muhalefet lideri Odinga'nın sahip olduğu Standard gazetesine baskın düzenlemesiyle başladı. Olaydan sonra Odinga "Bu olayın ardında paralı askerler var. Baskına katılanların bir kısmı beyaz tenliydi..." dedi. Açıklamanın ardından Kenya karıştı. Bir grup Ermeni'nin Nairobi'ye yerleştiği ortaya çıktı. Muhalefet lüks villalar kiralayan Ermeni Artur Margariyan ve kuzeni Artur Sargsyan ile kendilerine bağlı "adamların" sınırdışı edilmesini talep etti. "Hükûmetten aldığı parayla muhalefet liderlere suikast planlamakla" suçlanan Margariyan'ın evi kuşatma altına alındı. Ancak Kibaki hükümetinin yaptığı bir açıklamayla işler tersine döndü.
"Türkiye'de çalıştık"
Hükûmet yetkilileri, "Ermeniler aslında darbe girişimine destek veriyor. Muhaliflerden 41 milyon dolar aldılar" dedi. Margariyan bir işadamı olduğunu vurgulayarak, "Biz elmas ticareti yapıyoruz. Bundan önce Türkiye ve Dubai'de bulunduk. Kenya'dan ayrılmayız" diye konuştu. Ermenilerin Kenya macerasının nasıl sonuçlanacağı merak konusu...

19 MART 2006 – Ermenilerden usandım.
Hürriyet'e konuşan Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, Ermenilerle mücadale için Azerbaycanlılar diasporasını kurduklarını açıkladı ve şöyle konuştu: "Rusya Devlet Başkanı Putin bir süre önce ülkemizi ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında bölgesel sorunları görüşürken 'Ermeniler, bizi usandırdı' dedi."
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Dünya Azerbaycanlılarının II. Kurultayı'na katılmak amacıyla Bakü'de bulunan Marmara Grubu Vakfı Heyeti'ni kabulü sırasında, "Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir süre önce ülkemizi ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında bölgesel sorunları görüşürken 'Ermeniler, bizi usandırdı' dedi" diye açıklama yaptı. Aliyev, 16 Mart 2006 Perşembe günü Kurultay'da yaptığı konuşmasının yanı sıra, Türk Heyeti'ni kabulü sırasında da önemli açıklamalarda bulundu. Aliyev'in açıklamaları özetle şöyle:
DİASPORA KURDUK
Ermenistan bugün bir 'mono devlet' oldu. Ermeniler, ülkelerinde kendi ırklarından olmayan kişileri yaşatmıyorlar. Bu, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir vandalizmdir. Onlar, Ermeni diasporası kurdular. Biz de Ermenilerle, dünya platformunda mücadele etmek için Azerbaycanlılar diasporasını kurduk. Ermenilerle meşru zeminlerde mücadele etmek ve haklı davamızı dünya kamuoyuna duyurmak için pek çok ülkede yeni diplomatik temsilcilikler açıyoruz. Bugün, 20 civarında olan temsilciliklerimizi 50'nin üzerine çıkaracağız.
50 MİLYON AZERİ
Dünya Azerilerinin sayısı 50 milyona ulaştı. Bunların her biri bizim fahri temsilcilerimiz. Dünya Azerbaycanlılarının II. Kurultayı'na 5 kıtadan 1200 temsilci katıldı.
HEDEF GÜÇLÜ ORDU
Ekonomik olarak hızla güçleniyoruz. 2007 bütçemizde, sadece savunma giderlerimiz için, Ermenistan bütçesinin tamamı kadar bir pay ayıracağız. Onlarla, bir yandan diplomatik yollarla mücadele ederken, bir yandan da güçlü bir ordu ile karşılarına çıkacağız.
PARA SORUN DEĞİL
Bağımsızlığımızın 15. yılına ulaştık. Geçen zaman içerisinde 600 dolar olan milli gelirimizi 2 bin dolara çıkardık. Kısa zamanda bu rakamı 3 bin dolara ulaştıracağız. Azerbaycan'ın bugün artık para sorunu yok. Petrol ve doğalgaz kaynaklarımız bize yetiyor. Ama, en önemli sorunumuz, Ermeniler tarafından işgal edilmiş bulunan topraklarımızı yeniden kazanmaktır.
BATI BİZİ GÖRDÜ
Batı ülkeleri yakın zamana kadar bizimle ilgilenmezlerdi. Ancak, doğal kaynaklarımızın çıktığını ve zenginleştiğimizi görünce, kapımızı çalanların sayısı hayli arttı. Aranan, itibar gören bir devlet konumuna ulaştık.
Demirel ile babam gitti Türkler bir araya gelmedi
Dünya Türklerinin uluslararası platformlarda güçlenmesi için 'Türkçe konuşan ülkeler' arasında sürekli dayanışmaya ihtiyaç var. Bilindiği gibi yıllar önce Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel ile babam merhum Haydar Aliyev, dünya Türklerinin birlik ve beraberliği için çok çaba harcadılar. Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk devletlerinin liderlerini sık sık bir araya getirdiler. Ancak, Sayın Demirel'in görev süresi bittikten sonra, babam Haydar Aliyev'i de kaybettik. Bu iki lider sahneden çekilince, Türk Cumhuriyetleri'nin yöneticileri bir araya gelemez oldular. Maalesef bu zirveler 4 yıldan beri yapılamıyor. Türk Devletleri arasındaki ilişkileri yeniden başlatıp güçlendirmek için, liderlere çağrı yapıyorum. Şayet, bu organizasyona dâhil olacak lider bulamazsam, tek başıma ortaya çıkacağım.
Sarayda kabul etti
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, gazeteci-yazar Hulûsi Turgut'u başkent Bakü'deki Başkanlık Sarayı'nda kabul etti.

19 MART 2006 – Saldırgan 3 Ermeni yaralı.
Fransa'da Lyon'un turistik Bellecour alanı yakınında yapılmak istenen ve hala tartışmalı inşaatı süren sözde Ermeni Soykırım Anıtı'nı protesto yürüyüşünde olaylar çıktı. Saat 14.00'de başlayan protesto yürüyüşünü sabote etmek isteyen ve alana toplanan Ermeni kökenli Fransızlar polis zoruyla dağıtıldı.
Bu sırada çıkan arbedede 3 Ermeni yaralandı. Türk Dernekleri Koordinasyon Kurulu'nun, 'Bayrağını al da gel' adını verdiği yürüyüş önce sakin bir şekilde başladı. Bir anda 500 kadar Ermeni alana girerek Türk vatandaşlarını tahrik etmeye başladı. 2 bin dolayında polisin görev yaptığı protesto yürüyüşü sırasında bazı Ermenilerin güvenlik çemberini yarmak istediği gözlendi. Bu arada polis göz yaşartıcı bomba kullandı. Bellecour da başlayan ve Terreaux meydanına sıçrayan olaylar sırasında Ermeniler polis araçlarını taşladı.

21 MART 2006 – New York Edebiyat Festivali'ni Pamuk açacak.
Yazar Orhan Pamuk'un hakkında "Türklüğe haraket" davasının açılmasından bu yana ilk kez ABD'yi ziyaret edeceği bildirildi. New York Times gazetesi, Pamuk'un 25-30 Nisan günlerinde yapılacak olan "PEN Dünya Sesleri: New York Uluslararası Edebiyat Festivali"nde açılış konferansını vereceğini yazdı.
New York Times gazetesi, uluslararası yazalar ve yayıncılar örgütü PEN Amerika başkanlığında bir nöbet değişikliğinin olacağını, halen başkanlığı yürüten yazar Salman Rüşdi'nin yerine biografi yazarı Ron Chernow'un getirileceğini kaydetti. Rüşdi'nin görevinden ayrılmadan önce 25-30 Nisan günlerinde New York'ta yapılacak olan "PEN Dünya Sesleri: New York Uluslararası Edebiyat Festivali'ni düzenlediğini belirten gazete, bu yıl "İnanç ve Akıl" teması ile gerçekleşecek olan festivalde yazar Orhan Pamuk'un da yer alacağına dikkat çekti.
Pamuk'un, hakkında "Türklüğe hakaret" davasının açılmasından bu yana ilk kez ABD'yi ziyaret edeceğine işaret eden gazete, "PEN tarafından güçlü bir biçimde karşı çıkılan hakkındaki suçlamalar, Ocak ayında düşürüldü" diye yazdı.
NYT, Pamuk'un festivalin açılışında Arthur Miller Yazma Özgürlüğü konferansını vereceğini belirten gazete, festivale Nobel ödüllü iki yazar Nadine Gordimer ve Toni Morrison ile yine Nobel ödüllü ekonomist Amartya Sen'in katılacağına dikkat çekti.

22 MART 2006 - Demokrat olmak kolay değil!
Türkiye'de kendini demokrat ve aydın sananların (veya sayanların) durumu komik çelişkiler içerir aslında... Sık sık demokrasiden, saygıdan, herkese "eşit" insan haklarından, düşünce ve ifade özgürlüğünden dem vurur ama bazen tek bir olayda kendilerinin bu tariflerle hiç ilgili olmadıklarını ortaya koyuverirler.
Onların "demokrasi" anlayışı sadece kendileri ve destekledikleri kitleler yararına kullanıldığı sürece geçerlidir. Düşünce ve ifade özgürlüğü ise sadece kendileri için...
Aynı ifade özgürlüğünden bir başkası yararlanırken hoşlanmadıkları bir durum ortaya çıkarsa duyduktan öfke bir anda "patlayan bir volkana" dönüşebilir. Hem kendileri, hem muhatapları, hem de sonuçta yarattıkları "aydını böyle olursa gerisinden hayır bekle" tarzındaki mesajlarıyla toplum çeker bunun sıkıntısını... Acı bir durum tabii ama bir gerçeğimiz de bu maalesef!
"İğrenç tahrifat"
Hırant Dink'in Agos gazetesi 17 Mart sayısında benim yazılarımla ilgili olarak Halil Berktay'ın yaptığı açıklamayı birinci sayfasından "İğrenç tahrifat" başlığıyla vermiş. İlk cümle şöyle: "Vatan gazetesi yazarı Ruhat Mengi'nin dile getirdiği asılsız iddialar Halil Berktay tarafından 'iğrenç tahrifat' olarak nitelendi."
Daha sonra benim yazılarımdan alıntılar yapılıyor, VATAN'ın; haberi emin değilmiş gibi "İhanet mi, komplo mu?" başlığıyla verdiği ve bir editör hatası olarak yazılan "...komplo olduğu anlaşıldı" cümlesi alınıyor ve Halil Berktay'ın açıklaması ile "Öyle bir yazı yazmadım, yazmam da" dediği okuyucuya aktarılıyor.
Bir kere her şeyden önce bu olaya "İğrenç tahrifat" başlığını birinci sayfadan manşet olarak verebilmek için nerede tahrifat yapıldığının da açıklanmış olması gerekir. Oysa Berktay basına ve topluma, yazdığı mektubun orijinalini, bu mektubu "Ermeni yahoo group"ta ve soykırımın kabulü için çalışanlara yazmadığını, soykırımı bütün varlığıyla savunan Stephen Feinstein'ı hangi nedenle "Soykırımı savunmaz, o Yahudi’dir" şeklinde tanıttığını, kendisi "onunla yazışmadım" derken Feinstein'in çıkıp neden "Berktay'la yazışmalarımızda Halaçoğlu ve Aktan'ın PBS'te konuşmasını savunduk" dediğini açıklamış değil.
Aynen Ermeni olaylarından söz ederken rakam ve belgelerle birçok ülkenin arşivlerinde benzer şekilde yer alan tarihî gelişmeleri açıklamak yerine "reddedici devlet ve onun adamları" cümlesini, arkadan da "eldeki veriler soykırım olduğunu gösteriyoru, "tehcir kararı bile soykırımdır"ı tekrarlayıp durdukları gibi, bu olayda da "yalan, iftira, tahrifat"ı tekrarlıyorlar ama "nerede tahrifat yapılmış, nerede yalan söylenmiş" bunu açıklamıyorlar.
Zira "Armenian yahoo group"a girebilen herkesin bu yazışmaların nasıl olduğunu görmesi mümkün.
Görünen gerçek.
Agos, benim yazılarımda çelişki olduğundan söz ediyor, oysa bende çelişki yok, Berktay'dakiler ise açık seçik ortada.
Neden hâlâ bu çelişkileri açıklığa kavuşturmadığını ona soracaklarına, görevini yapan ve "yurt dışında canının istediği gibi, gerekirse tarihe yalan söyleterek konuşacak özgürlüğü kendinde görenleri" aynı özgür ifade hakkını kullanarak açıklayan gazeteciye saldırmaları garip olmuyor mu?
Basında "görünen gerçek" o konuda haber yazabilmek için yeterlidir. Ben görünen gerçeği yazdım, aksi doğruysa "görünmeyen gerçeği" ortaya çıkarmaya davet ettim. Bunu yapamayanların konuşmaya hakkı yoktur.
Bir açıklama yapılacaksa önce "1,5 milyon Ermeni öldürüldü" diyenlerin o tarihte zaten Osmanlı topraklarındaki tüm Ermeni nüfusunun 1 milyon 600 bin civarında olduğunu bilip bilmedikleri de açıklanmalı. 644 bin Ermeni'nin tehcir sonrası geri dönüp evlerine yerleştiklerini bilip bilmedikleri de...
Hiç değilse tarihi okumadan "Amerika'ya gittim, üç beş Ermeni’yle konuştum, bir de Zoryan Enstitüsü'nde filmler izledim ve olayı kapıverdim diyenleri aralarına almasınlar.
Komediye dönüyor olay!
Türk konsolosluğunu havaya uçurmak isteyen Ermenilere ABD vatandaşlığı
Türkiye'nin ABD'deki Konsolosluğu'nu bombalamayı amaçlayan 2 Ermeni Amerikan vatandaşı olmaya hak kazandı. Los Angeles Bölge Mahkemesi'nin aldığı kararı Ermeni lobileri zafer olarak yorumlarken, ABD'de yaşayan Türk toplumu karardan rahatsızlık duydu.

22 MART 2006 – Sözde soykırımın yıldönümü yaklaşırken Türkler ABD'de girişim başlattı.
Emekli büyükelçiler Gündüz Aktan ve Ömer Lütem panelde konuştu Ermeni iddialarının tarihsel ve belgesel gerçeklere uymadığı anlatıldı
Ermeniler tarafından her yıl 17 Nisan'da anılan sözde Ermeni soykırımı yıldönümü yaklaşırken, Türkiye de Ermeni iddialarını gün ışığına çıkarmak ve kendi haklılığını anlatabilmek için ABD'de girişim başlattı.
Emekli büyükelçiler Gündüz Aktan ve Ömer Lütem, Türkiye'nin New York Başkonsolosluğu ve Üniversitelerarası Türk Öğrenci Birliği'nin (ITTS) girişimiyle, Columbia Üniversitesi Rotunda Kütüphanesi'nde düzenlenen bir panelde, Ermeni iddialarının tarihsel ve belgesel gerçeklere uymadığını anlattı.
Baruck College Politika Bilimleri Profesör Yardımcısı Dov Waxman'ın yönettiği paneldeki konuşmasında, Ermeni iddialarının gerçekleri yansıtmadığını vurgulayan Ömer Lütem, "Engizisyon mahkemelerinden kaçan Yahudilere 500 yılı aşkın bir süre önce kapılarını, yüreğini açan bir devletin, kendi topraklarında yaşayan kişilere soykırım uyguladığını söylemek en azından aymazlıktır" dedi.
LÜTEM: SOYKIRIMDAN SÖZ ETME OLANAĞI YOKTUR
Birinci Dünya Savaşı koşulları içinde, Ermenilerin Türkleri arkadan vurmaya başlamasıyla birlikte üzücü olaylar yaşandığını belirten Lütem, "Bizim elimizdeki belgelere göre ölen Ermeni asıllı yurttaş sayısı 300 bin. Elbette olmasaydı bu üzücü olaylar, ama Ermenilerin katlettiği Müslüman ve Türklerin sayısını da gözönüne almak gerekir" dedi.
İşgal edilmiş ülke topraklarında Türkleri arkadan vurmaya kalkışan Ermenilerin, İmparatorluk sınırları içinde başka yerlere aktarılmak istendiğini de hatırlatan Lütem, "Bu yer değiştirme sırasında da zamanın koşulları içinde istenmeyen sonuçlar doğmuştur. Ama bir soykırımdan söz etme olanağı yoktur" diye konuştu.
AKTAN: ERMENİLER ARŞİVLERİNİ AÇMAKTAN KAÇINIYOR
Panele ikinci konuşmacı olarak katılan emekli Büyükelçi Gündüz Aktan da, Türkiye'nin tüm arşivlerini ve belgelerini açmasına karşın, Ermenistan'ın bundan kaçındığını anımsatarak, "Bizim belgelerimiz ortada ve herkese açık. Ancak Ermeniler arşivlerini, özellikle Patrikhane arşivini açmaktan kaçınıyor" dedi.
New York Başkonsolosu Ömer Önhon ve eski milletvekili Kamer Genç'in de dinleyici olarak katıldığı panelde Aktan, konuşmasını, "Yaşananlar öncelikle ne BM'nin ne de başka kurum ya da ülkelerin açıkladığı 'soykırım' tanımına uymakta. O günkü koşullar altında yanlışlar yapılmış olabilir, savaş suçundan bile söz edilebilir. Ama soykırımdan söz edilemez. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte, çok acı çeken ulusumuz geçmişi unutmaya çalışırken, Ermeniler düzmece söylemlerle geçmişi yaşatmaya çalışmaktalar" diye konuştu.
SIRADA LOS ANGELES, CHICAGO VE WASHINGTON VAR
Emekli Büyükelçi Aktan, panelden sonra yaptığı açıklamada, "Biz ABD'ye daha çok burada yaşayan Türklerle konuşabilmek için geldik. Burada yaşayan Türklerden herhangi bir bilgiye ihtiyacı olan varsa Türklerden, onlara gerekli bilgi ve belgeleri kendilerine aktarabilmek için geldik" dedi. Aktan, Los Angeles, Chicago ve Washington'da da bazı panellere katılacaklarını, Washington'da ABD Kongresi'nde bir yemeğe katılacaklarını belirtti.
Emekli Büyükelçi Lütem de, Amerikalıları, hem de ABD'de yaşayan Türkleri Ermeni iddialarına ilişkin bilgilendirmek üzere bir konferans turunda olduklarını belirtti.

KİLİSE RESTORESİ CEVAP

25 MART 2006 - Bakan Çelik: Kilise restoresi Ermeni diasporasına cevap.
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Akdamar Kilisesi'nin restore edilmesinin, Türkiye'yi soykırımla itham eden Ermeni diasporasına en iyi cevap olacağını söyledi.
Bakan Çelik, Gürpınar ilçesindeki lisenin açılışının ardından Devlet Su İşleri (DSİ) 17. Bölge Müdürlüğü Sosyal Tesisleri'nde düzenlenen Van Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün açılışına katıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Mustafa İsen'in de katıldığı açılışta konuşan Çelik, müdürlüğün, büyük bir tarih ve kültür zenginliğine sahip olan Van'da kurulmasının isabetli bir karar olduğunu belirterek, tabiat ve kültür varlıklarının restore edilip, gelecek nesillere aktarılmasının önemli olduğunu ifade etti.
Hangi dine, hangi döneme ait olursa olsun tarihi ve kültürel eserlerin bulunduğu ülkeye ait olduğunu ifade eden Çelik, şöyle konuştu:
“Biz zaman zaman bazı yerleri sit alanı diye düşünüp çürümeye terk ediyoruz. Oysa bunları korumak için gerekenin yapılması daha önemlidir. Hangi döneme, hangi dine ait olursa olsun, bu tarihi ve kültürel eserler bize aittir, bizimdir. Bunları korumak zorundayız. Akdamar Kilisesi'ni de restore ederek, bizi soykırımla itham eden Ermeni diasporasına en iyi cevabı vereceğiz. Bu nedenle restorasyonun kısa sürede bitirilmesini istiyoruz. Bugün açılışını yaptığımız bu kurul, bu ve buna benzer tarihi ve kültürel eserlerimizi koruma altına alarak geleceğimize ışık tutacaktır. Bu kurulun ilimize ve bölgemize hayırlı olmasını diliyorum.”
Konuşmaların ardından Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün görev alanıyla ilgili kısa bir slayt gösterisi yapıldı.
Açılışa, Vali Niyazi Tanılır, AK Parti Van milletvekilleri, kamu kurum ve kuruluş amirleri ile koruma kurulu üyeleri de katıldı.

25 MART 2006 – Ermeni lobisinden konferansa engel.
ABD'de bir dizi konferansla Türk-Ermeni ilişkilerinin durumunu ve soykırım iddialarını anlatan emekli büyükelçiler Gündüz Aktan ve Ömer Lütem'in, Los Angeles'ta 28 Mart Salı günü düzenleyecekleri konferans, Ermeni lobisinin yoğun baskısı sonucu, Güney Kaliforniya Üniversitesi tarafından iptal edildi.
Aktan ve Lütem, Washington ve New York'ta olduğu gibi, Los Angeles kentinde de 28 Mart Salı günü Ermeni iddiaları ve Türk-Ermeni ilişkilerini bir konferansla anlatacaklardı. Ancak ABD'de Ermenilerin en yoğun olarak yaşadığı kent olan Los Angeles'ta bulunan Güney Kaliforniya Üniversitesi, dün konferansın iptal edildiğini bildirdi.

26 MART 2006 - Ermeni Patriği, ’fakülte’ istedi.
Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II, din adamı sıkıntısı çektiklerini ve din adamı yetiştirmek için herhangi bir üniversitede Hristiyan Fakültesi açılmasını istediklerini söyledi.
Patrik, "Devletimize başvuruda bulunduk ruhban okulu açma yerine İstanbul’daki üniversitelerden birinde fakülte açılmasını istedik. Bu konu hem laiklik, hem de devlet üniversitesinde eğitim alma açısından çok önemli olacak" dedi. Mesrob II, vakıfların sorumluluğundaki dini mekânların onarılacak olmasını da takdirle karşıladıklarını bildirdi ve "Türkiye’ye de bu yakışır" dedi. Hatay’ın İskenderun İlçesi’ndeki 1872’de yapılan Karasunmamuk Ermeni Kilisesi’nin 134’üncü isim günü nedeniyle düzenlenen ayine Patrik Mesrob II’nin yanı sıra Türkiye Katolik Kiliseleri Anadolu Ruhani Lideri Luigino Padovese ile çok sayıda Ermeni asıllı Türk de katıldı. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden otobüslerle İskenderun’a gelen Ermeniler, kilisedeki ayine katılıp dua etti.

OSMANLI ERMENİLERİ

26 MART 2006 - Osmanlı'nın gözde Ermenileri.
Ermeni Kelimesi Bugüne Dek "Soykırım"la Anıldı. Oysa "Pozitif" Öyküler de Var.
Osmanlı'nın son döneminde Ermeni bakanlar hünkârın sadık hizmetkârıydı. II. Abdülhamit;
Agop Kazazyan, Sakız Ohannes ve Mikael Portukal Paşa'ya hazinenin yönetimini vermişti. Devlet erkânındaki Ermeniler arasında padişahın hediye ettiği attan düşüp ölenler de var, casuslukla itham edilenler de... Osmanlı'da azınlık başarıları deyince akla Ermeniler geliyor.
Azınlıkların başarı öyküleri denince dünya tarihinde daha çok Yahudiler akla gelir. 2005 sonu itibariyle yeryüzündeki toplam nüfusları sadece 13 milyon olan Musevilerin ekonomi ve siyasetteki etkinliği "azınlık" ve "başarı" kavramlarının birlikteliğinin somut delillerinden biri. Osmanlı'nın "azınlıklar" panosunda önemli bir yer işgal eden Ermeniler de bugüne dek daha çok tehcir olayı ve soykırım iddiaları ile hatırlandı, anıldı. Osmanlı döneminde Ermenilerin ticaretteki etkinliği de bilinen bir gerçek. Ancak siyaset ve bürokraside aktif görevler alan Ermenilerin gözlerden kaçan başarı öyküleri var. Birinci Meşrutiyetten sonra bakanlıklarda, orduda ve dışişlerinde önemli mevkilere getirilen Ermeniler aristokrat geleneğin olmadığı Osmanlı'da güçlü bir "aristokrat zümre" oluşturuyorlardı. Osmanlı'nın başarılı Er meniler'i arasında, nüfuzlu ailelerin çocuklarının yanı sıra yüksek tahsil bile görmeden kendi imkânlarıyla yükselen ve devletin üst kademelerinde görev yapanlar da var. Başarılı Ermenilerden 22'si; dışişleri, ticaret ve maliye gibi önemli kurumlarda nazırlık yapmışlardı. Bunların haricinde 33 milletvekili ve Osmanlı ordusunda komuta kademesinde görev yapmış 29 paşa bulunuyor.
Ermenilerin etkin olduğu devlet kurumlarından biri de hariciye idi. Osmanlı'nın son döneminde yedi büyükelçi ve 11 başkonsolos Ermeni'ydi. O tarihlerde Ermeni diplomatlar Türk hariciyesinde aktif görevler alırken kaderin garip bir tecellisiyle 1970'li ve 80'li yıllarda Ermeni terör örgütü ASALA yurt dışındaki Türk diplomatlarını hedef seçecekti.
Cumhuriyet Tarihinin İlk Ermeni Milletvekili.
Cumhuriyet döneminde, sadece dışişlerinde değil, diğer devlet kurumlarında da Ermenilerin varlığına rastlanmıyor. Cumhuriyet döneminin ilk Ermeni milletvekili Berç Keresteciyan idi. Keresteciyan, Atatürk'ün Samsun'a çıkışından önce Bandırma gemisine suikast yapılacağını bildiren kişiydi, istiklal Savaşı'nda da büyük yararlılıklar gösteren Keresteciyan, Atatürk'ün kontenjanından Afyon milletvekili olarak TBMM'ye girdi. Keresteciyan, Atatürk'ün vefatından sonra bir kez daha seçildi ve 1942'ye kadar mebusluk yaptı. Sekiz yıl aradan sonra Dr. Andre Vahram, Demokrat Parti listesinden Meclis'e girdi. 1954 yılında ise Dr. Zakar Tarver, 1957de de Mıgırdiç Sellefyan milletvekili oldular. Bu tarihten sonra Ermeni mebus çıkmadı. Sadece 1960 îhtilali'nden sonra Berç Turan, Adalet Partisi'nden senatör seçildi. Bunun yanı sıra Ermeniler, devlet üniversiteleriyle tıp alanında Cumhuriyet döneminde de etkin rol oynamaya devam ettiler. Osmanlı'daysa bürokrasinin üst kademelerinde 41 memur ve 11 üniversite öğretim üyesi Ermeni bulunuyordu.
Padişahın Hediye Ettiği Attan Düşerek Ölen Bakan.
Osmanlı Ermenileri arasında "aristokrat" denilebilecek zümrenin en tanınmış isimlerinden biri Agop Kazazyan Paşa idi. 1833 yılında doğan Kazazyan, yüksel tahsili olmamasına rağmen zekâsıyla sivrilmiş ve hünkârın takdirini kazanarak Hazine'den sorumlu kılınmıştı.
Osmanlı Bankası'nda tercüme bürosu şefliğini yürüten Kazazyan, bu dönemde sarayla yakın ilişkiler kurdu. Hazine-i Hassa'da görev alan Kazazyan, daha sonra II. Abdülhamit'in teklifiyle Maliye Nazırlığı'na getirildi. Padişah'a bağlılığı ile meşhur olan Agop Paşa, Abdülhamit'in kendisine hediye ettiği atını sürerken Kalender Kasrı'nın duvarına çarparak vefat etti.
Halef-Selef Erömeni Bakanlar
Yine II. Abdülhamit döneminde görev yapan iki Ermeni bakan birbirlerinin halefselefi idi. 1897 yılında Sakız Ohannes Paşa, Ermeni Hazine-i Hassa Nazırı Mikael Portukal Paşa'nın ölümünden sonra boşalan göreve getirildi. Ohannes, bu görevi on yıl sürdürdükten sonra istibdat Devri sona erince görevinde ayrıldı. Sakız Adası kökenli olan Ohannes Paşa görevinden ayrıldıktan dört yıl sonra vefat etti.
Ohannes'in bakanlık dönemindeki icraatları arasında Bağdat ile Basra arasındaki deniz ulaşımının gelirini Osmanlı hazinesine bağlama, Selanik Limanı'nm inşaatı, Konya ovasının sulanması ve Anadolu'daki demiryolu tahvillerinin alım-satımı yer alıyordu.

26 MART 2006 - Almanlar ve bizimkiler!
Almanya'da "Frankfurter Allgemeine Zeitung" gazetesi Ermeni soykırım iddiası konusunda bir yorum yayınlamış.
Eberhard Jaeckel imzalı ve "1915 ve 1916 yıllarında yüzbinlerce Ermeni kasıtlı öldürülmedi" başlıklı yorumda Amerikalı tarihçi Guenter Lewy'nin bu iddiayla ilgili kitabından da söz edilerek Osmanlı Devleti'nin kasıtlı bir soykırım yaptığına dair hiçbir delilin olmadığı ifade ediliyor.
Lewy'nin eski kaynakları inceleyerek ve kıyaslayarak vardığı sonuçların ilginç olduğu ve takdir edilmesi gerektiği belirtilerek tehcirin ve o sıradaki kayıpların nedenleri, Osmanlı'nın hangi şartlar altında bu kararı verdiği, tehcir sırasında sağlanan yardımların ise bilinçli bir soykırım ihtimalini ortadan kaldırdığı anlatılıyor.
Guenter Lewy'nin araştırmalarına göre 642 bin Ermeni hayatını kaybetmiş. Yorumda ise "Ancak Türklerin de ağır kayıplar verdiği, bu kayıpların savaşlar kadar hastalıklardan ortaya çıktığı, 1916 yılında Türklere esir olan İngiliz ve Hintlilerin üçte birinin de hayatını kaybettiği, bu durumda Ermeni ölümlerinde kasıt aranamayacağı" dile getiriliyor.
Ermeniler tarafından öldürülen, anne kucağındaki bebekler dâhil 530 bin Türk olduğu, Türklerin çeteler tarafından kasıtlı, planlı şekilde, köylere, evlere baskınlar yapılarak katledildiği düşünülecek olursa "soykırım iddiasının kabul edilir yanı olmadığı" zaten görülecektir.
Acaba bir gün bizim, nasıl ikna edildikleri belli şekilde "sözel ifadelerle, anılarla tarihi yeniden yazmaya merak saran" yazarlarımız ve akademisyenlerimiz de Alman gazetesi kadar tarafsız olabilirler mi dersiniz?

PAMUK’UN KOLAY ÇÖZÜMÜ

27 MART 2006 - Fatih'in katili kim?
Orhan Pamuk'un kolay çözümü!
25 Mart Cumartesi günü Vatan'ın Çikolata ekinde, Buket Aşçı'nın röportajında ünlü yazar Pınar Kür'ün Orhan Pamuk'un sözleriyle ilgili açıklaması ne ilginçti değil mi?
Pamuk, Kür'e "Ne kadar şanslısın. Yasaklandıkça meşhur oluyorsun. Keşke benim de kitaplarım yasaklansa" demiş. Pınar Hanım "Neyse o işi de kıvırdı" diyor, "yasaklanacak nitelikte kitap yazamadı ama verdiği demeçle mahkemeye verilmeyi başardı. Ve dünya çapında patırtı kopardı bildiğiniz gibi..."
Bildiğiniz gibi, bilmediği bir konuda ve her nasılsa belli bir grubun hangi hesapla buldukları anlaşılmayan "1,5 milyon Ermeni öldürüldü" lafını aynen kullanarak, ayrıca "Kimse konuşamıyor, ben konuştum" cümlesiyle aydın cesaretini (!) cümle âleme ispatlayarak mahkemeye verildi Pamuk.
Dava kapandı ama o "cesaretiyle" İtalya'dan, Almanya'dan ödüller almaya başladı bile... Kimbilir belki gelecek sefere Nobel'i de alır.
Bir Türk yazarın yurtdışında ödül alması veya bir ülke aydınlarının gerektiğinde kendi ülkelerini, devletlerini de eleştirmesi takdir edilecek bir durumdur ama bunu yapacağım diye veya "kitaplarımı okutacağım, ödül alacağım" diye bilmedikleri bir konuda haksızlık yaparak tarihi saptırmalarına hiçbir toplumda hoşgörüyle bakılmaz.
Pınar Kür, Orhan Pamuk'un yıllar önceki gıptasını açıklamakla onun hakkında yeterli bilgiyi vermiş oldu. Bundan sonra "aydın" tanımını kullanmak için daha fazla düşünmek gerekecek!

28 MART 2006 – Ermenilerin Türk Katliamları Bu Sitede.
İngilizce, Fransızca ve İspanyolca olarak hazırlanan bir internet sitesinde 20. yüzyılda Ermeni çeteleri tarafından 1 milyon Türk'ün öldürüldüğü belirtilerek herkes sanal anıta bir sanal karanfil koymaya davet ediliyor.
YABANCILAR KARANFİL VERİYOR
'Bir asırlık sessizlik', 'Unutulan 1 milyon' ve 'Ermeniler cinayetlerini hala inkâr ediyor' başlıkları atılan 'http://memorial.imprescriptible.us/index.php' adresindeki sitede, 'Doğu Anadolu'dan (1914-1922) Azerbaycan'a (1988-1994) Ermeniler toplu katliamlar gerçekleştirdiler. Bir milyondan fazla kişinin ölümüne sebep oldular. Bu inkâr edilen soykırımların mezarsız ve unutulan mağdurları için bu Sanal Anıtı onların anısına gerçekleştirdik. Bu anıt ayrıca Ermeni terörizminin (1975-1985) bütün mağdurlarına da ithaf ediliyor. Ermeni terörizminde Avrupa ve ABD'de masum insanların kanı döküldü' ifadelerine yer veriliyor.
Sitede ayrıca 'Adınızı yazın ve unutulan mağdurların anısına siz de bir çiçek bırakın. Hep birlikte haydi sessizliği bozalım. Böylece hatıralar canlı kalır' çağrısı yapılıyor.

28 MART 2006- "Ararat" filmi yayınlansın mı?
Kanaltürk, pazar günü başlattığı uygulamayla bir ilk'e imza attı. "Ermeni yalanlarını içeren propaganda filmi Ararat ve hemen ardından da aynı konunun tartışılacağı açık oturum, Kanaltürk ekranlarında yayınlansın mı yayınlanmasın mı?" konusu izleyici oylamasına sunuldu.
İzleyiciler oylarını 3636'ya mesaj atarak bildiriyorlar. Oylamaya bugüne kadar 21 bin kişiden 18 bini "yayınlansın", 3 bini ise "yayınlanmasın" oyu kullandı.
Ermeni yalanlarını içeren, ikinci "Gece Yarısı Ekspresi" olarak adlandırılan ve bugüne kadar Türkiye'de yayınlanmayan filmin gösterimi ve bu uygulama için Kanaltürk yetkilileri "Bizim bu filmi oylamaya sunma nedenimiz, filmin yayınından çok, yarattığı kurmacayı gerçeklerle çürütmektir" şeklinde konuştular.
İşin bir başka ilginç boyutu ise filme dublaj yapacak seslendirme sanatçısı bulunamaması. Kanaltürk filmlerinin seslendirmesini yapan Mega Prodüksiyon'un çalıştığı dublaj sanatçıları bu teklifi ekstra ücretler önerilmesine rağmen reddettiler. Ayrıca filmlere altyazı hazırlayan şirketler de "Ararat" için çalışmayı kabul etmediler. Bunun üzerine filmin altyazıları Kanaltürk stüdyolarında hazırlandı.
Ben filmi geçen yıl özel gösterimde izleme olanağı bulmuştum. Filmde Türkler "külliyen" istilacı, barbar, katliam yapmaktan başka işi olmayan insanlar olarak gösteriliyor. Özellikle bir Türk subayının Ermeni kızına tecavüz ettiği sahne tamamen propagandaya yönelik son derece vahşi görüntüler içeriyor. Kanaltürk filmi yayınlama kararı alsa bile bu sahneleri ekrana getirebileceğini hiç sanmıyorum.
ERMENİLERİN TÜRK KATLİAMLARI BU SİTEDE
İngilizce, Fransızca ve İspanyolca olarak hazırlanan bir internet sitesinde 20. yüzyılda Ermeni çeteleri tarafından 1 milyon Türk'ün öldürüldüğü belirtilerek herkes sanal anıta bir sanal karanfil koymaya davet ediliyor.
YABANCILAR KARANFİL VERİYOR
'Bir asırlık sessizlik', 'Unutulan 1 milyon' ve 'Ermeniler cinayetlerini hala inkâr ediyor' başlıkları atılan 'http://memorial.imprescriptible.us/index.php' adresindeki sitede, 'Doğu Anadolu'dan (1914-1922) Azerbaycan'a (1988-1994) Ermeniler toplu katliamlar gerçekleştirdiler. Bir milyondan fazla kişinin ölümüne sebep oldular. Bu inkâr edilen soykırımların mezarsız ve unutulan mağdurları için bu Sanal Anıtı onların anısına gerçekleştirdik. Bu anıt ayrıca Ermeni terörizminin (1975-1985) bütün mağdurlarına da ithaf ediliyor. Ermeni terörizminde Avrupa ve ABD'de masum insanların kanı döküldü' ifadelerine yer veriliyor.
Sitede ayrıca 'Adınızı yazın ve unutulan mağdurların anısına siz de bir çiçek bırakın. Hep birlikte haydi sessizliği bozalım. Böylece hatıralar canlı kalır' çağrısı yapılıyor.

28 MART 2006 – Aydınların yeni görevi.
USA Turkish Times'dan bir mail gelmiş:
"26 Mart Pazar günü öğlen 12.00'de University of Southern California da Türk Ermeni ilişkileri hakkında düzenlenecek olan ve Emekli Büyükelçiler Gündüz Aktan ile Ömer Lütem'in katılacakları konferans üniversite yönetimi tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden iptal edilmiştir. Vatandaşlarımıza saygı ile duyurulur."
Okuyunca hemen doğrulamak üzere bir küçük araştırma yaptım, haberin doğru olduğunu öğrenince de "vatandaşlara" özellikle de "bazı vatandaşlara" duyurmaya karar verdim. Zira bu bazı vatandaşlar Türkiye'de bir üniversite yönetimi bir konferansı (halktan gelen tepkiler üzerine) iptal ettiğinde kıyametleri koparmış, Türkiye'yi 'DÜNYA BASINI'na şikâyet etmişlerdi.
Bu durumda hemen aynı ekibin ortaya çıkıp University of Southern California yönetimine "konuşma, düşünce, konferans özgürlüğüne kısıtlama getirdiği" için de aynı şikayeti yapmaları, bunu da dünyaya duyurmaları gerekir. Elleri, dilleri buradan Fransa'ya, Amerika'ya anında yetiştiğine (oradaki Feinstein gibi soykırım savunucuları da buralara anında yetiştiğine) göre bunu yapmak bir görev olmalı.
Tarih nasıl yazılır?
Örneğin; 25 Eylül 2005'te Washington Post'ta yayımlanan "In İstanbul, a Crack In The Wall of Denial" başlıklı (İstanbul'da, inkâr Duvarındaki Çatlak) makalesinde ve daha sonra Habertürk'teki konuşmasında aynı sözleri tekrarlayan Elif Şafak bunu yapabilir.
Ne diyor Elif Şafak; aynen Michigan Üniversitesi'nin Prof. Fatma Müge Göçek'i gibi "soykırım olayına Amerika'ya gittikten sonra vâkıf olduğunu" anlatıyor. Şu cümlelerle:
"2002 yılında ABD'ye gittikten ve Ermeni-Türk entelektüellerin ortak çalışmasına katıldıktan sonradır ki 1915'te başlayan ve Türklerin 1,5 milyon Ermeniyi öldürdükleri ve yüzlerce, binlercesini evlerinden sürdükleri suçuyla ciddi şekilde yüzleşme ihtiyacı hissettim. Daha çok soykırım konusunda, özellikle yaşayan mağdurların ifadelerinde yoğunlaştım; Toronto'da Zoryan Enstitüsü'nün Ermeni arşivlerinde kayıtlı röportaj bantlarını izledim, bana aile hatıralarını ve sırlarını açacak kadar özverili olan Ermeni büyükannelerden ve arkadaşlardan hikâyeler dinledim. Ve sadece bu korkunç sürede işlenen suçların değil, sistematik inkâr yoluyla ortaya çıkan etkinin de daha kötü olduğunu gördüm."
Taner Akçam'ın da pek yakın olduğu, hatta "Türk Milliyetçiliği ve Ermeni Soykırımı" kitabının önsözünde direktörü George Shirian'a teşekkürler bildirdiği Zoryan Enstitüsü en "taraflı", en "Türk karşıtı" Ermeni kurumlarından biri... Şimdi, oralara kadar gidip bu kurumlardan ve büyükannelerden tek yanlı olarak "soykırımı öğrenenlerin, makaleler, kitaplar yazanların, özgür konferans hakkı isteyenlerin, bir Amerikan üniversitesinde konferans engellenmesine de "tarafsız aydın" kimlikleriyle karşı çıkmaları beklenir.
Yoksa bu da mı beklenmemeli?
Cevaplarını duymak isterdim doğrusu!

PROF. ATAÖV’DEN KONFERANS

29 MART 2006 - Prof. Ataöv'den New York'ta sözde Ermeni soykırımı konferansı.
'Tarafsız bir mahkeme kurulsa iddiaların geçersizliği ortaya çıkacak'
ABD'nin New York kentinde bulunan Türkevi'nde, dün Ermeni Sorunu konulu bir konferans veren Ataöv, "Somut belge ve kanıtlara dayanarak karar verecek, tarafsız bir mahkeme kurulsa, soykırım iddialarının geçersizliği ortaya çıkacaktır" dedi. Ataöv, "2002 yılında kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi (International Criminal Court) o zaman olsaydı ve bu dava görülseydi orada ki bugün de görülmesine razıyız, katiyyen tutturamazlar, bunu bilin. Bir mahkeme kesin olarak iddiayı destekleyecek belgeleri ister, o belgeler yok" diye konuştu.
ERMENİLERİN İDDİALARI BELGELERE DEĞİL, YALANLARA DAYANIYOR
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kuruluşundan önceki davalara bakmadığını anımsatan Ataöv, "Ama olabilseydi, bu mahkeme de Ermeni iddialarının asılsızlığını anlardı. Ermeni iddaları belgelere ve tarihsel gerçeklere değil, kişisel öykü hatta yalanlara dayanıyor. Belgeler yok, ortadan kaldırılmış değil, yok belgeler, zaten yoktu. Yani devletin bunları ortadan kaldırın diye emirlerini içeren belgeleri çıkarmaları gerek. Böyle bir emir verilmedi ki" diye konuştu.
Dünya tarihinde, çok az sayıda soykırım gerçekleştirildiğini anımsatan Ataöv, Türkleri soykırımla suçlamaya çalışan bazı ülkelerin önce kendi tarihlerine bakmaları gerektiğini de anımsatarak, "Bunlardan bir tanesi yani devlet kararıyla bunu uygulama ABD'de ortaya çıkmıştır, Amerika’nın yerli halkına karşı" dedi.

DÜŞÜK KATILIMA SİTEM
Türkevi'ndeki konferansına katılımcı sayısının 15'i geçmemesi üzerine, New York'ta kaç Türk yaşadığını soran Türkkaya Ataöv, "100 binin üstünde" yanıtı aldıktan sonra, izleyicilerle birlikte fotoğraf çektirirken, "Bu fotoğrafı Ermeni iddiası sahipleri görmesin, bu kadar az katılıma gülerler" dedi.
Ermeni yasa tasarısı, Alman Federal Meclisi tarafından oybirliği ile kabul edildi
Almanya'da tüm partiler tarafından üzerinde uzlaşmaya varılarak hazırlanan Ermeni yasa tasarısı, Alman Federal Meclisi tarafından oybirliği ile kabul edildi.

29 MART 2006 - Askerin kanadını kırmayın.
Kırık Kanatlar'ın son bölümü değişik platformlarda tartışma konusu oldu. 'Yakından Kumanda"ya bu bölümle ilgili farklı görüş ve eleştiriler ulaştı, izleyemeyenler için bu bölümü özetleyeyim:
Kasabada aynı evde yaşayan üç kadın, bir Yunan'a yardımcı oldukları gerekçesiyle, muhtar ve sarıklı cüppeli bir mollanın kışkırtmalarıyla hain ilan edilip, meydanda taşlandı. Bu sırada iki Türk subayı olaya müdahale etmek istedi. Muhtarın oğlu, kızları kurtarmak için ileri atıldığında, teğmen onu da linç girişimcilerinden biri sanarak tabancayla vurup, öldürdü. Muhtar da oğlunun intikamını almak üzere teğmenin kafasına silah dayadı. Olay, Ankara'dan gelen resmi bir heyet tarafından soruşturuldu. Heyetin başındaki paşa, "Linç girişimcilerini cezalandırsak, halk ayaklanacak. Cezalandırmasak otoritemiz sarsılacak. Subaya ceza vermesek bu kez de adil davranmadığımız ileri sürülecek. Ne yapmamız gerektiğini Ankara'ya sormalıyız" dedi. Ankara'dan gelen "emir" uyarınca, "orta yol" bulundu. Teğmen, askerlikten uzaklaştırıldı. Muhtar da görevinden...
Ama ne yalan söyleyeyim, bu çözüm bana hiç de adil gelmedi. Halkı kışkırtan muhtar ve dini duyarlılıkları kullanarak kadınları recm etmeye kalkışan çember sakallı mollanın daha ağır bir cezaya çarptırılması gerekirdi diye düşünüyorum. O dönemin olağanüstü şartlarında, canını hiçe sayıp, onca kahramanlık gösterdikten sonra galeyana gelen halkı yatıştırmaya ve üç kadının hayatını kurtarmaya çalışırken "kazaen" bir kişiyi öldüren teğmen için verilen "ordudan azil" kararını ise "ağır" bulduğumu söylemeliyim.
Umarım, dizinin senaristleri bu haksız durumu ortadan kaldırmak ve teğmenin nezdinde askerin itibarını iade etmek konusunda geç kalmazlar.
Zira o dönemin "Ankara'sı" öyle yapardı!
"Ararat" filmi yayınlansın mı?
Kanaltürk, pazar günü başlattığı uygulamayla bir ilk'e imza attı. "Ermeni yalanlarını içeren propaganda filmi Ararat ve hemen ardından da aynı konunun tartışılacağı açık oturum, Kanaltürk ekranlarında yayınlansın mı yayınlanmasın mı?" konusu izleyici oylamasına sunuldu.
İzleyiciler oylarını 3636'ya mesaj atarak bildiriyorlar. Oylamaya bugüne kadar 21 bin kişiden 18 bini "yayınlansın", 3 bini ise "yayınlanmasın" oyu kullandı.
Ermeni yalanlarını içeren, ikinci "Gece Yarısı Ekspresi" olarak adlandırılan ve bugüne kadar Türkiye'de yayınlanmayan filmin gösterimi ve bu uygulama için Kanaltürk yetkilileri "Bizim bu filmi oylamaya sunma nedenimiz, filmin yayınından çok, yarattığı kurmacayı gerçeklerle çürütmektir" şeklinde konuştular.
İşin bir başka ilginç boyutu ise filme dublaj yapacak seslendirme sanatçısı bulunamaması. Kanaltürk filmlerinin seslendirmesini yapan Mega Prodüksiyon'un çalıştığı dublaj sanatçıları bu teklifi ekstra ücretler önerilmesine rağmen reddettiler. Ayrıca filmlere altyazı hazırlayan şirketler de "Ararat" için çalışmayı kabul etmediler. Bunun üzerine filmin altyazıları Kanaltürk stüdyolarında hazırlandı.
Ben filmi geçen yıl özel gösterimde izleme olanağı bulmuştum. Filmde Türkler "külliyen" istilacı, barbar, katliam yapmaktan başka işi olmayan insanlar olarak gösteriliyor. Özellikle bir Türk subayının Ermeni kızına tecavüz ettiği sahne tamamen propagandaya yönelik son derece vahşi görüntüler içeriyor. Kanaltürk filmi yayınlama kararı alsa bile bu sahneleri ekrana getirebileceğini hiç sanmıyorum.
ERMENİLERİN TÜRK KATLİAMLARI BU SİTEDE
İngilizce, Fransızca ve İspanyolca olarak hazırlanan bir internet sitesinde 20. yüzyılda Ermeni çeteleri tarafından 1 milyon Türk'ün öldürüldüğü belirtilerek herkes sanal anıta bir sanal karanfil koymaya davet ediliyor.
YABANCILAR KARANFİL VERİYOR
'Bir asırlık sessizlik', 'Unutulan 1 milyon' ve 'Ermeniler cinayetlerini hala inkâr ediyor' başlıkları atılan 'http://memorial.imprescriptible.us/index.php' adresindeki sitede, 'Doğu Anadolu'dan (1914-1922) Azerbaycan'a (1988-1994) Ermeniler toplu katliamlar gerçekleştirdiler. Bir milyondan fazla kişinin ölümüne sebep oldular. Bu inkâr edilen soykırımların mezarsız ve unutulan mağdurları için bu Sanal Anıtı onların anısına gerçekleştirdik. Bu anıt ayrıca Ermeni terörizminin (1975-1985) bütün mağdurlarına da ithaf ediliyor. Ermeni terörizminde Avrupa ve ABD'de masum insanların kanı döküldü' ifadelerine yer veriliyor.
Sitede ayrıca 'Adınızı yazın ve unutulan mağdurların anısına siz de bir çiçek bırakın. Hep birlikte haydi sessizliği bozalım. Böylece hatıralar canlı kalır' çağrısı yapılıyor.

BM’DE ERMENİ ŞOVU

01 NİSAN 2006 - BM’de Ermeni skandalı.
BM’de sözde "soykırım" forumu düzenleyen Ermenilerin suçlamalarına karşı Prof. Türkkaya Ataöv savunma yapınca ortalık karıştı. BM, Ermeni şovuna sahne olurken, forumu yöneten New York Times mensubu gazeteci, Prof. Ataöv’ün konuşmasını engellemek isteyince skandal yaşandı.
ABD’deki Ermeniler, "Soykırım: O Zaman ve Şimdi. 21. Yüzyıldan Alınan Dersler" başlıklı bir forum düzenleyerek, sözde "soykırım"ı BM’ye taşımaya çalıştılar. Ermeni ve Ruanda Büyükelçilikleri ile Armenian General Benevolent Union’un BM’de yaptığı forumda, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Siyasi İşler Yardımcısı İbrahim Gambari’nin de adı geçiyordu.
Ancak Gambari, toplantının Türkiye’yi hedef aldığını öğrenince, konuşma yapmaktan vazgeçti ve adının konuşmacılar listesine konulmasının hatalı olduğunu bildirdi. İlk girişimleri boşa giden forum organizatörleri, hemen ikinci aşamaya geçtiler.
Zoryan Enstitüsü Soykırım Araştırmaları Direktörü Prof. Vahak Dadrian bir konuşma yaparak, Ermeni katliamının Abdülhamit döneminde, 200 bin Ermeninin öldürülmesiyle başladığını öne sürdü. Hızını alamayan Dadrian, militan İslamcıların, 1918-1920 yılları arasında Anadolu’daki Ermenileri sistematik olarak katlettiklerini de iddia etti.
Toplantıyı izleyen tarihçi Prof. Türkkaya Ataöv söz isteyerek, "Alman kaynaklarında görülen gizli raporlara atfen Osmanlı yöneticilerinin soykırım emri verdiklerini söylüyorsunuz. Belgeleri görenler var diyorsunuz. Kim görmüş bunları, nerede belgeler" diye sorunca, ortalık karıştı.
Forumu yöneten, New York Times gazetesinin Ermeni yanlısı dış haberler müdür yardımcısı Andrea Kannapell, Prof.Ataöv’ün konuşmasını engellemeye çalıştı.
Bunun üzerine Ataöv, "Taraf tutuyorsunuz. Dadrian 40 dakika konuştu, karşı görüş için zaman tanımıyorsunuz" dedikten sonra, Osmanlıların, Ermenilere ibadet, eğitim, iş-ticaret hakkı tanıdığını, devlette dışişleri bakanlığı dâhil önemli mevkilere getirildiklerini vurguladı. Kannapell’in konuşmasını tekrar kesmesini takiben, salondaki bir grup Ermeni sert şekilde Prof.Ataöv’e çıkışmaya yeltendiler.
Prof. Ataöv’ün, Ruanda Büyükelçiliği temsilcisine yönelttiği "Göstermelik bir toplantı bu. Tek taraflı suçlama olmaz" şikâyeti üzerine, "Biz de toplantının propaganda forumuna dönüşmesini istemiyoruz" şeklinde destek aldı. Ataöv, BM’deki toplantının Ermenilerin sözde "soykırım"ı uluslararası platforma çekme yolundaki gayretine bağlayıp "Sevr’i uygulama programının bir parçası bu" dedi.

01 NİSAN 2006 - Aktan ve Lütem’in konferansı iptal.
ABD’de bir dizi konferansla Türk-Ermeni ilişkilerinin durumunu ve soykırım iddialarını anlatan emekli büyükelçiler Gündüz Aktan ve Ömer Lütem’in, Los Angeles’ta geçen 28 Mart Salı günü düzenleyecekleri konferans, Ermeni lobisinin yoğun baskısı sonucu, Güney Kaliforniya Üniversitesi tarafından iptal edildi.
Aktan ve Lütem, Washington ve New York’ta olduğu gibi, Los Angeles kentinde de Ermeni iddiaları ve Türk-Ermeni ilişkilerini bir konferansla anlatacaklardı. Ancak ABD’de Ermenilerin en yoğun olarak yaşadığı kent olan Los Angeles’ta bulunan Güney California Üniversitesi konferansın iptal edildiğini açıkladı.

MAVİ KİTAPLI KONFERANS

02 NİSAN 2006 - Ermeni tarihçiden İstanbul’da, Mavi Kitap’lı konferans.
İstanbul Üniversitesi tarafından geçen 15-16 Mart’ta düzenlenen "Türk-Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar" konulu konferansta konuşan Ermeni tarihçi Ara Sarafyan, soykırım tezinin başyapıtı Mavi Kitap’ı alıp soykırım iddialarını bir bir sıraladı.
Aynı konferansta konuşmacı olan emekli Büyükelçi ve CHP milletvekili Şükrü Elekdağ, Mavi Kitap’ta yer alan bilgilerin düzmece olduğunu ABD’li tarihçi Justin Mc Carty’nin ortaya koyduğunu savundu ve bu nedenle İngiltere Parlamentosu’na başvururak bu kitabın kaynak olarak kullanılmamasını talep ettiklerini belirtti. Bunun üzerine söz alan Ermeni tarihçi Ara Sarafyan kendisinin önce 2000 yılında, arkasından 2005 yılında Amerikan arşivlerinden yararlanarak kitapta sözü edilen bütün kaynaklara ulaştığını ve belgeleri kitaba eklediğini söyledi.
ABD’nin o dönemde tarafsız olduğunu, Amerikan belgelerinin bu nedenle önemli olduğunu ifade eden Sarafyan, "Bunları kabul etmek istemeyebilirsiniz ama belgeler de ortada. Bize düşen, tarihçiler olarak oturup bunları tartışabilmektir. Konferans bitince de temasımızı kesmeyelim ve daha sık bir araya gelelim. Aramızdaki sorunu ancak bu tür bilimsel toplantılarda tartışarak çözebiliriz. Bu cesur adım için İstanbul Üniversitesi’ne minnettarım" dedi. Oturum sonunda Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun, "Gelin birlikte çalışalım" teklifini Sarafyan kabul etti.

02 NİSAN 2006 - Ermeniler telaşta...
Yeni bir nisan ayına dün girdik. Bir başka deyişle "Ermeni soykırımı" iddialarının mevsimi geldi.
Ama son bir yıl içinde bu konuyla ilgili bazı gelişmeler oldu.
Gelişme deyince aklınıza Dışişleri Bakanlığımızın bu konuda yeni bir şeyler yaptığı gelmesin.
Bireysel olarak çaba gösteren bir avuç diplomatımızı hariç tutarak söyleyelim. Oradan bir şey beklemek beyhudedir.
Dediğimiz gelişme, herkesin görebileceği kadar açık ve basit:
Türkiye’deki üniversitelerden bilimsel tarafsızlığını kaybetmemiş olanlar biliyorsunuz son aylarda "Ermeni soykırımı" konusunu ele alan uluslararası sempozyumlar düzenlediler. Buna İstanbul Teknik Üniversitesi öncülük etti. İstanbul Üniversitesi onu izledi. Bu konferanslara Ermeni tezinin en önde gelen Türk ve Ermeni savunucuları ile başka uluslara mensup bilim adamları da çağrıldılar.
İlginçtir... Ermeni tezinin ne Türk savunucuları bu toplantılara katıldı, ne de Ermeni diasporasının veya Ermenistan’ın önde gelen militanları gelip de "Biz şu kanıtlara dayanarak sizin (veya atalarınızın) o suçu işlediğinizi söylüyoruz" diyebildiler.
Çünkü kanıt diye ortaya neyi çıkarsalar, onun çürütüldüğünü ve çürütüleceğini artık biliyorlar. Bunu da birkaç üniversitemizin inisiyatifine ve birkaç sivil toplum örgütünün işbirliğine borçluyuz.
Dediğimizin son örnekleri dünkü Hürriyet’te vardı.
Hürriyet’in New York Temsilcisi Doğan Uluç’un bildirdiğine göre Birleşmiş Milletler’de düzenlenen "Soykırım" konulu bir toplantıda Ermeni fanatizminin temsilcileri, iddialarını ispatlamak için bazı kanıtlardan söz edince müdahale eden Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, "Dediğiniz gizli belgeleri görenler olduğunu söylüyorsunuz. Kim görmüş bunları? Nerede belgeler?" diye sorunca balonları patlamış. Çareyi Ataöv’ü susturmakta bulmuşlar.
Benzeri bir olay İstanbul Üniversitesi’nin düzenlediği sempozyumda da yaşanmış, İngilizlerin Osmanlı’yı suçlayan meşhur Mavi Kitap’ını 2001 yılında yeniden yayınlayan Ara Sarafyan, kitaptaki örneklerin propaganda amaçlı yalanlarla dolu olduğunu gerekçeleriyle anlatan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ı yanıtlayamamıştı.
Biliyorsunuz Başbakan Tayyip Erdoğan, Ermenistan’a, "Gelin sizin ve bizim tarihçiler tüm belgeleri incelesin, gerçeği ortaya çıkartsın" önerisinde bulununca da cesaret edip, "Biz varız" diyemediler.
Geçenlerde iki emekli Büyükelçimiz Gündüz Aktan ile Ömer Lütem’in Los Angeles’ta Türk tezini anlatmak amacıyla konuşmalarına bile, oradaki Ermeniler engel oldular. Toplantıyı yaptırmadılar.
Bu nisan ayında Amerika’daki PBS isimli kanalda "Soykırım" konulu bir belgeselin ardından iki tezin savunucularının 25 dakikalık bir programda konuşmasına da, ifade özgürlüğü deyince mangalda kül bırakmayan Amerikalılar ve Ermeniler engel oldular.
Görüldüğü gibi, sağlam bilgi, güçlü kanıt sonuç almaya yetiyor.
Demek ki bizim yıllardır üstümüze çöken uyuşukluğu terk edip, gerçeklere dayanan ama savaş mantığıyla olaya giren aydınlara ihtiyacımız var.

03 NİSAN 2006 - Manzara-i umumiye (Genel görünüm).
Ülkede manzara-i umumiye (genel görünüm) hiç de iyi değil. Türkiye bir türlü çözemediği iç ve dış sorunları tarafından kuşatılmış durumda.
İçerde, PKK terör örgütü en güçlü olduğu dönemlerde yapamadığı sivil ayaklanma denemelerine girişti.
Terör örgütünün tahrikiyle Kürt ırkçılığı hızla yükseliyor. Buna bazı işbirlikçiler de katkıda bulunuyor.
Türk toplumunun varlığına yönelik bu başkaldırılar Türk ırkçılığının da endişe verici bir şekilde kabarmasına neden oluyor.
Çok yazık... Bin yılı aşkın bir süre Anadolu’da birlikte yaşamış, omuz omuza Kurtuluş Savaşı vermiş iki halk, birbirlerine düşman hale getirilmek isteniyor.
Dışarıda Ermeni ve Rum lobileri düşmanca manevralarını sürdürüyor.
Avrupa Birliği içindeki Türkiye karşıtları her fırsatı değerlendirerek darbe üstüne darbe vuruyorlar.
Bir de yaşadığımız coğrafyadaki tehlikeli gelişmeler var...
İçeride ise bir sürü önemli ve etkili insan inanılmaz bir vurdumduymazlık içinde.
Kimileri ihanet bile ediyor.
En sıkıntılı durum ise bütün bu vahim gerçekleri algılayamayan, rakamlarla oynayarak ekonomiye yaldızlı ambalajlar yapmakla meşgul bir iktidarın ülke yönetiminde olması.
Bugün Türkiye’deki görünüm budur.
Mart ayının ortalarında İstanbul Üniversitesi’nde "Türk Ermeni İlişkilerinde Yeni Yaklaşımlar" konulu bir sempozyum düzenlendi.
Sempozyuma çoğu Ermeni iddialarını savunan 11 yabancı tarihçi ve yazar da katıldı. (Ermeniler yurtdışında Türk tezini savunanları konuşturmuyorlar.)
Bunların arasında, Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlayan, 1916 yılında İngiltere’nin Amerika’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokmak amacıyla hazırlattığı "Mavi Kitap"ın Ermeni Gomidas Enstitüsü tarafından bastırılan 2000 yılındaki son sayısının editörü Ara Sarafyan da vardı.
Sarafyan konuşmasında, içerdiği iddiaların düzmece ve yanlı olduğu kanıtlanan "Mavi Kitap"ı savundu ve gerçekleri yansıttığını iddia etti.
Söz alan CHP İstanbul Milletvekili Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ yaptığı konuşmada "Mavi Kitap"ın gerçek yüzünü sergiledi.
Kitaptaki bilgilerin ve tanık ifadelerinin çoğunun Amerikalı misyonerlere, Ermeni komitacılara ve militanlara ait olduğunu kanıtlarıyla ortaya koydu.
Kitabı İngiliz propaganda dairesinin isteği üzerine hazırlayan Büyükelçi Viscount Bryce ile ünlü tarihçi Arnold Toynbee, iddiaların sadece Ermeni yanlısı Amerikalı misyonerlere ve Ermeni çetecilere ait olduğunun anlaşılmaması için gerçek isimler yerine kodlar kullanmışlardı.
Geçtiğimiz yıllarda Amerikalı tarihçi Prof. Justin McCarthy İngiliz belgelerini incelerken bu kotlara ait kimlikleri buldu.
Buna göre, "Mavi Kitap"ta yer alan 150 belge ve raporun Amerikalı misyonerler tarafından yazıldığı, 52’sinin Ermeni komitacıların raporlarından ve Ermeni gazetelerin yazdıklarından alındığı, 7’sinin ise Taşnak Partisi yöneticilerinin düzenlediği, geriye kalan 32 belgenin ise tamamen uydurma kişilere ait olduğu belirlendi.
Elekdağ kitabın yazarı Toynbee’nin 1922’de yayınladığı "The Western Question in Greece and Turkey" adlı kitabında Mavi Kitap’ı şöyle tanımladığını belirtti:
"... gerektiği şekilde savaş propagandası olarak yayımlanan ve dağıtılan Mavi Kitap."
Ermenilerin Türklerin soykırım yaptıkları iftira ve yalanlarına Batılıların inanmasını doğal karşılamak gerekir.
Ama insan içerdeki inananları, hele hele bazılarının ortaya çıkıp ülkesini soykırım yapmakla suçlamasını affedemiyor.

ORHAN PAMUK MUTLU OLSUN

04 NİSAN 2006 - Mutlu bir Pamuk!
İngiltere'nin en önemli gazetelerinden The Guardian Orhan Pamuk'la röportaj yapmış ve Pamuk gazetenin ekine de kapak olmuş.
Yazar Aida Edemairam "Edebiyat, Yurtseverlik ve İhanet" başlıklı röportajında Pamuk'un "ülkesine hakaret suçuyla hapse girme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını, ancak bu konudan söz etmek istemediğini" belirtmiş.
Daha sonra da Orhan Pamuk'un "Türkiye'de yazar olmanın İngiltere'de yazar olmaya benzemediği, Türkiye'de bir yazarın aynı zamanda bir 'siyasi paratoner' olduğu" tarzındaki sözlerini aktarmış.
Orhan Pamuk, her ne kadar kendi ifadesiyle "Türkiye'de yazarlığın kolay olmadığını" söylemişse de aslında kendisi için "fazla kolay" oldu. Zira İngiltere'de yazar olsaydı siyaseti kullanarak ve kasten kendini "siyasi paratoner" durumuna getirerek Guardian'a bu kadar kolay kapak olamazdı. Belki de hiç olamazdı.
Avrupa'da kitapları okunuyordu ama İtalya, Almanya ve Fransa'dan bu kadar kısa zamanda 3 ödül birden getirmiyordu. (Bu arada biz normal yollardan ödül alan, başarılı olan yazarlarımızla elbette gurur duyarız, onu da tekrar hatırlatmış olayım.)
Yazar Pınar Kür'e yıllar önce "Keşke benim de kitaplarım toplatılsaydı da senin gibi şöhret olsaydım" diyen Pamuk sonunda, bilmediği ve bilmediğini de söylediği çok ciddi bir ülke sorununda "aykırı görüş" bildirerek ve olay yaratarak istediğine kavuştu. Artık o mutlu bir Pamuk.
Bakın İtalya'da yayımlanan Gömere della Sera gazetesine verdiği açıklamada ne diyor:
"Devletin hoşlanmadığı şeyleri söyleme cesaretini gösterenlere karşı uygulanan bir yasa olan 301. madde kurbanı diğer yazarlar ve gazeteciler adına da mutluyum. İfade özgürlüğünü giderek gerçekleştirme yolundayız."
Yani kendisini diğer yazarlar adına da önemli bir iş başarmış yazar konumunda görüyor. Oysa maalesef yaptığının ifade özgürlüğü ile bir ilgisi yoktu, bugün hâlâ kendi yararına yontmaya çalıştığı eylemi "yalan söyleme özgürlüğü" ile ilgiliydi.
İfade özgürlüğü hiçbir araştırma yapmadığınız, elinizdeki belgelerle kanıtlayamayacağınız konularda papağan gibi sloganlar tekrarlamak değildir.
The Guardian'in çıktığı ülke olan İngiltere'nin Dışişleri Bakanlığı da, (Mavi Kitap'ın bile İngiltere'den çıkmış olmasına rağmen) "Osmanlı döneminde bir Ermeni soykırımı olduğunu gösteren hiçbir belge bulunmadığını" resmen açıkladığına göre hâlâ Avrupa basınına "ifade özgürlüğü mağduru" havasında açıklamalar yapması, doğrusunu isterseniz akla Pınar Kür'ün açıklamasını getiriyor.
Orhan Pamuk "1 milyon Ermeni ile 30 bin Kürt"ü Türklerin öldürdüğünü söylemese ve bu yalanın yarattığı tepkiden hâlâ yararlanmasa Avrupa basınının röportajlarında ne anlatacaktı merak ediyorum doğrusu.
Her nedense kısa yoldan şöhrete kavuşmak isteyen bazı entelektüel (okurlar 'aydın' dememize itiraz ediyorlar) ve yazarlar da aynı cümleleri kullanıyorlar. Şu söylediklerinin bir de bilimsel açıklamasını yapabilseler ne kadar aydınlatıcı olacak...
Ama o yok işte!

05 NİSAN 2006 - Prizin de markası ve reklamı oldu.
Picasso'dan sonra Gulbenkian Müzesi geliyor.
Lizbon'da meşhur Mısır kedisinin sergilendiği bir müze vardır, Gulbenkian Müzesi. 2 yıl önce Lizbon'a gittiğimde zaman darlığından müzeyi hızla turlayıp, çıkmıştım. Aklım kalmıştı. Sabancı Müzesi Picasso İstanbul'da sergisinden sonra Gulbenkian Müzesi'nden bir sergiyi getiriyor. Bu müzenin bizim için farkı şu: Calousta Sarkis Gulbenkian, İstanbul Üsküdar doğumlu bir Ermeni. Doğum tarihi 1869. 1942'de Lizbon'a gelmiş ve hayatının son 13 yılını Lizbon'da geçirmiş. Lizbon'da sanata ve kültüre inanılmaz yatırımlarda bulunmuş. Portekiz'in en ücra köylerinde kütüphaneleri, kültürevleri var Gulbenkian'in.
Lizbon'daki müzede ise karşımıza çok tanıdık eserler çıkıyor. İznik çinileri, Bursa halıları, Osmanlı minyatürleri... Mezapotamya, İslam, Ermeni ve Uzakdoğu eserleriyle dolu bir müze.
İşte bu müzeden bir sergi 15 Nisan-28 Mayıs tarihlerinde Sabancı Müzesi'nde olacak.
Bakalım hangi eserler gelecek? Picasso gibi bu da kaçırılmaz.
Merkel: "Türkiye ile tam üyelik müzakereleri yürütmek sorumsuzluk olur"
Almanya'da muhalefette bulunan Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi Genel Başkanı Angela Merkel, Avrupa kamuoyunun Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıktığı iddiasından hareketle, birliğin Ankara ile tam üyelik müzakerelerine girmemesi gerektiğini öne sürdü.

05 NİSAN 2006 - Biz neden H.Y., P.G, V. J. diye yazıyoruz?
…………..
Pamuk yeniden iç pazarı hatırladı!
Nobel Edebiyat Ödülü için adının geçtiği günlerde, "Türkiye'de 1 milyon Ermeni, 30 bin de Kürt öldürüldü" diyen ve Avrupalı bazı çevrelerin desteğiyle yargılanmaktan son anda kurtulan Orhan Pamuk şimdi ağız değiştirmiş:
"Türkiye'nin AB'ye girmesini istemeyen muhafazakârlar beni kullandı..."
Günaydın!
Biz de aylarca bunu söylemedik mi?
İyi de o zaman neden "kullandırttın" kendini Orhan Bey kardeşim?
Neden o adamları arkana alıp, poz poz resim çektirirken kullanıldığını akıl edemedin, uyarılara kulak tıkadın da bugün konuşuyorsun?
Sorumun yanıtını ben vereyim:
Çünkü o gün, "Baskı altındaki büyük yazar" rolünün sana prim yaptıracağını düşünüyordun...
Bugün ise; artık seni okumamaya karar veren benim gibi eski "yerli" okurlarını tavlamaya, küçülen pazarını büyütmeye çalışıyorsun...
"Dış pazar" daralınca, yeniden iç pazarı canlandırmak istiyorsun...
Ama artık yemezler. En azından ben kendi adıma yemem.
Sana "kullanılmışlık" duygunla baş başa, verimli bir yazın hayatı dilerim!

BELÇİKA SENATO HEYETİ ANKARA’DA

06 NİSAN 2006 - Belçika Senato Heyeti TBMM'de.
Belçika Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı François Roelants du Vivier ve beraberindeki heyet, Türkiye-Belçika Parlamentolararası Dostluk Grubu'nu ziyaret etti.
Konuk parlamento heyetiyle görüşme yapılırken, Dostluk Grubu Başkanvekili CHP Iğdır Milletvekili Yücel Artantaş ve Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, terörist Fehriye Erdal'ın kaçmasını sordular.
Belçika Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı François Roelantsdu Vivier, Belçika'nın gereğini yaparak terörist Erdal'ı yargılayıp cezalandırdığını söyledi. Vivier, Erdal'ın kaçmasında sorumluluğu olanların mutlaka cezalandırılacağını ifade etti.
CHP'li Öğüt, Vivier'e, Belçika Senatosu'nun 1998 yılında Ermeni soykırımı iddialarına ilişkin bir kararı kabul ettiğini hatırlatarak, ''bugün aynı kararı kabul eder misiniz?'' diye sordu.
Vivier de ''Eğer yeterince bilgi ve belge sahibi olmamışsam tarihle yüzleşmek için (evet) derdim'' cevabını verdi.
Bunun üzerine Öğüt, bir toplumun dedelerine, bilgi ve belge sahibiolmadan ''katil'' denilemeyeceğini vurgulayarak, ''Bu ülkenin dedeleri katil değil, kahramandır'' diye konuştu.
MOSKOVA ARŞİVLERİNDEKİ RAPOR
Öğüt, 1918 yılında kurulan Ermenistan'ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni'nin Moskova arşivlerinde bulunan raporunun yer aldığı kitabı konuk heyete dağıtarak, ''Bu belgede bizzat Ermenistan Başbakanı, 'soykırım olmamıştır. Ermeni askerleri Türkleri çukurlara doldurarak başlarını taşlarla ezmişlerdir' diyor. İşte belge'' dedi. CHP'li Öğüt, NATO'nun merkezinin Brüksel'de olduğunu hatırlatarak, neredeyse dünyadaki tüm terör örgütlerinin liderlerinin Brüksel'de ofisi olduğunu söyledi. Terör örgütlerinin, NATO karârgahının bulunduğu Brüksel'den temizlenmesini isteyen Ensar Öğüt, terörist Fehriye Erdal'ın da bir siyasi suçlu değil, 3 kişinin ölümünden sorumlu bir katil olduğunu hatırlattı.
Komisyon Başkanvekili Yücel Artantaş da terörü destekleyen bazı ülkelerin daha sonra terörden zarar gördüklerini ifade ederek, ''terörün sağı, solu, dincisi olmaz'' dedi.
Artantaş, Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarının yüzde 25'ini işgal altında tuttuğunu hatırlatarak, AB'nin bu duruma karşı tavır almadığı eleştirisini yöneltti.
Konuk heyet başkanı Vivier de ülkesinde teröristlerin himaye görmediğini belirterek, AB'nin, Ermenistan işgaline karşı tavır aldığını söyledi.

12 NİSAN 2006 – Zapsu'nun sözleri 'çuval'dan daha ağır.
Baykal, Erdoğan'a yüklendi: Danışman Zapsu'nun sözleri Irak'ta Türk askerlerinin başına giydirilen çuvaldan daha ağır bir çuvalın, Türk milletine giydirilmek istenmesidir
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, dünkü grup toplantısında Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Cüneyd Zapsu ile Genel Başkanı Yardımcısı Şaban Dişli'nin ABD'deki temasları sırasındaki açıklamalarına değindi.
•Satıveriyor: Türkiye'de terör mücadelesinin Zapsu aklıyla çözülemeyeceğini söyleyen Baykal şöyle konuştu: "Bu sözler bir süre önce Irak'ta Türk askerinin başına giydirilen çuvaldan çok daha ağır bir çuvalın Türk milletine giydirilmek istenmesidir. Başbakan Türkiye'yi pazarlamaya çalışıyordu, şimdi başdanışmanı da Başbakanı pazarlamaya çalışıyor. Başbakanı pazarlarken de Türkiye'yi salıveriyor."
• Zapsu'nun aklıyla...: PKK ile masaya oturmanın Türkiye'ye çok zarar vereceğini savunan Baykal şöyle devam etti: "Müzakere açmak karşınızdakinin meşruiyetini kabul etmek demektir. Masaya oturdunuz mu artık eşit konumdasınız. Müzakerede muhatap çok önemlidir. Sen PKK ile masaya oturduğun zaman dönüp de ABD'ye, AB ülkelerine 'PKK'yı muhatap alma sakın' diyemezsin. Cüneyd Zapsu aklıyla bu işler çözülmez."
•Bakanlığı kabul etmedim: Başbakan Erdoğan'ın, "Terör örgütlerinin liderlerini Meclis'e CHP soktu" sözlerini de değerlendiren Baykal, şöyle devam etti: "Başbakan terörle mücadeleyi bir kenara bıraktı, CHP ile mücadeleye başladı. Neymiş? CHP terör örgütü PKK'lılar ile Meclis'te bir arada olmuş, onları Meclis'e CHP taşımış. Bir süre sonra Başbakan'a dediler ki 'CHP değil, SHP, bu olayın Baykal ile ilgisi yok'. Başbakan da 'olsun aynı Meclis'te görev yaptılar'dedi. Aynı Meclis'te bulunmanın bir sorumluluk oluşturması halinde bunun hesabını verelim. Bana o hükümette bakan olma teklifi yapılmış reddetmişim. 'Gel istediğin bakanlığı al' demişler, ben 'teşekkür ederim' demişim. Şimdi CHP bu olaylar söz konusu olduğu zaman yok. Varolan parti CHP değil, olamaz. Çekiç Güç operasyonun altına onay vermemiş nadir milletvekillerinden birisiyim.

13 NİSAN 2006 - Diasporadan Mahçupyan'a ve Dink’e tepki.
Avrupa Parlamentosu’nun Yeşiller grubunca düzenlenen "Geçmişin Geleceği: Türkiye’deki Ermeniler" konulu panele ve konuşmacılara, Ermeni diasporası büyük tepki gösterdi. Avrupa Ermeni Federasyonu, konferansın asıl amacının "Türkiye’nin AB’ye kabulü için bu soruna çözüm bulunması" olduğunu öne sürdü.
Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı Laurent Leylekian imzasıyla yayınlanan bildiride, panelde Türkiye’deki Ermenileri temsil eden konuşmacıların yaptıkları konuşmalar, "muğlak ve tutarsız" olarak nitelendirildi. Panelde, yazar Etyen Mahçupyan ve Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink de yer aldı.
Mahçupyan’ın, "soykırım" nitelemesini diyaloğu bloke ettiği için reddettiği kaydedilen bildiride, Dink’in, Avrupalıları sorumlu tutatak Türk devletini suçsuz ilan ettiği öne sürüldü.
Brüksel'den yayın yapan haber sitesi "ABHaber"e göre, paneli yöneten AP Milletvekili Cem Özdemir’in "soykırım" sözcüğünü kullanmaktan kaçındığı belirtilen bildiride, konferansın amacının, Ermeni sorununu tekrar Ankara’ya hatırlatmak ya da Türkiye’deki Ermenileri kışkırtmak değil, Türkiye’nin AB’ye kabulü için bu soruna çözüm bulunması olduğu öne sürüldü. Bildiride şöyle denildi:
"Avrupalılar, iki yıl önce düştükleri hataya tekrar düşmemelidirler. Durum oldukça açık. Türkiye, ’Ermeni soykırımı’ ile yok sayılamayacak bir suç işlemiştir. Türkiye bu sorumluluğu duymalıdır ve AB ilkelerine uymak için elinden geleni yapmalıdır."
Panelin, Türk devletinin ilham verdiği, konuyu saptırma girişimi olduğu öne sürülen bildiride "Konferans, Türk stratejisinin çizgisindedir" ifadesi kullanıldı.

14 NİSAN 2006 – Bilgi Üniversitesi'nde 'Ermeni Sorunu' konferansı.
Biliyorsunuz "tarihe alternatif bir tarih" arayan bazı akademisyen ve yazarların Boğaziçi Üniversitesi'nde yapmak istedikleri "tek görüşlü" konferans bu Üniversite tarafından ertelenmiş ve daha sonra Bilgi Üniversitesi'nde yapılmıştı
Biliyorsunuz "tarihe alternatif bir tarih" arayan bazı akademisyen ve yazarların Boğaziçi Üniversitesi'nde yapmak istedikleri "tek görüşlü" konferans bu Üniversite tarafından ertelenmiş ve daha sonra Bilgi Üniversitesi'nde yapılmıştı.
15 Nisan Cumartesi günü Bilgi Üniversitesi'nde yine "Ermeni olayları" konulu bir konferans yapılacak.
Gelen bildiride "Bu kez Ermeni iddialarının, tezlerinin değil, tarihî gerçeklerin dile getirileceği, Bağımsız Toplumsal Hareket Derneği tarafından düzenlenen bir panel olduğu" belirtiliyor.
Bu konferans, Bilgi Üniversitesi'nde 24-25 Eylül'de gerçekleştirilen "İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri Konferansı"na yanıt olarak, Türk halkının ve Bilgi Üniversitesi öğrencilerinin talebiyle, öğrenci klubünün aracılığıyla hazırlanmış.
Konuşmacılar; Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, ASAM Başkanı ve Büyükelçi Gündüz Aktan, Dumlupınar Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Aygün Attar...
Türkiye'nin Ermeni iddialarıyla bugüne kadar haksızca suçlanmasına, bazı Avrupa ülkeleri ve Amerikan eyaletlerinde yıllarca sürdürülen faaliyetlerle olayların "soykırım" olarak kabulünün sağlanmasına ve şimdi de Türkiye'ye "20. yüzyılın ilk soykırımcısı" damgası vurulmak istenmesine itiraz eden herkes bu konferansa davet ediliyor.
TV'de tartışacağız
Bilgi Üniversitesi'nde daha önce "Devlet tezine karşı çıkıyoruz" diyerek tek sesli konferans düzenleyen ve kendileriyle aynı görüşte olmayan hiçbir tarihçi ve dinleyiciyi davet ermeyen ekibin hepsi bu konferansa davet edilmiş ama katılmayı kabul eden olmamış. Ermenistan'dan davet edilen 5 kişi ise "Soykırımı peşinen kabul etmezseniz gelmeyiz" cevabını vermişler. Katılmayı kabul etmeyen Türk grupla enteresan bir benzerlik yok mu sizce de?
Türkiye'yi soykırımla suçlayan ve büyük tepki toplayan Ararat filminin de televizyonda gösterildiği, 17 Nisan'da Amerika'nın PBS televizyonunda Ermeni diasporası tarafından hazırlanan "Soykırım Belgeseli nin gösterileceği hafta içinde (ayrıca dünyanın soykırım günü olarak kabul etmesine çalışılan 24 Nisan tarihi de yaklaşırken) ben de 16 Nisan Pazar günü Ermeni olaylarını STAR televizyonundaki programımda işleyeceğim.
Sabah 11.30'da başlayacak olan "Her Açıdan"ın konukları:
Topkapı Sarayı Müzesi Başkan Vekili Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ve ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanı, Büyükelçi Gündüz Aktan olacak...

ERDOĞAN’DAN KOÇARYAN’A DAVET

15 NİSAN 2006 - Erdoğan'dan 'Komisyon kuralım' daveti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan'a mektup göndererek, 1915 dönemine ait gelişme ve olayları incelemek amacıyla ortak bir komisyon kurulması yolundaki önerisini resmen iletti.
Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, Erdoğan mektubunda, ''dünyanın hassas bir bölgesinde ortak bir tarih ve komşu coğrafyayı paylaşan Türk ve Ermeni halklarının uzun yıllar bir arada yaşadıklarını, ancak ortak tarihlerinin bir bölümüne ilişkin yorum ve değerlendirme farklılıklarının bulunduğunu'' vurguladı.
Mektubunda, ''geçmiş yıllarda iki halka acı hatıralar bırakan bu farklılıkların bugün de iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini kolaylaştırmayan bir rol oynadığını'' kaydeden Erdoğan, bu görüşlerin ana muhalefet partisi lideri Deniz Baykal tarafından da paylaşıldığını belirtti.
Erdoğan mektupta, iktidar ve ana muhalefet partisinin ortak önerisi olarak Türk ve Ermeni tarihçi ve uzmanlarından oluşan bir grubun 1915 dönemine ait gelişme ve olayları sadece Türk ve Ermeni arşivlerinde değil, ilgili üçüncü ülkelerde yer alan tüm arşivlerde araştırarak, bulgularını uluslararası kamuoyuna açıklamalarını teklif etti.
Dışişleri Bakanlığı açıklamasında şöyle denildi:
''Başbakan Erdoğan, bu yönde bir girişimin hem tarihin tartışmalı bir bölümüne ışık tutacağını, hem de Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesine hizmet edecek bir adım oluşturacağını kaydetmiş, gelecek nesillere dostça ve daha barışçı bir ortam devretmeyi amaçlayan bu önerinin Ermenistan tarafından kabul göreceğine ilişkin ümidini izhar etmiş ve kabul gördüğü takdirde, önerinin ayrıntılarını görüşmeye Türkiye'nin hazır olduğunu bildirmiştir.''

17 NİSAN 2006 - Hrant Dink: Geçmişte Ermenilerin düştüğü oyuna şimdi bazı Kürtler düşüyor.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, geçmişte Ermenilerin düştüğü Batı’nın oyununa şimdi Kürtlerin düştüğünü söyledi.
Ermenilerin geçmişte İngiliz, Alman, Fransız ve Ruslara güvenmekle hata yaptığını söyleyen Dink, Amerika’nın Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurma vaadine Kürtlerin inanmamasını istedi.
Malatyalı İşadamları Derneği (MİAD), 3. Fikir Platformu toplantısı çerçevesinde Malatyalı ünlülerle Malatya üzerine bir söyleşi düzenledi. Toplantıya Hrant Dink’in yanı sıra AK Parti Malatya Milletvekili Ali Osman Başkurt, TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, eski Milli Eğitim Bakanı Metin Emiroğlu, Malatyalı İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak, sanatçı Kenan Işık ve Star Gazetesi yazarı Cumali Ünaldı katıldı. Malatyalı ünlü simalar sunumlarından sonra hemşehrilerinin sorularını cevapladı. Söyleşide kendisinin de Malatyalı olduğunun altını çizen Dink, Ermenilerin Osmanlı’dan kurtulmak için oyuna geldiğini savundu. Dink, “İngiliz, Fransız, Rus ve Almanlar geçmişte bu topraklarda oynadıkları oyunları bugün de tekrarlıyor. Geçmişte Ermeni halkı, onlara güvendi. Kendilerini Osmanlı’nın zulmünden kurtaracak zannetti. Ama yanıldılar; çünkü onlar kendi işlerini, hesaplarını yapıp gittiler. Bu topraklarda da kardeşi kardeşe kan içerisinde bıraktılar.” diye konuştu. Bugün Kürtlerin aynı oyuna alet olduğunu iddia eden Agos Genel Yayın Yönetmeni, Amerika’nın Kürtleri Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurmak bahanesiyle kullandığını savundu. “Amerika geldi, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere.” diyen Ermeni asıllı gazeteci, geçmişteki oyunun aynen bugün de oynandığını hatırlattı. Dink, “Siyasi hesaplar, parti farklılıkları bir kenara itilmeli. Amerika bu. Gelir kendi işine bakar, işi bittiğinde de çeker gider. Sonra da buradaki insanlar kendi aralarında didişir.” diye konuştu. 7 yaşına kadar Malatya’da kaldığını, kendisini gerçek anlamda Malatyalı hissettiğini ifade eden Hrant Dink, Malatya’da akrabalarının olduğunu dile getirdi.
Rektör Prof. Dr. Mesut Parlak ise konuşmasında bilim ile siyasetin birbirinden mutlaka ayrılması gerektiğine temas etti. Parlak, “Ben siyasetçi değilim. Bilim adamının siyasetle işi olmaz. Öğretim üyelerime de ‘Siyasetten kesinlikle uzak durun’ diyorum.” şeklinde konuştu. Türklerin tarih boyunca Ermenilerle problem yaşamadığını söyleyen Parlak, medyayı duyarsızlıkla suçladı. Star Gazetesi yazarı Cumali Ünaldı Malatya’nın tarihi geçmişini anlatırken, sanatçı Kenan Işık da, Malatya insanını tarif etmeye çalışarak çocukluk anılarını anlattı.
Kayseri’de Patrikli Ermeni sempozyumu
Erciyes Üniversitesi’nde ‘’Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği’’ isimli bir sempozyum yapılacağı belirtildi. Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cengiz Utaş, bu yıl ilkini düzenleyecekleri sempozyuma 42 üniversiteden 125 bilim adamının yanı sıra Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob Mutafyan’ın da katılacağını açıkladı. 3 gün sürecek olan sempozyum, Sabancı Kültür Sitesi’nde 20 Nisan’da düzenlenecek açılış töreniyle başlayacak.

19 NİSAN 2006 –"Pamuk kapıyı açtı Türkler içeri girecek."
Pulitzer ödüllü İngiliz gazeteci Robert Fisk, Ermeni derneklerinin davetlisi olarak New York'ta katıldığı bir panelde yaptığı konuşmada Türkiye'nin soykırım iddialarını er ya da geç kabul edeceğini söyledi
Pulitzer ödüllü İngiliz gazeteci Robert Fisk, Ermeni derneklerinin davetlisi olarak New York'ta katıldığı bir panelde yaptığı konuşmada Türkiye'nin soykırım iddialarını er ya da geç kabul edeceğini söyledi. Fisk şöyle konuştu: "Türkiye, İsrail ve ABD'nin Ermeni Soykırımı'nı kabul etmemesi mide bulandırıcı. Ancak sonunda kabul edeceklerine dair belirtiler ortaya çıkıyor. Orhan Pamuk ve Elif Şafak gibi isimlerin son dönemdeki açıklamaları bunu gösteriyor. Onlar kapıyı açtılar şimdi o kapıdan hem Ermeniler hem de Türkler girecek."

FRANSA LYON’DA ERMENİ ANITI

20 NİSAN 2006 - Ermenilere hatıra.
Fransa’nın Lyon kentinde 24 Nisan’da açılacak sözde Ermeni Soykırım Anıtı, "Türkçe ve Fransızca" sloganların ve küfürlerin yazılmasının ardından Ermeni asıllı Fransızlar ve güvenlik ekipleri tarafından 24 saat koruma altına alındı.
Fransa’nın Lyon kentinin en işlek meydanı Bellecour’un hemen bitişiğindeki Antonio Poncet Alanı’na inşa edilen sözde Ermeni Soykırım Anıtı, Türkçe ve Fransızca sloganların yazılmasından sonra sıkı korumaya alındı. Anıt birçok Fransız Parlamenter’in katılacağı törenle açılacak. Yazı yazılmasının ardından Ermeni asıllı Fransızlar, oluşturdukları özel güvenlik elemanları ile 24 saat nöbet tutmaya başladı. Lyon Belediyesi ikisi anıt sahası içinde, ikisi dışında dört polisi görevlendirdi. Özel güvenlik elemanlarının ve jandarmanın koruyacağı anıt alanına ve dış cepheye güvenlik kameraları yerleştirilmeye başlandı.
24 SAAT İZLENECEK
700 metrekare alanda inşaatı gizlilik içinde sürdürülerek yapımı bitirilen Ermeni Soykırım Anıtı’nın, sözde soykırımın yıldönümü nedeniyle 24 Nisan tarihinde açılacağı bildirildi. Polis gözetiminde çevresinde temizlik ve son düzenlemesi yapılan anıtın inşaat sorumlusu, anıtın tüm işlerinin bittiğini açıkladı. Anıtın yapımı mahkeme kararıyla 01 Nisan’da durdurulmuştu. Ancak 06 Nisan’da özel bir izin çıkarılarak anıtın yapımına devam edildiği öğrenildi. 11 Nisan’da tekrar askıya alınan anıtın yapımı, bazı garantilerin verilmesi üzerine geceli gündüzlü sürdü. Belediye Başkanı Yardımcısı Jean Louis Touroine, anıtın içerden iki ve dışardan da bir kamerayla sürekli izleneceğini belirtti. Son yapılan saldırının daha büyüğünü yaşamamak için gerekli önlemlerin alındığı kaydedildi.
TÜRKÇE SLOGAN
"Ne mutlu Türküm diyene" şeklinde Türk sloganın yanı sıra Fransızca küfürlerin de yazıldığı anıta yapılan saldırıyla ilgili düzenlenen basın toplantısında konuşan Ermeni Soykırım Anıtları Yapım Derneği Başkanı Jules Mardirassian, dernek görevlisi Kepenekian ve Lyon Belediye Başkanı Yardımcısı Jean-Louis Tourine, Türkiye’ye sert eleştirilerde bulundular.
Artık koruyorlar.
Fransa’nın Lyon kentinde açılacak sözde Ermeni Soykırım Anıtı’na meçhul kişiler tarafından yazılan Türkçe ve Fransızca sloganlar şöyle: Ne Mutlu Türküm Diyene (Türkçe), Soykırım asla olmadı (Fransızca). Ayrıca Türkçe ve Fransızca çok ağır küfürler de yazıldı. Bunun üzerine anıtı korumaya aldılar.
Halk da istemiyor.
Lyon Belediyesi, 2004 yılında aldığı bir kararla, kent merkezinde 700 metrekarelik bir alanın içinde Ermeni soykırımı iddialarını anmak için bir anıtın dikilmesine onay vermişti. Anıtın yaklaşık 130 bin euro tutarındaki masrafının 45 bininin belediye bütçesinden karşılanması kararlaştırılmıştı.
Anıtın dikileceği mahalledeki bazı Fransız sivil toplum kuruluşları, UNESCO koruması altındaki bölgenin dokusunu bozacağı ve anıtın estetik olarak mahallenin yapısına ters düştüğü gerekçesiyle Lyon İdare Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma davası açmışlardı. Anıt 36 beton direkten oluşuyor. Zemin son teknolojik sistemle ışıklandırılacak. Anıtın olduğu yer, metronun giriş-çıkışı olduğu için her gün on binlerce kişi yanından geçiyor. Lyon ve çevresinde 150 bin Ermeni yaşıyor.

21 NİSAN 2006 - Türklerle Ermeniler Karşı Karşıya Gelecek.
Ermeni kökenli ABD'liler, Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği önünde, 21-25 Nisan tarihleri arasında, ellerinde pankartlarla her gün protesto gösterisi düzenlemeye hazırlanıyor.
ABD'deki Türk ve Azeri toplumu üyeleri ise bu gösterilere karşılık, karşı kaldırımda Türkiye'nin tezlerine destek veren bir gösteri düzenlemeyi planlıyor.
Karşı gösteri planlarından haberdar edilen Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği yetkilileri, Türk ve Azerilere, 'serinkanlı' davranmaları ve 'tahriklere kapılmamaları' uyarısında bulundu. Protesto gösterileri nedeniyle ABD'liler, Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği önünde geniş güvenlik önlemleri alacak. Bu arada Başkan Bush’un geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da 'soykırım' ifadesini kullanması beklenmiyor.

PATRİK MESROB II, DESTEKÇİLERİ UTANDIRDI

22 NİSAN 2006 - Patrik'ten iyi biliyorlar!
Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II, Kayseri'de düzenlenen bir sempozyumda "19. yüzyıl sonlarına doğru ilişkilerin gerginleşmeye başlamasında Osmanlı'nın Alman, Amerikan, Fransız, İngiliz, Rus devletlerinin ve İstanbul Ermeni Patriklerinin sorumluluğu vardır. Varılan acı sonuçta tarafların sorumluluğu eşit olmasa bile taraflardan birinin kendi sorumluluğunu reddederek tamamen diğer tarafa yüklenmesi ahlaki değildir" şeklinde bir konuşma yapmış.
Vardıkları acı sonuçta tarafların sorumluluğu eşitti, Osmanlı'yı tehcir kararına iten de, sürdürdükleri katliamlara Müslüman halkın karşılık vermesi veya askerin olayları bastırmasına neden olan da Patriğin saydığı ülkelerin, özellikle İngiliz ve Rusların yarattığı "Bağımsız Ermenistan" hayaliyle yola çıkan ve devleti sırtından vuran Ermeni çeteleriydi.
Bu nokta dışında Patrik Mesrob II'nin açıklaması dürüstçe ve Ermeni diasporasını olduğu kadar, Ermeni Patriğinden daha emin ve taraflı bir gayret içinde olan Türk destekçilerini de utandıracak nitelikte... Tabii utanırlarsa... Ben onun sözlerinin de dinlenmeyeceğine ve bu grupların ayrı tempo ve çizgide çalışmalarını sürdüreceğine inanıyorum.
Bugüne kadar onca dünya tarihçisinin, onca tarih belge ve bilgisinin gösterdiği açık gerçeği görmek istemeyenler bunu mu görecekler?
Büyükelçi Şensoy'un sözleri!
Washington'daki Türkiye Büyükelçiliği PBS televizyon kanalının tek yönlü yayınıyla ilgili olarak bir basın açıklaması yapmış.
Büyükelçi Nabi Şensoy'un açıklaması genelde doğru bir zemine oturmasına ve bize yapılan birçok haksızlığı dile getirmesine rağmen ciddi bir hata da var:
Konudan "this issue remains unresolved" şeklinde (bu mesele çözümlenememiştir) söz etmesi... Mesele birçok ülkenin arşiv belgeleriyle çözümlenmiş durumda. Tarih kafadan yazılmayacağına göre olaylar ortada. Zaten Ermeni tarafının ve Türk destekçilerinin, konunun tartışılacağı hiçbir toplantı veya W programına katılmamalarının, "peşinen soykırım kabulü" istemelerinin nedeni de bu.
Olayların tarih belgeleriyle açıklamasını yapmadan, kanıtlamadan "Türkler Ermeni soykırımı yapmıştır" diyen şahıs ve ülkeler bu kadar eminken, Türkiye Büyükelçisi neden emin değil ve neden burada "iftira ve baskı yoluyla kabul ettirme" faaliyeti olduğunu söylerken Türkiye'ye asla kabul ettiremeyeceklerini ve gerçeği tarihin anlattığını, aksini iddia edenlerin belgelerle ortaya çıkması gerektiğini vurgulamıyor?
Sorunlarımızın çözülmesini istiyorsak daha kararlı ve özgüvenli olmak zorundayız!

22 NİSAN 2006 – Ermeni mektubuna Hillary imzası.
ABD Kongresi'nin iki kanadından toplam 209 üye, Başkan George W. Bush'a mektup yollayarak, 24 Nisan açıklamasında "soykırım" sözcüğünü kullanmasını istedi.
Temsilciler Meclisi'nden 178, Senato'dan da 31 üye mektubu imzaladı. Temsilciler Meclisi'ndeki mektuba Ermeni lobisinin önde gelen isimleri Joe Knollenberg ile Frank Pallone öncülük ederken, Senato'da imzacılar arasında Hillary Clinton'un olması dikkat çekti.

24 NİSAN 2006 - İşte, 1915 tehcirinin il il dökümü.
Ermeni tehcirinin mimarı olan Dâhiliye Nazırı ve Sadrazam Talat Paşa, 1915 tehcirinin tamamlanmasından sonra, İçişleri Bakanlığı’nın bünyesindeki "İskân, Aşiretler ve Muhacirler Müdürlüğü"ne sonuç listeleri hazırlatmış ve listelerin bir kopyasını da kendisine almıştı.
Ben, ilk defa yayınlanan bu belgeleri 1982 yılında Paşa’nın o sırada hayatta bulunan eşi Hayriye Talat Hanım’dan temin etmiştim. Belgelerde yer alan sayılar, eminim, birçok okuyucuya tahmin ettikleri miktarlardan daha yüksek gelecektir ve bunun sebebi de, bu konuda bugüne kadar sayılara dayanan akademik bir yayın yapmamamız ve Ermeni diasporasının iddialarına karşı sadece kendimize yönelik bir propagandaya dayalı cevaplar vermemizdir. Dolayısıyla, "Talat Paşa’nın Tehcir Belgeleri" Türkiye için "suç delili" değil, dünya savaşı sırasında sınırlarda savaşan birliklerimizi son derece zor durumda bırakan bir ayaklanmaya karşı devletin "meşru müdafaa" kanıtıdır.
Sadrazam ve Dâhiliye Nazırı Mehmet Talat Paşa’nın özel arşivinde bulunan tehcir dosyaları, tehcirin üzerinden 91, Paşa’nın Berlin’de bir Ermeni terörist tarafından katledilmesinin üzerinden de 85 sene geçmesinden sonra, ilk defa bugün, bu sayfada yayınlanıyor.
Ben, bu belgeleri Sadrazam Talat Paşa’nın 1983 Ocak’ında vefat eden eşi Hayriye Talat Hanım’dan 1982 sonbaharında aldım ve çeyrek yüzyıla yakın bir zaman boyunca muhafaza ettim. O yılların şartlarında değil yayınlanmaları, varlıklarından bahsedilmesi bile zordu. Aradan geçen 25 sene boyunca, başta Hayriye Talat Hanım’ın torunu Ayşegül Bafralı olmak üzere, İttihat ve Terakki’nin lider kadrosunun soyundan gelenlerden sağladığım diğer belgelerle beraber bu arşiv daha da zenginleşti. Paşa’nın arşivinde bulunan tehcir belgeleri, üç gün boyunca bu sayfada yerimiz ölçüsünde yayınlanacak.
BİRİNCİ DERECE KAYNAK
Belgelerde yer alan sayılar, eminim, birçok okuyucuya tahmin ettikleri miktarlardan daha yüksek gelecektir. Bu farklılığın sebebi, Türkiye’de bugüne kadar 1915 tehciri konusunda gerçekçi bir yayının yapılmamış olması, senelerden bu yana devam eden ve dozu giderek artan Ermeni iddialarına karşı akademik cevaplar yerine "Biz Ermenileri değil, Ermeniler bizi öldürdüler" yahut "Az sayıda Ermeniyi başka yerlere gönderdik ve sonraki senelerde sayıları daha da artmış olarak geri geldiler" şeklinde bilim dışı ve sadece kendimize yönelik bir propagandaya dayalı karşılıklar verilmesidir.
İlk defa yayınlanan ve Ermeni tehcirinin mimarı olan Talát Paşa’nın özel arşivine ait olmaları dolayısıyla "birinci derece kaynak" kimliği taşıyan bu belgelerin bundan sonra yapılacak olan bilimsel çalışmalara öncülük etmesini temenni ederken, önemli bir hususu da hatırlatmam gerekiyor.
MEŞRU MUDAFAA KANITI
Tehcir, dünya savaşı yıllarında cephedeki birliklerimizin arkadan vurulmalarının ve içerideki karışıklıkların giderek artması üzerine devletin kullandığı bir meşru müdafaa hakkıdır. 1915 sürgünü bu sayfadaki listelerde de görüleceği gibi bir "soykırım" değildir; İttihad ve Terakki iktidarı Ermeni meselesi konusunda hiçbir zaman "kesin çözüm", yani Nazi Almanyası modeli bir yol düşünmemiş, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeni nüfusun bir kısmını "geçici olarak" başka yerlere nakletmiş ama herhangi bir yerleşim bölgesinin tamamen boşaltılması gibisinden bir durum sözkonusu olmamıştır.
Dolayısıyla, "Talat Paşa’nın Tehcir Belgeleri" Türkiye için "suç delili" değil, dünya savaşı sırasında sınırlarda savaşan birliklerimizi son derece zor durumda bırakan bir ayaklanmaya karşı devletin "meşru müdafaa" kanıtıdır.
Ne kadarı gitti ne kadarı kaldı.
Talat Paşa, 1915 tehcirinin tamamlanmasından sonra, İçişleri Bakanlığı’nın bünyesindeki "İskân, Aşiretler ve Muhacirler Müdürlüğü"ne sonuç listeleri hazırlatmış ve listelerin bir kopyasını da kendisine almıştı.
Listelerde 23 adet "vilayet", "mutasarrıflık" ve "liva"da, yani o dönemdeki idari bölünümlerde yaşayan yerli Ermenilerin sayısı ile bu yerleşim merkezlerinden başka yerlere nakledilen yahut diğer yerlerden buralara yerleştirilen Ermenilerin miktarı ayrıntılı şekilde yer alıyordu.
1915 tehcirinden bu yana ilk defa yayınlanan bu listeler, uygulamanın geniş çaplı bir "yer değiştirme" olduğunu gösteriyor. Amaç, olay çıkan bölgelerdeki nüfusun başka yerlere gönderilmesidir. Mesela, Van’daki Ermeni nüfusun bir kısmı İzmit’e, İzmit Ermenilerinin bir bölümü Kütahya’ya, Kütahya’dakilerin bazıları da Afyon’a nakledilmişlerdir ve böylelikle karışıklığın büyük ölçüde yaşandığı vilayetlerdeki nüfusun azaltılmasına çalışılmıştır. Bazı yerleşim merkezlerinden diğer illere oranla çok az sayıda yapılan nakillerin ise başka anlamı vardır: O yerleşim merkezlerinde büyük çapta olay görülmemiş, sadece küçük hadiselere sebebiyet veren kişiler sürgüne gönderilmiş ve geri kalan Ermeni nüfusa dokunulmamıştır.
Bazı idari merkezler, listelerde o zamanki isimleriyle geçmektedir. "Dersaadet" İstanbul, "Mamüretülaziz" Elâzığ, "Karahisar-ı Sahib" Afyon, "Ayntab" Gaziantep, "Kengiri" Çankırı, "Tekfurdağı" Tekirdağ, "Hüdavendigár" Bursa ve çevresi, "Kal’a-i Sultani" Çanakkale, "Canik" Samsun ve civarı, "Karesi" Balıkesir ile çevresi, "Menteşe" de Muğla’dır.
Talat Paşa’nın sayfanın sağında gördüğünüz tehcir listelerini yayınlarken, çizelgelerin basit hale gelip sayfa mizanpajına uygun olabilmeleri için şekil düzenlemeleri yaptım ve belgelerin dilini de günümüzün Türkçesi’ne uyarladım.
Vilayet, sancak ve livá gibi o dönem idari merkezlerin adlarının hemen altında bulunan "Yerli Ermeniler" ibaresi, o merkezde tehcir sonrasında kalan Ermenilerin sayısını göstermektedir. "Yabancı Ermeniler" kısmı, yine o merkeze başka yerlerden nakledilen Ermenilerin adedi, "Genel Toplam"da vilayetlerde tehcirin tamamlanmasından sonra var olan Ermeni nüfustur. En sondaki sütun, idari bölümlerde tehcirden bir yıl önce, 1914’te varolan Ermeni nüfus yer almaktadır.

İRAN’DA GÖSTERİ

24 NİSAN 2006 - İranlı Ermenilerden Türkiye karşıtı gösteri.
İran'da yaşayan Ermeniler sözde Ermeni soykırımının 91. yıldönümü nedeniyle Tahran'ın Aziz Serkis Kilisesi'nde bir ayin düzenledi. Ayinin ardında yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı Türkiye aleyhtarı bir yürüyüş yapıldı
Tahranlı Ermenilerin Başpiskoposu Sebuh Sarkisiyan kilisedeki dini törenin ardından yaptığı konuşmada, Türkiye'den sözde soykırımı tanımasını istedi. Azerbaycan'ı da Azeri topraklarındaki Ermenilere ayet tarihi binaları ve mezarları tahrip etmekle suçlayan Serkisiyan, ABD'yi de sözde soykırımı tanımadığı için eleştirdi.
Konuşmanın ardından yaklaşık 5 bin Ermeni, Türkiye'nin Tahran Büyükelçiliği yakınında bulunan Meryem Kilisesi'ne doğru yürüyüşe geçti. İran polisinin aldığı sıkı güvenlik önlemleri altında yapılan yürüyüş sırasında, gösterici grup, 'İnkâr etmek yeter, artık kabul edin', 'Adalet sağlanana dek mücadelemiz sürecek', 'Türkiye'ye ölüm' şeklinde sloganlar attı. Meryem Kilisesi önünde Ermenice okunan bildirinin ardından göstericiler olaysız bir biçimde dağıldı.

24 NİSAN 2006 - Ermeni mezaliminin canlı tanıklarından Ermeni işkencesi.
İşte Ermeni zulmüne uğramış canlı tanığın ağzından çıkan sözler: Ermeniler büyük zulümler yaptılar. Genç yaşlı, çocuk demeden herkesi katlettiler. Allah o günleri bir daha göstermesin.
Leylan Toktamışlı (101), Pürüze Polat (102), Tamariye Polat (110) ve Ali Asker Türk (110), Ermeni mezaliminin canlı tanıkları olarak Iğdır'ın Karakoyunlu ilçesinde yaşıyorlar. Ermenilerin Türkleri toplu olarak katlettiği dönemde henüz çocuk yaşlarda olduğunu belirten 101 yaşındaki Leylan Toktamışlı, Ermenilerin yaşadıkları köyde genç yaşlı demeden herkesi katlettiğini söyledi.
Ermenilerin köylerine yaptığı baskında annesinin kendisini kaçırdığını ve kırsal alanda bir süre yaşadıklarını belirten Toktamışlı, döndüklerinde köylerinde birçok kişinin öldürüldüğünü ve evlerinin yakıldığını gördüğünü ifade etti.
Ermeniler masum insanları katlettiler.
Karakoyunlu ilçesinde yaşayan 102 yaşındaki 9 çocuk ve 58 torun sahibi Pürüze Polat da Ermenilerin köylerine baskın yaptığını ve canlarını zor kurtardıklarını, bir süre Ağrı Dağı'nın eteklerinde kamıştan yaptıkları evlerde yaşamak zorunda kaldıklarını söyledi.
Polat, Ermenilerin özellikle Alikamerli, Yaycı ve Oba köylerinde katliamlar yaptıklarını belirterek, ''Ermeniler büyük zulüm yaptılar. Genç, yaşlı, çocuk demeden herkesi katlettiler. Allah o günleri bir daha göstermesin'' diye konuştu.
Tamariye Polat (110) da babasını Ermenilerin öldürdüğünü belirterek, ''Babamın cenazesini bile bulamadık. O günleri asla unutamam'' dedi. Yine aynı ilçede yaşayan 110 yaşındaki Ali Asker Türk ise Ermeni mezaliminin olduğu dönemde 10 yaşında olduğunu söyleyerek, şunları kaydetti:
'Ermeniler gelince, köyümüzden Cennetabat köyüne kaçtık. Oradan Ramazanköy'e ve İran'a geçtik. İran'da 1-2 yıl kadar kaldık. Ardından yeniden vatanımıza döndük. Ermeniler çok eziyet ettiler. Masum insanları katlettiler.''

24 NİSAN 2006 – Mercan Dede'ye Ermeni Korosu Şoku.
Ünlü sanatçı Mercan Dede ile birlikte Paris'te "Cezbeden İstanbul" adıyla ortak konser vermeye hazırlanan Ermeni Korosu, projeden çekildi.
Fransa'da 13 Haziran'da düzenlenecek St. Denis Festivali'nde “Cezbeden İstanbul" adıyla bir konser vermeye hazırlanan ünlü sanatçı Mercan Dede, birlikte sahne almaya hazırlandığı Ermeni Korosu'nun engeliyle karşılaştı. Konser broşüründeki "dostluk ve kardeşlik" mesajlarına itiraz eden Ermeni Korosu etkinlikten çekildiğini açıkladı.
"DOST VE KARDEŞ DEĞİLİZ"
Artistik direktör olarak Basilique Katedrali'nde özel bir konser vermeye hazırlanan Mercan Dede, Ermeni Korosu, iki hafız, semazenler ve Kürt müzisyen Aynur Doğan'la birlikte "Cezbeden İstanbul" başlığı altında özel bir proje sunmak üzere harekete geçti. Konserinde "kültürlerin beşiği İstanbul"u anlatmak isteyen Mercan Dede, Fransa'daki Ermeni Korosu'nun itirazıyla karşılaştı. Ermeni müzisyenler, konser broşürdeki "dostluk ve kardeşlik" mesajlarına katılmadıklarını söyleyerek etkinlikten çekildi.
Ermeni müzisyenlerin tavrını yadırgadığını belirten ünlü sanatçı, "İstanbul'un kültür kardeşliğini vurguladığımız bu broşürdeki kardeşlik ve dostluk ifadelerine katılmadıklarını belirttiler. 'Mustafa Kemal İzmir'i yakmışken biz nasıl dost ve kardeş oluruz' diyerek etkinlikten çekildiklerini söylediler" diye konuştu.
"MOZAİĞİ YANSITACAĞIM"
Festivalin sözde Ermeni Soykırımı iddialarına sahip çıkan Fransa'da yapılmasının önemine değinen sanatçı, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yalnızca Mercan Dede olarak konser vermek istemedim. Kültür mozaiğimizi yansıtmak istedim. Ermeni müzisyenlere de projemizde yer verdik. Ancak son gelişmelerin ardından çekildiler. İstanbul'daki Ermeni Kilisesi'ne başvurdum ama henüz cevap gelmedi.”

ERMENİLERİN EVLERİ BOŞ KALDI

25 NİSAN 2006 - Tehcir edilen Ermenilerden 41 bin 117 adet boş bina kaldı.
Talat Paşa’nın belgeleri arasında, tehcir edilen Ermenilerden kalan gayrimenkullerin listesi de bulunuyor. Paşa’nın "İskân, Aşiretler ve Muhacirler Müdürlüğü"ne yaptırdığı çalışmaya göre, 18 adet vilayetle sancağa dağılmış bulunan Ermeni mallarının adedi, 41 bin 117. Nüfus hesaplamaları ise, tehcirin en yüksek sayıda uygulandığı vilayet olan ve 1914 yılında 141 bin Ermeni’nin yaşadığı Sivas’ta, 1915 sonrasında sadece 8 bin 97 Ermeni’nin kaldığını gösteriyor.
Yoğun çatışmalara ve cephede savaşan orduya arkadan saldırılara sahne olan Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Trabzon ve Elâzığ’daki toplam 471 bin 928 Ermeni’nin ise tamamı başka yerlere nakledilmiş ve bu şehirlerde tek bir Ermeni bile bırakılmamış.
Sadrazam Talat Paşa’nın 1915 tehcirinden sonra, o zamanki adı "Dâhiliye Nezareti" olan İçişleri Bakanlığı’nın bünyesindeki "İskân, Aşiretler ve Muhacirler Müdürlüğü"ne hazırlattığı sonuç listelerinde, tehcir edilen Ermenilerden kalan gayrimenkullerin dökümleri de yer alıyor.
Dökümlerde, vilayetlerdeki gayrimenkul listelerinin hemen altında bunların ilçelere göre dağılımı gösteriliyor. Daha sonra, Ermenilere ait olan maden imtiyazlarıyla yine onlardan kalan çiftlikler ve Yunanistan’a kaçan Rumların bıraktıkları gayrimenkuller sıralanıyor.
Bugün, tehcir sonrasında Ermenilerden kalan boş binaların listesini yayınlıyorum. Paşa’nın "İskân, Aşiretler ve Muhacirler Müdürlüğü"ne yaptırdığı çalışmaya göre, 18 adet vilayetle sancağa dağılmış bulunan Ermeni binalarının adedi, 41 bin 117.
"Tehcirin il il dökümü" başlıklı kutularda ise, beş yerleşim merkezinde tehcir öncesi ve sonrası yaşayan Ermeni nüfus miktarı yer alıyor.
Mecburi göçün en yüksek sayıda uygulandığı viláyet olan ve 1914 yılında 141 bin Ermeni’nin yaşadığı Sivas’ta, 1915 tehcirinden sonra sadece 8 bin 97 Ermeni kalmış. Yoğun çatışmalara ve cephedeki orduya arkadan saldırılara sahne olan Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Trabzon ve Elázığ’daki toplam 471 bin 928 Ermeni’nin ise tamamı, bir diğer listeden anlaşıldığına göre başka yerlere nakledilmiş ve bu şehirlerde tek bir Ermeni bırakılmamış.
Nüfus listelerinin nasıl okunacağını tekrar açıklayayım: Viláyet ve mutasarrıflık isimlerinin hemen altında bulunan "Yerli Ermeniler" ibaresi, o merkezde tehcir sonrasında kalan Ermenilerin sayısını göstermektedir. "Yabancı Ermeniler" kısmı, yine o merkeze başka yerlerden nakledilen Ermenilerin adedi, "Genel Toplam" da tehcirden sonra orada varolan Ermeni nüfustur. En sondaki sütunda, aynı bölgede tehcirden bir yıl önceki Ermeni sayısı yer almaktadır.
Rum tehcirini Rahmi Bey engelledi.
İttihatçıların İzmir Valisi Rahmi Bey, 1918’de İngilizler tarafından "savaş suçlusu" olarak götürüldüğü Malta’da, hapishanesindeki odasında mandolin çalıyor.
İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden olan Rahmi Bey, partisinin işbaşına gelmesinden sonra en zengin gümrüklerin bulunduğu İzmir Valiliği’ne tayin edildi.
Aşağıda, Rahmi Bey’in 1919’un 28 Mayıs’ında İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği oldukça uzun telgrafın bir bölümü, bugünün Türkçesi ile yer alıyor. Rahmi Bey’in belgelerini, torunu olan aziz dostum Melekşah Arslan’dan temin ettim.
’BU, BİZE YAKIŞMAZ’
Bakanlık, Fethiye ile Alanya arasındaki bölgelerde yaşayan gayrimüslimlerin ve demiryollarının çevresindeki Rumların güvenlik gerekçesiyle başka yerlere nakledilmesine karar vermiş ve Rahmi Bey’den yeni bir tehcir başlatmasını istemiştir. Rahmi Bey ise cevabi telgrafında "Bu insanların bize bir kötülüğü dokunmadı. Dolayısıyla, yerlerinden oynatılmalarında bir fayda görmüyorum" demekte ve "Bu gibi işler hükümete hiç de şeref vermez" diye yazmaktadır:
"...Fethiye ile Alanya arasındaki bölgelerde... yaşayanları üç-dört günlük mesafe dahiline alacak olursak, devamlı olarak başvurularla ve şikâyetlerle karşılaşacağız ve bu da açılan yaranın kurcalanmasını gerektirecektir.
...Bölge halkının başka bölgelerde yerleştirilmesine yahut yerlerinden hiç oynatılmamasına taraftarım. Demiryolları üzerinde bulunan Rumlardan ise, savaşın başlamasından buyana bir kötülük gelmemiştir ve gelmesi ihtimali de yoktur. Dolayısıyla, bunların da yerlerinden oynatılmalarında bir fayda görmüyorum.
‘GEREKİRSE EZERİZ’
İşgali istenen evlerin sahipleri gerçi bu sebeplerle yerlerinden kaldırılmak istenmektedir ama böyle bir girişimde de maddi ve manevi zararlar vardır ve bir menfaat bulunmamaktadır. ...Bu gibi işler, hükümete hiç de şeref vermez. ...Osmanlı Hükûmeti geleceğimize karşı edepsizlik edecek olan muzırların başını ezecek güçte olduğu için, böyle tedbirlere gerek yoktur.
...Aciz düşüncelerimi arz ediyorum efendim. 28 Mayıs 1918.
Rahmi"
Orhan Pamuk’un söylediklerini daha önce Halide Onbaşı söylemişti
TÜRK romancılığının büyük ismi Halide Edip, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi’nin lider kadrosundan bazı kişilere yakın durmuş, bazılarına ise mesafeli davranmış, hatta muhalif olmuştu.
SURİYE’YE GİTTİ
1917’nin hemen başında, o sırada Şam’da ordu kumandanı olarak bulunan Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın davetiyle Suriye’ye giden Halide Edip, Şam’daki ve Beyrut’taki kız okullarıyla yetimhanelerin iyileştirilmesine çalışmış ve oralara gönderilmiş olan Ermeniler ile de yakınlık kurmuştu.
Aşağıda, İstiklal Savaşı yıllarının "Halide Onbaşısı" Halide Edip Adıvar’ın, 1917’nin 01 Mart günü İstanbul’a, Maliye Nazırı Cavit Bey’e gönderdiği uzun mektubun bazı bölümleri yer alıyor. Bu mektubu okurken Halide Edip’in muhalif karakterini unutmamak ve bazı edebiyatçıların günümüzde de benzer sözler söylediklerini hatırlamak gerekiyor.
"Muhterem Cavit Bey.
...Suriye’yi ve Suriyelileri çok seviyorum. ...Esasen bu memleket bugünlerde hep insanı ağlatacak gibi. Eleminde o kadar derin ve ezilmiş bir şey var. Bilhassa Ermeniler, Cemal Paşa’nın aziz başına Allah’la beraber yemin eden, sırf burada yaşamak hakkını bulan bir sürü bedbaht Ermeni var. Mektebe bağlı bir binada da birçok var. Çöllerde ot yiyerek karınları şiştikten sonra kimi anasını, kimi babasını, birçokları da çocuklarını kaybettikten sonra buraya düşmüşler. Daha doğrusu, Cemal Paşa getirtmiş. Belediye biraz yiyecek veriyor, oturuyorlar. ...Çocuklarıyla, kadınlarıyla ayrıca meşgul oluyorum. ... Dışarıdan anası açlıktan ölen, babası yanında öldürülen on iki yaşında bir Ermeni kızı geldi, iltica etti... Büyük gözleriyle etrafımda dolaşıyor, lüzumlu lüzumsuz elimi öpüp ağlıyor. Bahçede bir facia daha var! ... Birdenbire dilini kaybeden bir bedbaht, öteki oğlunu ve ailesini nereye attıklarını bilemiyor. Ayakları çıplak, gözleri elem içinde, mütemadiyen işaretle felaketini haykırıyor. Bazen geceleri çocuğu ölen bir kadın gibi, başı elleri içinde döğünüyor, döğünüyor. Gündüzleri yazı yazarken bazen hıçkırdığını işitiyorum. Pencereye koşuyorum, aşağıda bahçede ellerini sallıyor. ... İşte bunlardan binlerce, yüzlerce var. Yetimhaneler hayatta bir şeyin telafi edemeyeceği şeyi kaybetmiş yarı aç bedbaht çocuklarla dolu.
‘HERKES AĞLIYORDU’
Ermeniler bana diyorlar ki, ’Senin Suriye’ye gelmeni iki aydır uykumuz kaçarak bekledik. Bizim için bir şey yap. Dünyada bir Cemal Paşa, bir seni severiz’. Ben ne yapabilirim? Her gittiğim yerde bana mutlak sefalet manzaralarını gösterip ağlıyorlar. Şam’da beni bir saat eski dar sokaklarda dolaştırdıktan sonra götürdükleri bir yerde kadın, erkek söylediler, söylediler ve birdenbire çok metin görünen bir erkek başını kollarının arasına alarak yüksek sesle ağlamaya başladı. Bu hep böyle! ...Ben, kendi hayatımla bu fena ve çirkin şeyi ödeyebilsem öderdim. Fakat benim hayatım nedir ki?! Hiç, hem de pek gülünç ve küçük bir hiç!..
Halide Edip"

25 NİSAN 2006 - Los Angeles'ta Ermeni protestosu.
ABD'nin Los Angeles kentindeki Ermeniler, sözde Ermeni soykırımının 91. yıldönümü nedeniyle dün 'Little Armenia' (Küçük Ermenistan) diye anılan bölge ile Türk konsolosluğu önünde gösteri düzenledi.
Geçen yıllarda olduğu bu yıl da önce Little Armenia'da toplanan yaklaşık 15 bin Ermeni, Türkiye aleyhinde slogan attı. Türkiye'nin suçlu olduğunu iddia eden tişörtler giyen göstericiler, Türk hükûmetini Nazilere benzeten pankartlar taşıdı.
Ermeni organizatörler, gösteri sırasında 'Türkiye'de bizi savunduğu için hakkında birçok dava açılan, hapse girmesine rağmen yine de yazılar yazan kişi' diyerek Belge Yayınları'nın sahibi Ragıp Zorakolu'yu kürsüye çağırdı. Zarakolu, yaptığı konuşmada Türkiye'nin sözde soykırımı birgün mutlaka kabul edeceğini iddia etti. Bu yılki konuşmasında da 'soykırım' sözcüğünü kullanmaması nedeniyle ABD Başkanı George W. Bush'u eleştiren göstericiler, "Utan Bush" ve "Bizi oyalama Bush" şeklinde slogan attı.
Göstericiler, daha sonra güvenlik gerekçesiyle bir günlüğüne kapatılan Türkiye'nin Los Angeles Konsolosluğu önüne hareket etti. Burada toplanan yaklaşık 5 bin gösterici yine Türkiye aleyhinde slogan atarak sözde Ermeni soykırımı iddialarının Türkiye tarafından kabul edilmesini istedi.
Ermenistan'dan sonra en çok Ermeni'nin bulunduğu yer olan Los Angeles'ta yaklaşık 100 bin Ermeni yaşıyor.

25 NİSAN 2006 – Washington'da Türk-Ermeni gerginliği.
Ermeniler Atatürk=Hitler pankartı açtı.
ABD'nin başkenti Washington'daki Ermeniler, sözde soykırımın 9'inci yıldönümü nedeniyle Türkiye'nin Washington Büyükelçiliği önünde dün bir protesto gösterisi düzenledi. Türk ve Azerilerden oluşan bir grup ise Ermenilerin tutumunu protesto eden karşı bir gösteri düzenleyince iki grup arasında gergin anlar yaşandı.
Washington polisi ve gizli servis tarafından geniş güvenlik önlemleri alınan protestoda, Ermeniler Türk Büyükelçiliği önündeki kaldırımda Türkiye karşıtı, 'Atatürk=Hitler' yazılı pankartlar taşıyarak sloganlar attı. Türk ve Azerilerden oluşan karşı bir grup ise, büyükelçilik binasının karşısındaki kaldırımda, Türk ve Azeri bayrakları taşıyarak Ermenileri protesto ederek, Ermenilerden yalanlarına son vermesini istedi
2 saate yakın süren ve büyükelçilik binası önünde toplanan yaklaşık 400 kişilik grubun çoğunluğunu çocuklar oluşturdu. İzci kıyafeti giyen Ermeni çocuklar trampet çalarak Ermenistan'ın Washington Büyükelçiliği'ndeki anma toplantısına katılmak üzere büyükelçilik binasına dek yürüdü.
Polisin uyarılarına rağmen Türk tarafına geçerek olay çıkarmaya çalışan Ermenilerden biri ise polis tarafından elleri kelepçelenerek bir polis arabasına bindirildi ve gösteri sonuna kadar orada bekletildi.

25 NİSAN 2006 – Fransa: Soykırım tarihçilere bırakılsın.
Ermeni diasporasına büyük destek veren Fransa, "soykırım" konusunda yine bir çifte standart uyguladı. Ermenilerin soykırım iddialarının inkâr etmenin hapisle cezalandırılmasını öngören bir yasa çıkartmaya hazırlanan Fransa, kendilerine yönelik Cezayir'deki soykırım iddialarını şiddetle reddetti.
Ermeni diasporasına büyük destek veren Fransa, "soykırım" konusunda yine bir çifte standart uyguladı. Ermenilerin soykırım iddialarının inkâr etmenin hapisle cezalandırılmasını öngören bir yasa çıkartmaya hazırlanan Fransa, kendilerine yönelik Cezayir'deki soykırım iddialarını şiddetle reddetti.
Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika'nın, "Cezayir, sömürgecilik döneminde Fransa'nın kimlik soykırımına uğradı. Binlerce Cezayirli hunharca öldürüldü" açıklamasını yapınca Fransa Dışişleri Bakam Philippe Douste-Blazy harekete geçti. Fransız Bakan "Soykırım kelimesi ciddiyetsiz kullanılmamalı" dedi. Douste-Blazy, iki ülke arasındaki ilişkilerde, hafıza tazelenmesinin gerekli olduğunu belirtti, ancak bunun siyasiler ve parlamenterler tarafından değil, tarihçi ve araştırmacılar tarafından yapılmasını arzu ettiğini ifade etti. Türkiye de yıllardır "Ermeni soykırımı iddialarını tarihçiler incelesin" demesine rağmen Paris yönetimi 2001 yılında sözde soykırımı resmen tanımıştı.

25 NİSAN 2006 – Fransa'da 2 sözde soykırım anıtı açıldı.
Sözde Ermeni soykırımını inkâr edenlere hapis cezasını verilmesinin tartışıldığı Fransa'da dün sözde soykırımın 91'nci yıldönümünde iki anıt birden açıldı. Lyon ve Marsilya kentlerinde açılan anıtlara Fransız hükûmetinin destek vermesi de dikkat çekti.
Lyon kentinde sözde Ermeni soykırımı anıtının açılışı nedeniyle düzenlenen törene bölgede yaşayan Ermeniler dışında, hükümetten Ulaştırma Bakanı Dominique Perben ve kentin sosyalist Belediye Başkanı ve Senatör Gerard Collomb katıldı. Polisin sıkı güvenlik önlemleri aldığı yürüyüşte Fransa ve Ermenistan bayrakları taşındı. Ermenistan Büyükelçisi Edward Nalbandiyan ile Lyon Belediye Başkanı Collomb'un ilahiler eşliğinde açtığı anıta çelenkler konularak, değişik milliyetten çocuklar mum yaktı. Ermeni din adamlarının başköşede yer aldığı törende, anıt için Dominique Perben tarafından Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac adına hazırlanmış bir çelenk de konuldu.
COLLOMB: ÖZÜR BİR DEVLETİ KÜÇÜLTMEZ
Törende bir konuşma yapan Collomb, Almanya'nın Nazi döneminden ötürü özür dilemesiyle Fransız-Alman dostluğunun ilerlediğini öne sürerek, bu tür bir özrün bir devleti küçültmeyeceğini söyledi. Ermeniler, halen soykırımı inkâr edenler olduğunu ve bunun suç olduğunu dile getiren Collomb'u, uzunca alkışlarken, belediye başkanı anıtın iddia edildiği gibi çevreyi bozmadığını ve gezintiyi de engellemediğini öne sürdü.
Törenden önce DHA'ya açıklamalarda bulunan Ulaştırma Bakanı Perben de, gösteriye bireysel olarak geldiğini, ancak Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın duygularını ve mesajını ileteceğini belirtti. Perben, insan haklarına saygı çerçevesinde soykırımı hatırlamanın önemli olduğunu kaydetti…
AB'YE TÜRKİYE'YE BASKI YAPMASI ÇAĞRISI
Ermeni katılımcılar törende yaptıkları konuşmalarda Fransa'nın AB'yi harekete geçirerek Türkiye'ye baskıyı arttırması çağrısı yaparken, törenin sonunda da konser ve sözde soykırımı sembolize eden bir dans gösterisi sunuldu.
ERİVAN'DAKİ ANITIN KOPYASI MARSİLYA'DA
Lyon'un yanı sıra dün Marsilya kentinde de sözde Ermeni soykırımı anıtı açıldı. Maliyetinin bir kısmı devlet tarafından karşılanan anıtın açılışını Ermenistan Parlamento Başkanı Artur Bagdasaryan yaptı. Törene Bagdasaryan'ın yanı sıra çok sayıda Fransız siyasetçi, yerel yetkili ve Ermeni din adamları katıldı. Yaklaşık 2 bin kişinin katılımıyla gerçekleşen törende yapılan konuşmalarda Türkiye'den sözde soykırımı tanıması istendi. Törene katılanlar Ermenistan ve Fransa bayrakları taşıdı. Grup daha sonra Türkiye'nin Marsilya Başkonsolosluğu önüne kadar yürüdü.
Ermenistan'ın başkenti Erivan'daki anıtın küçük bir kopyası olan sözde soykırım anıtı, Türkiye sınırları içinde olduğu iddia edilen 9 Ermeni vilayetini simgeleyen 9 sütundan oluşuyor. Anıtının açıldığı Marsilya Fransa'da Ermeni kökenlilerin en yoğun yaşadığı kent olarak biliniyor.

25 NİSAN 2006 – Soykırımı ciddiyetsiz kullanmayın.
Türkiye aleyhinde kanun çıkartıp Ermeni törenleri yapılması ve anıtlar dikilmesine ses çıkarmayan Fransa, kendisinin soykırım uyguladığını söyleyen Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika'yı uyardı.
Buteflika'nın, "Cezayir, sömürgelik döneminde Fransa'nın kimlik soykırımına uğradı" açıklamasına yanıt veren Fransa Dışişleri Bakanı Philippe Douste-Blazy, "Soykırım kelimesi ciddiyetsiz kullanılmamalı" dedi.
Fransa- Cezayir soykırım tartışmaları Buteflika'nın tedavi için önceki gün Paris'e gelmesiyle alevlenirken, Blazy, Buteflika'yı soykırım kelimesini küçülterek 'ciddiyetsiz' şekilde kullanmakla suçladı. Blazy, "Hafıza çalışması yapılmalı, ama bunu siyasiler ve parlamenterlerin değil araştırmacı ve tarihçilerin yapmasını arzu ederiz" diyerek kendileri suçlanınca tarihçiler, Türkiye suçlanınca 2001'de olduğu gibi siyasilerle Meclis'in karar verdiğini unuttu.

26 NİSAN 2006 – Ermeni çirkinliği Sözde soykırım bahane eden Ermeniler, Washington’da, Türk Elçiliği önünde gösteri yaptı. Çoğunluğu çocuk olan eylemciler, “Atatürk Hitler” yazılı pankart taşıdı. Türk ve Azeriler ise karşı gösteri yaptı...

ABDÜLHAMİT’E GÖRE ERMENİLER

26 NİSAN 2006 - Abdülhamit'in gözüyle Ermeniler.
Osmanlı Devleti'nin savaşlar, iç ve dış entrikalarla yıkılmak istendiği İkinci Abdülhamit döneminde devleti en çok uğraştıran konulardan biri de Ermeni meselesi olmuştur. Bundan sonra padişahın karşısında artık bir de Osmanlı Parlamentosu vardır ki, bu parlamento sanki Osmanlı Meclisi değildir.
Bir kere Osmanlı Parlamentosu olan Meclisi Mebusan öyle bir topluluktu ki, rengârenk ırkları, dilleri, dinleri ve çeşitli milliyetlerden ibaret iğreti bir mozaik halini andırıyordu. Kanunu Esasi'nin temin ettiği şahsi hürriyeti, azınlıklar millî hürriyet ve hatta bağımsızlık anlamında benimsemiş, bundan dolayı da Meclisi Mebusan parti grupları yerine milliyet gruplarının mücadele ve entrika sahnesi haline gelmişti. Anayasa devletin resmî dilini Türkçe kabul ettiği halde azınlık unsurları bunu bir türlü kabul etmiyor ve uygulamak istemiyorlardı.
Meşrutiyet yalnız Meclis'te değil, Meclis dışında da azınlıkların bağımsızlık isteklerini körüklemiş, devlet aleyhine siyasi hareketlere ve Türk hâkimiyetine karşı millî komiteler kurulmasına sebep olmuştu. Ermeni okul ve tiyatrolarında, kiliselerinde açıkça millî ihtilal türküleri söyleniyordu. Bu, Ermeniler dışındaki diğer azınlıklar için de aynıydı. Demek ki, Osmanlı Devleti henüz Batılı anlamda meşrutiyete tahammül edecek devlet değildi.
Nitekim Rusya'nın Ermeni asıllı İstanbul Büyükelçiliği Baştercümanı Mandelstam'a göre İkinci Meşrutiyet Meclisi 142 Türk mebusa karşılık 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 1 Ulah olmak üzere 133 Türk olmayan mebus vardır. Yani Türkler diğer unsurlardan 9 fazladır.
İşte terekküp tarzı bu olan ve iğreti bir mozaikten farkı olmayan Osmanlı Parlamentosu'nun bu azınlık mebusları, en güçlü zamanında bile İkinci Abdülhamid'e ağzına gelen her tenkidi yöneltebilmiş, bağımsızlıklarını elde edeceklerini bağırabilmişlerdir. Hatta Ermeni milletvekillerinin çoğu aynı zamanda Anadolu vilayetlerindeki Ermeni isyanlarının baş tertipçileri ve yöneticileridirler. Mesela Muş ve Van yakınlarındaki Sasun ilçesinde baş gösteren isyanın elebaşısı, İkinci Meşrutiyet Meclisi'nde Kozan Milletvekili olan Hamparsum Boyacıyan'dır.
Böyle bir parlamento karşısında ve en ufak bir Ermeni patırtısı üzerine hesap sormak ve Berlin Antlaşması'nın 51. maddesindeki ıslahatların derhal yapılmasını isteyen Rus, İngiliz ve Fransız elçilerine karşı Abdülhamit ne yapıyordu? Şimdiye kadar yayınlanan yabancı raporlar ve bir sürü hatırat ışığında ortaya çıkmıştır ki, Abdülhamit bu konuda şuurlu, kurnaz ve soğukkanlı bir politika izlemektedir. Ermenilerle ilgili doğu illerinde yapılması istenen ıslahatın arkasındaki gizli bağımsızlık istekleri padişahın bildiği bir şeydi. Bu sebeple Abdülhamit, büyük devletlerin çıkar çatışmalarını çok iyi kollamış ve işi sallantıya bırakmıştır.
Şimdi bizzat Abdülhamit'in hatıralarından Ermeni meselesine bakış açısını görelim:
'Ermeni meselesi, Ermeniler meselesi değildir. Rahat bir yürekle söyleyebilirim ki, Ermeni milletinin Osmanlı'dan hiçbir şikâyeti yoktu. Fakat Ruslar, Bulgaristan üzerindeki emellerine ulaşınca, Osmanlı İmparatorluğu'ndan yeni bir parça daha koparmak için Ermenileri parmaklarına doladılar. Ajanlarla önce papazları, öğretmenleri ele geçirdiler, sonra macera düşkünü Ermenileri aleyhimize çevirdiler.
Aslına bakılırsa Ruslar, Türkiye'de bağımsız bir Ermenistan kurulmasından yana değildiler. Çünkü kendi sınırları içinde de Ermeniler vardı. O zaman onlar da bağımsızlık isteyeceklerdi. Rusya'nın hesabı kendi Ermenilerinin ağızlarına bir parmak bal çalmak ve Türkiye'nin başına gaile çıkarmaktan ibaretti.
Çok geçmeden buna İngilizler ve Fransızlar da katıldılar. İlk Ermeni komitesinin Türkiye'de değil de, Paris'te kurulmuş olması her şeyi ortaya koyar. Fitnenin başı dışarıda idi.'
Abdülhamit hatıralarının Ermenilerle ilgili bölümünün sonunu şu tespitle bitirmektedir:
'Ben Ermenilerin istiklal sevdasına kapılmasına şaşmıyorum. Fakat Avrupa'ya kaçıp orada benim aleyhime gazete çıkaran bazı Jön Türklerin Ermeni komitecileriyle işbirliği yapmalarına, hatta onlardan para almalarına şaşıyorum. Hem Osmanlı ülkesini parçalanmaktan kurtarmak istediklerini söylüyorlar, hem de parçalayanlarla işbirliği yapıyorlar. Anadolu'nun göbeğinde bir Ermeni devleti kurmak, vatanperverliklerinin bir ispatı mı olacaktı?'
Abdülhamit'in bu tespitleri yurt dışındaki Jön Türkler için doğru olmakla beraber, yurt içinde önce gizli sonra açık faaliyet gösteren ve hatta imparatorluğun parçalanmasında iktidarda bulunan İttihat ve Terakki erkânı için de geçerlidir. Hatta yapılan bu dirsek temasları ölümlerinden sonra yayınlanmış bulunan İttihatçı liderlerden Talat ve Cemal Paşaların hatıralarında açıkça yazılmış bulunmaktadır. Ne gariptir ki İttihat ve Terakki Ermenilerle önce meşrutiyetin ilanı için yapılan mücadelede birleşmişler, fakat ondan sonra da iktidarda kalabilmek için bu işbirliğine devam etmemişlerdir. Tarihin garip cilvesidir ki, bu İttihatçı liderleri yurtdışında birer birer öldürenler gene Ermeniler olmuştur.
Ermenilerin Türk düşmanlığı.
Ermenilerin bir buçuk asra yaklaşan Türk düşmanlığının kaynakları çok ilgi çekicidir. Türklere karşı ilk Ermeni ayaklanmaları da Batı kaynaklıdır. Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı Ermeni eylemlerinin başlangıç tarihi 1979'dur. Bu tarihte Türk diplomatlarına ve Türk dış temsilciliklerine karşı Ermenilerin silâhlı ve bombalı saldırılarının başladığı tarihtir. Bu vesileyle de olsa bu konuya yeniden girmek ve değerlendirmek istiyorum. Yukarıda verdiğim bir buçuk asırlık sürecin başlangıcını teşkil eden ilk tarih 1862'dir. Maraş'ın Zeytun (Süleymanlı) nahiyesinde Ermenilerin başlattığı ve aralıklı olarak 1865, 1867, 1878 ve sonraki yıllarda, Birinci Dünya Savaşı arifesine kadar sürdürdükleri ayaklanmaların ve kanlı çatışmaların başlangıç yılıdır. Selçuklulardan beridir, iki milletin kardeş gibi yaşadığının gözlendiği Türk hâkimiyetleri çağında hemen hiçbir Ermeni sorunu yaşanmamıştır. Bu tarihten sonradır ki, hemen her defasında dış güçlerin, Türkiye üzerinde gizli hesapları olan dış mihrakların ele aldığı, işlediği, teşvik ettiği olaylar başlamıştır. Hemen her defasında da ya Fransızların ya Rusların veya Türkiye'nin müttefiki olduğu halde Almanların yardımları ve silahlandırmaları sonucunda sayısız masum insanın kanı dökülmüştür. Göçler olmuş, suikastlar birbirini izlemiş ve arada pek çok insan yok yere hayatını kaybetmiştir. Ocaklar sönmüş, hanedanlar yıkılmıştır. Şehirler ve köyler yakılıp yıkılmış, onca insanın emeği yok olup gitmiştir. Bu Türk-Ermeni çatışmalarının acıları ve etkileri günümüze kadar sürmüştür.
Batılı ülkelerin başımıza ördüğü ağ.
Batılı ülkelerin 1878 Türk - Rus Savaşı sonucunda toplanan Berlin Kongresi'nde bir çeşit Rusların oyununa gelerek ortaya attıkları ve bu kongrenin antlaşma metnine ek bir protokol olarak kattıkları Ermeni sorunu zaman zaman Türkiye'nin başına bin bir dert açmıştır. Türkiye'ye bir baskı uygulamak istediklerinde bütün bu Batılı ülkeler, yanlarına Rusları da alarak karşımıza dikilmişlerdir. Hele Abdülhamit devrinde ülkeyi ve milleti birbirine kırdırmak için Ermenilere verdikleri büyük destekle yapılan banka baskınları, Yıldız suikastı gibi hainane eylemler hâlâ canlılığını ve etkinliğini korumakta olan olaylardır. Abdülhamit bütün bunlarla mücadele ederken bir de kendi canının elinden gitmesi gibi suikastlara uğruyordu. Bu durum Birinci Dünya Savaşı başlarına kadar çeşitli sabotajlar, adam öldürmekler, devlet adamlarına yapılan saldırılarla devam edip gitmiştir. Ta ki Türkiye'nin dünyanın üçte ikisine karşı başlattığı üç kıtada ve on dört cephede boğaz boğaza bir can pazarının yaşandığı ana-baba günleri başladığında, bütün varlığı ile cephelere dayanan seferber Türk ordusunu arkadan vurmak için bütün Ermeniler silaha sarılmışlardır. Kan gövdeyi götürmek üzeredir. Hükûmet ordunun da ısrarı üzerine bir 'Tehcir Kanunu' çıkarmak zorunda kalmıştır. Savaş alanlarının dışına çıkarılmak istenen Ermeni toplulukları bu arada bir de suçüstü yakalanmışlardır. Ülkemizin hemen bütün şehirlerindeki Ermeni kiliseleri birer silâh deposu haline getirilmiş, Ermeni zenginleri de evlerini cephanelik durumuna sokmuşlardır. Büyük ve kanlı bir ayaklanmanın başlamasına ramak kaldığı bir sırada çıkarılan 'Tehcir Kanunu' ile Ermeniler geniş Türk imparatorluğunun başka güvenli yerlerine götürülmek durumunda bırakılmışlardır. Yollarda birçok Ermeni çeşitli hastalıklar ve düzenli yolların, vasıtaların bulunmaması yüzünden hayatını kaybetmiştir. Bunlarla beraber onları yollarda koruyan ve muhafaza eden pek çok Türk de hayatını kaybetmiştir. İşte daha sonraki barış yıllarında bu Ermeni toplulukları Türklerden, kendi yaptıkları katliamların hesabını sormaktadırlar. Yıllarca süren sorunların temelinde bu yatmaktadır. Hem suçlu hem güçlü durumundadırlar. Kendi yaptıkları canavarlıkların, acımasız katliamların acısını ve sorumluluğunu da bize yüklemekten kaynaklanan bu isteklerin ardı arkası kesilmemektedir. Bu defa, yakın zamanlardaki Türkiye'nin gündemi olan Avrupa Birliği'ne girişimizde Ermeni soykırımını da kabul etmemiz isteği vardır. Fakat bütün millî meselelerde olduğu gibi bu konuda da kervan yürüyecektir.

MUSEVİLERİN HASSASİYETİ

26 NİSAN 2006 – 24 Nisan hassasiyeti.
Musevi cemaatinin 24-27 Nisan tarihleri arasında düzenlediği Holacaust (Yahudi soykırımı) filmleri etkinliği, sözde soykırımla çakışmasın diye bir gün ertelenerek 25 Nisan’da başlatıldı.
Türk Musevi Cemaati Sinema Grubu tarafından düzenlenen ve Nazi Almanyası’nın soykırımını anlatan filmlerin sunulduğu "Kare Kare Film Günleri" başladı. Ermenilerin, Sözde Soykırım Günü ilan ettikleri 24 Nisan’da başlatılması düşünülen etkinliğin açılışı, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün yazısı üzerine bir gün ertelenmişti. Holacaust (Yahudi Soykırımı) konulu 12 filmin gösterileceği Kara Kare Film Günleri’nin galası dün G-mall Sineması’nda yönetmenliğini Tim Blake Nelson’un yaptığı ’Gri Bölge’ adlı film ile yapıldı. Joseph Mengele tarafından Auschwitz toplama kampına baş patalog olarak atanan Dr. Miklos Nyiszli’nin gerçek hikâyesinden esinlenen ’Gri Bölge’de, Auschwitz’in 12’nci Sonderkommando ekibinden bir grup Macar Yahudisi’nin kampta 1944 sonbaharında başlattıkları isyan konu ediliyor.
İnsanlık görevimiz.
Projenin organizatörü Süzet Sidi bastırılan broşürde amacı şöyle anlattı:
"2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın büyük bir titizlikle Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, fizibilite raporları düzenleyerek, gaz odaları, kreamatoryumlar inşa ederek kurdukları toplama ve ölüm kamplarında yaşamını yitirmiş milyonlarca bireyi, herkes gibi hayalleri olan altı milyon Yahudi’yi, yaşananları tek tek anlatarak anımsamak bir insanlık görevi."
Geceye Hahambaşısı İsak Haleva, Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin ile çok sayıda davetli katıldı.
E. Özkök ne yazmıştı.
Projenin başlangıç tarihi ilk olarak 24 Nisan olarak açıklanmıştı. Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök konuyu köşesine şöyle taşıdı.
"Yahudi cemaatinin önde gelen kişilerinden biri aradı. "Holacaust filmleri haftası" düzenliyorlarmış. Açılışa beni de davet ettiler. Severek katılacağımı söyledim. Ancak açılış gününün tarihini verince durakladım. Haftanın açılışını "24 Nisan" günü yapıyorlar. Hepimiz biliyoruz ki, 24 Nisan, Ermenilerin bütün dünyada sözde soykırımlarını andıkları gün. "İyi bir tarih seçmemişsiniz. Bu çok yanlış anlamalara yol açar" dedim. Durakladı ve "Biz bunu hiç düşünmemiştik" dedi. Eminim düşünmemişlerdir. Çünkü benim bildiğim Yahudiler de "Holacaust"un sözde Ermeni soykırımı ile yan yana telaffuz edilmesinden pek hoşlanmıyorlar. Çünkü bunu yapmanın 6 milyon Yahudi’nin soykırıma uğratılması olayını sulandırmak anlamına geleceğini biliyorlar."
Bu yazı sonrasında Yahudi Cemaati duyarlılığını gösterdi. Programın galası bir gün sonraya, yani 25 Nisan’a ertelendi.

SIRADA KELDANİLER VAR

26 NİSAN 2006 - Ermenilerden sonra Keldaniler de soykırım yalanına başladılar.
Yalan söyleme sırası Keldanilere geldi. Ermeniler gibi Keldaniler de 1915’te Türkler tarafından sözde soykırıma uğradıklarını iddia etti.
Fransa'da yaşayan Keldaniler, başkent Paris yakınındaki bir banliyöde, belediyenin katkısıyla geçen yıl dikilen sözde Asuri-Keldani soykırım anıtı başında, sözde Keldani soykırımını anmak için bir tören düzenledi. Paris'in yakın banliyösü Sarcelles'te belediyenin maddi ve manevi katkısıyla geçen yıl dikilen sözde Asuri-Keldani soykırım anıtı başında, Fransa'daki Ermeniler gibi Keldaniler de, 1915'te olduğunu iddia ettikleri sözde Keldani soykırımını anmak için bir tören düzenledi. Sözde Ermeni Soykırım Anıtı ile aynı meydanda bulunan 250 bin Asuri-Keldani Anıtı başında yapılan törenin, Sarcelles'de faaliyet gösteren 2 Asuri-Keldani derneği tarafından ortaklaşa düzenlendiği öğrenildi. Tören, elverişsiz hava şartlarından dolayı, anıta çelenk konulması ve 1 dakikalık saygı duruşunun ardından Sarcelles Belediyesi'nin bayram kutlama salonunda devam etti.
Yaklaşık 300 Asuri-Keldani'nin katıldığı törende bir konuşma yapan Sarcelles Belediye Başkanı François Pupponi, "Ermeniler seslerini duyurabilmek için çok uğraştı ve sonunda başardı. Sarcelles, dünyanın Asuri-Keldani soykırımını tanıyan ilk şehir. Keldaniler siz tarihte unutulmuştunuz. Sesinizin duyulabilmesi için Sarcelles'e gelmeniz gerekti. Keldaniler farklı dine sahip olduklarından dolayı Türkler tarafından soykırıma maruz kaldı. Bunu burada kınıyorum. Sizler buraya geldiniz ve Fransız vatandaşı olmak istediniz. Bence Fransa, sizin tarihinizi ve dramınızı dünyaya anlatmalıdır. Ülkemizin insanları da size yapılan soykırımı öğrenmelidir. Sarcelles'e dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen insanlar var. Benim şansım, atalarımın mezarına gidebilmemdir. Ne yazık ki bazı toplumlar var onlar atalarının mezarlarına gidemiyor. Mesela sizler gibi. İşte bu anıtı dikmemin nedeni de budur. Orada bıraktıklarınızı gelip bir şekilde burada ziyaret edebilirsiniz" şeklinde konuştu.
Sözde Soykırım için sözde belgesel!
Türk Devleti'nin Keldanilerin varlığını inkâr ettiğini iddia eden Belediye Başkanı Pupponi, "Türkiye'den geçen yılbaşında bir mektup aldım. Türk Hükûmeti aynı Ermenilere yaptığı gibi soykırımı inkâr ediyor. Bu beni şaşırttı. Nasıl olur da 2006 yılında modern dünyaya ait bir ülke, üstelik AB kapısını çalan bir ülke, soykırımı inkâr ediyor ve hatta Keldanilerin varlığını bile reddediyor. Sarcelle olarak isteğimiz, bu çalışmalarımız sonunda sizlerin soykırıma uğrayışınızın, Ermeniler gibi yasaya dâhil olması ve Fransa'nın da soykırımı tanınmasıdır. Artık, bu uluslararası bir polemik olacak, çünkü biz Keldani soykırımının tanınmasını isteyeceğiz. Ancak bu şekilde Sarcelle'deki insanlara mutlu bir gelecek verebiliriz" dedi.
Toplantıda Fransa Asuri-Keldaniler Derneği Başkanı Numan Adlun ve Fransa Asuri-Keldaniler Birliği Başkanı Eric Doman da, sözde Asuri-Keldani sözde soykırımının anıldığı günün anlam ve önemine işaret eden birer konuşma yaptı. Konuşmaların ardından, sözde Asuri-Keldani soykırımı iddialarının yer aldığı 52 dakikalık bir belgesel gösterildi.

26 NİSAN 2006 – Savaş sırasında 93 bin 88 Rum başka vilayetlere nakledildi
Sadrazam Talat Paşa’nın evrakı, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermenilerin yanı sıra, güvenlik gerekçesiyle ve geçici olarak, batı viláyetlerinden 93 bin 88 adet Rum’un ve Suriye’den de 701 adet Arap ailenin başka yerlere nakledildikleri gösteriyor.
1915 olaylarıyla ilgili sayılar, tehcirin mimarı Talat Paşa’nın özel arşivinde bulunan belgelere göre şu şekilde: Tehcirden önce Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni nüfus 1 milyon 256 bin 403’tür ve 924 bin 158 kişi başka yerlere nakledilmiştir. Tehcir hastalara, yaşlılara ve küçük çocuklara uygulanmamış, 10 bin 314 Ermeni çocuğu Anadolu’daki Müslüman ailelere verilmiş ve Türk olarak büyütülmüşlerdir. Konunun en önemli tarafı da, aslında her iki taraf için de acılarla dolu olan tehcirin bir "soykırım" değil, cephedeki birliklerimizin arkadan vurulmalarının ve içerideki karışıklıkların giderek artması üzerine devletin kullandığı bir meşru müdafaa hakkı olmasıdır.
Sadrazam Talat Paşa’nın 1915 tehcirinden sonra İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan "İskân, Aşiretler ve Muhacirler Müdürlüğü"ne hazırlattığı istatistiklerde, savaş yıllarında Ermenilerin yanı sıra, güvenlik gerekçesiyle ve "muvakkaten" yani geçici olarak, batı viláyetlerinden 93 bin 88 adet Rum’un ve Suriye’den de 701 adet Arap ailenin başka yerlere nakledildikleri görülüyor.
Arap ailelerin sürgünleri, İttihad ve Terakki’nin üç liderinden biri olan Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın Dördüncü Ordu Kumandanı sıfatıyla Şam’da bulunduğu sırada yapılmıştı. Paşa, o yıllarda alevlenen Arap isyanına karışan bazı Arap liderleri Beyrut yakınlarındaki Aliye’de kurduğu Harp Divanı’nda yargılatıp idam etmiş, bazı önde gelen aileleri de Anadolu’nun değişik bölgelerine sürgüne göndermişti.
TEHCİRİN ANAHATLARI
Bugün son bölümünü yayınladığım "Talat Paşa’nın Tehcir Belgeleri" dizisine kaynaklık eden evrakın önemli noktalarını, maddeler halinde sıralıyorum:
1915 tehcirinden önce Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeniler’in sayısı 1 milyon 256 bin 403’tür.
Tehcir kanunu uyarınca, 924 bin 158 Ermeni, imparatorluğun başka yerlerine nakledilmişlerdir.
Tehcir hastalara, yaşlılara ve küçük çocuklara uygulanmamış, 10 bin 314 Ermeni çocuğu Anadolu’daki Müslüman ailelere verilmiş ve Türk olarak büyütülmüşlerdir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Anadolu’nun batı viláyetlerinde yaşayan 93 bin 88 adet Rum, iç kesimlere yerleştirilmiştir.
Bu yazı dizisine başlarken yaptığım bir açıklamayı, şimdi diziye son verirken tekrar etmem gerekiyor: Tehcir, tarihimizin büyük acılarla dolu bir hadisesidir ama bir "soykırım" değil, dünya savaşı yıllarında cephedeki birliklerimizin arkadan vurulmalarının ve içerideki karışıklıkların giderek artması üzerine devletin başvurmak zorunda kaldığı bir tedbirdir. İttihat ve Terakki iktidarı Ermeni meselesi konusunda Nazi Almanyası örneğinde olduğu gibi bir "kesin çözüm"ü hiçbir zaman düşünmemiştir. Dolayısıyla, "Talat Paşa’nın Tehcir Belgeleri", devletin, savaş sırasında maruz kaldığı bir iç ayaklanma karşısında başvurduğu "meşru müdafaa"nın yazılı kanıtıdır.

ORHAN PAMUK GÖREVE DEVAM

26 NİSAN 2006 – Pamuk işbaşında.
Orhan Pamuk, konuşacağı zamanı iyi biliyor. Geçen yıl bugünlerde "Türkiye'de 1 milyon Ermeni öldürüldü" diyen Pamuk, sözde soykırımı anma gününde yine ortaya çıktı. Pamuk, "Aynı sözleri yine söylerim" diyerek yalana yine destek verdi.
Pamuk aynı fikirde.
'Bu ülkede 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü' dediği için yargılanan Orhan Pamuk, BBC TV'ye çıkıp bu sözlerinin arkasında olduğunu söyledi.
Yayın tarihi dikkat çekici!
Yazar Orhan Pamuk, geçen yıl herkesi ayağa kaldıran sözlerini savundu. "Bu ülkede 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü" dediği için tepki çeken ve hakkında dava açılan Pamuk, önceki gün İngiliz BBC'ye konuk oldu. Ermenilerin sözde 'Soykırım Günü' olarak andıkları 24 Nisan'da programa konuk olan Pamuk, "Her türlü kırmızıçizgiyi geçmeye hazırım" dedi.
'Dramatize edildi'.
Hakkında dava açılmasıyla hayal kırıklığı yaşadığını belirten Pamuk, "Kimseye hakaret etme amacım yoktu. Aşırı sağcılar ve Türkiye'nin demokratikleşmesini istemeyenler dramatize etti, abarttı" diye konuştu. BBC sunucusunun "Aynı sözleri tekrar söyler miydiniz?" sorusu üzerine ise Pamuk, "Evet" cevabını verdi. Ünlü yazar, geçen yıl vatansever olmamakla suçlandığını hatırlatan sunucuya, "Ülkemi çok seviyorum" diyerek yanıtladı.

27 NİSAN 2006 - Ermeniler Yine Show Yaptı. Ermeniler ABD Kongresi’nde büyük bir toplantı düzenledi.
Sözde Ermeni soykırımının 91.yıldönümünü anan Ermeniler, soykırım yasa tasarısını geçirmeyi amaçladıkları ABD Kongresi’nde resmen show yaptı
Amerikan Kongresi'nde dün düzenlenen bir toplantı Ermenilerin gövde gösterisine dönüştü. Sözde Ermeni soykırımının 91. yıldönümünü anan Ermeniler soykırım yasa tasarısını geçirmeyi amaçladıkları ABD Kongresi'nde büyük bir toplantı düzenledi. Toplantıya ABD'nin dört bir yanından Ermeni asıllı ABD'liler katıldı. System Of the Down adlı Ermeni rock grubuna Adletin Sesi ödülünün verildiği toplantıya 26 Kongre üyesi ve aralarında Paul Sarbanes ve Robert Mendez'in de bulunduğu 3 senatör konuşmacı olarak katıldı.

28 NİSAN 2006 – Tekzip1
Halil Berktay, 14 Mart 2006
Bir yalan ve iftira yazısı
Ruhat Mengi, 10 Mart 2006 tarihli Vatan gazetesindeki köşe yazısında hakkımda çeşitli yalan ve iftiralara yer verdi. Bu yazıda, özetle, Ermeni diasporasıyla bir takım karanlık ilişkiler içinde olduğum, onları yönlendirdiğim, bir Ermeni Soykırım belgeselinin PBS televizyonunda "pürüzsüz" yayınlanması için çalıştığım, hatta Ermeni diasporasından Türkiye'de taraftar kazanmak için finansman talebinde bulunduğum ifade edilmektedir.
Bu, tümüyle gerçek dışı bir saldırıdır. Birincisi, ben her ülke ve milletten birçok bilim insanı ile serbestçe yazışırım, yazışmaktayım. Uluslararası bilim âlemi bir bütündür ve sanki sınırötesi bilimsel tartışma bir suçmuş gibi saçma önyargılarla bölünemez. Ama öte yandan, hiçbir Ermeni lobisi veya kampanyasının "Türkiye ayağı" da değilim. Bunun ne kadar acemice bir fabrikasyon olduğu, en basit bazı detaylardan dahi kolayca görülebilir. Örneğin Stephen Feinstein Ermeni diasporasının bir parçası değildir, hattâ ermeni bile değildir; isminden de anlaşılabileceği gibi, bir Yahudi-Amerikalıdır. Öte yandan, Minnesota Üniversitesi'nde profesör olduğunu bildiğim Stephen Feinstein ile şahsen de tanışmam. Her konuda benimle "yakın temasta" olduğu veya herhangi bir konuda benden özel "görüş" istediği birer uydurmadan ibarettir.
İkincisi, Ermeni diasporasının bazı aşırı milliyetçi kesimleri, Yusuf Halaçoğlu ve Gündüz Aktan gibi Türk resmi tezlerini savunan kişilerin, Amerika'da konuşmasını, televizyon açık oturumlarına çıkmasını, hattâ onlardan da görüş alan (PBS belgeseli gibi) belgesellerin yayınlanmasını engellemeye çalışırken, ben her zaman bu tür sansürcü engelleme çabalarının karşısında yer aldım. Benim düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki tavrım, Voltaire'e atfedilen "düşüncelerinizin tamamına karşı olsam da, bu düşünceleri savunma hakkınızı ömrümün sonuna kadar savunacağım" ilkesini temel alır. Esasen geçmişte de bu nedenle, İsviçre mahkemelerinin (düşünceleri ne olursa olsun) Yusuf Halaçoğlu hakkında kovuşturma girişimlerine karşı çıktım. Bütün bu tür soruşturmalar ile ardındaki "soykırım tartışılamaz" türü yasaları, hukuk ve siyasetin bilim alanına yanlış ve haksız müdahaleleri olarak niteledim. Bu özgürlükçü tavrım ve görüşlerim basında yer aldı; Hürriyet gazetesinin 1. sayfasında, ayrıca daha kapsamlı bir mektup biçiminde Milliyet'te Taha Akyol'un köşesinde yayınlandı. Aynı görüşleri, yurtdışında katıldığım bütün konferanslarda tekrarladım. Dolayısıyla, ABD'deki bazı Ermeni milliyetçisi çevrelerin, Yusuf Halaçoğlu ve Gündüz Aktan'ın yer alacağı açık oturumları veya belgesel gösterimlerini boykot etme (ya da bunları yayından kaldırtma) girişimlerine ismimim uzaktan yakından, kıyısından köşesinden bulaştırmak istenmesine gerçeğe taban tabana zıt ve son derece abes buluyorum.
Üçüncüsü, Ruhat Mengi'nin kapıldığı iftira yağmuru, benim, Ermeni diasporasına, kendilerine yakın görüşlerin Türkler tarafından savunulmasını sağlamak için finansman temin etmeleri önerisi veya talebinde bulunduğum yolunda bir paragrafı da içeriyor. Bu, aklın havsalanın alacağı şey değildir. Bunun da yüzde yüz bir uydurma olduğu, çok kısa zamanda, böyle bir saçmalığı yaymak suretiyle bilimsel namus ve haysiyetime gölge düşürmek isteyenler hakkında kanuni yollara başvurduğumda, hiçbir kanıt gösteremeyişleriyle ortaya çıkacaktır.
Tekzip 2
Halil Berktay, 14 Mart 2006
Hiçbir özgür ve namuslu türk tarihçisi, Ermenilerden para almıyor
Ruhat Mengi, 10 ve 11 Mart 2006 tarihli yazılarından sonra, 12 Mart 2006 tarihli Vatan gazetesindeki köşe yazısında da, hakkımda yalan ve iftiralarına yer vermeyi sürdürdü. Bir önceki yazısında yer alan uydurma bir paragrafı, tekrarlayarak güç kazandırmak istercesine bir kere daha yazıyor. Güya ben, "PBS televizyonunda Halaçoğlu ve Aktan'ın konuşmalarının önlenmesi" çabalarına bulaşmışım. Bununla "ilgili olarak" Stephen Feinstein'a şöyle yazmışım: "Bizimle aynı paralelde açıklama yapacak Türkler bulunmalı, onlara bu sözler söyletilmeli, bunun finansal kaynağı sağlanmalıdır. İzlenecek strateji mümkün olduğunca çok insanı böylelikle soykırıma inandırmak olmalıdır."
Burada bir kere daha ve açıkça belirtiyorum: Ruhat Mengi yalan söylüyor. Böyle bir mektup asla gösteremez, çünkü yoktur. Benim ne Stephen Feinstein'a, ne başka herhangi bir kişiye, hangi tarihte yazılırsa yazılsın hiçbir mektubumda, böyle cümleler yer almıyor. Bu, benim bilimsel namus haysiyetime gölge düşürmek için uydurulmuş bir safsatadır. Şerefimle oynanmaya kalkışıldığı için, elbette hukuki karşılığını da bulacaktır.
Ruhat Mengi, bana hakaret etmekle kalmıyor; 2005 Eylül sonlarında Bilgi Üniversitesi'nde yapılan "Osmanlı Ermenileri" konferansına katılanlar veya bu konferansın engellenmek istenmesine karşı çıkanlar arasında "kimler finansal destek aldı ve alıyor?" diye de bir sözdesoru yöneltmeye kalkışıyor. Devam ediyor: "Halil Berktay ne karşılığında konuşuyor?" diyor. Soru ne kadar abes olsa da, cevabım açıktır: Sadece kendi bilim ve gerçek tutkumla demokrasi tutkumla konuşuyorum. Ruhat Mengi'nin kötülük dolu ithamları, sadece bana değil, o namuslu ve haysiyetli konferansa katılan, aynı zamanda düşünce özgürlüğünü savunan herkese, hakaretamiz bir saldırıyı içeriyor. Burada açıkça belirtiyorum: 1915 olaylarının tarihsel gerçekliği üzerine, resmi tezlerin dışındaki bir duruşla, eleştirel bir perspektiften konuşan herkes, sadece ve sadece kendi bilimsel vicdan ve haysiyetinin, aydın namusunun icaplarını yerine getirmektedir. Ruhat Mengi'nin bunu anlamayışı, sözkonusu bilim vicdan ve haysiyetine, gerçek saygısına tümüyle yabancı oluşundan kaynaklanıyor.

KANADA YALANA EVET DEDİ

01 MAYIS 2006 – Orhan Pamuk Time'ın 'En etkili 100' listesinde.
Amerikan Time dergisi her yıl hazırladığı "Dünyanın En Etkin 100 Kişisi" listesine bu yıl yazar Orhan Pamuk'u da dâhil etti.
Amerikan Time dergisi her yıl hazırladığı "Dünyanın En Etkin 100 Kişisi" listesine bu yıl yazar Orhan Pamuk'u da dâhil etti. Derginin editörleri tarafından hazırlanan listede "Liderler ve Devrimciler", "Kurucular", "Bilim Adamları ve Düşünürler", "Sanatçı ve Şovmenler" ile "Kahramanlar ve Ikonlar" kategorileri bulunuyor. Sözde soykırım ve Kürtler'le ilgili olarak dış basında yayımlanan yorumları nedeniyle Orhan Pamuk'un özellikle milliyetçilerden büyük tepki gördüğünü yazan dergi, "ünlü yazarın bu baskılar nedeniyle bir süre için ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını" iddia etti.
Dönüşte Pamuk hakkında dava açıldığını belirten Time dergisi, dünya genelinde insan hakları örgütleri ve yazar sendikalarının Pamuk'a destek çıktığını hatırlatarak, en sonunda davanın düştüğünü ve ünlü yazarın artık daha fazla kişi tarafından tanınmaya başladığını yazdı. 2004'te Başbakan Erdoğan'ı da en etkili 100 kişi arasında gösteren Time dergisinin bu yılki listesinde Pamuk'un yer aldığı "Kahramanlar ve İkonlar" kategorisinde eski ABD başkanlarından Bill Clinton ve Baba Bush ile Hollywood yıldızı Angelina Jolie de bulunuyor. ABD Başkanı Bush'un dâhil edildiği "Liderler ve Devrimciler" kategorisinde İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve El Kaide'nin ikinci ismi Eyman El Zevahiri de var.

03 MAYIS 2006 –'Ermeni Terörü Anıtları' dikilecek.
ABD'deki Ermeni lobisinin sözde soykırım iddialarına karşı protesto gösterileri düzenleyen Ülker Aksu Paris, New York ve İstanbul'da, "Ermeni Terör Anıtları" inşa etmek için kampanya başlatacaklarını açıkladı.
Aksu, yapılmasını planladıkları anıtlar için dernekleşme çalışmalarını başlattıklarını belirterek, bu konuda çeşitli sponsorlarla da temas içersinde olduklarını söyledi.
Aksu, ABD'de geçen yıl Washington'da bu yıl da New York'ta düzenlenen Türk gösterilerine katılımın yüksek olduğunu ancak, iyi organize olunamadığını belirtti. Bazı Türk kurum ve kuruluşların protestolara yeterince destek vermediğini anlatan Ülker Aksu, "Sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı sesimizi yükseltmek için daha kapsamlı protestolar düzenlemek istiyoruz. Ermeni meselesinde istediğimiz sesi veremiyoruz. Her yerde protestolar düzenlenmeli" dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder